12 Mart 2009
TÜM Türkiye’de olduğu gibi, Ankara’da da geçmiş dönemlere kıyasla farklı bir seçim atmosferi yaşanıyor. Büyükşehir’e aday olan üç ismi yan yana koyduğunuzda sadece belediye başkan adayı değil, aynı zamanda potansiyel birer siyasi parti genel başkanı adayı da görülebiliyor. Melih Gökçek ile Murat Karayalçın’ın siyasi geçmişlerinde, parti genel başkanlığı zaten var..
Propaganda sürecinde, Melih Gökçek’in MHP adayı Mansur Yavaş’a zaman zaman belden aşağı da olabilen tavrı, ülkücü seçmene vermeye çalıştığı ancak bir türlü karşılık alamadığı mesajlar dikkat çekiyor.
Oysa güvenilir olsun ya da olmasın bugüne kadar yaptırılan anketlerin neredeyse tümünde, Melih Gökçek önde görünüyor.
O halde Melih Gökçek’te gözlenen sinirli, telaşlı ve derin bir kaygının izlerini taşıyan bu ’üslup’ niye..?
Bu sorunun yanıtına dair önemli bir ipucunu, geçtiğimiz hafta AKP hükümetinin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay yaptığı bir değerlendirmede verdi. Bakan Günay, "Melih Bey açık farkla alır, ancak oyları düşer" dedi.
Seçim yarışında AKP, CHP ve MHP’nin, aynı kulvarda koşmaya başladığı bir gerçek. Bu gerçeği, Bakan Günay’ın açıklamasıyla birleştirirsek, karşımıza fen bilgisi derslerinde öğrendiğimiz ’bileşik kaplar’a benzer bir yapı çıkıyor.
’Açılımlarıyla’ sağ oylara talip olan bir CHP..
Sağ seçmenin yanı sıra CHP seçmeninden bile oy alma ihtimali beliren bir MHP..
Soldan hiç oy alamayan, geçmişte önemli ölçüde MHP oyları almış bir AKP..
Ve kafası karışmış bir seçmen kitlesi..
Bir diğer deyişle..
Seçim sonrası Ankara’da, "Ben CHP’ye oy verdim" diyen AKP’lilere, "Ben MHP’ye oy verdim" diyen CHP’lilere, "Büyükşehir’de MHP’ye, ilçede CHP’ye verdim" diyen MHP’lilere rastlamak mümkün olacak gibi..
Bu durumda üç hazneli bileşik kapta, Melih Gökçek’in haznesindeki oy seviyesi yukarıda bile olsa, diğer iki adayın oy seviyesindeki yükselme, belediye meclis üyeleri ile il genel meclisi üyelerinin partilere göre dağılımında sürpriz sonuçlar doğurabilir.
Özellikle Büyükşehir Belediye Meclisi’nde CHP ve MHP’nin gelecek dönemde çok daha fazla sayıda ve çok daha nitelikli üyelerle yer alması, Meclis’in iş ve işlemlerinin denetimi açısından farklı bir çalışma ritmi yaratabilir.
Bugüne kadar ’indir-kaldır’ yöntemi ile karar alan, onlarca şirketin hesaplarını 3 üyesi de AKP’li olan 3 kişilik denetim komisyonlarıyla ibra eden Büyükşehir Belediye Meclisi’nde, bakalım seçim sonrasında karşımıza nasıl bir tablo çıkacak..
Üstelik Seyfi Saltoğlu’nun olmadığı bir Meclis’te..
Acaba Melih Gökçek’teki bu sinir, telaş ve derin kaygının nedeni bu olabilir mi..?
Yazının Devamını Oku 5 Mart 2009
MİLLİ bayram ve anma günlerini düşündüğümde, böyle önemli törenleri neden hep sıkıcı ’protokol yinelemeleri’ne çevirdiğimizi hiç anlayamam. Habercilikte bir terim vardır: ’takla attırmak’
Yani bir haber metninin birkaç kelimesini, biraz da kurgusunu değiştirip sanki yeni bir haber, yeni bir metinmiş gibi sunmak..
29 Ekim’lerde, 30 Ağustos’larda, 23 Nisan’larda devletin zirvesinden en alt kademedeki yöneticisine kadar söylenenlere, yayınlanan mesajlara bir bakın..
Aynı ’donuk mesaj’ın, defalarca takla attırılmış halleri pek çoğu..
Oysa milli bayramlar ve anma günleri, geçmişi yeni nesillere daha anlaşılabilir bir dille anlatmak için önemli fırsatlardır.
Geçmişe daha sıcak, daha canlı dokunabilmek için özel anlardır..
GÜL BAHÇESİNDE DESTAN
Yenimahalle Belediyesi’nin bu yıl Çanakkale Şehitlerini Anma Günü nedeniyle düzenleyeceği etkinliğin detayları, kalıpları kırma iddiası taşıması nedeniyle beni heyecanlandırdı.
Geçtiğimiz yıllarda çok sayıda öğrenciyi Çanakkale’ye, savaşın yaşandığı topraklara götüren Yenimahalle Belediyesi, bu yıl bütün Ankara’yı Çanakkale’ye götürecek. Daha doğrusu, Çanakkale destanını Ankara’ya taşıyacak.
12-15 Mart tarihleri arasında Demetevler 75. Yıl Gül Bahçesi’nde Çanakkale savaşı canlandırılacak, cepheden getirilen anı eşyalar Ankaralılarla buluşturulacak.
’Şehittenkale: Çanakkale’ adını taşıyan etkinlikte, parka kurulacak dev dekorlarla, Çanakkale Savaşı dramatize edilecek. Tiyatro oyuncuları, askerimizin siperde yaşadıklarını, özlemlerini, hüzünlerini canlandıracak.
İLK DEFA SERGİLENECEK
Cephedeki sahra hastanesi, aslına sadık kalınarak kurulacak.. Hatta askerimizin nasıl beslendiği anlatılacak, vatandaşlara mehmetçiğin o dönemde yediği yiyeceklerden ikram edilecek.
Etkinlikte, savaşta kayıtlara geçen fotoğrafların yanısıra, komutanların fotoğrafları, şehit subayların mektupları ve resimleri de ilk defa sergilenecek.
Çanakkale’de mehmetçiğin kullandığı tabancalar, süngüler, mataralar, hatta savaşın hangi şartlarda kazanıldığına şahitlik eden perişan vaziyetteki postallar da Ankara’da olacak.
Ziyaretçiler, savaşta önemli bir nokta olan ’Kumandanların Çadırı’nı da görsel sunumlarla izleyecek. Çanakkale Savaşı’nın canlandırıldığı alanda, 2 uçak gökyüzünde dolaşacak.
Gerçek silah sesleri, kum torbaları, mühimmatlarla Çanakkale destanı, Ankara’da canlanacak.
Böyle bir etkinliğin, yeni nesiller için saatlerce sürecek bir tarih dersine bedel olduğunu düşünüyorum.
Ve donuk protokol mesajlarından çok daha faydalı olduğunu...
Yazının Devamını Oku 26 Şubat 2009
NUTUK atmaya, itiraz etmeye gelince birçoğumuz aslan kesiliriz de, iş çözüm üretmeye, iş üretmeye gelince her nedense ’mesai’ bir anda bitiverir. Hafta başında Altındağ’da bunu düşündüm uzun uzun.. Yıllardır hep bir ağızdan ’suçun karargahı’ dediğimiz Altındağ’da, belediyenin hizmete açtığı Necip Fazıl Kısakürek Kültür ve Kongre Merkezi’nde gazetemizin iş edindirmeye yönelik ’akademi’ etkinliğinin seminerini gerçekleştirdik. Solfasol mahallesinde, otobüs son durağının yanındaki salon, gecekonduların ortasında yükseliyor.
Mimarisi, teknik donanımı, bin kişilik kapasitesi ve kalitesinden etkilendim. Merkezin müdürü Handan Açıkgöz’le sohbet etme imkanı da buldum.
Handan Hanım’ın aktardığına göre, ’dert ocaklarının’ yanıbaşında yükselen şık bina gecekondu mahallesinin sakinlerini önce bir hayli şaşırtmış. Özellikle ileri yaştaki mahalle sakinleri binaya gelip, "Kızım burası nedir, burada ne yapıyorsunuz?" gibi sorularla meraklarını gidermek istemişler. Handan Hanım hepsine kültür ve kongre merkezini gezdirmiş, yapılan faaliyetlerle ilgili bilgiler vermiş.
Yaşlı bir mahalle sakini, binayı gezip Handan Hanım’ı dikkatle dinledikten sonra, beni derinden etkileyen o cümle çıkmış ağzından:
"Kızım, gecekonduda çiçek açmış"
Nutuk atmak yerine, iş ve çözüm üretilmesinden bu nedenle büyük mutluluk duydum.
’Bedava kömür pazarı’nın belki de en çok kurulduğu o mahalleye, birileri de çıkmış kültür ve kongre merkezi yapmış.
O merkez işlemeye, daha çok etkinlik yapmaya başladıkça, önce bir simitçi tezgah açacak kapının önünde..
Sonra bir köfteci belki, sonra bir lokanta orta karar..
Zaman içinde başka başka dükkanlar, yeni yaşam kıpırtıları..
Mahallenin çocukları ve gençleri, sinema görecek..
Mahallenin kadınları, tiyatro görecek..
Mahallenin yaşlıları, konferans dinleyecek..
Mahalleli hiçbir şey görmese bile, bir türlü gidemediği, gitse bile itildiği Ankara’yı, kendi mahallesinde görecek..
Mahalle, kent olacak..
"Kültür ve sanat karın doyurur mu?" demeyin..
İçine tükürmediğiniz sürece karın da doyurur, gecekonduda çiçek de açtırır..
Yazının Devamını Oku 19 Şubat 2009
SANDIK başına gitmemize kısa süre kala, yıllardır hayal ettiğim ’medeni seçim ortamı’nı bu sefer de görememiş olmanın üzüntüsü içindeyim. Geçenlerde, yıllardır Kanada’da yaşayan arkadaşım Serperi Sevgür İslam ile sohbet edince, üzüntüm biraz daha arttı. "Türkiye’de seçim varmış?" diye soran Serperi’ye durumu, "Üç ’R’ ile uğraşıyoruz" diyerek özetledim.
Biraz rekabet..
Biraz riyakarlık..
Biraz rezillik, belki birazdan biraz daha fazla..
Sonra, sevgili Serperi anlatmaya başladı. Geçtiğimiz 18 Ekim’de Kanada’da da yerel seçimler yapılmış. Bu seçimlerde, belediye başkanının yanı sıra 23 bölgeyi temsilen 23 belediye meclis üyesi ve ’Devlet Okulları Yönetici Kurulu Üyeleri’ seçilmiş.
Kanada’da seçimler, dört yılda bir, Ekim ayının üçüncü Cumartesi günü yapılıyormuş.
Serperi’nin yaşadığı Halifax’te üç belediye başkan adayı varmış.
Hiçbir aday, herhangi bir siyasi partinin üyesi değilmiş ve siyasi partiler tarafından desteklenmiyorlarmış.
Propaganda için afiş, pankart kullanılmıyor, bunun yerine posta kutularına küçük el ilanları atılıyormuş. Seçmenler bu ilanları okuduktan sonra geri dönüşüm kutusuna atıyorlarmış. Adaylar bazı yerel merkezlerde ya da üniversite salonlarında açık oturumlara katılıp, yöneltilen soruları yanıtlıyorlarmış.
Halifax belediye başkanı, üç dönemdir görev yapıyormuş. Serperi sohbetin burasında, bana göre çok önemli olan bir not düşüyor:
"8 yıldır belediye başkanlığı yapan birisinin bugüne kadar yolsuzlukla ya da yalancılıkla suçlandığını, hiçbir adaylar arası oturumda ya da medyada duymuş değilim. Zaten Kanada’da olağan olan bu."
Serperi, bu seçimde ilk defa sandığın yanı sıra, internet aracılığıyla ve telefonla da oy kullanıldığını anlattı.
Hiçbir teknik sorun yaşanmamış.
"Tek sorun, bunca kolaylığa rağmen 280 bin seçmenden sadece yüzde 36’sının oy kullanmış olması" diyor Serperi..
Bunları dinledikten sonra, bir kez daha gözden geçirdim bizdeki seçim sürecini..
Kentli olarak, yönetenlerin bize yaşattıklarının büyük bölümünü hiç, ama hiç hak etmiyoruz.
Ancak seçmen olarak bizde de kabahat yok değil..
İŞTE BİZİM KABAHATİMİZ
Ankara Hürriyet’in gönüllü kent habercilerinden Mahmut Baytemir, dertli mi dertli.. Bir e-posta göndererek, dertlerini benimle de paylaşmış..
Anlattıkları, seçmen olarak bizim kabahatlerimizi o kadar güzel örnekliyor ki..
Sevgili Baytemir, kendi mahallesinde muhtarlığa adaylığını koymaya karar vermiş..
Diğer adayları tanımıyorum ama, Mahmut Baytemir’in bu görevin hakkını vereceğine yürekten inanıyorum.. Çünkü o ’gönüllü’..
Gönüllü kent muhabiri ve Çankaya Kızılırmak Mahallesi muhtar adayı Baytemir’in aday olduktan sonra yaşadıklarından bazı satırbaşları şöyle:
- Beni tanıyan bir apartman görevlisi, "Vallahi enişte, bana kim yardım ederse benim oyum ona" dedi.
- Bir başka tanıdığıma konuyu açtım, "Cami cemaatine seni bir tanıtalım, büyüklerimizin bir olurunu alalım" karşılığını verdi.
- Bir başka ’mahalle büyüğüne’ yanaştım çevresine beni tanıtır mı diye, "Bir adak keselim, etlerini de ’onlara’ dağıtalım, oy kolay" formülünü üretti.
- Mahalle Derneği’in dergisi aday tanıtımı yapıyordu. Niyetlendim, ama bunun bedeli olarak 250 TL ’bağış’ talep ettiler.
Mahmut Baytemir’in, ’hizmet etmeye’ aday olur olmaz yaşadıkları böyle..
Kimse, edeceği ’hizmeti’ sormamış..
Seçmenin sadece ’hizmet beklediği’, yönetenlerin ise sadece ’hizmet niyetiyle’ göreve talip olduğu bir ülke olmamızı yürekten diliyorum..
Yazının Devamını Oku 12 Şubat 2009
ANKARA Hürriyet’in sayfalarından hatırlayacaksınız. Bir zamanlar çalışmaları ile sık sık sayfalarımıza taşınan ’çok kuvvetli’ bir sivil toplum kuruluşu vardı. Çayyolu Platformu.. Çok sayıda derneğin katılımıyla oluşturulan bu platform, bölgede mahalle mahalle, sokak sokak her sorunun peşinde koşan, çözen, gündeme taşıyan, pek çok aydının gıpta ile baktığı bir sivil toplum örgütü idi.
Kimlerle uğraşmadılar ki..
Seyfi Saltoğlu’ndan Burhan Yazar’a, ağır abi işadamlarından siyasetçilere kadar..
Bir STK olarak Çayyolu’na hizmetleri unutulmaz..
Çayyolu’nun ilçe yapılması için başlattıkları çalışmaya, AKP dışında bütün siyasi partilerin temsilcileri tam bir sosyal barış içinde, el ele katılmışlardı.
Danışma Kurulu toplantılarına katılanları görseniz, Bakanlar Kurulu’nun toplandığını düşünebilirdiniz. Yenimahalle Belediye Başkanı Ahmet Duyar’ın, ilk defa platformun resmi bir toplantısına katıldığında nasıl heyecanlandığına şahidim. Hatta biraz da ’çekindiğine’..
Sonra bir sürpriz gelişme yaşandı..
Çayyolu Platformu’nun efsanevi başkanı Engin Uç, Yenimahalle’de bir meclis üyesinin yaşamının yitirmesi nedeniyle yedekten meclis üyeliğine getirildi. Uç, platform tüzüğüne hiç düşünmeden anında uydu ve aktif siyasi çalışmanın içine girdiği için istifa etti.
Ne olduysa ondan sonra oldu...
Platform eskisi gibi, ulusal gazetelere dahi konu olabilecek çalışmaları ile gelemedi bir türlü karşımıza.. Yıllarca büyük bir kuvvetle hemen her faaliyeti manşet olan bir sivil toplum kuruluşunun haber yapılması için, bana sağdan soldan rica telefonları geldiğinde de çok şaşırmıştım.
Bugün önümde, Çayyolu Platformu’nun ’Ekim-Kasım’ ve ’Aralık-Ocak’ aylarına ait iki bülteni duruyor.
Herhangi bir ilköğretim okulunun yayın ve iletişim kulübü (bizim zamanımızdaki eğitsel kol) belki daha iyisini yapabilirdi. Yine de çok insafsız olmamak gerek.. Sonuçta karşılığı içindeki reklamlarla alınsa bile, bir emektir. Saygı duyarız.. Platformun Ekim-Kasım sayısından düşeceğim tek not, Yenimahalle Belediye Başkanı Ahmet Duyar’ın isminin görebildiğim kadarıyla tek bir yerde bile anılmaması..
"Ne var bunda?" diyebilirsiniz..
Ama siz de benim gibi bu sayıyı takip eden Aralık-Ocak sayısını görseydiniz, eminim duraklardınız..
Yenimahalle Belediyesi kendisi bir bülten çıkarsaydı, Başkan Ahmet Duyar’a böyle iltifatlar, övgüler, sevgiler sıralamaktan imtina ederdi.
Hatta ’Sen de mi Brütüs?’ misali, emekli generalimiz Remzi Paşam bile..
Sizlere Çayyolu Platformu’nun bülteninden daha somut bir örnek aktarayım..
Yaşamkent, Konutkent, Koru Sitesi, Ahmet Taner Kışlalı, Ümitköy, Dodurga, Alacaatlı, Yukarı Yurtçu, Aşağı Yurtçu, Fevziye, Şehit Ali, Türkkonut ve Beysukent, yani tam 13 mahalle toplu ulaşım nedeniyle kıvranırken, platform bülteninde EGO 1. Bölge Müdürü Kazım Yaman’a otobüs sorununu çözdüğü için ’teşekkür ve şükran’ sunuluyor.
Şaka gibi..
Hükümetin Pursaklar’ı ilçe yaparken sırtını döndüğü Çayyolu bölgesinde Yenimahalle Belediyesi bütün sorunları ne zaman çözdü..?
Platformun bir önceki bülteninde esamesi okunmayan Başkan Ahmet Duyar, nasıl oldu da son sayıda süperstar oldu..?
Türk siyasi tarihi ansiklopedisinde ’K’ harfi bölümüne girmiş ’Kubilay Uygun’ vakalarıyla yıllardır karşılaşırım..
Özellikle de seçim dönemlerinde..
Ama ben, geçmişte duruşu ’düğme iliklettiren’ Çayyolu Platfomu’nun son ’duruşunu’ hiç anlayamadım..
Hayırdır inşallah..?
DÜZELTME VE ÖZÜR
Geçen hafta yayınlanan Haber Sokağı’nda, sevgili Teoman Yazgan’ın Türkiye’de tiyatronun tarihi anlattığı kitabını, yakında yayınlanacak olan bu kitapta bulunan bazı satırbaşlarını aktarmıştım.
Konunun verdiği heyecandan olsa gerek, iki önemli yazım hatasına düşmüşüm.
Birincisi, Devlet Tiyatroları’nın eski genel müdürlerinden Raik Alnıaçık’ın ismine, yazıda Raif olarak yer vermişim.
İkinci yanlışı ise, Casona’nın ’Ağaçlar Ayakta Ölür’ adlı oyununun adında yapmışım.
Hatalarımı hatırlatan Altay Çokaktaş’a teşekkür eder, düzeltir ve özür dilerim.
Yazının Devamını Oku 5 Şubat 2009
ARAŞTIRMACI - Yazar ve İstanbul Kültür Üniversitesi Öğretim Görevlisi Teoman Yazgan’ın Devlet Tiyatrosu’nun kuruluşunu ve sonraki yıllarını anlattığı ’Bir Zamanlar Devlet Tiyatrosu’ isimli kitabı yakında piyasaya çıkacak.
Yazgan’ın, Türkiye’de radyonun tarihini anlattığı bir önceki kitabını da zevkle okumuştum.
Ama bu son kitabın taslağında gördüğüm bir anekdotun, toplumun hem geçmişte hem de bugün
tiyatroya bakışına ilişkin çok önemli ipuçları barındırdığını düşünüyorum.
YIL 1967, YER 3. TİYATRO
Devlet Tiyatroları’nın eski genel müdürlerinden
Raif Alnıaçık, 1967 yılında 3. Tiyatro’da kendisinin de oyuncu olarak rol aldığı
Kaktüs Çiçeği isimli oyunda yaşananları,
Teoman Yazgan’a şöyle anlatıyor:
"O dönemde muhalefet lideri olan
İsmet İnönü,
eşi Mevhibe Hanım ile birlikte bir Pazar günü 15:00 matinesine geldiler ve ön sıraya oturdular.
ÇANTADAKİ KURU BİSKÜVİO gün mevsim nedeniyle iftar saati, oyunun devam ettiği anlara denk düşüyordu. İsmet İnönü de oruçlu imiş ve kimse bilsin istemiyormuş. İftar vakti gelince Mevhibe Hanım’ın çantasına koyduğu bir kaç bisküvi ile iftar vakti açlığını bastırmak istemiş.
Ancak, oyun sırasında ağzının oynadığını oyuncular görür ve incinir diye kulise haber gönderdi ve bu durumu yanlış anlamamalarını rica ederek özürlerini iletti. İsmet Paşa ve Mevhibe Hanım, oyunu sonuna kadar izlediler ve oyun sona erdiğinde ayağa kalkarak, oyuncuları ayakta alkışladılar."
FARKLI GÖRÜŞLER ÇIKTIBu anekdotu paylaştığım arkadaşlarımdan bazıları, İsmet İnönü’nün örnek alınacak bir tavır sergilediği fikrinde..
Bazı arkadaşlarım ise hangi gerekçe ile olursa olsun, bir tiyatro oyununda seyircinin böyle birşey yapmaması gerektiğini, bunun yanlış olduğunu savundu.
Ben birinci grubun, yani İsmet Paşa’nın örnek bir tavır sergilediğini düşünenler arasındayım. Bİr tiyatro oyununda yiyip içmek, atıştırmak, elbette ki öncelikle oyunculara saygısızlıktır.
Ancak, namaz için Cuma gününün tatil edilmesinin tartışıldığı bir ülkede, bu kadar önemli bir devlet adamının sadece imsakiyeye değil oyun programına göre tercihe bulunmasının alınacak
birinci ders olduğunu düşünüyorum.. Hele o devlet adamı,
83 yaşında ise..
HAYALİNİ KURDUĞUM GÜNİnönü kulisteki oyunculara, "İftar yapacağım" diye haber göndermiyor.. İftar vakti ağzına bir parça bisküvi atacak ve bunun görünmemesi için büyük çaba sarf edeceği de ortada.. Çünkü gönderdiği mesaja, "Olur da oyuncular ağzımın oynadığını görürse" notu düşülmüş.. Bu sanata ve sanatçıya ’samimiyetle saygı duymak’ ve çıkarılacak
ikinci ders de bu..
Ancak, bu hareketi doğru bulmayan arkadaşlarıma hak verdiğim bir nokta da var..Ya bütün seyirciler oruçlu olsaydı ve iftar vaktinde herkesin eli aynı anda önce çantasına, sonra ağzına gitseydi.. Acaba karşımıza nasıl bir manzara çıkardı..?
Yaşayanların yüzde 99’unun müslüman olduğu ülkemizde, yüzde 99’umuzun sanat ve tiyatro kültürüne sahip olacağı gün, her soruna doğru çözümü bulan bir ülke de olabileceğiz..
Gelişmenin temelinde
eğitim, siyasetin temelinde
nezaketin olduğu günlere bir an önce kavuşmamızı diliyorum..
KİTAPTAN ALINTILAR
Bu kare ilk defa Ankara Hürriyet’te yayınlanıyorARAŞTIRMACI - Yazar
Teoman Yazgan’ın
’Bir zamanlar Devlet Tiyatrosu’ isimli kitabında yer alacak çok özel bir fotoğraf da,
ilk defa Ankara Hürriyet’te yayınlanıyor. Cumhuriyet dönemi tiyatrosunun en önemli isimlerinden olan
Muhsin Ertuğrul’un, eşi
Handan Uran ile çekilmiş bu fotoğrafı ilk defa gün ışığına çıkıyor.
Teoman Yazgan’a evinin kapılarını açan
Handan Uran, halen hayatta ve
İstanbul Üsküdar’da mütevazı bir yaşam sürüyor. Konservatuvardan 1948 yılında mezun olan ve çok sayıda oyunda önemli roller üstlenen
Handan Uran, aynı zamanda
Yıldız Kenter’in de sınıf arkadaşı.
Tıp öğrencilerine oyunda ders verdiGALİP Gürkan’ın 1953-1954 yıllarında oynanan
’Batak’ adlı oyununda,
Macide Tanır’ın morfinman bir kadını canlardırması, Tıp Fakültesi hocası Prof. Dr.
Rasim Adasal’ı çok etkilemişti. Birkaç kez tıp öğrencilerini oyunu izlemeye getirdi ve fısıltılarla oyun sırasında ders verdi. Dönemin Cumhurbaşkanı
Celal Bayar da, oyunu iki kez izlemişti.
Bir bilet almak için kahvede sabahladılar
CASONA’nın 1961-1962’de sahnelenen
’Ayaklar Ayakta Ölür’ adlı oyunu o kadar beğenildi ki, oyuna bilet almak için insanlar
Yeni Sahne civarındaki kahvelerde geceleyerek, sabahın erken saatlerinde bilet kuyruğuna girerlerdi.
Salondan bir mabetten çıkar gibi ayrıldılar
HİTLER döneminde küçük bir musevi kızın anılarını aktaran
’Anna Frank’ın Hatıra Defteri’ isimli oyunda
Cüneyt Gökçer,
Mediha Gökçer,
Macide Tanır ve
Gülgün Kutlu o kadar başarılı ve etkili bir performans sergilemişlerdi ki, gözyaşları içinde kalan seyirciler oyunu alkışlayamadan bir mabetten çıkar gibi sessiz sedasız dağılmışlardı. O güne kadar dünyanın hiçbir yerinde böyle bir olay yaşanmamıştı.
Yazının Devamını Oku 29 Ocak 2009
ANKARA Hürriyet’in geçtiğimiz yıl birincisini düzenlediği Genç Nota Liseler Arası Müzik Yarışması, bu yıl da inanılmaz bir ilgi ve ’güven’ ile Ankara’ya, Ankara’da sanata ve Ankara’nın genç müzisyenlerine önemli bir platform olacak. Genellikle teşekkür konuşmalarının son satırlarında yer verilen isimlere, ben yazımın hemen başında yer vermek istiyorum. Geçen yıl, yarışmanın Ankara’ya katkısının parayla pulla ölçülemeyeceğini bizlerle birlikte yaşayıp gören Anadolu Kongre ve Gösteri Merkezi ile ’Ankara için çırpınan’ ve yarışmanın aynı zamanda teknik danışmanlık hizmetini üstlenen Organizer firması, şartsız koşulsuz desteklerini Ankara Hürriyet’e aylar öncesinden bildirdiler. Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü, en başından beri bizi hiç yanlız bırakmadı..
Var oldukları kentin sosyal ve kültürel yaşamına verilen desteğin, kentli borcu olduğunun bilinci ile hep yanımızda oldular.
Türkiye genelinde genç insanlara ve onların heyecanına, yayınları ile her zaman ’tercüman’ olan Dream TV kanalı da, kendisine yakışanı yaptı ve bu yıl Genç Nota ailesinde yerini aldı.
Önümüzdeki 3 aylık dönemde, ailemizin çatısı altında pek çok yeni ismi, simayı göreceksiniz..
Yerel bir markanın, geneli nasıl zorladığının örneklerini bugüne kadar defalarca veren Ankara Hürriyet, bu yıl Genç Nota ile bir kez daha evrenseli yakalamak için çaba gösterecek..
Kafamızda durmadan Beatles’ın ’Penny Lane’ isimli şarkısı dolanıyor.. John Lennon ile Paul Mc Cartney’in evrensel sırlarını kendi mahalle öykülerine sakladıkları o ’gizemli’ şarkıları..
Ve Türkiye’deki yansımaları..
Murat Meriç’in kaleme aldığı MFÖ biyografisine göre, grubun temeli 1960’lı yılların hemen başında atıldı. Fuat’la Mazhar tesadüfen tanıştı, anlaştı, müzik yapmaya başladı. Bu tanışma konusunda rivayet muhtelif.. Ama bilinen, Mazhar Alanson’un elinde bir Beatles plağı gören Fuat Güner’e ’birlikte dinleyelim’ önerisi ile ’herşeyin’ başladığı..
Efsanevi Beatles da, ilk olarak John Lennon’ın lisede kurduğu Quarrymen grubuna Paul Mc Cartney’in katılmasıyla şekillenmeye başlamıştı.
Penny Lane isimli sokak, bugün Liverpool’da özel turistik gezilerin yapıldığı bir tarihi mekan..
Büyükşehir Belediyesi ’darmadağın’ etmezse, belki bir gün bizim de tarihi sokaklarımız, caddelerimiz olur..
Kimbilir, belki sanata saygı duyan bir yönetim, birgün bir caddeye ’Genç Nota’ isminin ne kadar çok yakışacağını bile görebilir..
Ve işte size yerelin, ne denli evrensel olduğuna ilişkin bir başka örnek..
Liverpool’un, 2008 Kültür Başkent’i olması kararının verilmesinin ardından, kent Avrupa Birliği’nin en büyük ’Kent Yenileme Şantiyesi’ projesine dahil edildi..
Kulağınıza çağrışım yapıyor mu?
Kent Yenileme Şantiyesi/Kentsel Dönüşüm Projesi..
Ama ne yazık ki, Liverpool denilince akla futbol ve Beatles geliyor, Ankara denilince çamur ve kömür-erzak yardımları..
Afrika gibi..
Bu yüzden Ankara Hürriyet ve Genç Nota, evrenseli zorluyor..
Kent yaşamı ve sanatın, evrensel kardeşliğine inanıyor..
Ankara ise dönüşmek/yenilenmek yerine, rantlanıyor..
Yine de, ilk defa umutluyum..
Genç Nota ile genç insanlar, hem kendi geleceklerine, hem de kentin geleceğine ışık tutuyor...
Yazının Devamını Oku 22 Ocak 2009
TÜRKİYE’nin TRT’nin siyah beyaz tek kanalına muhtaç olduğu yıllarda, ülke gündeminin en ön sıralarında beyaz camdan kopup gelen diziler yer alırdı.. Dallas, Flamingo Yolu, Aşk Gemisi.. Kısaca 80’lerin TV dizileri..
İstemi Betil deyince, Kurtlar Vadisi’nin ’Laz Ziyası’ olduğunu söyleyen kaç kişi, onun aynı zamanda Dallas dizisinin unutulmaz karakteri Şerif Titus’a can veren ses olduğunu hatırlar ya da bilir, emin değilim..
Ne yazık ki ’günübirlik’ entellektüelizm, bana göre hiçbir zaman entellektüel bir sosyal hafızaya dönüşemedi Türkiye’de..
Yerel seçimlerde en büyük kaygılarımdan birisi de bu..
KÖKLER (THE ROOTS)
80’li yılların en çok konuşulan dizilerinden bir tanesi de, ’Kökler’ (The Roots) isimli dizi idi. Hafızam beni yanıltmıyorsa, Kunta Kinte 1700’lü yıllarda Gambia’da doğan ve Amerika’nın Maryland eyaletine bağlı Annapolis kentine getirilen 98 köleden biri idi ve zenciydi. Kunta Kinte’nin 5. göbekten torunu olan Alex Harley bir kitap yazmış ve Kunta Kinte’nin gerçek hikayesi bu kitaptan yola çıkarak dizi olarak çekilmişti.
Ekran başında yüzbinlerce insanı gözyaşlarına boğan Kunta Kinte öyle bir sembol olmuştu ki, o dönemde Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğü’ne girmemesi bir mucize idi.. Hatta bugün kadınların ’ıslak kek’ diyerek birbirine tarifini verdiği kek o yıllarda, ’Kunta Kinte Keki’ olarak nam salmıştı..
KARAKUSUNLAR KÖYÜ
Kunta Kinte, benim yaşantıma ortaokuldayken hiç beklemediğim bir şekilde girdi. O yıllarda gerçek bir köy olan Karakusunlar’da bir arkadaşımla gezerken, girdiğimiz bir evin bahçesinde kasığımda bir acı hissedip arkamı döndüm ve parlayan bir çift kömür karası göz ile karşılaştım. Kaba etimi kavramış simsiyah kurt kırması köpek, öylece durmuş gözlerimin içine bakıyordu.
Sonrasında yediğim 4 kuduz iğnesini hiç unutmadım. Ama daha da önemlisi, köpeğin kuduz olup olmadığını anlamak için rahmetli babamın her gün sabah ve akşam köpeğe yaptığı ziyaretlerdi.. Beni ısıran köpeğin adının Kunta Kinte olduğunu bu sayede öğrendim. Babamın ’canından çok değer verdiği beni’ ısıran köpeğe hiç kızmadığını, hatta yemek götürüp eliyle su verdiğini ve benim de her akşam sevgiyle "Kunta Kinte nasıl?" diye sorduğumu hatırlıyorum..
Ne ben kuduz oldum, ne de Kunta Kinte..
BOMBALAR ÇİÇEKLER
Çocuk yaşta başımdan geçen bu maceradan olsa gerek, köpeklerin insanların en sadık dostu olduğu ne zaman söylense, Kunta Kinte’nin kişiliğinde hafızama kazınan kölelik çağrışır benliğimde..
TV dizisindeki Kunta Kinte’ye, hep kırbaç darbeleri ile acı çektirildi.. Beni ısıran köpek olan Kunta Kinte’nin nesline ise hep akıl almaz eziyetler edildi Ankara’da..
Yerel yönetimler bugünlerde, bugünlerde gazeteleri ’bülten yağmuru’na tutuyorlar. Kent habercisi olarak kimi zaman gülerek, kimi zaman üzülerek izliyorum.
Bir belediye diyor ki, "Bomba ile değil, çiçek ile anılmak istiyoruz"..
Bir diğer belediye, "Bizim başkan kadınlarla kahvaltı etti" diyor, genel merkezindeki ’kadın örgütü’nün ruhunu okşamak için..
Bir diğeri ise aynı haberi evirip çevirip iki gün ara ile göndererek, nasıl kandırırım haber merkezlerini derdinde..
KÖMÜR VE ERZAKLAR
Herkes kendi derdine düşmüşken, sokak hayvanları sert geçen kış mevsiminde hayatta kalma mücadelesi veriyorlar. Ne gariptir ki, sadece kış mevsimine rastlayan bu seçim döneminde değil, yıllardır bu mevsimde sokak hayvanlarını hatırlayıp, harekete geçen bir belediye göremedim..
Bir su veren, bir lokma ekmeği bırakan bir insanlık bülteni..
Bülten, belediye başkanının objektife gülümsediği bir kuru enstantane olmanın ötesine geçememiş hiçbir belediyede..
Kunta Kinte’nin en büyük dramı, köle olduğu için söz hakkının olmamasıydı.. Anadolu Ajansı’nın geçen yıl geçtiği habere göre Ankara’da 100 bin civarında sokak hayvanı olduğu tahmin ediliyor..
Yani 100 bin Kunta Kinte..
Emin olduğum birşey var..
Kış vakti sokakta yaşam mücadelesi veren 100 bin Kunta Kinte’nin söz ve oy hakkı olsaydı, yerel yönetimler aç insanlara kömür, erzak dağıtmak yerine onlara kuru mama dağıtmayı tercih ederlerdi.
Çünkü siyasetin, ’Kunta Kinte’ deyince aklına gelen sadece bu..
Yazının Devamını Oku