Paylaş
Ahmet Davutoğlu da daha sonra yaptığı teşekkür konuşmasında “Paralel yapıya karşı kaya gibi duracağız” diyerek Başbakan’ı mutlu etti.
Çünkü Erdoğan’ın artık birinci derecedeki önceliği haklarında yolsuzluk iddiası olan adamlarını korumaktır!
Adamlarını koruyacak ki, kendisini de koruyabilsin!
17 ve 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarını “bir darbe girişimi” olarak nitelemesinin nedeni de budur, sanki varlıklarından ilk kez haberdar oluyormuş gibi “paralel yapı” diye bir “düşman” icat etmesinin nedeni de budur.
17 ve 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonları evet, şimdi adına “paralel” dedikleri, bir zamanlar kucak kucağa oldukları Fethullah Gülen Cemaati’nin, hükümetten “intikam” operasyonudur. Bunu kimse reddedemez.
Eğer birbirlerinin tekerine çomak sokmamış olsalardı, bugün cadı avına konu olan hâkimler, savcılar ve polisler “en kahraman” olarak yine başlarda taç olacaktı, haklarında hırsızlık iddiaları olanlar koltuklarını ısıtmaya devam edecekti.
Bir güç mücadelesine girdiler, bir taraf diğeriyle ilgili hırsızlık iddialarını ve rezilliklerini ortaya dökerken, öbürü de onun nasıl bir “gizli örgüt” olarak devlette yuvalandığını ortaya çıkardı.
Onun için zaman zaman bu yolsuzlukları yapanlarla, devleti ele geçiren gizli örgütçülerin, mazide ne kadar mutlu mesut yaşadıklarını hatırlatmak zorunda kalıyorum.
Bütün bu süreçten öğrendiğimiz şudur:
Bir taraf, diğer tarafın yolsuzluklarının farkındaydı ama kendi çıkarına dokunulana kadar bunu dert etmedi, görmezden geldi, sinsi sinsi bilgi ve belge topladı.
Diğer taraf, o Cemaat’in her türlü hukuksuz yolu kullanarak devleti ele geçirdiğinin farkındaydı, o polisleri o makamlara bilerek kendisi atadı, o savcıları, o hâkimleri o görevlere tayin ettirdi, korudu, kolladı.
Ve bütün bunların hepsi Müslümanlık adına yapıldı!
Beş vakit namaz kıldılar, oruç tuttular, (belki) zekât verdiler, hacca gittiler, dillerinden Allah kelimesi düşmedi!
Bir yandan sahte deliller ile insanlar hapislerde süründürüldü, diğer yandan sıfırlana sıfırlana tüketilemeyecek kadar paralar biriktirildi.
Ve şimdi “Ahmet Davutoğlu kardeşimiz”, seçildiğinin belli olmasından sonra “Allah bu yolda bize güç, kudret versin. Allah utandırmasın” diyerek yola çıkıyor.
Şunu gerçekten merak ediyorum: Hem Allah’ın varlığına inanıp, hem de onun bütün bu olan biteni görmediğini, bilmediğini varsaymak, nasıl
bir şey?
Darbeyi kim yapacaktı?
-KONU dönüp dolaşıp “Paralel yapıya” geliyor ve bir yandan Erdoğan ve “çalışma” arkadaşları, diğer yandan havuz medyası “hükümete karşı darbe girişiminden” söz ediyor.
Bu kadar zamandır bu çevrelerden aynı şarkıyı dinliyoruz ama bu “darbe girişiminin” ne olduğunu, nasıl gerçekleştirileceğini, kimin nasıl darbe yapacağını açıkladığını da görmedim, duymadım, okumadım.
17 ve 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarında iddia edilenler şunlardı:
1 – Dört bakan değişik şekillerde rüşvet almıştı.
2 – Bakanların çocukları bu rüşvet ilişkilerinde aracılık yapmıştı.
3 – Başbakan’ın evinde miktarı bilinemeyecek kadar çok “nakit para” çıkmıştı.
4 – Başbakan oğluna “Paraları sıfırlayın” talimatı vermiş, kızını da yardımcı olması için İstanbul’a yollamıştı ama sıfırlanacak paralar akşam vaktine kadar bitirilmemişti, geriye hâlâ 30 milyon Euro kalmıştı.
5 – Kamu ihalelerine katılan müteahhitlere salma salınmış, havuzda toplanan para ile gazete ve televizyon satın alınmıştı.
6 – Müslüman geçinen müteahhitlerin gerçekte birer küfürbaz oldukları ve tek dertlerinin ihaleleri yağmalamak olduğu ortaya çıkmıştı.
7 – Başbakan’ın “kupon arazilere” özel bir merakı olduğunu da bu vesileyle öğrenmiştik.
Şimdi bunlar ortaya çıktığında, normal bir demokraside ne olurdu ona bakalım:
-Haklarında iddialar ortaya çıkan bakanlar istifa ederler, dokunulmazlıkları kaldırılır ve ciddi bir soruşturma süreci sonucunda olay aydınlatılırdı.
-Varsa suçlular hapse tıkılır, suçsuzlar kamuoyu önünde aklanırlar ve hayatlarına devam ederlerdi.
-İstifa etmek zorunda kalan bakanların yerlerine, Başbakan yenilerini tayin ederdi.
-Başbakan da yolsuzluğa bulaştığı için istifa etmek zorunda kalsaydı, Cumhurbaşkanı, iktidar partisinin göstereceği bir yeni adayı başbakan olarak görevlendirir, o kişinin kuracağı hükümet TBMM çoğunluğundan güvenoyu alır ve Türkiye hükümetsiz kalmazdı.
Gördüğünüz gibi her şey anayasal düzen içinde, yasalara uygun olarak yürürdü.
“Hükümete darbe yapıldı” diyemezdik, çünkü seçilmiş TBMM, milli iradeyi temsil ederek, yeni bir hükümeti göreve getirirdi!
Bu soruşturmaların ‘darbe girişimi’olması için ne gerekirdi? Buna da bakalım.
-Hükümeti görevden alacak, TBMM’yi çalışamaz hale getirecek, partileri kapatacak, anayasal düzeni askıya alacak bir ‘silahlı güç’ gerekliydi.
-Bu silahlı güç, Türkiye’de askerden ya da polisten başkası olamazdı.
Bildiğimiz, görebildiğimiz kadarıyla asker ile hükümet arasında su sızmıyor!
Asker, normal bir demokraside olması gerektiği gibi hükümetin emrinde, görev alanı olan yurt savunması dışında bir konu ile ilgili değil.
Polis deseniz, ortaya çıktı ki “homojen” bir yapıya sahip değilmiş.
“Paralelcileri” tutup, hapse atmaya çalışanlar da polis, paralelciler de!
Böyle homojen olmayan bir silahlı gücün darbe yapabilmesi mümkün değildir, dünyada da ikinci bir örneği zaten bulunamaz.
Biz biliyoruz ki mesele “darbe girişimi” filan değil.
Suçüstü yakalandılar ve bunu örtbas edebilmek için bir “darbe hayaleti” yarattılar, milleti de ona inandırmaya çalışıyorlar.
Millet inanıyor gibi görünüyor, çünkü 18 milyon hanelik Türkiye’de 6 milyon hane, devlet tarafından verilen “sadakalar” ile geçiniyor.
“Çalıyorlar ama çalışıyorlar da” dedikleri şey, bundan ibarettir.
Paylaş