10 Aralık 2003
Güzel birşeyler yazabilmek için ısrarla bekledim. Beşiktaş'ın atacağı bir golün aradığım güzellikleri getireceğine inanıyordum. Boşa geçen dakikaları bir kenara itiyorum... 44. dakikada Sergen-Yasin paslaşmasından Pancu'nun önüne sunulan o mükemmel pozisyon, sıralayacağım güzel kelimeler için bir başlangıç olabilirdi...
Pancu, önünde seken topu 2 adımdan dışarı atarken, tribündeki onbinler gibi iliklerimin boşaldığını hissettim. Bakın, Pancu'nun kaçırdığı fırsat oyunda neleri değiştirebilirdi?
Beşiktaş, ilk yarının son dakikasında kazanacağı olası bir golle, soyunma odasına inanılmaz bir moral ateşiyle koşacaktı...
İkinci yarıya daha rahat ve güvenli çıkacaktı. Ve Lucescu'nun teknik-taktik yönden daha sağlıklı düşünmesine yardımcı olacaktı...
En azından skor üstünlüğü ile Chelsea'nin huzurunu bozup, telaşa ve korkuya sürükleyecekti.
Pancu'nun harcadığı o pozisyon, tüm düşlerin uçup silindiği andı.
Gördün mü sevgili Pancu... Kaçırdığın golün değerini?
* * *
Tüm rakamların ve istatistiklerin Chelsea'yi egemen kıldığı oyunda, Beşiktaş'ı kim coşturabilirdi...
Tribünlerin ‘‘Sergen’’ diye tuttuğu tempo, bir bakıma büyük ustaya sarılışın, ondan birşeyler beklemenin sesli mesajıydı...
Oysa, yanındaki İlhan Mansız yine beklenen performansın çok uzağındaydı. Kaan Dobra'nın aklı hücumda, kendi savunmadaydı. İbrahim'in soldan kaçışları, bir saman alevini andırıyordu.
Yine de herkes koşuyor ve boğuşuyordu Beşiktaş'ta... Ama Chelsea'yi oyundan düşürecek, dağıtacak tek bir pozisyon yaratamıyordu.
* * *
Herkesin birbirine Prag'daki Sparta-Lazio maçının skorunu sormasının anlamı ne olabilirdi...
Umutların yavaş yavaş tükendiği anlarda bile, gelecek sürpriz bir gol, yine de herkesin beklentisiydi.
Ancak ardı ardına yenilen 2 gol ve Prag'dan gelen haber her şeyin sonuydu.
Beşiktaş umutla geldiği Arena Stadı'ndan onbinlerle birlikte hüzünle ayrılıyordu.
Şampiyonlar Ligi'nde kısmet buraya kadarmış.
Dilerim, Beşiktaş aradığı başarıyı UEFA Kupası'nda yakalar.
Yazının Devamını Oku 9 Aralık 2003
<B>CUMARTESİ </B>günü, <B>Fatih Terim'</B>in açıklamasına kulaklarım inanmadı... Ligden uzaklaşıyoruz, yarıştan kopuyoruz.
Acaba, bu bir öfkenin ve kızgınlığın duygusal tepkisi miydi?
Yoksa, tüm umutlarını yitirmenin bir haykırışı mı?
İkisi de Terim'den hiç duymadığım bir söylemdi. Ve yadırgadım.
Ligin ilk dönemi bitmeden, üç puanlık bir yarışta beyaz bayrak açmak, Terim'in hırs ve inadı ile hiç bağdaşıyor mu...
İmparator böyle söylediyse, acaba bir bildiği mi var...
Ya da dilinin ucuna gelip de, söyleyemediği gerçekler mi...
Bugün bunu söyleyen Terim, bir başka gün dilinin ucuna geleni elbette haykıracak. Bir gün mutlaka...
Şimdi iğneyi batırdı, bir başka gün çuvaldızı.
Ve o gün gerçekleri göreceğiz ve öğreneceğiz...
***
VE Başkent'te farklı bir Fener...
Hooijdonk'un kafa golü ile moralman güçlenen ve nefis frikiği ile fark kapılarını açan Fener.
Bu galibiyetin elbette bir anlamı olmalı.
Soruyorum...
F.Bahçe, Başkent'te puan yitirseydi, gelecek haftalara böylesine iddialı ve sağlıklı bakabilir miydi?
Olası bir beraberlikte bile, Beşiktaş ile arasında doğacak puan farkını kapatabilecek güç ve morali tekrar yakalar mıydı?
Ve merak ediyorum...
Bir yenilgide Christoph Daum'un tepkisi nasıl olurdu...
Acaba, Terim gibi mi konuşurdu.
Ligden ve yarıştan kopuyoruz.
Asla ve asla böyle söylemezdi. Çünkü, Daum'un bir eli yağda, bir eli balda. Bir dediği iki olmuyor.
Bekleyin göreceksiniz. 20 Aralık ile 20 Ocak arası, F.Bahçe bir yeni yıl paketi açıyor.
Yeni isimler ve sürpriz transferler geliyor.
Terim ise, eli kolu bağlı kaderi ile boğuşuyor.
Nereden nereye demeyin...
Yeri geldi, söyleme gereğini hissettim. Hepsi bu.
***
BEŞİKTAŞ mı?
Kartal'da işler yolunda. Adanaspor maçında güç anlar yaşasa da, üç puanlık golü buldu.
Ve Sergen Yalçın yine sahnedeydi.
Attığı golün bir benzerini bir daha ne zaman görebiliriz. Sergen hayranlarına hak veriyorum.
Sergen'in attığı her gol, oynadığı her iyi oyun sonrası, sevgili Vedat Okyar'ın sözü aklıma geliyor...
Bu çocuk, sahaya iskemle atıp otursa, onu yine oynatırım.
Oysa, Sergen iskemleye oturup golünü atmadı.
Adana ceza sahası içine yatak serip, yattığı yerden golünü çaktı.
Bu da Sergen farkı!
***
ADIM ADIM ilk yarı sonuna yürüyoruz.
Bazı kişiler var ki, değerlerinden hiçbir şey yitirmiyor.
Aykut Kocaman gibi. Yılmaz Vural gibi...
İkisinin de ne gibi koşullarda çalıştığını herkes gibi biliyorum.
Beşiktaş maçında Yılmaz Vural'ın saha kenarındaki çırpınışlarını tebessümle izledim.
Kaderine terk edilmiş bir takımı kurtarmak için üstünü başını paralamasını üzülerek seyrettim.
Ve benzeri sıkıntıları yaşayan Aykut Kocaman'ın, G.Saray maçındaki üstün performansını gördükten sonra, İstanbulspor'un nasıl ayakta kaldığını daha iyi anladım.
İdealistleri hiçbir şey yıkamıyor. Ne ilgisizlik ne de parasızlık.
***
İLK yarının bitimine iki hafta kaldı. Beşiktaş ve F.Bahçe'nin maçlarını hatırlatmak istedim.
Beşiktaş, bu hafta Sebat maçına gidiyor. Diğer maçı iç sahada Rize ile.
F.Bahçe bu hafta Kadıköy'de Denizli ile kapışacak. Sonra Malatya deplasmanı var. Bu arada bir de Rize ile o malum maçı oynayacak.
Bu fikstüre göre, ilk yarıyı Beşiktaş lider kapar.
Ne dersiniz?
Yazının Devamını Oku 6 Aralık 2003
<B>SERGEN Yalçın </B>ve <B>İlhan Mansız</B>'ın kenarda beklediği, <B>Giunti </B>ile <B>Ronaldo</B>'nun dinlenmeye alındığı oyunda, forma giyenler kazanma hırsıyla doluydu. Sinan Kaloğlu ilk 11'de yakaladığı fırsatı iyi değerlendirmek için ilk 45 dakikayı hiç durmadan oynadı.
Koştuğu her bölgeden ceza sahasına bir pozisyon taşımanın çabasındaydı. Hiç yoktan yarattığı bir fırsatı direğe nişanlaması şanssız bir finaldi...
Acaba, topu bomboş bekleyen A.Hassan'a çıkarsaydı, olası bir golün yaratıcısı olmaz mıydı? Gözlerden kaçan bu bencil davranışında Lucescu'ya yakalandı. Ve ikinci yarıda makası yedi...
Beşiktaş'ta forma kapmanın ve kalıcı olmanın ne gibi koşullar gerektirdiğini zamanla öğrenecek genç Sinan...
Beşiktaş'ın ilk yarıda yakaladığı bir diğer pozisyonu A.Hassan kolayca harcadı. İlk yarıda iki ve ikinci yarının hemen başında İlhan Mansız'ın kullanamadığı bu net pozisyonlar, Beşiktaş'ı zora sürükleyen başlıca nedenlerdi...
* * *
Lucescu'nun İlhan Mansız'dan sonra Sergen Yalçın'ı da oyuna alması, gerekli bir değişimdi.
Kaybetme korkusu yüreklere yerleşince, Chelsea maçı unutuldu ve Lucescu tüm kozlarını sahaya sürdü.
Beşiktaş'ın tek kale oynadığı oyunda, Giunti'nin yokluğu özellikle orta sahada hep hissedildi. Ve bu ayrılık Tayfur'un performansını da etkiledi. Giunti'nin Beşiktaş için taşıdığı değer, oyunun her dakikasında çoğalarak yaşandı.
Sol kanatta İbrahim gerçek kişiliğine ulaşmadan oyundan alındı. Hiçbir katkısı yoktu, zamanı ve ayağına gelen topları boşuna harcadı. Sağda Okan, Lucescu klasiğine ve direktiflerine uyarak, savunma ve hücumu birlikte düşündü. Ve hücuma pek zaman ayıramadı.
* * *
Beşiktaş'ı yine Sergen kurtardı. Attığı gol akıl doluydu. Lucescu'nun, ona tanıdığı ayrıcalığı anlıyorum. Varlığı Beşiktaş'ın oyun karakterine farklı bir kişilik getiriyor.
Ve Lucescu, çözemediği veya Beşiktaş'ın terlediği bir oyunda, Sergen'i sahaya sürerek ‘‘ŞAH’’ diyor. Ve Sergen de işi bitiriyor. Dün gece de böyle olmadı mı...
Yazının Devamını Oku 2 Aralık 2003
Aklım, Lucescu'nun Fener derbisine sürdüğü onbire takılıp kaldı. <br> Tümer-Sergen yan yana oynuyor!
Ve yüreksiz Lucescu, bu cesareti Kadıköy cehenneminde gösteriyor.
Kendi adıma konuşuyorum... Bundan böyle Luca'yı eleştirirken yazacağım her kelime ve kuracağım her cümleye dikkat edeceğim.
Ve onu eleştirirken, doğru ve yanlışlarını kıyaslamadan, Luca'yı sehpaya doğru itmeyeceğim.
Daha daha...
Ve Lucescu'yu yazarken istatistiklere, rakamlara sırtımı çevirmeden, Beşiktaş gerçeğini hatırlayarak, eleştirimi insaf sınırları dışına taşırmayacağım.
Gerilere dönüp, bakıyorum...
Luca'nın Beşiktaş'ı, şimdiye dek hiçbir derbi kaybetmedi.
Luca'nın Beşiktaş'ı, şimdiye dek sadece bir derbide gol yedi.
Luca'nın Beşiktaş'ı, şimdiye dek oynadığı 50 lig maçında bir kez yenildi.
Luca'nın Beşiktaş'ı, şimdiye dek sadece iki kez arka arkaya iki lig maçında puan kaybetti. (Geçen sezon Göztepe- Trabzon, bu sezon Konya- F.Bahçe maçları)
Luca'nın Beşiktaş'ı, geçen sezon 14. haftada aldığı liderliği hiç bırakmadan sezon sonuna dek taşıdı ve şampiyonlukla süsledi.
Luca'nın Beşiktaş'ı, bu sezon 5. haftada yakaladığı liderliği, en yakın rakibinden 6 puan önde hala sürdürüyor.
*Ê*Ê*
İŞTE, böyle bir Beşiktaş yarattı Lucescu...
Ya, Beşiktaş'a kazandırdığı değerler?
Ligin en tempolu takımı.
Ligin en disiplinli takımı.
Ligin en istikrarlı takımı.
Ve güzel futbolun ilk adresi.
Daha daha...
Beşiktaş, spor sayfalarının manşetine sıçradı.
Beşiktaş, taraflı-tarafsız herkesin gönlüne girdi.
Ve bir Beşiktaş gerçeği doğdu.
*Ê*Ê*
BUNLARI hatırlamadan, Beşiktaş'a kazandırdığı değerleri es geçerek, Lucescu'yu eleştirmeyeceğim.
Ama yine de kafama takılanları, söylediğim gibi insaf sınırlarını aşmadan soracağım...
Şu derbide, öne geçtikten sonra Beşiktaş'ı 15 dakikalık F.Bahçe fırtınasından sağ-salim kurtarıp, karaya çıkartamaz mıydın?
Oyuna başlarken gösterdiğin cesareti kararında bırakıp, 1-0'ı bohçalayıp, kaçamaz mıydın?
Biliyorsun sevgili Lucescu...
Kabadayılığın bir raconu da kavgayı yerinde kesip, tüymektir.
*Ê*Ê*
DERBİNİN sonucundan çıkan gerçek nedir?
Şu görüş ağırlık kazandı...
Bu lig henüz bitmedi.
Biraz daha açalım...
Beşiktaş kazansaydı, yolun sonu görünürdü.
Kazanamadı, F.Bahçe'yi de ortak etti.
Başka ortak çıkar mı?
G.Saray, Trabzon ne güne duruyor...
G.Saray'daki revizyon bu yükü kaldırır mı?
Farklı bir hava getirebilir. Ancak, bu kadro ile zor.
Öyleyse, umutlar ocak ayında.
Ocakta neler olacak?
3 yerli transfer gerçekleşecek.
Kesin mi?
Yüzde yüz...
F.Bahçe'de bir değişiklik olabilir mi?
Elbette. O da ocakı bekliyor.
Bir transfer var mı?
Kesinlikle.
Nereye. Hangi bölgeye?
Son sözü Daum söyleyecek. Ama öncelikle kaleye...
*Ê*Ê*
LİGDEN haberler böyle.
Öyleyse önümüze bakalım...
İlk yarı sonuna dek Beşiktaş'ın önünde kimler var?
Adanaspor, Sebat (D), Rizespor.
F.Bahçe kimlerle kapışacak?
A.Gücü (D), Denizli, Malatya(D)
G.Saray'ın rakipleri?.
İstanbulspor (D), Trabzon, Elazığ (D)
İşte gelecek haftalarda 3 büyükleri bekleyen rakipler... Böyle bir takvime göre, ilk yarıyı Beşiktaş lider bitirir.
Tabii, beklenmedik bir virajda lastik patlatmazsa...
Yazının Devamını Oku 1 Aralık 2003
<B>BEŞİKTAŞ'</B>ın oyuna <B>Sergen-Tümer </B>ikilisiyle başlaması, <B>Lucescu'</B>nun skora yönelik yürekli ve kararlı bir davranışıydı... Pancu gibi çok koşan ve savaşan adamını kenara çekip, geniş bölgelerin sorumluluğunu Tümer'e bırakmanın başka bir anlamı olabilir mi? Üstelik iki kenar adamı Okan ile İbrahim'i F.Bahçe yarı alanında özgürce koşturan Lucescu'nun hücum ağırlıklı planı derbinin sürpriziydi.
İlk yarının 20 dakikalık bölümünde oyunu soğutarak, F.Bahçe'nin erken bir gol hevesini ve hızını kesti. Ve bu geçiş döneminde savunma ile orta saha bütünleşmesi rakibe, özellikle Serhat ile Tuncay gibi iki çabuk ve süratli adama koşacak alan bırakmaydı.
Hooijdonk, Ronaldo'nun kontrolündeydi...
Giunti ile Tayfur'un orta sahadaki tempolu oyunu da devreye girince, Beşiktaş ilk 45 dakikayı rakibe hiç pozisyon vermeden tamamladı.
* * *
Sergen'in frikik golü anlatılacak gibi değil. Topu, sanki eliyle kalenin üst köşesine bıraktı. Bu gol, Beşiktaş'ın, F.Bahçe'yi tüm hatları ile teslim alması için bulunmaz bir fırsattı. Moralsiz Fener'i yıkmanın ve dağıtmanın tam zamanıydı.
Ancak, tam tersi gerçekleşti... F.Bahçe'nin yarattığı 15 dakikalık müthiş fırtına, Beşiktaş'ın tüm dengelerini alt üst etti. Disiplinden koptu, sahayı ve kontrolü F.Bahçe'ye kaptırdı.
Soruyorum ve bir yanıt arıyorum... Bu dakikalarda acil bir değişiklik gerekli değil miydi? Fizik açıdan F.Bahçe'nin şahlandığı, Beşiktaş'ın sindiği dakikalarda sallanan orta saha için yeni bir kan gerekmez miydi?
Pancu'yu, oyuna almak için 75. dakikaya kadar beklemenin bir gereği var mıydı? Bu dakikalarda Lucescu'yu aradım. Beşiktaş'ı, bu kaostan çekip kurtaracak Luca'yı... Sanki, onun da eli kolu bağlanmıştı.
Dün geceyi düşünüyorum... Beşiktaş, hiçbir oyunda, rakibin 15 dakikalık rüzgarı ile tüm değerlerinden kopup uzaklaşmadı.
Ve hiçbir oyunda rakibin bir anlık kükreyişi ile panikleyip, ardı ardına iki şok gol yemedi.
Her şeye karşın Beşiktaş'ın, Saracoğlu Stadı'nda aldığı tek puana büyük değer biçenler çıkabilir. Ancak ben, aynı görüşte değilim. Rakibin bir kaç dakikalık rüzgarına teslim olmamalıydı Beşiktaş. Ve öne geçtiği bir derbide aklını ve avantajını kullanarak, böyle bir fırsatı kaçırmamalıydı. İşte, bunun için tek puana sevinenlere katılmıyorum...
Yazının Devamını Oku 27 Kasım 2003
<B>LUCESCU, </B>bu maçın nasıl oynanması gerektiğini Beşiktaş'a iyi anlatmış... Öncelikle kafalardan fantaziye yönelik tüm davranışları silip atmıştı Lucescu. Ve kazanmanın ancak koşarak, savaşarak ve de yardımlaşarak gerçekleşeceğine Beşiktaş'ı inandırmıştı...
Zafer, sanki Beşiktaş'ın avucunun içindeydi. Ve maç ikinci yarının hemen başında bitebilirdi. Sergen'in, İlhan Mansız'a hazırladığı nefis pozisyon, Lazio'nun ipini çekmek için bulunmaz fırsattı.
İlhan Mansız ne yaptı? Ayağına ikram edilen topu, kaleci Perruzi'nin ellerine yuvarladı. Adeta biten bir maçı tekrar başlattı. Ve benzeri bir Chelsea destanına koşan Beşiktaş'ı beklenmedik bir kaosun içine sürükledi. Bir çuval inciri berbat etti.
*Ê*Ê*
Notlarıma bakıyorum... Özellikle ilk yarıda savunmada hiçbir falso yapmadan oynayan Beşiktaş, Lazio'nun tüm gol girişimlerini önleme başarısını göstermiş... Lazio'yu, sahanın etkisiz bölgelerine iterek, rakibi kalesinden uzak tutmuş...
Yine notlarımda Emre ve Ronaldo savunmada üstün bir performansla oynamış... Ve bir büyük usta Sergen'in yarattığı penaltı pozisyonuyla kazanılan gol, Beşiktaş'ı hem skor, hem de moral açıdan Lazio'dan koparıp ayırmış...
Kazanmak işten bile değil. Yine dönüyorum, Mansız'ın kaçırdığı pozisyona. Yani, maçın kırılma noktasına... Hatırladıkça, herkes gibi dövünüp kızacağım. Ve böylesine kolay bir fırsatın nasıl kaçabileceğini hep düşünerek bulmaya çalışacağım.
*Ê*Ê*
Beşiktaş'ın yediği golde Cordoba'yı suçluyorum. Eline değen topu tokatlayarak rakibe ikram etmek, Cordoba gibi bir kaleciye hiç yakışmadı. Bu golden hemen sonra Beşiktaş'ın Lazio ile iki yılda oynadığı dört maçta yediği 6 golü gözlerimde canlandırdım. Her biri hata golüydü. Her biri basit ve yenmeyecek gollerdi. İşte, dünkü gol de bunlardan biriydi. Çok yazık oldu...
Ve bu gol, Beşiktaş'ın egemenliği Lazio'ya kaptırdığı dakikaların başlangıcıydı. Oyun disiplininden uzaklaşmasının ve maçtan kopmasının başlıca nedeniydi. Bir emeğin harcanmasıydı.
Sergen, Ronaldo ve Emre'ye ayrı bir paragraf ayırmak istiyorum. Hele hele şahane oynayan Sergen'e. Ve kenardaki yönetmen Lucescu'ya... Her birini kutluyorum.
Ben, kazanılan tek puanı beğenmiyorum. Ve kaçan bir galibiyet için hem üzülüyorum, hem de kızıyorum.
Yazının Devamını Oku 23 Kasım 2003
<B>SERGEN, </B>farklı düşünen ve yorumlayan bir kişilik... Sahada herkesten farklı bir beyin taşıyor. Beşiktaş'ın beraberlik golünde, <B>Pancu'</B>ya yarattığı pozisyon, bir düşünce harikasıydı... Bu da Beşiktaş'ın koca 90 dakikada yaşadığı tek güzellikti. Golden hemen sonra bir ara elimdeki listeye baktım. Cordoba, A.Hassan, Giunti ve Tümer... Her biri kenarda oturuyordu.
Lucescu'nun tercihlerine saygı duyuyorum. Zengin ve yetenekli kadrosunu lig ve Avrupa kupasını hesaplayarak, ekonomik kullanıyor. Doğrusunu yapıyor Luca...
Benim, minik itirazım sadece Giunti ile ilgili. Onu, Tayfur'un yanından çekip almak, Beşiktaş'ı genelinde etkiliyor ve sarsıyor.
Dün gece bu gerçeği tüm ayrıntılarıyla bir kez daha yakaladım. Giunti-Tayfur ikilisi, savunma-orta saha bütünleşmesinde inanılmaz bir etkinlik yaratıyor. Birinin kenarda beklemesi, Beşiktaş klasiğinde derin yaralar açıyor.
Oyunun genelinde Zago ile Ronaldo gibi iki önemli taşın beklenen performansın altına düşmesinin ana nedeni de, bu ayrılıktan kaynaklanıyordu.
H H H
Ahmet Dursun'un oynadığı dakikalarda İlhan Mansız'ın yokluğunu herkes gibi hissettim. Ve Ahmet Dursun'un oyunda kaldığı her saniyenin Beşiktaş kadar, kendine de zarar getirdiğini yine herkes gibi kolayca görebildim.
Bunu Lucescu da hissetti ve Ahmet'i kenara alarak, Sinan Kaloğlu-Ahmed Hassan ikilisiyle hücuma etkinlik getirmeyi düşündü.
Bu nöbet değişikliği Beşiktaş'ın silik portresine bir canlılık getirdi mi? Asla getirmedi...
Bilinen klasik ve güçlü değerlerini sahaya yansıtmasını sağladı mı? Kesinlikle sağlamadı...
Öyleyse Beşiktaş, yüksek tempoyu yakalamadığı ve kişiliğini rakibe kabul ettiremediği maçlarda beklenmedik bir kargaşada boğulup kayboluyor.
H H H
Bunun en canlı örneğini dün İzmir'de Konyaspor maçında yaşadım. Pancu'nun beraberlik golünde Sergen'in yarattığı pozisyon dışında hiçbir fırsat üretemeyen... Ve tribünleri bile küstürecek derecede kısır ve verimsiz bir 90 dakikayı hovardaca harcayan Beşiktaş'ın kazanması, ancak bir şans golüyle gerçekleşebilirdi.
Beşiktaş, o şansı da yakalayamadı. Ve herkesin kolay gördüğü bir maçta 2 önemli puanı İzmir'de bıraktı. Bir gerçeği hatırlatmadan yazımı noktalamak istemiyorum. Konyaspor, Beşiktaş'ın adından korkmasaydı 3 puanı alması işten bile değildi.
Yazının Devamını Oku 11 Kasım 2003
Bir sarı kart hadisesi koca bir lig haftasını esir aldı. Ekranlar ‘sarı’ya boyandı, manşetler sarı sarı bağırdı... Ve kulaklar federasyondan çıkacak karara dikildi!
Elimiz mahkum, panoramaya bizler de bir şeyler yazacağız. Didiklenmedik yeri kalmadı ki. Neresinden tutsam, nesini yazsam...
Diyorum ki...
Rizesporlu Victoria, örnek bir davranışla Ali Aydın'ı uyarsaydı...
Hocam, bu benim ikinci sarı kartım. Neden sahadayım?
Ve Ali Aydın, bu uyarı ile Victoria'yı oyundan atsaydı. Neler olurdu?
Victoria, oyunun üzerine çıkar, tartışmasız Fair-Play ödülüne aday gösterilirdi.
***
BU, hadisenin tinsel, yani, manevi ve duygusal yönü. Şimdi lafım, Victoria'ya...
Hadi, o anda oyunun heyecanı ile böylesine olgun bir düşünceye yönelemedin. Fair-Play aklından bile geçmedi... Olaya daha farklı bir yorum getiremez miydin?
Sporcu dediğin zeki olmalıdır. Hele futbolcu dediğin?
Öyleleri vardır, kafalarında kırk tilki dolaşır...
En kralına şapkayı ters giydirirler.
Biraz profesyonelce davranamaz mıydın?
Fair-Play adına değil de takımının menfaatine daha kurnaz olamaz mıydın?
Bu işi, milyonlarca insanın gözünden... Yüzlerce spor yazarının kaleminden... Ve TV görüntülerinden saklamanın mümkün olmayacağını düşünemez miydin?
***
VE gidip Ali Aydın'ı uyararak, kendini oyundan attıramaz mıydın...
Takımın son 4 dakikayı on kişi idare edemez miydi?
Yakaladığı 1-1'lik skoru koruyamaz mıydı?
Bu fırsatı kaçırır mıydı?
Böyle mi düşündün. Öyleyse, yanlış düşünmüşşün.
Bir şey söyleyebilir miyim....
Varlığın Rizespor'a hiçbir şey kazandırmadı.
Yokluğun çok şey kazandırabilirdi.
***
BU işe bulaştığımıza göre, gerisini getirelim...
Ali Aydın'ın başına gelenler, bir hakem şanssızlığıdır.
Geldi, Türkiye'nin en iyi hakemini yakaladı. Ancak, bazı gerçekleri görmemizi de sağladı...
Ali Aydın kıvıramaz mıydı?
İkinci sarı kartı Victoria'ya değil de bir başkasına gösterdiğini söyleyez miydi...
Örneğin, oralarda dolaşan Koray'a yıkamaz mıydı işi?
Maç sonrası sağdan soldan gelen baskılara uyup, tavır ve ifade değiştiremez miydi?
Bazı gerçekleri hasır altı etmek gibi bir şark kurnazlığına yönelemez miydi?
Hiçbirini yapmadı.
Aydın, kafasını tüm bulanıklıklardan uzak tuttu ve çıkıp konuştu.
Hatalıyım, hatamı çekmeliyim.
İşi daha da ileri götürüp, noktayı koydu...
Hakemliği bırakabilirim...
***
Şimdi bir soru... Bir anket düzenlense ve şu soruya yanıt aransa...
Aydın hakemliği bıraksın mı, bırakmasın mı?
Bırakmasın diyenlerin fark yapacağına kalıbımı basarım.
Bu millet hakemlerine kızar ama...
İnandıklarını yarı yolda bırakmaz. Öyleyse, devam sevgili Ali Aydın...
Yazının Devamını Oku