Levent Seğmen

Başkent’i saran köstebek yuvalarının hatırlattığı

15 Ocak 2009
YILLARDIR yerel yönetimlerin köstebek yuvası haline getirdiği Ankara’da, bugünlerde farklı kazılar yürütülüyor. Bu kazılar, herkesin canlı yayınlarla, ana haber bültenleri ile izlediği gibi, arkeolojik bir heyecanla ya da sevimli bir köstebeğin içgüdüsü ile yapılmıyor.

Yürütülen soruşturma, devam eden dava ve polisin çalışmaları ’para-ulusal’ bir konu olduğu için, biz kent habercilerinin üzerine düşen bir vazife olmadığını düşünüyorum. Ama yine de, kentli olarak karşımızda duran tablodan çıkarmamız gereken ’yerel dersler’ olduğuna da inanıyorum.

Uzun süredir Ankara Hürriyet’in habercilik sahasına girdiği için, sayfalarımızda defalarca habere ve yazılara taşınan bir konu var..

Kentlerin, ileri teknoloji ve entegre bir kamera sistemi ile 24 saat kontrol altında tutularak, suç oranını önemli ölçüde azaltan MOBESE (*)..

Bu konudaki ilk haber 2005 yılında Ankara Hürriyet’in sayfalarında yer aldı.. Bu haberlere göre Ankara’da MOBESE, 2006 yılının ilk haftalarında törenle hizmete girecekti. Bakıyorum, aradan tam 3 yıl geçmiş.. Peki bu üç yılda MOBESE ihalesi konusunda yaşadığımız gelişmeler nelerdi..?

Bir türlü becerilemeyen, iptal edilen ihaleler, verilen sözler, ’yetkili ağızlardan çıkan’ basmakalıp demeçler.. Bu anlamda Ankara gerçekten bir rüya, masal kenti oldu..

Cumhuriyet’in gözbebeği Ankara’da MOBESE hüsranı yaşanırken, diğer illerde ne olduğunu araştırdım.. Kırıkkale dahil 11 kentte sistem hayata geçirildi.. 25 ildeki çalışmalar ise son aşamalarda..

Başka bir deyişle 36 il bir süre sonra, ’suçun gömülebildiği’ kent olmaktan kurtulacak.. Ama aralarında Başkent Ankara ne yazık ki olamayacak..

11 Ocak 2009’da, Doğan Haber Ajansı’nın Konya bürosundan gelen bir haber, MOBESE’nin ne denli ’mikro’ detaylara uzanabildiğini gösteriyordu. Habere göre, alkolün ölçüsünü kaçırmış bir vatandaş, sokak ortasında yoldan geçen kadınlara cinsel organını göstermiş ve bunu gören bir kişi tarafından sopayla dövülmüştü. Polis MOBESE kameralarından fark ettiği bu olaya anında müdahale etmiş ve alkollü teşhirciyi ambulansla Konya Numune Hastanesi’ne kaldırmıştı. Bana göre MOBESE, bu olayla, Konya’da polisin insan hakları sınavından tam not almasını sağlamıştı.

’MOBESE efsanesi’ni, yıllardır çeşitli ajans, gazete ve televizyona taşınan sayısız haberden tanıyoruz.. Ankara’da tanışmak her nedense nasip olmadı..

Kentimizde son dönemde yürütülen çalışmalardan elde edilen sonuçları göz önünde bulundurup, çıkartmamız gereken ’yerel ders’e gelince..

Bunun için sorulması gereken bir tek soru var..

Ankara ’söz verildiği’ gibi 2006 yılında MOBESE’ye kavuşmuş olsaydı, bugünü tabloda neler değişirdi?

Bir bölümü polis muhabiri olarak geçen meslek yaşamımda tanıdığım en sıkı kriminal uzmanı sevgili İrfan Bayar’ın, dost sohbetlerinde bize öğrettiği ’suç - delil’ ilişkisi aklıma geliyor..

Tek dileğim, daha güvenli bir Ankara..

MOBESE İLE TANIŞAN İLLER

BUGÜNE kadar MOBESE ile tanışan 11 kent oldu. Bu kentler, şöyle sıralanıyor:

"İstanbul, Antalya, Burdur, Kırıkkale, Kütahya, Rize, Trabzon, Şanlıurfa, Konya, Sivas, Karabük ve Muğla"

MOBESE çalışmalarının başlandığı kentler ise şunlar:

"Afyonkarahisar, Aksaray, Amasya, Aydın, Bilecik, Çanakkale, Denizli, Diyarbakır, Elazığ, Erzurum, Gaziantep, Hakkari, Iğdır, Mersin, Karaman, Kayseri, Kocaeli, Malatya, Manisa, Niğde, Tekirdağ, Tokat, Van, Yalova, Yozgat"

MOBESE NE ANLAM İFADE EDER

MOBESE olarak bilinen "Kent Güvenlik Yönetim Sistemi" ile başkentte güvenlik hizmetlerinin verimliliğinin artırılması, güvenlik tehditlerinin algılanması amaçlanıyor. Sistem, il genelindeki olayların aydınlatılmasına, suç ve suçlularla daha etkin mücadele edilebilmesine, trafik düzenlemesinde teknolojik imkanların kullanılmasına imkan sağlıyor.

Sistem "görüntüleme", "çağrı yönetim" ve "mobil uygulamalar" olmak üzere 3 ana unsurdan oluşuyor.

"Görüntüleme Sistemi" kameralardan elde edilen görüntülerin delil niteliğinde saklanması, izlenmesi ve otomatik olarak üretilen alarmların kayıt edilmesini sağlayan donanım ve yazılımlar bütününden oluşuyor.

"Çağrı Yönetim Sistemi", çeşitli kaynaklardan gelen bilgiler ışığında güvenlik kuvvetlerinin olay yerine sevk ve idaresini düzenleyen süreçte personelin ve uygulamayı kullanan diğer kurum kullanıcılarının birbirleri ile etkileşimini sağlıyor.

"Mobil Uygulamalar Sistemi" ise güvenlik güçlerinin zaman kaybetmeden olay, şahıs ve araç ön bilgilerine ulaşmalarına, yapılan işlemlerden döküm, grafik ve harita üretilmesine imkan veriyor.

*) Ofiste çalışırken, yazımı okuyan 18 yaşında bir üniversite öğrencisi arkadaşım, ’MOBESE sistemi’ tamlamasına itiraz etti.. "Bu kısaltmanın anlamı ’mobil elektronik sistem entegrasyonu’dur" dedi ve devam etti: "Entegrasyon bir sistem değil durum/oluşum olur ancak ve MOBESE sistemi demek yanlış olur"..

Bu ülkenin genç insanları ile bir kez daha gurur duydum.. Detayların değerini biliyorlar en azından...
Yazının Devamını Oku

İç karartıcı bir haftasonu öyküsü

8 Ocak 2009
DOĞRUSU, 2009 yılına çok umutlu girmiştim. Birşeylerin düzeleceğini, Ankara’nın ’normalleşeceğini’ hissediyor ve çocuk gibi seviniyordum. Yeni yılın ilk haftası, bu yüzden bende büyük hayal kırıklığı yarattı. Melih Gökçek’in bürokratı Veysel Karani Demir’in o ’insanlık ayıbı’ demeci öylesine bulandırdı ki midemi, hafta boyunca kustum. Eminim, Karani Demir bu satırları okuduğunda içinden, "Çok içki içmiştir, o yüzden midesi bulanmıştır" diyecek. Temsil ettiği zihniyetin, doğal refleksi bu..

Karani Demir çamur atmadan ben yanıt vereyim. Midemi bulandıran, o bildik zihniyetten başka birşey değildi.

Çankaya’da 7 genç arkadaşımızın acısı, yüreğimize kordan beter düştü. Yakın zamana kadar Çankaya’da dolaşan bir dernek vardı. Hatırlarsınız, ismi ’Çankaya Gönüllüleri Derneği’ idi. Yürek acısı, Çankaya’dan Türkiye’ye yayılırken, neden o kardeşlerimizin sesi çıkmadı?

’Gönül’, dünya dilleri içinde bana göre en özel kelimedir. Bu nedenle de, doğru amaçlar için kullanılmalı..

ÖNCE BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ

Yüreğimizde acı, yaşam herşeye rağmen devam ederken, hafta sonu yaşadıklarımla bir kez daha irkildim. Kış ortasında, izin günümde evimin doğalgazı aniden kesildi. Baktım ki, kredim bitmiş. İlk kez başıma geldi ve geçmişten bugüne tüm faturaları inceledim. Doğalgaza sadece son bir yılda, yüzde 50 zam yapılmış. Mümkün mü böyle bir tabloda doğalgazın biteceği tarihi doğru planlamak?

İnsanla alay eder gibi..

Emekliye son bir yılda yüzde 50 zam yapılmış..

Memura yapılmış, çalışana yapılmış..

AKP’li Büyükşehir Belediyesi de, kendine hak görmüş yüzde 50 zam yapmayı.

Büyükşehir Belediyesi ile gurur duydum.

ARDINDAN ANKARA TRAFİK ŞUBE

Kış vakti kendi evimde soğuktan donmamak için, her işi bırakıp apar topar Maltepe’deki doğalgaz satış noktasına gittim. Ana baba günü..

Binanın içinde kuyruk kavgası, binanın önünde trafik gerilimi..

O soğuk günde gaz almaya gelenler, araçlarını 10-15 dakikalığına park edecek yer derdine düşmüşler. Aslında binanın önündeki bulvarda, tek sıra park trafik akışını çok da olumsuz etkilemiyor. Zaten çaresiz insanlar, park etmiş. Genç bir trafik polisi, elinde küçük bir kağıt parçası ağzında düdük, korku saçıyor sürücülere..

Neden polis böyle durumlarda trafiği düzenlemek, trafiği aksatmadan vatandaşların işlerini kolaylaştırmak yerine ağzında düdük, ’ceza sopası’ ile eziyeti seçer?

Ankara Emniyeti’nin bu yönetim anlayışını biraz yadırgadım.

BAŞKENT ELEKTRİK AYRI VAKA

Maltepe’den çıkıp, annemin evine gittim. İçeri girdiğimde, evin çok serin olduğunu farkettim. Öğrendimki, sabahtan beri kesik olan elektrik yeni gelmiş.

Farkında mısınız bilmem ama, Ankara’nın her yerinde elektrik kesintileri yaşamın sıradan bir parçası haline geldi. Yıllardır bitmek bilmedi, bitmiyor.

Çatır çatır ödediğimiz faturalar cüzdanımızı yakarken, vergilerimizi peşin peşin öderken.. Eskilerin ’kendi paramızla rezil oluyoruz’ dedikleri, tam da böyle birşey olsa gerek.

Yıllardır Ankara’ya kesintisiz elektrik vermeyi beceremeyen bir şirket orada kasasını doldudurken, bizler çaresiz susuyoruz.

Ve nedeni bana göre, yine zihniyet..

LÖSEV’İN ÇARPICI İLANLARI

Sonra eve giderken, belediyenin başkan vekili Seyfi Saltoğlu’nun ’babam sağolsun’ felsefesi ile kendi adını dayattığı Angora Bulvarı’ndan geçtim. Gözüme kocaman ilan panolarında LÖSEV’in verdiği dev ilanlar çarptı:

’Türkiye’de güzel şeyler de oluyor’

Ankara’nın son 5 yılında yaşadıklarımdan, şahit olduklarımdan sonra çok da haksız bir slogan sayılmazdı aslında..

Ancak görevi lösemili çocuklara yardım eli uzatmak olan bir derneğin, bir siyasi parti edasının izlerini taşıyan sloganını pek anlayamadım. Türkiye’de herşey kötü gidiyor, iyi şeyler yapan üç beş kurumdan birisi de LÖSEV..

Direksiyon başında gülümsedim..

Türkiye’de herkesin kendi işiyle ilgilenip, üzerine vazife olmayan alanlara müdahale etmemesinin birçok sorunu tek kalemde çözebileceğine, kendimi bildim bileli inandım.

UYUKLAYINCA ANKARA KABUS

Eve geldiğimde, yüreğim hala acıyor, midem hala bulanıyordu. Sanıyorum bu bulantı, uzun bir zaman devam edecek.

Yorgun ve kırgın bir günün ardından televizyon karşısında uzanırken, uyuklamış olmalıyım ki ’Ankara kabusu’nun sesleri beynimde zonklamaya başladı:

- Tükürürüm böyle sanatın içine..

- Sazanlar ishal olmuş..

- Gece ulaşımı gereksiz

- Havuz dediğin harem selamlık olur..

- İçki sattırmam, ruhsat vermem, içen patates dinindendir..

- Köpekleri Muzaffer Eryılmaz katletti..

- Çankaya’nın ’en bi öz’ gönüllüsü biziz..

- Bulvar benim, babam sağolsun..

- Mesa Koru Sitesi’ne kilise yapalım..

- ODTÜ’yü yıkalım, geçelim..

- Çek silahını kovboy, düello yapalım..

KABUSTAN GÖZYAŞI İLE UYANMAK

Ve aniden ’Ankara kabusu’ndan uyandım..

Bir kez daha yandı içim ve artık Ankara’nın 7 özel meleği var..

Radyo’da, Sezen Aksu’nun Masum Değiliz isimli şarkısı çalıyordu derinden..

"Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer her gece

Yalnızlık sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna

Olur olmaz yere ıslanıyorsa kirpiklerin artık herşeye

Anneni daha sık anımsıyorsan hatta anlıyorsan

Kalbini bir mektup gibi buruşturulup fırlatılmış

Kendini kimsesiz ve erken unutulmuş hissediyorsan

İçindeki çocuğa sarıl

Sana insanı anlatır

Eller günahkar

Diller günahkar

Bir çağ yangını bu

Bütün dünya günahkar"
Yazının Devamını Oku

Gökçek Altınok’a Altınok Gökçek’e ne hediye alırdı

1 Ocak 2009
YENİ yılın ilk günü.. 2008 yılının bütün yorgunluğu, acısıyla tatlısıyla geride kaldı. Kent olarak, Ankara olarak önümüzde bembeyaz bir sayfa, son derece değerli 365 gün duruyor. Dilerim, yöneticisiyle, kentlisiyle, medyasıyla hakkını verebiliriz. Yeni bir yıla her ’merhaba’ dediğimizde, birçok ilköğretim okulunda arkadaşlığı, paylaşmayı, karşılıklı olarak vermenin ve almanın ne kadar değerli olduğu anlatan özel bir etkinlik düzenlenir. Sınıfta, bir kura çekilir. Her öğrenci, kurada kendisine çıkan arkadaşına küçük bir hediye alır. İsimler son güne kadar özenle saklanır. Ve o gün geldiğinde, bütün çocuklar sınıflarının kocaman bir aile olduğuna bir kez daha şahit olurlar.

Peki bugün Ankara’yı yöneten belediye başkanları, bir ilköğretim okulunda okuyan sınıf arkadaşları olsalardı ve yeni yılda kura çekip kendilerine çıkan arkadaşlarına hediye alsalardı.. Hangi başkan, hangi hediyeyi seçerdi?

Tahmin etmeye çalışalım.

Beypazarı Belediye Başkanı Mansur Yavaş, bir tepsi ev baklavası ile 1 kilo yaprak sarma alırdı.

Gölbaşı Belediye Başkanı Abdülnasır Haşlak, bir saksı içinde sevgi çiçeği hediye ederdi.

Sincan Belediye Başkanı Hasan Altın da, Haşlak’ınkine yakın bir hediyeyi, laleyi seçerdi.

Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki, bir Ankara Evi maketini tercih edebilirdi.

Yenimahalle Belediye Başkanı Ahmet Duyar, bir gömlek ve kravat hediye ederdi.

Ayaş Belediye Başkanı Ali Başkaraagaç, muhtemelen bir kilo dut ile sevindirirdi arkadaşını..

Etimesgut Belediye Başkanı Serhat Kemal Yılmaz, uzun süre kafa patlatır, en sonunda bir kasa halk ekmeğinde karar kılardı.

Mamak Belediye Başkanı Gazi Şahin için, belki de tek alternatif Mamak çöplüğünde üretilen salkım domateslerden bir kasa olurdu.

Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz, içinde kaliteli viskiyle bir yılbaşı sepeti hazırlatırdı. Ama bütün arkadaşlarının ’kırmızı çizgileri’ olduğu için hediyeyi alan, sadece sepetteki çikolatalar ile fıstıkları yerdi.

Buraya kadar her şey normal..

Ama ya kurada Melih Gökçek Turgut Altınok’a, Turgut Altınok da Melih Gökçek’e çıksaydı, birbirlerine ne hediye alırlardı?

Öyle ya, birisi Okul Meclis Başkanı, diğeri Sınıf Temsilcisi..

Tam bu noktada, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın aday tercihlerinde tıkandığı gibi ben de tıkandım. Bilemedim..

Belki de bu soruyu her iki başkana sorup, cevapları onlardan almak gerekiyor. Bir cevap gelirse, haftaya bu köşeden duyurmak boynumuzun borcu olsun.

Yeni yılda dünyanın neresinde olursa olsun, acıların bitmesini, gözyaşlarının dinmesini diliyorum.

Yeni yılınız kutlu olsun..
Yazının Devamını Oku

Bir tarafta Beypazarı diğer tarafta Gölbaşı

18 Aralık 2008
YILLARDIR yanıtını bulmakta zorlandığım bir soru var. Yerel seçim sürecine girip de, propaganda döneminin belden aşağı vuruşlarla geçeceği sinyalleri güçlenince, belki de bu soruyu bir kez daha sormanın yararlı olacağını düşündüm. Bir tarafta, Beypazarı duruyor önümde..

Her festivalinde, her bayram tatilinde dolup taşan Beypazarı..

Başkanı Mansur Yavaş, MHP’li.. Yavaş, şimdi de MHP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı. Beypazarı’nda, iktidar partisine mensup olmadığı için önüne çıkarılan zorlukları, ayağının altına kazılan çukurları gazeteci olarak çok gördüm. Ama Mansur Yavaş, bir gün bile ağlamadı, bir gün bile kavga etmedi. Kendi bildiği doğru ile kendi işine baktı. Diğer deyişle, işinin hizmet olduğunu hiç aklından çıkarmadı.

Ve sonuç ortada..

Binlerce yerli turistin yanısıra gelen yabancı turisti, yabancı misyon gruplarını, elçilikleri, gençleri, kısaca her kesimden yüzbinlerce insanı yıllardır Büyükşehir Belediyesi’nin ücretsiz servise koyduğu EGO otobüsleri taşımadı Beypazarı’na..

Beypazarı’nın, içinde gölü yok.. Zenginlerin keyif yaptığı sayısız villası yok.. 10 bin üniversite öğrencisi yok..

Bana göre Beypazarı’nda, belediye başkanı da yok..

Beypazarı’nın lideri var..

VE DİĞER TARAFTA GÖLBAŞI

Gölbaşı’na da gazeteci olarak yıllardır bakıyorum. Mevcut Başkan Abdülnasır Haşlak, Ankara Hürriyet bürosuna yaptığı nezaket ziyaretlerinde, ilçesini tanıtmak adına özenle çerçeveletilen ’sevgi çiçeği’ fotoğrafları getirirdi. O ziyaretler sırasında, hep bir hayalim oldu. Acaba Başkan, "Ankaralı aileleri Gölbaşı’nın tarihi, doğal ve kültürel dokusunda bir haftasonu geçirmeye davet ediyoruz" açıklamasını yapıp, kamuoyuna bir çağrıda bulunacak mı diye..

Ankara’da hiç kimsenin, yaldızlı çerçeve içine yerleştirilmiş sevgi çiçeği fotoğrafını evine astığını görmedim.

Oysa Gölbaşı’nın, herşeyden önce gölü var. 10 bin üniversite öğrencisi var. Bu üniversite öğrencilerinden kaç tanesinin Gölbaşı’nda kaldığı sormayın, çünkü yanıtı komik: 700 tanesi.. Çünkü öğrenciyi Gölbaşı’nda yaşatacak ’felsefe’ ne yazık ki yok.

Gölbaşı’nın ormanı var, yakınlığı var, bugüne kadar kimsenin dönüp bakmadığı tarihi, kültürel değerleri var.

Ama yıllardır seyrediyorum, Gölbaşı bir türlü Beypazarı olamadı. Üstelik Başkanı, iktidar partisi olan AKP’nin üyesi olmasına rağmen..

Demek ki MHP’li Mansur Yavaş, AKP’li olup Gölbaşı Belediye Başkanı olsaydı, siyasetin ezberi bozulacaktı.

PROPAGANDA EDEBİ İLE OLMALI

Yazımın başında belirttiğim gibi yerel seçim sürecine girip de, propaganda döneminin belden aşağı vuruşlarla geçeceği sinyalleri güçlenince, yıllardır kendime sorduğum ’Neden Gölbaşı Beypazarı olmuyor’ sorusunu tekrar sorma ihtiyacı duydum.

Ankara Milli Eğitim Müdürü iken tanıdığım, ardından Milli Eğitim Bakanlığı Turizm ve Ticaret Eğitimi Genel Müdürü olan ve son olarak görevinden istifa edip AKP’den Gölbaşı Belediye Başkan aday adayı olan Murat Bey Balta hakkında, ’ilk defa gördüğüm’ bir iki internet sitesinde yazılan yorum ve sorularla karşılaştım.

- Gölbaşı’nda uyumuş mu?

- Gölbaşı’na kaç okul yapmış?

- Gölbaşı’nda her yer koruma alanı, nereye ne yapacakmış?

Belden aşağı olduğu her halinden belli olan bu soruların yanıtlarını vermek benim görevim değil. Bildiğim yanıtlar, çok sağlam..

Gölbaşı hala bir ’köy’ iken, dünyanın tanıdığı Beypazarı ortada..

SİYASET CENTİLMENLİK DEMEK

Aday olsun ya da olmasın, başkan seçilsin ya da seçilmesin, hiç önemi yok.

O toprakların insanı olan Murat Bey Balta’nın, kendi coğrafyasını tanıtmak için Ankara Hürriyet’e hiçbir zaman ’çerçeveletilmiş sevgi çiçeği’ fotoğrafı ile gelmeyeceğini biliyorum.

Çünkü, konuştuğum Balta’nın hayalinde Münich’teki İngiliz Parkı, Bavyera’da ’orman içine saklanmış’ doğa dostu sanayi sitesi var.

Sineması olmayan, tiyatrosu olmayan, zenginleri ’Gölbaşılı’ olamayan, geleceğini girişinde yapılan üç - beş tane uyduruk ticari villaya endekslemiş olan Gölbaşı’nın Beypazarı’nı sollamasını, Ankara adına çok istiyorum.

Murat Bey Balta, adaylığını açıkladığı basın toplantısında bütün adaylardan övgü ile sözedip, başarılar diledi.

Hayalindeki Gölbaşı herkesin, bütün Ankara’nın hayali olsun diye..

Benim ise inancım farklı..

Gölbaşı’nın başkana ihtiyacı yok..

Kim ya da hangi parti kazanırsa kazansın, Gölbaşı’nın lidere ihtiyacı var..

’Köy’ olmaktan kurtulmak için..

Tıpkı Beypazarı gibi..

Büyükşehirin mühendisi yaratıcı çözümü bulmuş

GEÇTİĞİMİZ
hafta Çayyolu’nda yeni yapılan büyük bulvarın ortasında bırakılan ve bu nedenle ’cana ve mala kasteden’ elektrik direğini aktarmıştım. Büyükşehir Belediyesi’nin, bulvar yapıp ortasında iki tane elektrik direği /images/100/0x0/55eab675f018fbb8f891ecbebırakan mühendisine ’ödül’ verilmesini önermiştim. Şerit çizgisi, aydınlatması olmayan ’seçim asfaltı’nda, yazımdan hemen sonra bir değişiklik meydana geldi.

Mühendisliğin en önemli özelliği, ’çözüm bulma sanatı’ olmasıdır. Her fırsatta mühendis odalarına ağır suçlamalarda bulunan Büyükşehir Belediyesi’nin kendi mühendisleri öyle bir çözüm bulmuş ki, ağzım açık kaldı. Direği koskoca bulvarın ortasından kaldırmak yerine, etrafına polisin kullandığı türden ’olay yeri inceleme şeritleri’ çekmişler.

Nasrettin Hoca fıkrası gibi..

Daha önce de aktarmıştım, bu bulvar bir anda bitiyor ve diğer bir bulvara bağlanmak yerine karşınıza evler ve daracık bir köy yolu çıkıyor.

Şimdi yeni önerim, ’anıt bulvar’ olarak böyle kalsın. Adını, ’Nasrettin Hoca Bulvarı’ koyalım. Başkan Gökçek’in yıllardır hayalini kurduğu dev Nasrettin Hoca heykelini de, sonu olmayan bu bulvarın ortasındaki direğin tepesine koyalım.
Yazının Devamını Oku

Dokuz ayın Çarşambası

11 Aralık 2008
YILLAR önce sevinmiştik, metromuz olacaktı. Ama bir türlü olamadı. Atatürk Bulvarı’ın yıkıp yeniden yaptık, ama Kennedy Caddesi’nden Kızılay’a dönüş bir türlü açılmıyordu. Aylarca bekledikten sonra, anladık ki, Rusya Elçiliği’nin arsasını kullanmak için izin almayı unutmuşuz. Dünyada kendi topraklarında yabancı bir ülkeye toprak kirası ödeyen tek ülke oluverdik.

Atatürk Bulvarı’na trilyonlarca para akıttık, sırf trafik aksın diye.. Ama gelin görün ki, Kuğulu Park tarafındaki otobüs durağının önünde trafik, ancak üç tane plastik kova ile akabiliyor. Trilyonlar harcayıp, kente üç plastik kova kazandırdık.

Büyükşehir, yıllar önce Eskişehir Yolu’nda kongre merkezi adı altında çirkin bir demir yığını dikti. Yıllar geçti, ama bir türlü bitmedi.

Üç beş alt geçide ’üç gün’, ’beş gün’ isimleri verdik. Gurur duyduk. Çayyolu metrosuna, ’nihayet metrosu’ adını koyabiliriz rahatlıkla.. Tabi birgün gerçekten biterse..

Bir de Gençlik Parkı vardı, hani aylar, hatta yıllar önce yıkılıp yeniden düzenlenerek açılacak olan. Verilen sözler, açıklanan tarihler vardı. Ne oldu?

Bir türlü bitmeyenlerin yanında, bir türlü başlanamayan komik projeleri de unutmamak lazım. Dev uçak heykelinin tepesinde, kömürlü semaverde çay keyfi yapacaktık. Hitit güneşi Ankara’yı simgelemez diye ortalığı ayağa kaldırırken, Nasrettin Hoca’yı Ankara’nın en önemli simgesi yapacaktık. Belki de ardından, Dikmen Vadisi’ne Denizli’nin horozunu bile dikebilirdik. Hatta, Büyükşehir’in yeni hizmet binasının tepesine dev bir karpuz, Diyarbakır’dan..

İşte Başkent Ankara..

Bitemeyen ve başlanamayanların yanında bitenler yok mu? Haksızlık etmemek lazım. Elbette var. Gökkuşağı Projesi Milli Kütüphane’nin önünde duruyor yıllardır, bitik..

Bir türlü bitmeyenler..

Bir türlü başlamayanlar..

Bir türlü bitenler..

Son dönemde gördüğüm Ankara, ’dokuz ayın Çarşambasını bir araya getirmiş’ bir kent.

Neden acaba?

Bu mühendisi tebrik etmeli

ANKARA’da gördüğüm son komiklik, Çayyolu Alacaatlı Mahallesi’nde yapılan kocaman bulvar oldu. Fotoğrafta da göreceğiniz gibi, asfaltın ortasında bir elektrik direği yükseliyor. Kaldırım yok, şerit çizgisi yok, ışıklandırma yok. Asfaltın sonunda Büyükşehir Belediyesi ’Yeni asfaltınız hayırlı olsun’ diye büyük bir pankart asmış. /images/100/0x0/55eb1155f018fbb8f8a8efa4İnanmayacaksınız belki ama, asfaltın sonu da yok. Bulvar bir anda bitiyor ve karşınıza iki bisikletin zor geçeceği, daracık bir yol ile evler çıkıyor.

Ben o bulvardan her geçtiğimde, komikliğine gülüyorum. Ama aynı zamanda, bir gün oradan geçerken ağlamaktan da çok korkuyorum.

Şeritsiz, kaldırımsız, ışıksız yolda bir gece, ya bir sürücü o direğe çarparsa? Ya bu kaza hayatına mal olursa? Ya karda kışta böyle bir kaza yüzünden o bölge üç gün elektriksiz kalırsa? Üç gün boyunca insanlar, elektriksiz kaldıkları için evlerinde soğuktan donarsa?

Büyükşehir Belediyesi rahat.. Kaza olursa, takdir-i ilahi der geçeriz. İnsanlar soğuktan donarsa, paket paket kömür var, göndeririz.

O bulvar inşaatının başında duran mühendisi de tebrik etmek, ödüllendirmek gerek. Hem dehası ve başarısı için, hem de ’Büyükşehir ruhu’nu böyle güzel özetleyip, anlattığı için..
Yazının Devamını Oku

Mahallemizdeki esnafın AVM’lerden fazlası var

4 Aralık 2008
KÜÇÜCÜK bir çocukken, okuldan sonra anneannemin elinden tutup alışverişe gittiğim günleri hatırlıyorum. Mahallemi, sokağımı düşünüyorum. Kasabımız Nuri Amca idi, Cebeci Dörtyol’da.. Anneannem bir tek onun sattığı etlere güvenirdi. Hemen karşısında Asker Abi’nin dönercisi.. Asker Abi’ye boş pideleri dönerin yağına batırtıp, cebimizdeki üç kuruş öğrenci harçlığı ile pide fiyatına ’döner lezzeti’ satın alırdık zaman zaman.. En kral döneriydi Ankara’nın.

Mahallede çocukların en önemli ’gelir kaynağı’, biriktirilen meşrubat şişeleri idi. Yeni Ankara Sokağı’nın başındaki ’gözleri her saat kırmızı olan’ tekel bayine satardık, çünkü paramızı her zaman tam öderdi.

Ödev yaparken kalemimiz bittiğinde, Sertkaya Kırtasiyesi’nde alırdık soluğu, hemen yanındaki Modern Bakkal’ın o zamanlar çok fiyakalı olduğunu da hatırlıyorum. Kırtasiyenin diğer yanında Leylak Tuhafiye.. Bir süredir karşılaştığım gençlere ’elemye’nin ne olduğunu soruyorum, bilen çıkmadı. Nereden bilecekler, kaç tuhafiye kaldı Ankara’da?

Leylak Tuhafiye’nin altında, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın bugün bile unutmadığı Bizim Köfteci hala ayakta, o leziz köftelerini satmaya devam ediyor.

İltekin İlkokulu’nda okurken ailem beni önce öğretmenime, sonra okulun sokağındaki Bakkal Hasan Amca’ya emanet etmişti. Olur da acil bir yardıma ihtiyaç duyarsam diye.. Evin sokağında ise Bakkal Osman Amca’ya..

Mahalledeki bisiklet tamircisinin, kapının önünde açtığı küçük tezgahta sattığı leblebi tozu, favori çerezimizdi, üstüne Mabel ve limonlu Kervan Sakızı..

Harçlığı koparabilirsek Elvan Gazozu ve çikolatalı gofret, ziyafet sofrasıydı.

Kedimiz Minnoş ile kızı Habeş’in ciğerini, sokağın köşesindeki Ciğerci Kazım’dan satın alırdık. Mahallenin berberi Enver Abi, herkesin berberi idi..

Yan tarafında Yufkacı Niyazi Bey, onun da yanında kuru temizlemeci..

Cumhuriyet Pastanesi’nin o zamanlar kendi imal ettiği Roma Dondurması, Ankara’ya nam salmıştı. Dondurma, o günlerde kağıt pakete girmemişti..

Tanıdığım ilk "profesör", tesisatçı Yaşar Usta idi. Herşeyi tamir edebilecek kadar engin bilgisi vardı.

O günlere bakıyorum da, mahallemizin esnafının bugün mantar gibi türeyen alışveriş merkezlerinden eksiği yoktu, fazlası vardı. En büyük fazlalıkları, insanlıklarıydı..

Ankara Hürriyet bugün, yine Yaşar Sökmensüer’in öncülüğünde bütün bunları düşünmeme, hatırlamama neden olan dev bir kampanyaya başlıyor. Ayrıntılarını gazetemizin sayfalarında okuyacaksınız.

’Ekonomik krizde, esnaf ile el ele’

Mahallemizin esnafına, her zaman ihtiyacımız olacak..

Unutmayalım..

Yazının Devamını Oku

İnönü, Ecevit, Günay

27 Kasım 2008
GEÇTİĞİMİZ hafta AKP’li bir bakanın yaptığı açıklamalar hem kent gündeminde, hem de ulusal gündemde geniş yer buldu. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Ankara’ya Atatürk’ten sonra ’kent adına’ ufku olan bir yönetici gelmediğini söyledi.

Bu bir durum tespiti idi. Üstelik 70 yıllık bir dönemi kapsıyordu. Hani o ilk gençlik yıllarımızın nesilden nesile aktarılan, eskimeyen şarkısı gibi.. Kimler geldi, kimler geçti..

Ne var ki bu durum tespitine alınan tek bir kişi oldu. O da Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’ti..

ALKOL KAÇ PROMİL?

Oysa Ankara Valisi Kemal Önal da Bakan Günay’ın sözlerinden alınabilir, "Bir Rüyadır Ankara" diyebilirdi. Hatta sözlerine şunu ekleyebilirdi, "Ankara’ya dair ’rüyalarım’, bütün ufukları zorlar"..

Başkan Gökçek, açıklamayı yaptığında Bakan Günay’ın kaç promil alkollü olduğunu ’hiç araştırmadan’ yaftayı yapıştırmakta gecikmedi: "Kafası iyiydi herhalde".

O yafta aslında, kızılderililer döneminden kalma demode bir siyasi yöntemin en tipik örneği..

Oturup medeni biçimde tartışmamız gereken durum tespiti, aniden polemik oldu, kentimizin ayaklarına dolandı.

SİYASET İNCE SANAT

Sonra aniden ’polemiğe’ CHP de müdahil oldu ve Ankara Milletvekili Tekin Bingöl TBMM Başkanlığı’na Kültür ve Turizm Bakanı’ın yanıtlaması istemiyle bir soru önergesi verdi. Tahminimce, Melih Gökçek’in dilinin ucuna gelip de soramadığı soruyu yöneltti: "Bakan Bey, sen o koltukta otururken ne yaptın?"

Tekin Bingöl’ün hazırladığı soru önergesini, Ankara Hürriyet olarak önceki gün manşetimizden haber olarak duyurduk.

Ve haberin yayınlandığı gün, telefonum çaldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Kalemi, Bakan Ertuğrul Günay’ın görüşmek istediğini iletiyordu.

Ankara Hürriyet sayfalarında eleştirilen bir kişinin hemen telefona sarılıp araması, bana genellikle bir hüzün yaşatır. Çünkü basın ahlak kurallarının en önemlilerinden bir tanesi olan ’cevap hakkı’, siyasiler tarafından çoğu zaman büyük bir ustalıkla ya ’polemik hakkı’na, ya da ’tehdit silahı’na dönüştürülür.

İtiraf etmeliyim ki, Bakan Günay’ın telefonunu biraz hüzün, biraz da tedirginlikle kabul ettim. Ertuğrul Günay, uzun yıllardır karşılaşmadığım bir siyasetçi.. Siyasette yılların yarattığı erozyonu kestirmem güçtü, kestiremedim.

Bakan Günay telefonu eline aldı, "Milletvekili arkadaşımız bazı sorular yöneltmiş, ben TBMM Başkanlığı’na cevaplarını gönderiyorum ama, sizinle de bu bilgileri paylaşmak istedim" dedi.

İNSAN BAZEN ÖZLÜYOR

En küçük bir hoşnutsuzluk, sitem, yargı, sorgu ve en önemlisi de ’laf sokuşturma’ ihtiyacı hissetmeden, sadece CHP’li Bingöl’ün sorularına yanıt verdi. Polemiğin, ’P’sini hissetmedim.

Doğrusu şaşırdım..

Siyasetçi Ertuğrul Günay’ı, 1990’lı yılların başında muhabir olarak izlemiştim. Ama bugün için özel bir diyaloğumuz bulunmuyor.

Devlet adamı olmakla, siyaset yapmak arasındaki ince çizgi geldi aklıma. Gazeteci olarak izlediğim Erdal İnönü’yü düşündüm. Ardından Başbakanlığı döneminde izlediğim Bülent Ecevit’i..

Her iki lider de, edebiyle siyaset yapan devlet adamları idi..

Günay ile konuşurken, bir yandan İnönü ve Ecevit’i, bir yandan siyasetin son 10 yılını, diğer yandan da Ankara’nın son 14 yılını düşündüm.

Ne yalan söyleyeyim..

Bu üslubu gerçekten özlemişim..
Yazının Devamını Oku

İstiklal Marşı’nı sırt sırta okumak

20 Kasım 2008
YAZININ başlığını okuyup da yanlış bir izlenim edinmeyin. ’Sırt sırta’ okumak derken anlatmak istediğim, sırt sırta verip okumak değil, ’birbirine sırtını dönüp okumak’ idi. Bir okul düşünün. Tam 5 yıl önce kısa bir süre için Gazi Anadolu Lisesi’nin bahçesindeki yurt binasında açılmış. Hem de ’Anlı - Şanlı - Bakanlı’ bir törenle..

Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olmak için çabalayan ve zorlu bir sınavı başarıp gelen öğrenciler için, yurt binasının iki katı derslik, iki katı yatakhaneye dönüştürülmüş.

Gözlerimle görmeseydim inanmazdım ama idarecisiyle, öğretmeniyle, öğrencisi ile gerçek bir aile olmuşlar.

Acı günde, tatlı günde..

Eğitim yolunda önemli yol almışlar..

Ve onlara bir söz verilmiş: "Kısa sürede kendi binanız olacak"

Bu okul, Prof. Dr. Mehmet Kaplan Sosyal Bilimler Lisesi..

5 YILLIK MASALIN HÜZNÜ

Geçtiğimiz haftalarda bir Cuma günü okula ilk defa veli olarak, yeğenimi almaya gittim. Rastgele bir öğrenciyi tutup kolundan çevirdim ve sordum:

"Var mı haber yeni binanızdan?"

Şüpheli gözlerle baktı ve şöyle yanıtladı:

"Amca ben okulun ilk öğrencilerindenim. Yıllardır her sorduğumuzda, ’az kaldı’ diyorlar. Ben mezun olacağım, inşallah benden sonrakiler aynı masalı 5 yıl dinlemez"

Adı üstünde, sosyal bilimler lisesi. Masalla işleri olmamalı..

Mezunlarının büyük bölümü ileride ’adam olup’, devlet ile içiçe olacaklar. Ne yazık ki ilk öğrendikleri, 5 yıl boyunca tutulmayan sözler olmuş.

Tam genç arkadaşıma sorularım devam edecekti ki, her iki okulun idarecileri öğrencileri İstiklal Marşı törenine davet etti. Mevcudu oldukça fazla olan Gazi Anadolu Lisesi öğrencileri ile ’bir avuç’ denebilecek Prof. Dr. Mehmet Kaplan Sosyal Bilimler Lisesi öğrencileri kendi binalarının önünde toplandılar.

Birbirlerine sırtlarını dönerek..

HERKES ARKASINA BAKAR

Gazililer kalabalık, hepsi delikanlı, genç kız.. Kıpır kıpırlar..

SBL’liler daha az kabalalık.. Onların da hepsi delikanlı, genç kız.. Onlar da kıpır kıpır..

Üstelik her iki okulun öğrencileri hem kıpır kıpır, hem de pırıl pırıl..

Kıpır kıpır olmaları, keskin zekalarının göstergesi..

Pırıl pırıl olmaları ise Türk genci olmalarının..

Gazi Anadolu’nun müdürünün elinde mikrofon, haftalık mutad fırçasını atıyor öğrencilere..

SBL Müdürü’nün mikrofonu yok, sesi gür..

SBL’liler, müdürlerini dinlerken bir anda hareketlendiler. Yatakhanede en temiz odaya verilecek ödüller açıklanacaktı. İlk ödül açıklandı ve öğrencilerden sevinç çığlıkları ile bir alkış koptu.

Arkamızda kopan alkışa, hangimiz dönüp bakmayız?

Aynı anda Gazi Anadolu Lisesi Müdürü’nün sesi mikrofondan bahçenin dört bir yanında çınladı:

"Arkasına dönüp bakan Gazililer. Çok istiyorsanız oraya gidin. Mikrofondan söylenmez ama, hani derler ya bilmem nereye kadar yolunuz var diye. Anladınız siz onu.."

Doğrusunu söylemek gerekirse dondum, kaldım..

GELECEK İÇİN KARDEŞLER

Bugün Ankara Hürriyet’te, Prof. Dr. Mehmet Kaplan Sosyal Bilimler Lisesi’nin yeni binasına taşınmasına ’gerçekten çok az bir zaman’ kaldığına dair haberi okuyacaksınız. Bu sefer ve ümit ediyorum son sefer, söz verilen tarih ’5 Aralık’..

Araştırdığımda, SBL’nin binası için tüm Milli Eğitim Bakanlığı bürokratlarının içten çabalarını mutlulukla öğrendim.

Zaten 5 yıldır tutulamayan sözde, onların bir dahli yok. Ancak ortada bir gerçek var ki, o da gencecik beyinlere ’verilip de tutulmayan sözleri’ çok acı biçimde öğrettiğimiz.

kendilerinin zerre kadar suçları olmasa bile, Milli Eğitim Bakanlığı bürokratlarına düşen bir görev var. Bu genç insanların 5 yıllık mağduriyetini ve bıraktığı izleri ortadan kaldırmak için var güçleriyle destek olmak, yasalar ve eşitlik ilkesi içerisinde mümkün olan her kapıyı açmak..

Hatta bir de önerim var..

Yeni binaya geçildiğinde Prof. Dr. Mehmet Kaplan Sosyal Bilimler Lisesi ile Gazi Anadolu Lisesi kardeş okul ilan edilsin.

Ve geleceğimiz için kardeşlikleri, hiç bitmesin..
Yazının Devamını Oku