Hukuki bir sonucu olmayacağını düşünüyorum. Gül ile aynı dönemde RP’de aynı görevlerde bulunan kişiler, bu davada yargılanmış ve suçsuz bulunmuşlardı.
Bu konuyu önemli hale getiren şey, Gül’ün bu konu ile ilgili olarak söyledikleridir.
Taha Akyol’un haberine göre Gül, ifade vermek için savcılığa gideceğini kendisini ziyarete gelen konuklarına açıklamış, “Hukuk devleti budur, kimse imtiyazlı değildir, herkes gider ifade verir, suç var mı, yok mu diye karar verme yetkisi yargıya aittir”.
“Yeni Türkiye”nin Cumhurbaşkanı’na verilmiş açık bir mesajdır diye düşünüyorum.
“Yeni Türkiye’nin Cumhurbaşkanı”, böyle bir durum ile karşılaştığında bunu “hükümet darbesi” olarak tanımlamak eğiliminde, bunu biliyoruz.
Evde sıfırlana sıfırlana bir türlü bitirilemeyen miktarda para biriktirmiş olmanın ne anlama geldiğini, o paranın kaynağının ne olduğunu, neden evde biriktirildiğini ama bankaya yatırılamadığını açıklamaktan daha kolay bir yol bu çünkü.
Ve zaten Gül’ün, kurucusu olduğu partide siyasete dönmesinin önündeki engeli yaratan da bu.
Yazarımız yurtdışında olduğundan yazılarına pazartesiye kadar ara vermiştir.
Gazetedeki habere göre delegeler “hazirun cetveli” ile Davutoğlu’nu genel başkan adayı gösterecek dilekçeye aynı anda imza atacaklarmış.Güzel bir “parti içi demokrasi” örneği tabii!
Böylece imza masasının başında duracak parti görevlisi, kimin imza atıp kimin atmadığını, kimin “milli reisin” isteğine karşı çıktığını kolayca görebilecek.
Zaten görmesine de gerek kalmayacak, çünkü tersi bir davranışta bulunmak o delegelerin akıllarına bile gelmeyecek.
Bu 1460 delege içinde, aklından ve gönlünden bir başka ismi genel başkan ve başbakan olsun diye geçiren elbette vardır.
Hatta Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce bizzat AKP tarafından yaptırılan anketlere bakılırsa, o delegelerin neredeyse yüzde 95’inin aklından ve gönlünden Ahmet Davutoğlu ismi geçmiyordu.En az yarısı Abdullah Gül’ü istiyordu, rica minnet kabinede tutulan Ali Babacan’ı uygun görenlerin sayısı da Davutoğlu’nu isteyenlerden çoktu!
Ama “tek seçici” Davutoğlu’na karar verdi. “İstişare ediyorum” diye yaptığı toplantılarda bunu dikte etti ve şimdi 1460 delege “tıpış tıpış” önce imza atacak, sonra gidip oyunu verecek.AKP ileri gelenleri dillerinden “ileri demokrasi” sözünü düşürmüyorlar. Cumhuriyet’in restorasyonundan filan söz etmeye bayılıyorlar. 12 Eylül Anayasası’na da hesapta karşılar ama Siyasi Partiler Kanunu’na bir el atmak, hiç olmazsa demokratik bir makyaj yapmak akıllarına gelmiyor.
Gelmiyor, çünkü bu kanun sayesinde bir kere parti içinde iktidarı ele geçirenin, bir daha oradan gönderilebilmesine olanak yok.
Değişik bakanlar ile toplantılar yapıyor, “yeni kabineyi” şekillendirmeye çalışıyor.
Bu toplantıda Cumhurbaşkanı/Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan da bulunuyormuş.
Akdoğan’ın bu toplantılara katılmasının gerekçesinin “Erdoğan’ı temsil etmek” olduğu da ileri sürülüyor ama bunlar boş laflar.
Davutoğlu, o göreve neden seçildiğini herkesten iyi biliyor, Erdoğan’ın sözünden çıkmaz, bunu kontrol için de peşine Akdoğanvari bir “parti komiseri” takmak gerekmez.Bu çerçeve içinde önceki gün Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile de görüşmüş.
Gazetelere yansıyan haberlere bakılırsa Davutoğlu, Babacan’a “birlikte çalışma ve Babacan’ın ekonomi politikalarını sürdürme” mesajı vermiş.
Bu haber doğruysa, yani Davutoğlu, Babacan’ın ekonomi politikasından memnun ve devamından yanaysa, ilginç bir durum ortaya çıkıyor demektir.
Çünkü Cumhurbaşkanı/Başbakan Erdoğan’ın bu politikalar ile çok da mutabık olmadığını biliyoruz.
Ahmet Davutoğlu da daha sonra yaptığı teşekkür konuşmasında “Paralel yapıya karşı kaya gibi duracağız” diyerek Başbakan’ı mutlu etti.
Çünkü Erdoğan’ın artık birinci derecedeki önceliği haklarında yolsuzluk iddiası olan adamlarını korumaktır!Adamlarını koruyacak ki, kendisini de koruyabilsin!
17 ve 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarını “bir darbe girişimi” olarak nitelemesinin nedeni de budur, sanki varlıklarından ilk kez haberdar oluyormuş gibi “paralel yapı” diye bir “düşman” icat etmesinin nedeni de budur.
17 ve 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonları evet, şimdi adına “paralel” dedikleri, bir zamanlar kucak kucağa oldukları Fethullah Gülen Cemaati’nin, hükümetten “intikam” operasyonudur. Bunu kimse reddedemez.
Eğer birbirlerinin tekerine çomak sokmamış olsalardı, bugün cadı avına konu olan hâkimler, savcılar ve polisler “en kahraman” olarak yine başlarda taç olacaktı, haklarında hırsızlık iddiaları olanlar koltuklarını ısıtmaya devam edecekti.
Bir güç mücadelesine girdiler, bir taraf diğeriyle ilgili hırsızlık iddialarını ve rezilliklerini ortaya dökerken, öbürü de onun nasıl bir “gizli örgüt” olarak devlette yuvalandığını ortaya çıkardı.Onun için zaman zaman bu yolsuzlukları yapanlarla, devleti ele geçiren gizli örgütçülerin, mazide ne kadar mutlu mesut yaşadıklarını hatırlatmak zorunda kalıyorum.
Bütün bu süreçten öğrendiğimiz şudur:
Yalnız banyodaki pisliği temizlemek gerçekten zor oldu. Ama fay, omo derken, sonunda o işin de üstesinden geldim. Piliçlerden ikisi fena değil boy bosça, biri bir güvercin kadar. Onu Memo yiyecek. Piliçleri temizlerken güzel bir yöntem de buldum.”
Okuduğunuz bu satırları “bir aşk mektubundan” aldım.
“Aşk mektubundan mı” diye kendinize sorup doğru okuduğunuzdan emin olmak isteyeceğinizi de tahmin ediyorum.
Evet, öyle, bir aşk mektubundan aldım, hem de Türkçenin en yetenekli şairlerinden birinin sevdiği kadına yazdığı bir mektuptan!
Bu satırlar da öyle:
“Biz sadece birleşmiş değil, aynı zamanda kaynaşmış, hal–hamur olmuş, üç olmuş, göz olmuş kimseleriz. Sen ve ben yok. Sen–ben var. Bil bunu. Aslında bilirsin de bunu. N’olur! Ha?..”
Aynı şairin, aynı kadına yazdığı mektuptan bir alıntı daha yapacağım.
Doğrusunu isterseniz, ben de Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Recep Tayyip Erdoğan’a böyle bir süre vermeyi bekliyordum.
Gerçi bugüne kadar yaptıklarının, gelecekte ne yapacağının işaretlerini verdiğini de düşünmüyor değildim ama “bir umut” belki gerçekten tarafsız bir cumhurbaşkanı olmaya niyetlenmiştir, önyargılı olmayayım ve makamına oturduktan sonra ne yapacağını bir süre gözlemleyeyim diyordum.
Ama öyle görünüyor ki böyle bir süreye gerek de yokmuş.
Daha seçilir seçilmez, Anayasa’nın ve Cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili kanunun hükümlerini çiğnemekte bir sakınca görmedi.
Anayasa ve kanun, YSK’nın seçim sonuçlarını açıklaması ile birlikte Cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisiyle ilişkisinin kesileceğini, milletvekilliğinin ve Başbakanlığının düşeceğini emrediyor ama Erdoğan, buna hiç aldırmadı.
Kendisi Anayasa’yı çiğnediği gibi YSK kararının Resmi Gazete’de yayınlanmasını da engelledi.
Sadece bu bile, Erdoğan’ın bilinçli olarak Anayasa’nın hükmünü görmezden geldiğini gösteriyor. AKP sözcülerine göre, yemin edip görevi almadan “seçilmiş” sayılmıyormuş.
Seçimden önce Bülent Arınç’ın “Bilin ki biz AK Parti’yi sokakta bulmadık, bu parti bir karar verecekse bunu böyle çoluk çocuk işine bırakmayız” sözlerine Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan sert bir yanıt vermişti.
Akdoğan’ın yanıtını hatırlayalım:
“13 yıldır bu hareketin hangi kademesinde olursa olsun her bir partili, isterse mahalle, sokak temsilcisi olsun bu büyük hareketin geleceğinde söz sahibidir, bu partinin herkes kadar gerçek sahibidir. AK Parti içinde kast sistemi, ağabeylik sistemi, ağalık sistemi yoktur. En son üye, ilk günkü üye kadar AK Partilidir. En düşük makamdaki kişi, yüksek makamdaki kişi kadar, en genci en yaşlısı kadar değerlidir, saygındır.”
Arınç’ın vaktiyle “Benim bu partide bir özgül ağırlığım var” dediğini de hatırlayacak olursanız, Akdoğan’ın yanıtının sertlik derecesi daha iyi anlaşılıyor.
Aslına bakarsanız, Gül’ün görev süresinin bitiminden çok önce, Cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili kanun TBMM’de görüşülürken böyle bir çatışmanın ipuçlarını görmüştük.
Gül’ün ikinci kez aday olmasını önlemeye yönelik bir girişim daha o tarihte vardı ve bunun Gül ve ona yakın olanlarda bir kırgınlık yarattığını biliyoruz.Nitekim, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün son veda resepsiyonunda söyledikleri artık bu gerçeği tartışılmaz bir biçimde ortaya koyuyor:
“Bizim cenahtan yapılan epeyce saygısızlıkları da gördüm. Cumhurbaşkanlığı yapmış bir kişi nasıl davranırsa ben de bundan sonra muhakkak ki öyle davranacağım. Beni bilenler bunu bilir. Beni bilmeyen, yani bizim cenaha yeni giren veyahut da geçmişi çok iyi bilmeyenler bu konuları günlük konuşurlar. İşte onlara da söyleyeceğim, demin söylediğim kadar söylemiş olayım yani saygısızlıklarını bir hatırlatmış olayım, geçeyim.”