Güzel birşeyler yazabilmek için ısrarla bekledim. Beşiktaş'ın atacağı bir golün aradığım güzellikleri getireceğine inanıyordum.
Boşa geçen dakikaları bir kenara itiyorum... 44. dakikada Sergen-Yasin paslaşmasından Pancu'nun önüne sunulan o mükemmel pozisyon, sıralayacağım güzel kelimeler için bir başlangıç olabilirdi...
Pancu, önünde seken topu 2 adımdan dışarı atarken, tribündeki onbinler gibi iliklerimin boşaldığını hissettim. Bakın, Pancu'nun kaçırdığı fırsat oyunda neleri değiştirebilirdi?
Beşiktaş, ilk yarının son dakikasında kazanacağı olası bir golle, soyunma odasına inanılmaz bir moral ateşiyle koşacaktı...
İkinci yarıya daha rahat ve güvenli çıkacaktı. Ve Lucescu'nun teknik-taktik yönden daha sağlıklı düşünmesine yardımcı olacaktı...
En azından skor üstünlüğü ile Chelsea'nin huzurunu bozup, telaşa ve korkuya sürükleyecekti.
Pancu'nun harcadığı o pozisyon, tüm düşlerin uçup silindiği andı.
Tüm rakamların ve istatistiklerin Chelsea'yi egemen kıldığı oyunda, Beşiktaş'ı kim coşturabilirdi...
Tribünlerin ‘‘Sergen’’ diye tuttuğu tempo, bir bakıma büyük ustaya sarılışın, ondan birşeyler beklemenin sesli mesajıydı...
Oysa, yanındaki İlhan Mansız yine beklenen performansın çok uzağındaydı. Kaan Dobra'nın aklı hücumda, kendi savunmadaydı. İbrahim'in soldan kaçışları, bir saman alevini andırıyordu.
Yine de herkes koşuyor ve boğuşuyordu Beşiktaş'ta... Ama Chelsea'yi oyundan düşürecek, dağıtacak tek bir pozisyon yaratamıyordu.
* * *
Herkesin birbirine Prag'daki Sparta-Lazio maçının skorunu sormasının anlamı ne olabilirdi...
Umutların yavaş yavaş tükendiği anlarda bile, gelecek sürpriz bir gol, yine de herkesin beklentisiydi.
Ancak ardı ardına yenilen 2 gol ve Prag'dan gelen haber her şeyin sonuydu.
Beşiktaş umutla geldiği Arena Stadı'ndan onbinlerle birlikte hüzünle ayrılıyordu.
Şampiyonlar Ligi'nde kısmet buraya kadarmış.
Dilerim, Beşiktaş aradığı başarıyı UEFA Kupası'nda yakalar.