Korkut Göze

İşlem tamam

4 Mayıs 2003
<B>OYUNUN </B>ilk 45 dakikalık bölümü, Beşiktaş için kötü kullanılmış bir zaman dilimiydi. Öncelikle golü getirecek ve rakibin direncini kıracak etkinliği hep yanlış bölgelerde aradı Beşiktaş... Yarı alanını kalabalık bir savunma duvarıyla kapatan rakibi, göbekten delme isteği, Beşiktaş'ın düşünce ve davranış yanlışıydı.

Böylesine çok adamla kalesini savunan bir rakibi, topu kanatlara taşımadan dize getirmek mümkün değildi.

Oysa, Beşiktaş pozsiyonu, ısrarla Sergen'in ayağından çıkacak toplarda arıyordu. Ve her topu rakip ceza alanına havalandırarak karambol golü peşinde koşmak, Altay'a sunulan bir avantajdan başka ne olabilirdi...

Böylesine sıkışmış bir oyunda Tümer'in devreye gireceği dakikaları ısrarla bekledim. Onu ancak ilk yarının 34. dakikasında kaçırdığı bir gollük pozisyonda görebildim...


Beşiktaş, dün gece klasik değerlerinin hiçbirini sahaya yansıtamadı. Sadece, oyunun final bölümünde kazanmak için harcadığı olağanüstü çaba, Beşiktaş'ın alkışlanacak tek güzelliğiydi.

Beşiktaş'ın hücumda yaşadığı sıkıntıları tüm ayrıntılarıyla gördüm.

Sergen'i, Ahmet Dursun'un yanında oynatmak, Beşiktaş'ın bu bölgede çektiği sancıya asla bir çare olamaz. Böyle bir davranış, hem Sergen'i, hem de Beşiktaş'ı zora sokmaktır.

Lucescu'nun golden sonra İbrahim'i çıkartıp, Eser'i oyuna alması ve hücumda çoğalma isteği acaba doğru bir tercih miydi?

Beşiktaş'ın yaşadığı pozisyon sıkıntısı açısından düşünürsek, bu kadar sabırla beklemesi bile hataydı...

Ancak, oyunu riske atması Lucescu gibi garantiyi seven bir teknik adam için belki de oynanan bir kumardı.


Beşiktaş'ta iyi oynayan parmakla gösterilebilecek kadar azdı. Giunti iyi savaştı, İbrahim yine çok koştu, Ronaldo en tehlikeli anlarda ortaya çıktı.

Ahmet Dursun için yazacaklarımı düşünürken, öyle bir gol attı ki, sanki lafı ağzıma tıkadı... Biraz hırpalayacaktım Ahmet Dursun'u, golden sonra vazgeçtim.

Selçuk Dereli'nin Altaylı Murat'a gösterdiği ikinci sarı kartı yadırgadım. Eğer inanarak bu kartı çıkarttıysa, kutlarım. Ancak, bana biraz şov gibi geldi... Yanılıyorsam, özür dilerim...
Yazının Devamını Oku

Kahkaha!

29 Nisan 2003
<B>BİRİ </B>hakem, diğer ikisi teknik adam... Üç kişiyi haftanın portresine alıyorum. G.Saray-Adana maçının hakemi <B>Bülent Demirlek, Fatih Terim </B>ve <B>Yılmaz Vural... G.Saray- Adana maçının bitiminden birkaç dakika sonra telefonum çaldı. Karşımda Doğan Haber Ajansı Kayseri Büro Şefi Oktay Ensari...

Feryadı ahizeyi parçalayacak...

Abicim, gördün mü Bülent Demirlek'in yönetimini?

Karıştırdı işleri değil mi?

Karıştırdı da laf mı...

Bir şeyler söylemek istiyordu Oktay. Baklayı hemen çıkardı ağzından...

Tanıyorsun değil mi Bülent'i?

Yoo. Pek tanımam...

Abicim... Kayseri-Rize maçını yönetti. Herkes birbirine girdi.

Hatırlıyorum. Hani, bir milletvekilinin hastanelik olduğu maç değil mi...

Evet, evet... Berbat yönetmişti. Kayseri'nin sahası üç maç kapatıldı. Şimdi de G.Saray-Adana maçı...

***

TELEFONU
kapattım. Akşam tekrar televizyonun başına geçip, her kanaldan maç yorumlarını dinlemeye koyuldum...

Tutanın elinde kalıyordu Bülent Demirlek.

Çok mu kötü yönetti?

Kötünün de kötüsü.

Asalım mı?

Sakın ha... Kötü niyetli değildi.

Neydi peki?

Acemiydi. Deneyimsizdi.

***

VE
pazartesi günü Galatasaray-Adanaspor maçının eleştirilerini okurken, İlhan Söyler'in bir cümlesine gözüm takıldı...

G.Saray kaptanı Bülent Korkmaz'dan 10 yaş küçük bir hakem, böylesine kritik bir maçın ağırlığını kaldıramazdı.

Evet, kaldıramadı böyle bir maçın ağırlığını.

Üzülüyorum bu genç hakemimize. Kolay kolay toparlanamaz.

Ve kızıyorum Merkez Hakem Komitesine...

Toy bir çocuğu kritik bir maçta Ali Sami Yen arenasına attığı için...

***

G.SARAY-ADANA
maçından sonra Fatih Terim'in sözlerini dikkatle dinledim. Hemen aktarıyorum...

İşimizi kendimiz halletmeliydik.

Hakem bizim için bir mazeret olamaz.

Puanı hakemden dolayı kaybetmedik.

G.Saray isen, bahane aramayıp, oynayıp kazanacaksın.

Pinto'yu oyuna almam hataydı. Arif'i sokmalıydım.

Ümit Karan elini kullandı. Tartışılan pozisyon gol değildi.

Sevgili okurlar, bu sözlere hiçbir yorum getirmiyorum. Sadece fair-play adına Terim'e teşekkür ediyorum ...

***

VE Yılmaz Vural
... Hiç tartışılmadan haftanın teknik adamı seçildi.

Sordum Vural'a...

Büyüklere karşı kaç kez kazandın?

17 yılda 25 veya 26 kez.

17 yılda kaç takımı düşme kuyusundan çekip aldın?

Birkaç yıl öncesine kadar sayısını biliyordum. Sonrasını unuttum.

Ne zaman bir büyüğe çağrılacaksın?

Bir kahkaha attı...

Estağfurullah sevgili abiciğim.
Yazının Devamını Oku

Zago ve Tatlı

27 Nisan 2003
<b>BEŞİKTAŞ'</B>ın, Elazığ'da yaşayacağı sıkıntıları maç öncesi kolaylıkla hissedebiliyordum. Ve düşmemek için çırpınan bir rakibin Beşiktaş'a çıkartacağı zorlukları da biliyordum... Maçın başlamasıyla birlikte bir yığın sorular herkes gibi benim de aklımı kurcalamaya başladı...

Beşiktaş, bu kritik güne moral ve fizik açıdan hazır mıydı? En azından, 3 puanı yakalayacak kazanma hırsına sahip miydi?

İlk 45 dakikalık bölümde, Beşiktaş'ta yukarıda sıraladığım değerlerin hiçbirini göremedim.

Yine ilk yarıda, Beşiktaş'ın temposu rakibi sindirecek ve egemenliğini kabul ettirecek düzeyde miydi?

Kesinlikle değildi... 45 dakikada tek pozisyon üretemeyen, tribündeki bir avuç seyircisini coşkusuz ve heyecansız bir oyun izlemeye zorlayan Beşiktaş'ı herkes gibi anlamakta zorlanıyordum.

Peki, Beşiktaş'ı bu uyuşuk temposundan kurtaracak... Ya da maçı kopartacak ve bir kükreyişi gerçekleştirecek bir futbolcu yok muydu?

Israrla sağa sola bakındım. Böyle birini göremedim... Ne Sergen, ne Ahmet Dursun ne de Pancu...

Giunti'nin, Tayfur'un, Kaan Dobra'nın ve İbrahim'in Beşiktaş'a hiçbir yarar getirmeyen etkisiz koşuşmalarını gülümseyerek izledim.

Ve geçiyorum oyunun ikinci yarısına... Lucescu'nun, Pancu'yu kenara alıp Tümer'i oyuna sürmesi neler değiştirdi?

Öncelikle Beşiktaş'ın rakip kaleye gidişini ve tempoyu çabuklaştırdı... Üstelik Sergen'in işini kolaylaştırdı. Yine de eski Sergen'i geri getiremedi...

Beşiktaş'ın, ikinci yarıda oyuna sarılışı, skoru zorlayışı ilk yarıya oranla daha gerçekçiydi. Geç de olsa, maçı koparmak için bir silkinişin gereğine inanmışlardı. İlk yarıda dökülenlerin her biri (Tayfur, İbrahim, Giunti, A. Dursun) kazanmak için farklı bir çaba gösteriyorlardı. Yoksa, şampiyonluk umutları bir sabun gibi kayıp gidebilirdi.

Beşiktaş'ta Zago hatasız ve başarılı bir 90 dakika tamamladı. Ve bir de gol atarak Beşiktaş'ı kurtardı. Oyunun tartışmasız kahramanıydı Zago.

Diğer kahraman mı? Hiçbir yanlış düdük çalmayan ve oyunun seyrine keyif getiren Serdar Tatlı’ydı.
Yazının Devamını Oku

Midem bulandı

22 Nisan 2003
<B>BEKLİYORLARDI</B>... Beşiktaş-Fener derbisinden çıkacak sonucu dört gözle bekliyorlardı. Ve beklerken de önyargılı düşüncelerle yine ortalığı bulandırıyorlardı.

Acaba yatar mı?

Kim kime yatacak kardeşim?

Fener, Beşiktaş'a bir kolaylık yapar mı?

Git be kardeşim çirkinleşme.

Yok yok... Böyle olmamalıydı.

Anlatabilmen mümkün değil. Mutlaka kirletecek derbiyi.

Fener yenmeliydi Beşiktaş'ı. Hiç olmazsa bir beraberlik...

* * *

BAK Tamer
hoca neler söylüyor...

Neler söylüyor?

Beşiktaş ve G.Birliği maçları Avrupa'ya gitme planlarımız içinde değildi. Bu nedenle UEFA şansımız kaybolmadı, devam ediyor...

Anladın mı sevgili kardeşim.

Anlayamadım. Ne demek istiyor?

Dobra dobra söylüyor. Bu iki takımla başa çıkacak güçte değiliz.

Yok yok... Böyle olmamalıydı.

Nasıl olmalıydı?

Fener, Beşiktaş'a kolaylık göstermemeliydi.

Sus be adam. Çirkinleştirme derbiyi...

* * *

ÇOĞU
kişiler gibi Pascal hayranıyım.

Neyine mi?

Kazanma hırsına. Yardımlaşma duygusuna...

Başka başka...

Futbol kalitesine.

Peki, attığı golden sonra yaptığına ne dersin?

Çılgınlık.

Daha daha...

Saygısızlık.

Kesmedi, devam et...

Rezalet.

Hafif kalmıyor mu?

Hem de nasıl.

Öyleyse?

Allah aşkına. Kapat konuyu. Midem bulanıyor.

* * *

BİR
laf vardır. Derler ki...

Derbi, kendi kahramanını yaratır. Bu kahramanı maç öncesi kestirmek, arayıp bulmak ya da tahmin yapıp tutturmak mümkün değildir.

Bu klasik sözler, maç öncesi adeta unutulmuştu. Ve herkes aynı görüşte birleşiyordu...

Bu derbide düğümü Sergen çözer?

Gerçekten Sergen çözdü düğümü. Aklı-zekası ve de attığı kalite golle oyuna damgasını vurdu.

Ve bir derbi klasğini de tarihe gömdü!
Yazının Devamını Oku

Kolay oldu

21 Nisan 2003
<B>BEŞİKTAŞ</B>'ın maç kadrosuna bakıp, <B>Ali Eren</B>'i göremeyenlerin <B>Lucescu</B>'ya tepkileri biraz duygusaldı... Lucescu'nun oyun kurgusu, hücum ağırlıklı düşüncelerle donatılmıştı. Ve ilk bakışta, Beşiktaş'ı skora koşturacak isimlerin çoğunluğu hemen hissediliyordu.

İlk 45 dakikayı Beşiktaş için harcanmış bir zaman dilimi gibi görüyorum. Rakip kalede yakaladığı sayısız pozisyonlardan sadece birini değerlendirmesine ve kolay maçı strese taşıma hovardalığına bir anlam bulamıyorum.

Pascal'ın golü, idmanlardaki çalışmaların İnönü Stadı'ndaki bir tekrarıydı. Pancu-Dobra-Pascal üçgeninde oluşan şaşırtıcı pas çabukluğu, golün de ötesinde teknik ve taktik güzelliklerle süslüydü.

İlk yarıda orta sahada Sergen-Pancu ve savunmadan Zago ile Ahmet Yıldırım'ın ayağından çıkan her uzun top, F.Bahçe savunmasını çizgi halinde yakaladı.

Beşiktaş, böylesine bereketli bir 45 dakikayı haftalardır yaşamıyordu. 38. dakikada Cordoba'nın, Tuncay'ın ayaklarından aldığı top, oyunun kırılma noktasıydı. Cordoba, genelindeki performansıyla maça damgasını vuran yıldızdı.

* * *

İlhan'ın agresif davranışları için ‘‘Şımarıklık’’ damgasını hiç de abartılmış bir benzetme olarak görmüyorum.

Erhan Albayrak ile dalaşması ve çalınan düdükten sonra topa vurarak sarı kart görmesi, çocuksu bir davranıştan farksızdı.

Sergen'in golü mü? Kelimelere sığdırarak anlatabilmem mümkün değil. Golden sonra Lucescu'nun bir süre yaşadığı şaşkınlık ve sevincini ancak saniyeler sonra alkışa dönüştürmesi, Sergen'in golüne duyduğu hayranlığın gecikmiş bir tepkisiydi. Beşiktaş dün klasik değerlerini tekrar yakalamanın rahatlığını yaşadı. Ve bu değerler, Beşiktaş'ın gerçek kimliğini tekrar gündeme getirdi. Yardımlaşma-özveri ve de takım olabilme özelliği ile taraftarın özlemle beklediği etkin kişiliğini sergiledi. Her futbolcu oyunun her iki yönüne aynı heves ve istekle katıldı. Yine de diğerlerinden farklı oynayanlar gözlemledim. Sergen'i, İbrahim'i ve Cordoba'yı diğerlerinden ayırıyorum. Olağanüstü bir çaba gösteren Kaan Dobra ile Tayfur'u da alkışlıyorum.

Beşiktaş'ı yaklaşık bir aydır, böylesine etkili ve çoşkulu görmemiştim. Yitirdiği değerlere tekrar sarılması, final haftalarında Beşiktaş'ı hedeflediği amaca ulaştırabilir. Yeter ki, kendi klasiğinden ve bilinen özelliklerinden kopmadan savaşını sürdürsün...
Yazının Devamını Oku

Kayboldular!

17 Nisan 2003
<B>SERGEN'</B>siz bir oyunda Beşiktaş'ın böylesine sıkıntılar yaşayacağını pek düşünmemiştim... Ve bilinen değerlerini, klasik özelliklerini doksan dakikalık bir savaşta bu denli kaybedeceğini hiç aklıma getirmemiştim. Özellikle ilk 45 dakikada orta sahayı bütünüyle Diyarbakır'ın egemenliğine bırakırken, Giunti ve Tayfur'un kayboluşuna hiç akıl erdiremedim. Kanatlarda Kaan Dobra ile Ahmet Yıldırım'ın oyunun hiçbir yönüne katkı yapmadan dolaşmalarını hayretle izledim.

Beşiktaş'ın tüm organları sanki felce uğramıştı. İşlemiyor ve hareket zorluğu çekiyordu. Pas hataları birbirini kovalıyordu. Savunma yandan ve karşıdan gelişen her rakip atakta adam ve alan paylaşımında inanılmaz bir beceriksizlik örneği sunuyordu. Diyarbakır golünde, Zago ve Ronaldo'nun rakibe sundukları pozisyon kolaylığı, savunmada yaşanan uyumsuzluğun en basit görüntüleriydi.

* * *

Lucescu,
üç adam değiştirme hakkını kullanırken, Beşiktaş'ı ateşleyecek, skoru değiştirecek, pas kargaşasını giderecek birilerini arıyordu. Böyle bir ortamda Tümer'i oyuna almak için 70 dakika beklemenin anlamı neydi?

Doksan dakikalık oyun sürecinde, ilk pozisyonu ancak 80. dakikada yakalaması, Beşiktaş'ın dün yaşadığı çaresizliğin en çarpıcı görüntüsüydü.

Beşiktaş, yenilmezlik unvanını yitirirken, bu sonuçta Diyarbakır kadar kendi kimliğine sırt çevirmenin, konsantrasyon noksanlığının ve biraz da umursamazlığın rolü yok muydu?

İlhan Mansız'ı, Ahmet Dursun'u, sonradan oyuna giren Pascal Nouma'yı ve diğerlerini hiçbir maçta böylesine kolay teslim olan bir doksan dakika içinde görmedim. Ve görebileceğimi de hiç düşünmedim.

* * *

Yine Beşiktaş'ın imrenilen yanı, yani, ‘‘Takım olabilme’’ özelliğinin bu denli ihanete uğradığına hiçbir maçta rastlamadım.

Beşiktaş, dün Diyarbakır'da yitirdiği yenilmezlik unvanı için hiçbir mazeret üretmemeli. Hiçbir nedenin arkasına gizlenmemeli. Maç sonrası sevgili Lucescu'nun görüşlerine de hiç katılmıyorum. Hakem için söylediklerine de pek kulak asmıyorum.

Ve ısrarla yazıyorum... Beşiktaş kendi klasiklerine sırt çevirir, hele hele şimdiye dek her maçta yüreğinde yaşattığı kazanma duygularını tazelemekte gecikirse, sevenlerinin umutları bir başka bahara sarkar...

Unutulmasın, Beşiktaş 100. yılını yaşıyor. Ve sevenlerinin gözü şampiyonluktan başka bir şey görmüyor.
Yazının Devamını Oku

Biri var ki!

6 Nisan 2003
<B>LİG </B>molasının Beşiktaş'a tekrar kazandırdığı değerleri herkes gibi keyifle seyrediyordum. İdeal kadrosuyla oynamanın alışkanlığı ve tazelenen fizik ve moral değerler, bakın İnönü Stadı'na nasıl bir Beşiktaş getirdi... Her bir futbolcu yüksek oyun temposuna aynı ölçüde katılıyordu. Beşiktaş'ın değişmez klasiği yardımlaşma ve özveri sahanın her noktasında noksansız uygulanıyordu. Giunti'nin fizik açıdan yakaladığı nefis performans final haftalarında Beşiktaş için ne büyük bir avantaj...

Tek pas ve çabuk oynama isteğinin yarattığı fırsat zenginliği, Beşiktaş'ı oyunun her dakikasında yeni bir pozisyona sokuyordu. Sergen'in engin zekasıyla başlayan ve teknik becerisiyle olgunlaşan ataklar, ilk yarıda rekor düzeye ulaşıyordu.

İbrahim'in Beşiktaş için ne kadar gerekli olduğu herhalde anlaşılmıştır. Sol kanattan geliştirdiği atak sayısını bir süre saydım, sonra ipin ucunu kaçırdım. Ben yoruldum, İbrahim hala koşuyordu...

Sağ kanatta Kaan Dobra'nın oyunun her iki yönüne, yani, hücum ve savunma aksiyonlarına aynı yürekle katılması, Beşiktaş'a bu bölgede ayrı bir canlılık getiriyordu. Beşiktaş'ta hep eleştirilen kanatlar dün gece adeta makine düzeninde çalışıyordu.

Beşiktaş'ın geneline bakıyorum... Gözüm Tay-

fur'
a takılıyor. Sıfır hata ile oynuyor kaptan...

Ronaldo ve Zago'dan top sekmiyor. Üstelik, hücuma katkıları ve istekleri üst düzeyde. Biliyorum... Pascal için yazacaklarımı bekliyorsunuz. İyi diyemem... Ancak, iyiye gideceğine kefilim.

Dün gece özlenen klasiklerini tekrar yakalayan bir Beşiktaş seyrettim. Ancak, içlerinden biri beni fazlasıyla etkiledi. 60 dakika sahada kaldı, sonra Lucescu onu kesip aldı oyundan... Evet, Sergen gitti, benim de Beşiktaş'ın da keyfi kaçtı...
Yazının Devamını Oku

Müthiş plonjon

24 Mart 2003
<B>ANTEP'</B>teki kötü bir filmin karelerini hiç beklemeden hemen oyunun 21. dakikasına getiriyorum. Ve Beşiktaş'tan önce, yediği kolay golün ayrıntılarını satırlara döküyorum. Top, kornerden Gaziantepli İbrahim Toraman'ın kafasına doğru süzülürken, ceza sahası içinde tam sekiz Beşiktaşlı futbolcu kol geziyordu. Bunlardan Ronaldo, Zago, İbrahim ve Ahmet Yıldırım'ın konumu diğerlerinden farklıydı. Birlikte Cordoba'nın önünde kalabalık bir savunma ağı oluşturmuşlardı. Ancak... Gelen topu ve rakibi hareketsiz, kontrolsüz bakışlarla seyrediyorlardı.

Adam paylaşımı unutulmuştu. Rakibe kolaylıkla hareketlenecek boş bir alan bırakılmıştı. Ve vuruş anında pozisyonu bozacak, rakibi dağıtacak hiçbir önlem gereği düşünülmemişti.

Bu, Beşiktaş'ın son haftalarda yediği basit gollerden birinin tekrarıydı. Daha doğrusu, savunmasındaki kronik rahatsızlığın Antep'te de Beşiktaş'ı yakalamasıydı...

* * *

Lucescu
'nun sahaya sürdüğü on bir, oyunun ilk 45 dakikalık bölümünde, hücumda Beşiktaş'a gerekli etkinliği getiremedi.

Oyunu kontrolde, özellikle yaratıcı pas üretiminde sıkıntılar çekiyordu.

Lucescu'nun, ikinci yarıya Sergen ve Giunti ile başlaması da, bu sıkıntıyı giderme düşüncesinden kaynaklanıyordu.

Ve bu değişim, Beşiktaş'ın oyun etkinliğini daha farklı bir performansa taşıyordu. İkinci yarının ilk 5 dakikasında Ahmet Dursun ve İlhan Mansız'ın yakaladığı iki fırsat, oyundaki değerleri bir anda alt üst edebilirdi. İki pozisyonu da harcadı Beşiktaş...

Pancu'nun son haftalardaki performansına herkes gibi bir anlam veremiyorum. Her geçen hafta bir öncekini aratıyor... Sahayı diri ve canlı adımlarla dolaşan Pancu'nun, böylesine silik ve etkisiz bir kimliğe bürünmesi, Beşiktaş'ın oyun karakterini de etkiliyor.

* * *

Beşiktaş, zaman zaman kendi klasiğinden kopuyor. Bilinen ve alkışlanan özelliklerini ve değerlerini oyunun değişik bölümlerinde yitiriyor.

Dün, oyunun ilk yarısında sonuca ve skora yönelik hiçbir umut ışığı yakmayan Beşiktaş'ın, son 45 dakikadaki kükreyişini değerlendirmekte zorlanıyorum. Ve her zaman oyunun geniş dakikalarına taşıdığı farklı özelliklerine sınır getirmesini de gelecek haftalar için sakıncalı görüyorum.

Beşiktaş'ın dün Antep'ten çıkarttığı tek puana gelince... Bu puanı, Cordoba'nın penaltı atışında yaptığı müthiş plonjona bağlıyorum. Ve bu kurtarışla şimdiye dek yediği hatalı golleri biraz da olsa unutturduğuna inanıyorum.
Yazının Devamını Oku