21 Mart 2003
<B>BEŞİKTAŞ</B>'ın 10 dakika gibi kısa bir zaman diliminde yediği 2 golü hatırladıkca, çıldırıyorum... Sadece 2 gole değil. Kimliğini kaybetmiş bir Beşiktaş'ın, dakika dakika tükenişini donuk bakışlarla izleyen kenar yönetimine de bozuluyorum.
Başka başka... Beşiktaş'ı plansız ve hesapsız, çözemediğim bir oyun düzeniyle Lazio'nun önüne atan Lucescu'ya da kızıyorum...
Ve soruyorum... Lucescu'nun oyun kurgusunda Niyazi'nin görevi neydi. Hangi bölgenin sorumluluğunu taşıyordu. Ve görev alanı nerede başlayıp, nerelere uzanıyordu?
Lazio'nun kontratak ustalığı herkesce bilinirken... Ve özellikle deplasman maçlarında rakibi nasıl çabuk yakaladığı, bir ders gibi dillerde dolaşırken... Lucescu'nun Niyazi'yi, hatta Ronaldo'yu erken bir gol için pervasızca hücuma şartlandırması yanlış değil miydi? Ve zaman zaman savunmayı iki adama emanet etmek, ne hatalı davranıştı. Belki de intihardı.
* * *
Anlayamadım... Ahmet Dursun'un nerelere ve ne amaçla koşturulduğunu bir türlü çözemedim. Genelde sağ kanatta çırpınırken gördüğüm Ahmet Dursun'un yeri, herhalde İlhan Mansız'ın yanı olmalıydı.
Bu ikili birlikte Beşiktaş'ın en güçlü silahı değil miydi? Öyleyse, bu ayrılığın anlamı neydi?
Beşiktaş'ı dün ilk kez komutansız bir ordunun dağınıklığında gördüm. Herkes gönlüne göre savaşıyordu. Ve savaş açtığı her bölgede de rakibe teslim oluyordu.
Hiçbir Beşiktaşlı futbolcu özelliğini kullanamıyordu. Ne Sergen'in golü, ne Pancu... Ne deli dolu İbrahim. Ne de kaptan Tayfur... Hiçbiri Beşiktaş'ı toparlayamıyordu. Ve Beşiktaş 40 bin coşkulu taraftarına bir azap gecesi yaşatıyordu.
* * *
Oysa, daha dengeli ve akıllı bir oyun kurgusuyla Beşiktaş, kafadan yıkıldığı rövanşta, umudunu son dakikalara kadar taşıyabilirdi. Rakibin ilk 10 dakikada attığı 2 gole karşı, Beşiktaş'ın oyunun genelinde kaçırdığı pozisyonları hatırladıkca, yenen kolay gollerin sorumsuzluğuna bir kez daha çıldırıyorum.
Avrupa defterini burada kapıyorum. Ve herşeye karşın sevenlerine bir yarı final rüyası yaşatan Beşiktaş'ı kutluyorum.
Ancak... Lige dönerken, dün geceki yanlışlarını da beraberinde taşımasının getireceği sıkıntıları, hemen hatırlatmak istiyorum.
Ve elde kalan tek kupaya, yani, lig şampiyonluğuna sıkı sıkıya sarılmalarını öneriyorum.
Unutulmasın, Beşiktaş 100. yılını kutluyor...
Yazının Devamını Oku 17 Mart 2003
<B>OYUNUN</B> genelinde Beşiktaş'ın yaşadığı sıkıntılar, bilinen klasik özelliklerine sırt çevirmenin ve alkışlanan kimliğinden uzaklaşmanın bir sonucuydu. Lucescu'nun, Pancu'yu kulübede beklettiği dakikalarda Beşiktaş'ın düşük temposu, rakibe oyunu rahatça kontrol fırsatı veriyordu. Oysa, çabuk ve hızlı oyun Beşiktaş'ın temel özelliğiydi.
Beşiktaş, uzun süre hücumu yanlış bölgelerden başlatmanın sancılarını çekti. Öncelikle kenarları hiç kullanamadı. Solda Serdar'ın düşük performansı kadar, sağ kanatta Dobra'nın yavaş temposu A.Gücü'nün işini kolaylaştırdı.
Beşiktaş'ın skora yönelik vurucu silahı İlhan Mansız-Ahmet Dursun ikilisi, çok adamla kapanan rakip savunma kalabalığında kişisel özelliklerini sergilemekte zorlandılar. Aralarındaki diyaloğun kopması, beklenen golü geciktiren ana nedendi.
Beşiktaş'ta her futbolcu sadece kendi bölgesinin sorumluluğunu taşıdı. Oysa, yardımlaşma Beşiktaş'ı farklı kılan en çarpıcı özellik değil miydi? Ronaldo ve Zago'nun oyunun hücum yönüne katkıları diğer haftalara oranla oldukça düşüktü.
Beşiktaş'ın, topun oynandığı bölgede çok adam bulundurma ve rakibi dar alana sıkıştırma gibi bilinen alışkanlığı dün gece hiç işlemedi.
Tayfur'un sınırlı da olsa böyle bir çabaya yönelik hevesi de hiç destek görmedi. Herkesin kendi bildiği gibi oynama isteği, Beşiktaş'ın takım olabilme etiketi ile tamamen ters düşüyordu.
Ve bir soru... Beşiktaş dün gece perşembenin stresini şimdiden mi yaşıyordu? Lazio'yu düşünerek oyuna uyum sağlamada zorlanıyor muydu?
Böyle bir düşünceye katılmıyorum. Her maçın özelliği ve değeri farklıdır... Öyleyse, Beşiktaş'taki bu kötü futbolun anlamı nedir? Sadece yüklü bir maç trafiği ve zorlu maçların getirdiği fiziki yorgunluk.
Dilerim perşembeye kadar gerçek kimliğine kavuşur...
Yazının Devamını Oku 14 Mart 2003
<B>LUCESCU</B>'nun sahaya sürdüğü onbir, ilk bakışta kafaları karıştırıyordu...Sergen ve Giunti'nin birlikte oynaması, fizik açıdan Beşiktaş'ı zorlayabilirdi. Sağda Niyazi, solda Serdar ile Beşiktaş orta saha bütünlüğünü sağlayabilir miydi?
Beşiktaş, sahaya çıkarken bazı şüpheleri de beraberinde getiriyordu. Oysa, Lucescu'nun amacı belliydi... Israrla topun Beşiktaş'ın ayağında dolaşmasını istiyordu Lucescu. Oyundan düşen her dakika hatta saniye, Beşiktaş'ı amaçlanan hedefe koşturacaktı.
Giunti ve Sergen hatta Pancu böyle bir göreve soyunmuşlardı. Beşiktaş'ın oyunu ağırdan almasının nedeni de Lucescu'nun bu isteğinden kaynaklanıyordu.
* * *
İlk 45 dakikada Lucescu'nun planı ile Beşiktaş'ın oyun performansı birbirini kusursuz tamamladı. Rakibe net poziyon verilmedi, Beşiktaş, kalesini riskten uzak tuttu...
Cordoba'nın eline giden birkaç karambol topu da önemsenecek ve korkulacak gibi değildi. Ancak, Beşiktaş rakip kaleyi pek düşünmüyordu. İlhan Mansız forvetteki yalnızlığını sağa sola attığı deparlarla gidermeye çalışıyordu. Topla buluştuğu anlar, tek tek sayılabilecek kadar sınırlıydı.
Beşiktaş'ın yediği gol, akıllara hemen Ahmet Dursun'u getirdi. İlhan Mansız'ın performansı ve Beşiktaş'ın hücum etkinliği ancak bu ikilinin varlığı ile artabilirdi.
Ya da Pancu ve Sergen'in, hiç olmazsa birinin en kısa yoldan Mansız'ın yanına koşarak bir hücum mangası oluşturmasıyla gerçekleşebilirdi...
Oysa, Lucescu'nun oyun kurgusunda hücumdan önce savunma ön plana çıkıyordu. Ve rövanşa taşıyacağı skorun tek farkta kalması için riskten kaçıyordu.
* * *
Lucescu, son 15 dakikada Ahmet Dursun'u oyuna alırken, kısa zamana sürpriz bir gol sıkıştırmanın hesaplarını yapıyordu.
Beklediği gol gelmedi Lucescu'nun... Ancak, hesapladığı skoru cebine koyarak oyunun ilk ayağını tamamladı.
Şimdi bu skoru ve Lucescu'yu gündeme getirerek bir paragraf açıyorum. Lucescu, belki hücumu düşünmediği için eleştirilecek. Ahmet Dursun'u oyuna geç aldığı için tenkit edilecek. Ancak, İnönü'den çıkacak sonucu görmeden, ipi çekmek hata olur.
Benim gibi rövanşı umutla bekleyin.
Yazının Devamını Oku 11 Mart 2003
<B>DERBİ ÇILGINLIĞI...</B> Bir sayın başkan duygularına kapılıp, amigo gibi el-kol hareketleri ile Ankara derbisinde ortalığı birbirine katıyor. Yer, Ankara 19 Mayıs Stadı'nın protokol tribünü... Sayın Cavcav'ın kolu ve eli bir inip, bir kalkıyor. Bir defa yetmez sayın başkan... Bir daha, bir daha...
Yer, İstanbul Ali Sami Yen Stadı'nın protokol tribünü... Yumruklar sıkılıyor, sigara tablaları havalarda uçuşuyor, camlar kırılıyor. Ve bir G.Saray-F.Bahçe derbisi daha fişlenip zabıtlara geçiyor.
Derbi çılgınlığı...
Mantık, hoşgörü her şey bir anda unutuluyor. Değerler kayboluyor, dostluklar siliniyor... Kin-nefret kol geziyor.
Nerede, o eski derbiler...
***
F.BAHÇELİ futbolcular, G.Saray derbisine taraftar morali ile gittiler. Yüzlerce taraftar, Boğaz Köprüsü'ne kadar eşlik ettiği kafileyi karşı sahile alkışlarla uğurladı.
Ve F.Bahçeli futbolcular sahaya ellerinde taşıdıkları kocaman bir pankartla çıktılar. Aynen şunlar yazılıydı...
Büyük F.Bahçe taraftarına layık olacağız.
Maç bitti , istatistikleri önüme koydum. Rakamlara bakıyorum...
İlk yarıda G.Saray kalesine atılan tek şut yok.
44 dakika atılan tek korner yok.
F.Bahçe seyircisini ayağa fırlatacak tek pozisyon yok.
Ve F.Bahçe'nin geleceğine yönelik hiçbir ışık yok.
Büyük F.Bahçe taraftarına layık olacağız...
Lütfen, kapatın o pankartı. F.Bahçe taraftarına layık olduğunuz gün tekrar açarsınız...
***
ŞİMDİ hem konuşuluyor, hem de tartışılıyor...
G.Saray, iki günde böylesine nasıl değişti, nasıl kükredi?
Terim, bir sistem değişikliğinden söz ediyor.
Kaydırmalı defans uyguladıklarını açıklıyor.
Ve rakibi şaşırttıklarını vurguluyor.
İşte, asıl gerçek burada gizli.
Rakibi şaşırtmak...
Terim, derbi nedir bilmeyen Volkan'ı ilk onbire koydu.
Haftalardır kenarda bekleyen Cihan'ı derbiye çıkarttı.
Yani, Fener'in orta sahasına iki acı biber atıp, ağzını yaktı.
Bu da Terim farklılığı!
***
LUCESCU'nun her şeyine saygı duyuyorum. Kişiliğine, bilgisine, kariyerine her şeyine...
Ancak, Trabzon maçından sonra söylediklerine pek katılmıyorum.
8 kişi eksiktik.
Evet, toplam 8 sakat ve cezalı futbolcusu vardı Beşiktaş'ın.
Bunu herkes gibi ben de yazdım.
Ancak, Beşiktaş, Trabzon'da 8 değil 9 eksikle oynadı.
Trabzon'da sevgili Lucescu da yoktu.
Yazının Devamını Oku 10 Mart 2003
<B>BEŞİKTAŞ</B>, oyunun genelinde sahanın hiçbir bölgesine klasik kimliğini taşıyamadı... Pas hataları tempoyu düşürürken, Beşiktaş'ın pozisyon sıkıntısı her geçen dakika daha da belirginleşiyordu. Lucescu, orta sahayı 6 kişilik bir blokla kontrolü tercih etmesine karşın, Beşiktaş yine de bu kalabalık alanda egemenliği Trabzonspor'a kaptırıyordu.
Böylesine sığ ve etkisiz oyunun elbette bir nedeni olmalıydı... İlk yarıda rakip kaleye ancak 20. dakikada gidebilen ve her hücum hevesi başlamadan sönen Beşiktaş, lidersiz oynamanın sancılarını çekiyordu.
Her hatalı pas veya etkisiz bir atak girişimi akıllara Sergen'i getiriyordu. Oysa, Sergen'in kenarda beklediği dakikalarda Giunti bu göreve soyunabilirdi. En azından böyle bir sorumluluğu yüklenecek bir özveriye yönelebilirdi. Giunti'de bu kükreyişi göremedim...
* * *
Lucescu'nun ikinci yarıya Niyazi ile başlaması, herkes gibi beni de değişik duygulara götürdü. Acaba Lucescu, öncelikle tek puanın hesaplarını mı yapıyordu? Ya da 3 puanlık golü, rakibin bir anlık gafletinde mi arıyordu? Lucescu ancak 59. dakikada Sergen'i oyuna alırken, Pancu ile Kaan Dobra'yı yine genelde orta saha bloğunda tutarak, İlhan Mansız'ı tek forvet olarak kullanıyordu.
Oyunun bütününde Beşiktaş'ta iyi oynayanların bir listesini çıkartmayı denedim. Kalede Cordoba aklıma gelen ilk isimdi. Listeye adını yazabileceğim bir başkasını bulamadım. Belki Ronaldo diğerlerinden biraz farklıydı. Yine de belirli bir çizginin üzerine çıkamıyordu.
Ve birara son haftalarda Beşiktaş'ta kaybolmaya yönelik değerleri düşünmeye başladım. Alıştığım hızlı ve çabuk tempo yoktu. Rakibin egemenliğini kolayca kabulleniyordu. Ve en etkili silahı yardımlaşma-özveri arzulanan dinamizmde değildi.
* * *
Oyunun final bölümünde Beşiktaş'ın daha çok adamla rakip kaleye gidişi, sadece duygusal bir davranışın kırıntılarıydı. Yediği gole gelince, son haftalarda sıkça görülen basit savunma hatalarının bir tekrarıydı.
Maç bitiminde aklım bir soruya takılıp kaldı. Acaba, Beşiktaş'ta bir düşüş mü başlamıştı? Ancak bir gerçeği de tüm ayrıntılarıyla görebiliyordum.
Beşiktaş, Trabzon'a sakat ve cezalı 8 futbolcusundan yoksun gelmişti. Ve Lucescu elindeki kadroyla yetiniyordu. Bu da madalyonun bir diğer yüzüydü.
Yazının Devamını Oku 6 Mart 2003
<B>ÇABUK </B>oynayan ve düşündüğünü hemen uygulayan, sahanın her bölgesini aynı beceriyle kullanabilen güçlü bir rakibe yakalandı Beşiktaş. Özellikle oyunun başlangıç bölümünde, Beşiktaş'ı, ‘‘takım olabilme’’ farklılığına taşıyan özelliklerinin hiçbirini göremiyordum. Ve her geçen dakika, rakibin egemenliğinde boğulan bir Beşiktaş izlemenin şaşkınlığını herkes gibi ben de yaşıyordum.
Bu, Beşiktaş'ın ilk yarıdaki portresiydi. Şimdi oyunun genelindeki Beşiktaş'ı satırlara dökmek istiyorum...
Rakip, Beşiktaş'ı adeta ezberlemişti... Ve özellikle Gençler'in orta saha bloğu üzerindeki amansız baskısı, Beşiktaş'ın hücuma yönelik hevesini kolayca frenliyordu.
Ersun Yanal, ilk yarıda İlhan Mansız-Ahmet Dursun üzerinde katı bir markaj uyguluyordu. Ve aralarındaki diyaloğu keserek, Beşiktaş'ın en etkili silahını susturuyordu.
Beşiktaş savunma adamları Ronaldo ve Zago'nun oyuna katkı payları diğer maçlara oranla sınırlıydı. Rakip bu alanı da daraltarak, Beşiktaş'ın geriden oyun kurma isteğini engelliyordu.
Beşiktaş, oyunun final bölümünde ilk yarıya oranla daha farklı bir kimliğe bürünüyordu. Kaan'ın varlığı, sağ kanadı hareketlendiriyordu. Pascal'ın rakip savunma üzerindeki baskısı da İlhan Mansız'ın performansını en üst noktaya taşıyordu. Ve Beşiktaş, Mansız'ın golleriyle dengeyi sağlıyordu.
Beşiktaş, son maçlarda yakalandığı kolay gol yeme alışkanlığını dün gece bir kez daha yaşadı. Hele hele üçüncü Gençler golünde Beşiktaş savunma ailesinin toplu hatası tek kelimeyle bir faciaydı.
Bir başka faciaya da hakem İsmet Arzuman'ın yönetiminde tanık oldum. Oyunun başlangıç bölümündeki kararsız ve tutarsız davranışlarını maçın her dakikasına taşıdı. Oyunun tansiyonunu yükseltti ve her iki takım futbolcularını olumsuz yönde etkiledi.
Arzuman'ın kötü yönetimini Beşiktaş'ın yenilgisine bir neden olarak gösterebilirim. Ancak, oyunun en kritik dakikalarında sorumsuzca davranıp kırmızı kartla oyunu dışı kalan ve Beşiktaş'ı yalnız bırakan Pascal'ı da, en az Arzuman kadar suçlayabilirim...
Yazının Devamını Oku 4 Mart 2003
<B>22.HAFTAYI </B>rüzgar gibi solladılar. 3'ü de sakata gelmeden ve puan yitirmeden yeni bir haftanın eşiğine yanaştılar. 23.haftanın takviminde neler var?
G.Saray-F.Bahçe Trabzon-Beşiktaş
Ne dedin... G.Saray-F.Bahçe mi?
Öyleyse, geç 22. haftayı koş derbiye...
Raiting düşkünleri, eyyamcılar iş başına.
Neden rahat oynatmazlar şu derbiyi.
Neden çomaklarlar.
Neden kızartırlar ezeli rekabeti.
Neden karartırlar ezeli dostluğu.
Başladılar bile...
4Şu Fener'den cacık bile olmaz.
4Boş bırakırsan doldururlar arkayı.
Bu maçı kim yönetmeli?
Ahmet, Mehmet, Niyazi...
Hiçbiri yönetemez.
Niçin?
Ahmet G.Saray düşmanı. Mehmet de F.Bahçe...
Ya Niyazi?
Mümkün değil.
Neden?
Birilerinin adamı.
Ya seyirci ?
Gelemezler gidemezler. Keseriz biçeriz.
Neden?
Onlar da bizi kesmişti...
Yeneceğiz. Vuracağız. Öldüreceğiz...
İşte yaşayan en eski ve ezeli dostluk.
Bu hale getirenler utansın!
***
GEÇTİĞİMİZ hafta F.Bahçeli Hakan Bayraktar üzerinde yoğunlaşan çelişkili yorumlar ilgimi çekti. Her birini dikkatle okudum.
Kiminde Hakan Bayraktar mükemmeldi.
Kiminde berbat.
Bazılarına göre, artık bu yerin değişmez adamıydı.
Kimine göre, takımda yeri yoktu.
Merakımı gidermek için Sadi Kemal Yaşar aracılığı ile Hakan Bayraktar'a ulaştım ve maç performansını sordum... İşte söyledikleri...
İlk yarıda kötü, ikinci yarıda iyiydim. Maçtan önce Oğuz hocam görev verirken, bana laf arasında sevmediğim mevkide oynayacağımı duyurdu. Elimden geleni yaptım. Maç sonrası da Fatih'e gittim ve şöyle dedim... Gel artık yerine ve oyna...
İşte Bayraktar'dan samimi itiraflar...
***
VE Kocaeli maçından sonra G.Saray'ı içeren, ilginç bir yorum okudum.
Satırına bile dokunmadan, aynen aktarıyorum...
Bu üretim asla Terim imzalı olamaz. Acaba, mutfakta başka biri mi var.
Bu ilginç yorumla yazımı noktalıyorum. Ve yeni haftayı merakla bekliyorum...
Acaba, hangi Büyüğün başını yiyecek?
Yazının Devamını Oku 3 Mart 2003
<B>BEŞİKTAŞ</B>, farkı yakaladığı dakikalarda beklenmedik konsantrasyon kaybına uğruyor. Tempoyu düşürüyor, oyun disiplininden kopuyor ve yardımlaşma özelliğini kaybediyor. Dilim varmıyor söylemeye... Yine de şımardıklarını hatırlatmadan geçmeyeceğim.
İkinci Göztepe golünde, 40 metreden gelen topu Cordoba'nın donuk bakışlarla izleyişi, tepeden tırnağa bir ciddiyetsizlik örneği değil miydi?
Üçüncü Göztepe golünde, Beşiktaş savunma ailesinin rakibe çizgi halinde yakalanması ve defans derinliğini yitirmesi, yine benzeri bir ciddiyetsizliğin uzantısı değil miydi?
Lucescu'nun ilk yarı sonunda Ronaldo'yu oyundan alışını hiç yadırgamadım. Prag maçının kahraman adamı, dün gece hatalarla dolu bir 45 dakika geçirdi. Oyun hevesi sıfırdı, zoraki adımlarla koşuyordu ve savunma bütünlüğünü bozuyordu.
* * *
Böylesine farklı bir skoru yakaladığı maçta Beşiktaş'a daha fazla yüklenmek istemiyorum.
Ayıp olur... Hemen dönüyorum Beşiktaş'ın güzelliklerine... İlhan Mansız'ın golü, müthiş bir vuruş tekniğiyle özgüvenin kolkola girdiği bir pozisyondu.
Giunti, tek pas oynamaya bayılıyor. Abartılı hareketlerden hep kaçıyor. Ve arkadaşlarının da aynı davranışı tekrarlamasını istiyor. Ancak, verdiği topu alamayınca, soğuyor ve oyundan kopuyor.
Yasin, dün pozitif bir gece yaşadı. Çabuk oynamayı denedi, rakibe bastı, hücumdan da hiç eksik kalmadı. Oyun hevesi tamdı...
Pascal mı? Fizik gücünü ekonomik kullandı. İyi de yaptı... Gerekli yerlere koştu, golü düşünürken sorumlu olduğu bölgelerde yardımlaşmadan hiç kaçmadı. Arzulu niyetini 90 dakikaya yaydı. Zaman zaman sinirlenmesi gereksizdi.
* * *
Lucescu'nun oyunun final bölümünü 3 forvetle oynaması, Beşiktaş'ın hücum performansını olumlu etkiledi.
Özellikle Ahmet Dursun-İlhan Mansız ikilisinin biraraya geldiği dakikalarda, atakların çabukluğunu ve çokluğunu herkes gibi kolaylıkla gözlemledim.
Lucescu savaştığı 3 cepheyi düşünerek, elindeki kadroyu ekonomik kullanıyor. Ve her bir futbolcusuna güvendiği için, bazı asları bir maç sonrasını düşünerek kulübede bekletiyor. Ahmet Dursun ve Zago, bunun en çarpıcı örnekleriydi. Beşiktaş, Göztepe karşısında sıkıştığı dakikalarda kolayca golü buldu. Bu da, Beşiktaş'ın dün geceki bir başka ilginç yönüydü.
Yazının Devamını Oku