Levent Seğmen

Ankara’da bir efsane Hürriyet ile yeniden

14 Haziran 2008
YAŞAM anlıktır çoğu zaman, hatta yaşamak ’an’ın ta kendisidir belki. Efsane, yaşam içinde o ’an’ın ötesine geçmeyi başarabilen öykülere verilen isimdir. Yaşar Sökmensüer’in talimatı ile Ateş Yalazan’la Liselerarası Genç Nota Müzik Yarışması’nı hazırlarken, çok özel olacağını biliyorduk, ancak bu kadar kısa sürede efsane olacağı, çok da sık aklımıza gelen bir ihtimal değildi. 3 Mayıs’ta gerçekleşen yarışmanın üzerinden geçen bunca zaman içinde, Ankara liselerinde okuyan genç müzisyenler çeşitli etkinliklerde, festivallerde sahne aldılar, tanındılar.

İşin güzel yanı, bu ilgi sıradan bir protokol ilgisi, nezaket sevgisi değildi. Bunun en son ve en güzel örneği 20, 21 ve 22 Haziran tarihlerinde Ahlatlıbel’de önemli rock müziği sanatçıların sahne alacağı Ankirockfest organizasyonuna, yarışmaya katılan 7 grubun da davet edilmesi oldu.

O gruplar, Hayko Cepkin, Pentegram, Manga gibi marka isimlerin sahnesinde bu sefer yarışmacı olarak değil, ’sanatçı’ olarak yer alacaklar.

Bence kültür ve sanatın bir kentin yaşamına kattığı güzelliklere inanan herkes, o etkinliğe gidip o grupları izlemeli.

Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz’ın hem Genç Nota’ya, hem Ankirockfest’e verdiği sonsuz destekten de, birçok yerel yöneticinin çıkaracağı önemli dersler olmalı.

Aya bakıp şiir yazmak

Genç Nota Müzik Yarışması’nın genç müzisyenlerinden bir grup arkadaşımla birlikte, geçtiğimiz hafta sonu saatler gece yarısına yaklaştığında, TRT Ankara Radyosu’nun buram buram ’kent ve kültür’ kokan binasındaydık.

Yahya Kemal Beyatlı Lisesi’nden Gizem Dinç, Türk Telekom Anadolu Teknik Lisesi’nden Savina Anuschka Çıkar, Barış Demir, Emre Elibol ve 75. Yıl Lisesi’nden Anja Zelin Çıkar’la birlikte ’Gecenin İçinden’ programına canlı yayın konuğu olduk. Önemli bir ’TRT klasiği’ olan programda, yapımcı Mücahit Türköne, sunucu Acar Acartürk ve dinamik bir yayın ekibinin ev sahipliğinde inanılmaz keyifli dakikalar yaşadık.

Program, genç müzisyen arkadaşlarımın söylediği ’Baba bir Masal Anlat Bana’ isimli şarkı ile başladı. Stüdyoyu bir anda ’genç müzik’ kapladı. Birbirinden keyifli şarkılar ve sohbetlerle geçti program.

Acar Acartürk, programın bir yerinde bana sataşıp, "Niye uğraşıyorsunuz bunlarla, küçük küçük erkekler kızlar bunlar. Gidip futbolcu transfer etseydiniz, milyon dolarlar kazansaydınız" dedi.

Sevgili Acar’ın her insana nasip olmayacak kıvrak zekásı ile önüme attığı pasa, ben de elimden geldiğince karşılık vermeye çalıştım ve şunları söyledim:

"Yüzyıllar boyunca insanlar aya bakarak şiir yazmasalardı, aya gidemezlerdi. Fiziği, kimyayı, kısacası pozitif bilimi kullanarak insanları aya gitmeye zorlayan, edebiyatçıların ay üzerine yazdıkları öyküler, şiirlerdir."

O an stüdyoda beynimde dolaştığı halde canlı yayın heyecanı içinde söyleyemediğim şu cümleleri ise buradan aktarmak istiyorum:

"Tıpkı, ay üzerine yazılan onca hasret satırının getirdiği başarı gibi. Bu genç müzisyenlerin notalarıyla, kalemleriyle, yürekleriyle yazdıkları şiirlerin varlığı sayesinde bu ülke hep var olacak. Ve o sayede bu ülke, herkesin refah içinde yaşadığı bir ülke olacak."

Herşey aynı anda zirvede

Genç Nota hakkında sizlerin daha önce Ankara Hürriyet ve Sen de Yolla’nın sayfalarından hatırlayacağınız detayları, ’Gecenin İçinden’ programının mikrofonlarında bir kez daha tekrarladım.

Çankaya Belediyesi Anadolu Gösteri ve Kongre Merkezi’nin 3 bin 200 kişilik salonu, 10 saatlik bir müzik maratonuna ev sahipliği yaptı. Gün boyu 6 bin kişinin üzerinde ’genç’ ziyaretçi salona geldi. Ankara liselerinde okuyan pırıl pırıl bu gençlerin hizmetine sunulan salonda, can sıkıcı tek bir olay meydana gelmedi.

Müzik ile birlikte dostluk, centilmenlik, etik.. Hepsi aynı anda zirve yaptı.

Yarışma finalinin gerçekleştiği günden beri herkes, bana ve diğer arkadaşlarıma aynı soruyu yöneltiyor: "İkincisi olacak değil mi?"

Aslında Ankara’nın bu yıl sahnede devleşen gençlerinin başarısı, sormaya bile gerek kalmadan cevabı veriyor:

"Ankara Hürriyet Liselerarası Genç Nota Müzik Yarışması ’09 için başvurular, okulların açıldığı gün başlıyor"

GENÇ NOTA ŞÖLENİ DUYURUSU:

17 Haziran Salı günü Anadolu Gösteri Merkezi’nde gerçekleşmesi planlanan Kent Habercileri Şenliği ve Genç Nota Müzik Şöleni etkinliği, meteoroloji kaynaklarından alınan yağışlı hava bilgisi nedeniyle ileri bir tarihe ertelenmiştir. Gelişmeler, etkinlikte sahne almaya hazırlanan okul gruplarına daha sonra bildirilecektir.
Yazının Devamını Oku

Askıda ekmek ve kimsesiz çocuklar

7 Haziran 2008
İNTERNET ortamında yıllardır dolaşan ’Askıda Kahve’ başlıklı e-posta ve sunumu neredeyse görmeyen yok gibidir. Sunum, bir sosyal yardımlaşma modelini anlatır. Bir kafede kahve içen müşteriler, arzu ettikleri takdirde fazladan bir kahve parası öderler. Parası ödenen her kahve için, askıya bir kağıtçık asılır. Maddi durumu iyi olmayan kişiler kafeye geldiklerinde, o askıdaki kağıtçık ile ücreti ödenmiş kahveyi içerler. Sevgili Hande2 de, bu hafta bizlerle "İtalya’da ’Askıda Kahve’, Türkiye’de ’Askıda Ekmek’" başlıklı haberini paylaştı ve şahit olduğu bir olayı şöyle aktardı:

"İzmit’te arkadaşımla ekmek almak için fırına girmiştik. Arkadaşım ’2 ekmek bir tanesi askıda’ demişti. Paylaşım ve dayanışma duygusu onu mutlu etmişti. O tarihe kadar askıda kahveyi biliyordum ancak askıda ekmeği duymamıştım. Bilgi edindim.

Askıda ekmeği, daha önce duymadıysanız; anlam vermeniz zor olabilir. Askıda ekmek öyle bir kampanya ki bütçenize fazla bir külfet yüklemeden ihtiyaç sahiplerine ekmek yardımında bulunabiliyorsunuz.

NASIL MI?

Ekmek almak için kampanyanın uygulandığı fırına gittiğinizde örneğin bir ekmek yerine iki ekmek parası verip, siz bir ekmeği alıp çıkarken diğer ekmek poşetlenip bu iş için hazırlanmış rafa konuluyor.

Daha sonra da ihtiyacı olan, sizin tanımadığınız birisi gelip bu ekmeği alıyor. Kimin muhtaç durumda olduğunu, fırıncıdan başka kimse bilmiyor.

Yaptığım araştırma sonucunda İzmit, Karaman, Konya, Karabük, Nevşehir, Zonguldak gibi illerde uygulanmaya çalışılan ’askıda ekmek’ kampanyasının Ankara’da uygulandığına ilişkin bir bilgiye ulaşamadım.

İnanıyorum ki; bizler öncelikli olmak üzere fırıncılar, marketler, bakkallar ön ayak olup ’askıda ekmek’ kampanyasını başlatarak, yaygınlaştırabiliriz."

DÜŞÜNDÜREN ELEŞTİRİ

Millet olarak geçmişimiz, sosyal yardımlaşmanın en güzel örnekleri ile dolu. Kırsal kesimde yaygın imeceden, bir dönem Batı dünyasına örnek olmuş Osmanlı vakıf sistemine kadar sayısız örnek var.

Ancak son yıllarda sosyal yardımlaşma anlayışının ’dejenere’ edilmesinden duyulan bir kaygı da toplumda sıkça tartışılır oldu. Özellikle yerel yönetimlerin gerçekleştirdiği sosyal yardımlara, ’askıda ekmek, cepte oy’ anlayışını çağrıştırdığı eleştirileri yapıldı.

Geçen yıl Ankara’da kimsesiz çocuklar ile ilgili uluslararası bir seminer verildi. Seminere davet edilen Avrupalı bir konuk, kimsesiz çocuklar konusunda Türkiye’deki tabloyu incelediğini belirterek şunları söylemişti:

"Bu denli yardımsever ve cömert insanların yaşadığı ve nüfusu 70 milyon Türkiye gibi bir ülkede, topu topu 20 bin kimsesiz çocuğun devlet yurtlarında barındırılmasını anlamak mümkün değil."

Bir tarafta askıdaki ekmekler, bir tarafta yüzbinlerce aileye düzenli olarak yapılan sosyal yardımlar, diğer tarafta 20 bin kimsesiz çocuğa bir türlü kucak açmayan toplum..

Sizce de bir tuhaflık yok mu?

Şiddete hayır sevgiye evet

ahmetgk/CEBECİ

İLTEKİN
İlköğretim Okulu 4-A sınıfı öğrencileri her yıl öğretmenleri Melike Çelik önderliğinde hazırladıkları geleneksel yıl sonu sınıf gecesini sundular.

’Sevgiye EVET Şiddete HAYIR’ konulu kısa oyunların oynandığı gecede, emekli vali ve Emniyet eski Genel Müdürü Yılmaz Ergun da mezunu olduğu okulun bugünkü öğrencilerinin heyecanlarını paylaştı ve kısa bir konuşma yaptı.

Gecede öğrenciler Hilmi Zafer Şahin’in ’Yarın Dünde Başlar’ adlı eserini sahneleyerek yakın geçmişimizi bizlere hatırlattılar. Folklor ekibi ise eğitmenleri Hakan Ulaş ve Zafer Özkan önderliğinde Artvin yöresine ek olarak Anadolu Folklorundan on oyunu birleştirerek hazırladıkları ’Çobanın Rüyası’ isimli dans tiyatrosu ile müthiş bir görsel şölen sundular.

İlkokula başladıkları ilk yıldan bugüne kadar her yıl düzenli olarak bizlere bu geceyi hazırlayan öğretmenimizi ve öğrencilerimizi kutluyoruz.

Yazının Devamını Oku

O gizli cennet köşesi Atatürk’ün ’koliba’sı

31 Mayıs 2008
HABERCİLİK yaşanan felaketi duyurmak kadar, olası felaketlere, yanlışlara dikkat çekip meydana gelmesini de önlemektir. Bugüne kadar Sen de Yolla’nın gönüllü kent habercileri, ’yaşamlarındaki haberler’ kadar, gidilen yanlıştan dönülmesi yönündeki uyarılarını da kaleme alarak bizlerle paylaştılar. Bunun son örneğini, bu hafta içinde Mahmut Baytemir’in kaleminden hem ankara.sendeyolla.com’da, hem de Ankara Hürriyet’te kent habercilerine ayrılan bölümde okudunuz.

Baytemir ’Cennetimize Kıymayın’ başlıklı haberinde, içinde Atatürk Evi’nin de bulunduğu Söğütözü mesire yerinin halkın kullanımına kapatıldığına dikkat çekerek, özetle şunları söylüyor:

"Bu konuda çeşitli iddialar var. Bu iddialardan birisine göre, Orman Bakanlığı kontrolündeki bu yer TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’ne devrediliyormuş ve bu konudaki çalışmalar son aşamaya gelmiş. Mesire yerinin halkın kullanımına son verilmesi de bu nedenle imiş.

Adı geçen üniversite daha önceden de yanındaki ve karşısındaki arazilerin de kullanım haklarını almış ve yurt inşaat alanı olarak ayırmıştı."

Ağaç kesilmesine izin yok

Bizler de, Sen de Yolla ekibi olarak bu alandaki Atatürk Evi ile ilgili küçük bir araştırma yaptık. Bakın internette Atatürk’ün yaşamı ile ilgili özel ve resmi sitelerden hangi bilgilere ulaştık:

"Atatürk’ün dinlenme evi Ankara Orman Çiftliği’nin doğusunda, Söğütözü koruluğunda bulunuyor. Atatürk, Balgat civarındaki Söğütözü mevkiini çok severdi. Küçük bir suyun aktığı bu yerde (O’nun deyimi ve Selanik şivesi ile) bir koliba (kulübe) ve bir çardak yaptırılmaya başlandı. Ancak kulübenin yapılacağı yerde bulunan 20-30 adet söğüt ağacının kesilmesi gerekiyordu. Atatürk buna razı değildi.

Bu fidanların, inşaat alanının yakınlarına nakledilmesine bizzat kendisi nezaret etti. Bu olayı da Hasan Rıza Soyak ayrıntılı şekilde anlatıyor.

Zübeyde Hanım’ın hediyesi

Atatürk Dinlenme Evi, tek katlı tek odalı küçük bir kulübeden ibaret. Batıya açılan ancak bir kişinin girebileceği bir kapısı, bir kahve ocağı, iki penceresi ve bir sediri var. Atatürk’ün ölümünden sonra, buradaki eşya olduğu gibi korunarak ziyarete açılmış. Ortada üzeri beyaz örtülü bir hasır masa, üç hasır koltuk, bir sehpa, minder döşeli iki küçük sedir ve yastıklar, bir petrol lambası, evin tüm dekorunu teşkil ediyor. Ocakta, Atatürk’e ait kahve takımı, birkaç porselen tabak, çatal kaşık ve bardaklar yer alıyor. Sediri örten ladik halı seccadenin, Atatürk’e annesi Zübeyde Hanım’ın hediyesi olduğu söyleniyor.

Duvarda Atatürk’ü bu evde, buradaki hasır koltukların birinde dinlenirken gösteren bir fotoğraf asılı. Evin ön cephesinde ahşap çatılı bir çardak var. Bahçede büyük bir havuz bulunuyor."

Işıkları bile kapatılamaz

Manevi değeri böylesine yüksek bir alanın, Atatürk’ün gizli cennetinin, bırakın halkın ziyaretine kapatılmasını, ışıklarının kapatılması bile büyük liderin izinde giden herkesi tedirgin eder. Baytemir’in haberine, ilgili kurum ve yetkililerden henüz bir açıklama gelmedi.

Dileriz bu açıklama bir an önce gelir ve yıllar içinde hunharca yağma edilen Atatürk Orman Çiftliği arazisi üzerinde, Atatürk’ün kahvesini bile kendisinin pişirdiği bu en özel, gizli cennetinin zerresine zarar gelmez.

Dileriz paha biçilmez bir Cumhuriyet ve kent değeri olan o ’koliba’, sadece birkaç günlüğüne bakım için halkın ziyaretine kapatılmıştır. Ve Atatürk’ün mesire yerinde, kurduğu cumhuriyetin halkı piknik yapmaya devam eder.
Yazının Devamını Oku

Bir insanı değil, her insanı sevmek

24 Mayıs 2008
İNSANLAR gökyüzündeki aya bakıp aşk şiirleri yazmasalardı, bir gün asla uzaya gidip ona ayak basamazlardı. Bu cümle bana hep iki şeyi hatırlattı. Birisi hayal etmenin, gerçeğe ve başarıya giden yoldaki en önemli dönemeç olduğu, diğeri ise kültür, sanat ve edebiyatın bir uygarlığı, bir ülkeyi ne denli ileri götürebildiği..

Önceki akşam Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde, Melahat Özgü Uygulama Sahnesi’ndeydim. Tiyatro öğrencilerinin sergilediği ve Hürriyet Genç Nota Liseler Arası Müzik Yarışmasının başarılı sunucuları sevgili Alper ile Nalan’ın da rol aldığı Romeo ve Juliet oyununu izledim.

Alın teri kokan bir sahne, pırıl pırıl genç oyuncu adayları, inanmış seyircilerin doldurduğu küçük bir salon.. Kendimi tiyatronun beşiğinde hissettim. Aklıma Mustafa Kemal geldi.. Milli mücadele sonrası, genç cumhuriyeti ekonomik olarak kalkındırmak ile kültürel kalkınmayı nasıl aynı anda, aynı önemde öngördüğünü hatırladım. İzleri Ankara’nın her yerinde var. Yokluk yıllarında ekmek kadar, su kadar önemli görülen sanatın, tükürükle tartışılmasının hiç yakışık almadığını düşündüm.

Yeni bir şeyi fark ettim

Bu düşüncelere dalmışken, gönüllü kent habercilerinin Türkiye’nin en büyük haber ailesini oluşturdukları Sen de Yolla’nın başarılarla dolu kısa geçmişi gözümün önünden geçti. Kent habercileri çevrelerinde gördükleri aksaklıklar kadar, başarıları da www.sendeyolla.com ’da yaklaşık 2 yıldır tüm dünya ile paylaşıyorlardı. Ve yeni bir şeyi de fark ettim.

Gönüllü habercilerin, daha yaşanabilir bir kent için getirdikleri eleştirel bakış açısı ne kadar kuvvetli ise kültüre, sanata ve edebiyata olan tutkuları da o kadar kuvvetliydi. Diğer bir deyişle gönüllü habeciler için, ekonomik ve sosyal refah seviyesi ne kadar önemli ise kentteki kültürel ve sanatsal varlık da o kadar önemliydi.

Bu önem kimi zaman sergi haberlerinde gösterdi kendisini, kimi zaman sanatçılarla yapılan keyifli röportajlarda..

Bir insanı değil, her insanı

Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde izlediğim o oyun ve düşündürdüklerinden sonra, bu ülkenin yıl ya da asır hesabı ile değil, ilelebet var olacağına dair inancım bir kez daha perçinlendi. Zülfü Livaneli’nin gür sesi ile ilk gençlik yıllarımıza kazıdığı dizelerde yazıldığı gibi:

O üzüntü birden gelir,

Yağmurlu havalarda.

Yeniden kurarım ben dünyayı kederlerden.

Kimseler aşık değil mi bu şehirde?

Dünyayı güzellik kurtaracak,

Bir insanı sevmekle başlayacak herşey..


Türkiye’nin geleceği için duyacak endişemiz yok. Atatürk’ün yazdığı ’Cumhuriyet Şiiri’ sayesinde, toprağımıza güvenle basıyoruz. Kentimizin geleceği için duyulacak bir endişe varsa eğer, Livaneli çözüm için ipucunu kısmen veriyor:

"Her insanı sevmekle başlayacak herşey.."
Yazının Devamını Oku