Paylaş
Gazetedeki habere göre delegeler “hazirun cetveli” ile Davutoğlu’nu genel başkan adayı gösterecek dilekçeye aynı anda imza atacaklarmış.
Güzel bir “parti içi demokrasi” örneği tabii!
Böylece imza masasının başında duracak parti görevlisi, kimin imza atıp kimin atmadığını, kimin “milli reisin” isteğine karşı çıktığını kolayca görebilecek.
Zaten görmesine de gerek kalmayacak, çünkü tersi bir davranışta bulunmak o delegelerin akıllarına bile gelmeyecek.
Bu 1460 delege içinde, aklından ve gönlünden bir başka ismi genel başkan ve başbakan olsun diye geçiren elbette vardır.
Hatta Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce bizzat AKP tarafından yaptırılan anketlere bakılırsa, o delegelerin neredeyse yüzde 95’inin aklından ve gönlünden Ahmet Davutoğlu ismi geçmiyordu.
En az yarısı Abdullah Gül’ü istiyordu, rica minnet kabinede tutulan Ali Babacan’ı uygun görenlerin sayısı da Davutoğlu’nu isteyenlerden çoktu!
Ama “tek seçici” Davutoğlu’na karar verdi. “İstişare ediyorum” diye yaptığı toplantılarda bunu dikte etti ve şimdi 1460 delege “tıpış tıpış” önce imza atacak, sonra gidip oyunu verecek.
AKP ileri gelenleri dillerinden “ileri demokrasi” sözünü düşürmüyorlar. Cumhuriyet’in restorasyonundan filan söz etmeye bayılıyorlar. 12 Eylül Anayasası’na da hesapta karşılar ama Siyasi Partiler Kanunu’na bir el atmak, hiç olmazsa demokratik bir makyaj yapmak akıllarına gelmiyor.
Gelmiyor, çünkü bu kanun sayesinde bir kere parti içinde iktidarı ele geçirenin, bir daha oradan gönderilebilmesine olanak yok.
Onun için de parlamenter sistem adam gibi işlemiyor, partiye sahip olan TBMM grubunun da mutlak sahibi oluyor.
Al CHP’yi, vur AKP’ye
İKTİDAR partisi böyle de kendisinin üstelik de sosyal demokrat olduğunu ilan eden
anamuhalefet partisi farklı mı?
Olmadığını görüyoruz.
Bakın Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ne diyor:
“Diyarbakırlılara, Hakkârililere, Vanlılara sesleniyorum. Kimi CHP’den milletvekili görmek istiyorsanız, bana getirin. Söz, ben onları aday göstereceğim.”
Fıkra gibi değil mi?
Aklına, şunu söylemek gelmiyor mesela: “Biz sosyal demokrat bir partiyiz. Bundan böyle milletvekili adayları, bütün parti üyelerinin katılacağı, bir resmi önseçim ile belirlenecek. Partimizin tabanı kimi milletvekili görmek istiyorsa, o milletvekili olacak. Parti içinde her makam, her üyeye açık olacak, çalışan ve parti üyelerinin desteğini kazananlar milletvekili de olacak, parti yöneticisi de! Tüm vatandaşlarımıza sesleniyorum, kimi CHP’den milletvekili görmek istiyorsanız, gelin partimize üye olun, kimin milletvekili olacağına siz karar verin.”
CHP il başkanları Nevşehir’de bir toplantı yapmış, bunu da dün gazetelerde okudum. Kurultayda Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğini açıklayan 78 il başkanını temsilen 5 kişilik bir grup Genel Başkan’ı ziyaret etmiş ve Parti Meclisi’nde “genel başkanın uygun göreceği sayıda temsil edilmek istediklerini” söylemişler.
Kılıçdaroğlu da bu ricayı/öneriyi dikkate alacağını söylemiş.
Dememiş ki, “İsteyen herkes aday olsun, kontenjan ne demek, burası sosyal demokrat bir parti, taban kimi isterse onu seçer!”
Yanlış anlaşılmasın. Burada AKP ve CHP örneği verdim diye, diğer partiler farklı değil.
Hepsini alın, öbürüne vurun!
12 Eylül mirası Siyasi Partiler Kanunu hayatta olduğu sürece de böyle olacak ve bu parti yönetimlerinin hiçbiri, sağcısı da, solcusu da, kendisine demokratım diyeni de bu yasayı değiştirmek için kılını kıpırdatmayacak.
Yine beceremediler!
AKP 12 yıldır iktidarda, bu süre içinde beş ayrı Milli Eğitim Bakanı gördük.
Yola Erkan Mumcu ile çıktılar.
Mumcu, “Anadolu Liseleri’ne giriş sistemi aynen muhafaza edilecek” demişti.
Recep Tayyip Erdoğan’ın seçilme yasağı kalkmasının ardından kurulan ilk Erdoğan hükümetinde Milli Eğitim Bakanlığı’na Hüseyin Çelik getirildi.
Çelik, “liseye girme sistemi” ile ilk oynayan bakan oldu. Seviye Belirleme Sınavı adı verilen sistemin, liselere giriş için “en iyisi” olduğunu onun ağzından dinledik.
Ardından o gitti, yerine Nimet Baş getirildi.
Nimet Hanım’dan öğrendik ki Çelik’in getirdiği sistem son derece yanlışmış.
Bunun üzerine SBS, 6 ve 7. sınıflardan kademeli olarak kaldırıldı, 8. sınıfa alındı.
Nimet Hanım’dan koltuğu devralan Başbakan Erdoğan’ın o vakitler en yakınındaki kişi, Ömer Dinçer oldu.
Öğrendik ki Nimet Hanım da bu işi yüzüne gözüne bulaştırmış!
Dinçer her şeyi değiştirdi. Yetmedi, 4+4+4 düzeni onun döneminde yasalaştı,
altına bez bağlı çocuklar zorla ilkokula yollandı, binlerce çocuğun geleceği mahvedildi.
Dinçer galiba “paralelcilere” de yakındı ki dershane tartışmaları arasında koltuğundan oldu, yerine Nabi Avcı getirildi.
Tabii ki ilk fark ettiği şey Ömer Dinçer’in yanlışları oldu!
“Bildiğiniz her şeyi unutun” dedi, TEOG diye bir yeni sınav icat etti. Arada meslek liselerinin bazıları paçayı kurtardı ama düz liselerin neredeyse tümü imam hatibe dönüştürüldü.
Ve sınav yapıldı, yerleştirme sonuçları açıklandı. Evine 20 kilometre mesafede bir okula yerleştirilen çocukların evinde büyük bir sevinç ve bayram havası esiyor, çünkü 200 kilometre mesafedeki okullara yerleştirilenler bile var!
12 yıllık iktidar süresi, 5 ayrı Milli Eğitim Bakanı ve hâlâ doğru düzgün bir sistem kuramamışlar!
Ya, “Büyük Usta–Milli Reis” adam seçmeyi bilmiyor, beş seçiminin beşinde de karavana atmış!
Ya da çocukların düzgün bir eğitim alması umurlarında değil, “Hepsi imam hatibe gitsinler, beyinlerini yıkayalım, oy depomuz olsunlar” diye düşünüyorlar.
Paylaş