Korkut Göze

Şımarmak yok

24 Ocak 2004
<B>YAKALADIĞI</B> değerlerin hiçbirini yitirmeyen bir Beşiktaş... Güzel futbolun ilk adresi, istikrarın sembolü ve takım olabilme özelliğinin tek sahibi... İlk yarıyı yenilgisiz bitirirken, en çok gol atan ve en az yiyen takım unvanını da yakalayan Beşiktaş, ligin final bölümüne nasıl giriyor?

Öncelikle Lucescu klasiği, Beşiktaş'ı sisteminde belirgin bir değişikliğe veya maceraya sürüklemeyecek.

Luca, gol yollarında yine tek santrofor vce arkasında iki forvet koşturacak. Ve ‘‘korkak’’ diyenlere, tabelayı göstererek, Beşiktaş'ın en çok gol atan takım kimliğini hatırlatacak.

Ve Beşiktaş'ı ikinci yarı öncesi düşüncelere sürükleyen bir soru...

İlk yarının özellikle son haftalarında savunmanın yaptığı bireysel ve beklenmedik hatalar, Beşiktaş'ta bir sorun yaratır mı?

Yada, Lucescu'nun en sağlıklı ve güvenilir bölgesinde yaşanan performans kaybı, Beyiktaş'ın istikrar tablosunu tehlikeli boyutlara sürükler mi?

Fark kapanmaz

Lucescu
gibi deneyimli bir teknik adamın, Beşiktaş'ı sistem ve oyun bütünlüğünde büyük önem taşıyan bu bölgeyi, süratle eski sağlığına kavuşturacağına inanıyorum.

Ve ligin final bölümünde, en yakın rakibiyle 8 puanlık farkın kapanmasına izin vermeyeceğini de biliyorum.

Yaklaşık onbeş günlük bir süreçte Beşiktaş idmanlarını saha kenarından izliyorum. Lucescu, Beşiktaş'ı sadece fizik açıdan değil, psikolojik yönden de sıkı bir denetim altında tutuyor.

Ve ‘‘benim çocuklarım akıllıdır’’ derken futbolculara güvenini de her fırsatta tekrarlıyor. Kendi kimliği kadar, futbolculardaki yeni bir şampiyonluk hırsının da işini kolaylaştıracağını adeta haykırıyor.

Sonuç... Her bir Beşiktaş'lı aradaki 8 puan farkın kapanmayacağını söylüyor. Ama Lucescu'nun ısrarlı uyarılarına da sımsıkı sarılıyor.

‘‘Şımarmak yok. Herşeye sıfırdan başlıyoruz’’
Yazının Devamını Oku

İlie ve zaman

15 Ocak 2004
<B>LUCESCU,</B> sahaya iki değişik onbir sürdü. Performansı merakla beklenen <B>Adrian İlie</B>'yi, <B>İlhan Mansız </B>ile yan yana görmek isterdim... Lucescu, Mansız'ı kenara çekti, İlie'yi oyuna aldı.

Bu ikiliyi sanki gözlerden sakladı. İlie için erken bir yorumun yanlışlığını düşünüyorum. Lucescu'nun idman reçetesi, İlie'yi özellikle Valencia maçına kadar farklı ve sağlıklı bir performansa ulaştırır.

Yoksa, Lucescu gibi deneyimli bir teknik adam, İlie'nin transferi ile riskli bir davranışa veya maceraya yönelmezdi...

Ve hemen akla gelen bir soru... Adrian İlie kadroya girerse, Lucescu hangi yabancıyı tribüne yollar? Faturayı Zago'ya kesenler çoğunlukta. Yine de Lucescu'nun huyunu bilenler, Rumen hocanın savunma kurgusuna pek dokunmayacağına inanıyorlar. Tercih Luca'nın...

* * *

Beşiktaş dün gece bilinen değerlerini yakalayamadı. İki değişik kadronun uyum zorluğu çektiğini kolaylıkla gözledim.

Ancak, iki adam ligin final bölümü için şimdiden müjdeler verdi. Biri Pancu, diğeri İlhan Mansız...

Pancu, oyunda kaldığı sürece sahanın her bölgesinde iş aradı, baskı yaptı, adam kovaladı. Lucescu'nun, Pancu'dan asla vazgeçmeyeceğini rahatlıkla söyleyebilirim.

Ve İlhan Mansız... Oyunun ilk yarısında Beşiktaş'ın Pancu gibi en hareketli adamıydı. İyi yerlere kaçtı, hep arayış içindeydi, toplu ve topsuz oyunda olumlu bir performans gösterdi.

Beşiktaş savunması oyunun ilk 45 dakikalık bölümünde rakibe pozisyon vermedi. Bunda Ronaldo faktörü elbette önemliydi. Ronaldo'nun çıkışı, Beşiktaş savunmasında dengeleri bozdu. Ve iki kolay gol yedi...

* * *

Ve Okan Koç'un Beşiktaş'a ısınacağı günleri herkes gibi sabırla bekliyorum. Genç Okan'ın oyuna uzaktan bakışına, sağ kanatta adeta gizlenmesine bir anlam veremiyorum.

Oyuna katılmadığı ve uzaklardan izlediği sürece, Lucescu'nun isteklerine karşılık veremeyeceğini de herkesten iyi biliyorum.

Beşiktaş, dün bir özel maç oynadı. Ve söylediğim gibi değişik kadronun uyum zorluğu, Beşiktaş'ın klasik değerlerini sahaya yansıtmasını engelledi.

Yenilgi, kimseyi yanıltmasın... Beşiktaş, gerçek kimliği ile pek yakında yine karşınızda olacak...
Yazının Devamını Oku

Şimdi sıra bende

12 Ocak 2004
Malatyaspor'un yeni çalıştırıcısı, ‘‘Yıllarca emek vererek yakaladığım şu güzel ismin, Şifo'nun yıkılışına izin vermeyeceğim. Bu alemde yeni bir yüz olacağım. Lucescu'nun elinde Beşiktaş tarihinin en geniş kadrosu var. Avrupa'da tur atlamalıydı’’ dedi. BELEK'te fırtınalı bir gün... Rüzgar, sanki elinde bir kırbaç, Topkapı Oteli'nin duvarlarını dövüyor.

Lobinin bir köşesinde eski bir dost, Şifo'yu görüyorum...

Bakışıyor ve konuşuyoruz...

- Sevgili Şifo, dünya ne küçük.

‘‘Kalpler bir olunca, daha da küçülüyor sevgili abiciğim.’’

Ve bir söyleşi başlıyor iki eski dost arasında...

‘‘Malatyaspor'la bir haftadır kamptayız. Lige koşan, savaşan ve kupaya göz diken bir takım hazırlıyorum.’’

- Hayırlısı Şifo. Önce kendini anlat?

‘‘İşime dört elle sarıldım. Biliyor musun, bu ülkede iki yerli teknik adam, mesleğinde belirli bir çizginin üzerine çıktı. Taştı adeta...’’

- Kim bunlar?

‘‘Biri Fatih Terim, diğeri Mustafa Denizli.’’

- Anlat Şifo, dinliyorum...

‘‘Herkes, yıllardır gündemi bu iki teknik adam üzerinde yoğunlaştırıyor. Ben, yeni bir yüz yeni bir çehre olmak istiyorum.’’

- Dilerim, başarırsın...

‘‘Elim mahkum. Futbolcu olarak belirli bir yerlere geldim. Şimdi, herkes merak ediyor. Şifo, teknik adam olarak neler yapacak.’’

- Merak ediyorum Şifo.

‘‘Kaybetmeyeceğim, yenilmeyeceğim. Yıllarca emek vererek yakaladığım şu güzel ismin, Şifo'nun yıkılışına izin vermeyeceğim. Yeni bir yüz yeni bir çehre olacağım.’’

***

- Şifo, gel biraz maziye dönelim. Hani, ne diyorlar, nostaljik takılalım...

‘‘Beşiktaş'tan mı konuşalım?’’

- Neler düşünüyorsun Lucescu için?

‘‘Elinde, Beşiktaş tarihinin en geniş kadrosu var. Bu kadro ile ligi götürür. Ama Avrupa'da bir üst tura çıkmalıydı.’’

- Kötü şans... Son saniye golü bir yığın emeği alıp götürdü.

‘‘Öyle oldu. Şans faktörü, bu işte etle tırnak gibi... Şans, omuz vermezse bir yerlere tırmanamazsın.’’

- Şifo, ikinci yarının 5. haftası için neler düşünüyorsun?

‘‘Ne var 5. haftada?’’

- Beşiktaş, Malatyaspor'un konuğu olacak. Ne yapacaksın?

‘‘Elbette yenmek için tüm birikimlerimi seferber edeceğim.’’

- Bir soru sevgili Şifo. Maç bitti, kazandın ve evine gittin. Kendinle başbaşasın. Yatağa uzandın, derin bir nefes aldın. İçin ‘‘cız’’ eder mi?

‘‘Beşiktaş, benim gönlümün takımı. Bir yerlere gelebildiysem... Adımın başına bir lakap alabildiysem... Bunların her biri Beşiktaş'ın bana armağanı.’’

- Evet Şifo, daha soruma yanıt vermedin. İçin ‘‘cız’’ eder mi?

‘‘Yeter abiciğim, konuşturma beni.’’

***

- Bir soru daha. Ilie için düşüncelerin?

‘‘Onu G.Saray'dan tanıyoruz. Klas adam, iyi ve yararlı bir transfer.

- Hep tartışıldı. Şifo-Sergen yan yana oynar mı diye?

‘‘Oynadık ve şampiyon olduk.’’

- Sergen-Tümer yan yana olur mu?

‘‘Niye olmasın. Futbol, kalite adamlarla oynanır.’’

- Peki, şimdi bir teknik adamsın. Samimi bir yanıt bekliyorum. Şifo-Sergen ve Tümer'i kendi takımında yan yana getirir miydin?

‘‘İçlerinden biri sakat değilse, ayakları yere basıyorsa, bu üçlüyü yan yana getirmeyene ne derler...’’

- Anlıyorum Şifo. Sana yeni görevinde başarılar diliyorum. Ve bu alemde yeni bir yüz yeni bir çehre olarak görmek istiyorum.
Yazının Devamını Oku

Terim gerçeği

30 Aralık 2003
Dillerine doladılar. ‘1.5 yılda 29 futbolcu transfer etti’ diye. 17 futbolcuyu çaresizlikten sıfır maliyetle aldığını söylemekten niye kaçınıyorlar. Abdullah’ın, Baliç’in ve benzer transferlerin ardında bu gerçek gizli değil mi? KONUŞACAĞI günü herkes gibi merakla bekledim.

Oysa, o hep G.Saray etiğine saygı ile yaklaştı ve konuşmadı.

Damarına bastılar, çıldırttılar...

İnsaf sınırlarını aştılar... Başarı belgesini bir iki laf ve kalemde karalayıp yırttılar.

Kızdı mı?

Gözleri yuvarlarından fırladı. Kaşını oynattı, dudaklarını ısırdı...

Dilini yuttu, konuşmadı.

Hep, G.Saray etiğini hatırladı.

Hani, ‘‘Büyüklerimi sayarım, küçüklerimi korurum’’ örneği...

Oysa, birilerinin gırtlağına sarılabilirdi.

Milan'da Rui Costa'nın boğazına bastığı gibi...

Öyle yapmadı!

Futbolcusunu korudu, başkanını saygı ile andı.

Dertlerini, sıkıntılarını dillere düşürmedi.

* * *

SANKİ, kimlik değiştirdi.

Basit bir galibiyeti şişirdi, büyüttü, geleceğe umut yelkenleri açtı.

Oysa, bu kadronun G.Saray'ın beklentilerine yanıt vermeyeceğini herkesten iyi biliyordu.

İstifa çığlıkları bile onu konuşturamadı.

Bir gün konuşma hakkını kullanacak Terim. Mutlaka kullanacak...

Gerçekleri haykıracak, birileri ile hesaplaşacak.

O günü sabırla bekliyor.

Ben beklemeyeceğim. Bildiklerimi, gördüklerimi ve duyduklarımı yazacağım.

G.Saray'daki Fatih Terim gerçeğine biraz da olsa yaklaşacağım.

Ve Terim'in üzerindeki sis perdesini aralamaya çalışacağım.

* * *

1- G.Saray'a 1.5 yılda 29 futbolcu geldi. Terim, bu 29 futbolcunun 12'si ile zaman diliminde yollarını ayırdı. Şimdi, bir yanlış değerlendirmeyi gündeme taşımak istiyorum. Dedikodulara kulak vermeyin. Tam 17 futbolcunun G.Saray'a transferi sıfır maliyetle gerçekleşti. Söylendiği gibi milyon dolara değil...

2- Sadece Brezilyalı Felipe G.Saray'a 3 milyon dolara maloldu. Diğerlerinin ücreti 300 ila 500 bin dolar arasında değişiyordu.

3- Terim, hazırladığı her transfer listesinin, son sıradaki futbolcusunu almakla yetindi. Liste başı hiçbir futbolcunun transferi gerçekleşmedi. 3 veya 4.sıradaki futbolcunun yanına bile yaklaşamadı. Mesleğinin son dönemini yaşayan futbolculara sarılmasının nedeni başka ne olabilirdi?. Abdullah, Baliç ve benzerlerinin transferinin ardında, hep bu gerçekler gizli değil miydi?

4-Her ucuz transferde bir mucize aradı Terim... Ya tutarsa!

Ancak, o da bu işin zorluğunu biliyordu. Ama ekonomik koşullar, onu bir mucizenin peşinden maceraya sürükledi.

5-Kimileri Terim'in kariyerini bile tartışmaya başladı. İyi futbolcu seçemediği gündeme geldi. Aldıklarını geri gönderdiği eleştiri konusu oldu.

6-Böyle düşünenlere hatırlatmak isterim. Milan, sadece Rui Costa'nın transferi için 46 milyon dolar ödedi. Uyum sağlayamadığı için gözden çıkarttı.

7-Her şeyi sıfır bütçe ile başarmak zorundaydı. Böyle bir bütçe ile hem G.Saray'ı iddalı kılacak, hem futbolcusunu motive edecek hem de taraftarı tribünlere çekecekti.

8-Üzerindeki ağır sorumluluğu hafifletecek hiçbir olanağa sahip değildi. Teknik, ekonomik ve de sosyal açıdan eli kolu bağlıydı.

9-Oysa, bu konuda Beşiktaş ve F.Bahçe olağanüstü rahattı. Amaçladığı her transferi gönlünce bitiriyordu. G.Saray böyle bir yarışta yoktu. Yarışmaya kalksa da hemen saf dışı kalıyordu. Bir kenara itiliyordu. Okanç Koç ve Ahmed Hassan'ın transferinde olduğu gibi.

10-G.Saray'ın ekonomik yapısı, Terim'in sosyal yaşamını bile etkiledi. G.Saray'ın mali sıkıntılarla boğuştuğu bir dönemde Terim, herhangi bir eğlence merkezinde eğlenemezdi. Dostları ile bir restaurantta başbaşa yemek yiyemezdi. Çünkü, laf olurdu, dedikodusu yapılırdı. Terim'in sosyal yaşantısı değişti, sosyal özgürlüğü de sınırlandı.

11--Ve Terim'i, Cristoph Daum ve Lucescu gibi yabancılarla kıyaslamaya başladılar. Ne kadar yanlış bir değerlendirme... Onlar, her türlü özgürlükte koşarken, Terim, konuşma hakkını bile kullanamıyordu.

12-Sustukça üzerine geldiler. Oysa, Terim susmanın bir erdemlik olduğunu anlatmak istiyordu. Sorunları, G.Saray camiasının dışına taşırmak istemiyordu. Anlamayanlar, ‘Terim istifa’ diye bağırıyordu.

13-Olimpiyat stadı ayrı bir sorundu. G.Saray’ın puanlarını tek tek yiyiyordu. Maçlar Ali Sami Yen'de oynansaydı, G.Saray ilk yarıyı herhalde 5.sırada bitirmezdi. Bu bir tahmin değil. Futbolcuların yakınmaları bunu açıkça doğruluyordu.

‘‘Hocam bu stadda oynamaya ayaklarımız gitmiyor. Ne yapsak, oyuna motive olamıyoruz. Gerçek performansımızı gösteremiyoruz. Burası bizi yiyip bitiriyor.’’

14-Terim'in üzerindeki baskı, işin en kötü yönüydü. Sen Fatih Terim'sin. Her koşulda başarıyı yakalarsın. Bu ülkede ‘‘İdol’’sun.

Tüm camia böyle düşünüyordu. G.Saray'ı kurtaracak tek kişi gibi görüyorlardı Terim’i... Bu da Terim'i psikolojik açıdan etkiliyordu.

15-O, hala susma hakkını kullanırken, ben bir konuda eleştiri özgürlüğümü hatırlayarak, Terim'e bir soru yönelteceğim...

Acaba, işin başında bazı ilkeleri belirleseydi...

Ve rakamsal başarıların peşinde koşmayarak...

Genç bir kadro, yeni bir nefesle yeni bir G.Saray'ın yapısına ilk harcı atsaydı...

Özlenen G.Saray'ı yaratamaz mıydı?
Yazının Devamını Oku

Sergen ve Van Hooijdonk

23 Aralık 2003
Cumartesi gecesi <B>Sergen Yalçın'</B>i seyrettim. Tadı damağımda kaldı. <B>Olağanüstü bir teknik, süreklilik ve sağlıklı bir fizik performans. Şımarık çocuk, bir hafta Rize maçında oynamak için Lucescu'nun kapısını aşındırmış...

Ayak tarağından sakatmış... Dişleri dökülmüş, bir operasyon gerekliymiş... Hiçbiri oynamasını engelleyemedi...

Çünkü, kafa ve fizik açıdan hazırdı.

Mükemmel oynayacağını biliyordu.

Artık, işine dört elle sarılıyordu.

Beşiktaş'ı seviyordu.

Pazar gecesi Van Hooijdonk'u izledim. İş ahlakına hayran kaldım.

Olağanüstü bir kazanma hırsı.

Bitmez-tükenmez bir enerji.

Olağanüstü yardımlaşma duygusu.

Yahu, biri 32'ye koşuyor, diğeri 35'ini devirmiş.

Hadi,Sergen boşa geçirdiği yıllar için özür diliyor.

Ya diğeri.

O da, aldığı ücretin bedelini ödemek gibi asil duygularla boğuşuyor.

Sevgili futbolseverler... Lütfen, bu iki güzel adam için alkışlarınızı esirgemeyin...

Gönlünüzdeki takım kim olursa olsun.

***

VE
bir soru... Bu iki adam aynı takımda oynasaydı. Neler olurdu?

Öncelikle bir seyirci patlaması gerçekleşirdi.

Gişe hasılatları tavan yapardı.

Oynanan oyunun kalitesi artardı.

Van Hooijdonk, hayatının en görkemli paslarını alırdı.

Sergen, attığı o nefis topların boşa gitmediğini görerek sevinirdi.

Şimdi bir soru daha...

Frikikleri kim atardı?

Sergen mi, Hooijdonk mu...

Duyamadım, ne dediniz?

Hiç sorun olmazdı. Hangisi atsa, gol oluyor...

***

BEŞİKTAŞ,
yeni bir şampiyonluğa mı koşuyor?

Şimdilik en yakın rakip Trabzonspor. Ve aradaki fark 9 puan.

F.Bahçe ile 11'e çıktı.

Yani, bu lig bitti mi?

18 Ocak'ı bekliyorum.

Ne var 18 Ocak'ta?

F.Bahçe-Rize oynuyor.

F.Bahçe kaybederse, bu iş biter mi?

Beraberlik bile bitirir.

Sonra neler olur?

Tribünler boşalır. Ligin tadı-tuzu kaçar.

Tribün dedim, aklıma geldi.

Beşiktaş zirveye oynuyor, tribünler niye boş?

Üstelik, Beşiktaş taraftarı hem vefakardır hem de cefakardır.

Doğru.

Peki, bu boş tribünlerin anlamı ne?

Belki de bir gönül kırgınlığı.

Nasıl yani?

Hani, o bölünen tribünler var ya.

Ama bu bir para meselesi. Kazanç kaynağı...

Öyleyse, ya yardan vazgeçersin, ya da serden...

***

VE
ne zaman oynayacağı belirsiz bir adam. Adı Ahmed Hassan.

Beşiktaş'ın oynadığı 17 maçın 7'sinde ilk onbirde yer almış.

10 maçta sonradan oyuna girmiş.

Yani, ağız tadı ile bir doksan dakika tamamlamamış.

Attığı toplam gol adedi ise tam 10...

Lider Beşiktaş'ın en golcü adamı.

İlhan Mansız, Ahmet Dursun.
Ya da Sinan... Nerelerdesiniz.

Ve Ahmed Hassan'ın gözü krallıkta.

Zor mu?

Hooijdonk'un 13, Serkan'ın 12 ve Tuncay'ın 11 gol attığı bir ligde, Ahmed Hassan niye zirveye oynamasın? Oynamasına oynar da, Lucescu'yu nasıl atlatacak?
Yazının Devamını Oku

Sergen!

21 Aralık 2003
Beşiktaş, en sağlıklı ve güvenilir bölgesinde sıkıntılı geceler yaşıyor. Yediği goller, son haftalarda Beşiktaş savunmasında tekrarlanan hataların bir kopyasıydı. İlk golde, pozisyonun oluştuğu bölgede bir yığın şaşkın adam gördüm... Zago, elini kaldırmış, İsmet Arzuman'ın ofsayt düdüğünü bekliyordu. Ronaldo, hiç kımıldamadan, yan hakemin kaldıracağı bayrağı gözlüyordu. Diğerleri de hatanın suç ortağıydı... Yenilen bu tür goller, Beşiktaş savunmasına hiç yakışmıyor.

İmdada Sergen'in nefis frikik golü yetişti... Barajın üzerinden aşırtarak, Rize kalesinin sol köşesine bıraktığı golde, sadece Sergen'de görülebilecek bir ustalık sergileniyordu.

Ve birkaç dakika sonra, yarattığı penaltı pozisyonundan sonra düşünmeye başladım. Dünyada kaç futbolcu, Sergen gibi oyunun 90 dakikalık kısacık ömrüne, böylesine net pozsiyonlar sıkıştırabilir... Ve kaç futbolcu skoru bu denli etkileyebilir?

Tümer'in kaçırdığı penaltı, Beşiktaş'ın soyunma odasına gönül rahatlığı ile gitmesini engelleyen ilk yarının önemli olayıydı.

Beşiktaş'ta penaltıları genelde Pancu atmıyor mu sevgili Tümer... Neden, Pancu'nun hazırlandığı bir anda araya girip, atışa talip olursun...

Ve konsantrasyon noksanlığı çektiğin bir oyunun en kritik noktasında, neden ağır bir sorumluluğun altına girersin?

* * *

Hiçbir takımda İbrahim ve Kaan Dobra kadar koşan iki kenar adamı yok. Ancak, bu denli koşup da, emeğini boşa harcayan bir başka ikiliye de hiç rastlamadım.

Ahmed Hassan'ın oyuna girişi, Beşiktaş'ın hücum bölgelerine rahatlık getirdi. İki gol attı, bir de attırdı...

Garip bir futbolcu! Sonradan oyuna girdiği maçlarda daha rahat oynuyor. Verimi ve etkinliği artıyor...

Beşiktaş'ta kaldığı sürece hep tartışılacak Ahmed Hassan. İlk onbirde oynar mı, oynamaz mı?

Herhalde böyle bir kararda Lucescu da bir hayli zorlanıyor.

Sergen'in ikinci golüne ayrı bir pragraf açıyorum. Belki de yıllarca unutulmayacak bir güzellikler dizisiydi. Yaklaşık 60 metrelik bir mesafeyi çalımlarla geçip, İlhan Mansız ile yaptığı ver-kaç... Ve Topu hiç bekletmeden sol köşeye yuvarlayışı... Son yıllarda gördüğüm en şık gollerden biriydi.

O bir dünya markası. Lütfen Sergen'i tartışmayalım. Ve Onu izleyerek, futbol denilen oyunun keyfini yaşıyalım...
Yazının Devamını Oku

Aklı ligde

18 Aralık 2003
Berbat bir İstanbul gecesiydi. Fırtına ve soğuk sanki eline bir kırbaç almış, tribündeki bir-iki bin Beşiktaş aşığı seyirciyi hırpalıyordu. Lucescu'nun ilk yarıda soğuğa attığı onbiri genelde yedekler oluşturuyordu. Bu da, Beşiktaş'ın kupayı ne kadar önemsediğinin kanıtıydı.

Ancak, yedekler böyle düşünemez... Yakaladıkları fırsatı değerlendirmeleri ve geleceğe yatırım yapmaları gerekir. İlk 45 dakikada aralarında fışkıran, oyuna ağırlığını koyan birine rastlamadım.

Ümit, bir-iki pas yaptı, Sinan birkaç depar attı... Sebat maçının kahramanı Serdar Topraktepe, yine santrfor oynadı. Bu kez o bölgede acemi kaldı. Okan Koç hiç fark edilmedi. Gökhan, savunmanın sağ kanadında iş olsun diye oynadı veya oynatıldı. Yeri burası değil. Gelecekte, Ronaldo'nun yerinde sorumluluk taşıyacak tek alternatif...

O O O

Beşiktaş genelde nasıldı? İlk yarıda oyuna tempo koyamadı, tek pozisyon üretemedi.

Forma giyenleri, parkta koşuşturan çocuklara benzettim. Herkes bildiğini okudu. Hiçbiri sorumluluğun bilincinde değildi.

Lucescu, ikinci yarıda İlhan Mansız ve Ahmed Hassan'ı oyuna aldı. Hücumda etkisizce çırpınan Beşiktaş için İlhan Mansız aranan kandı. Ayağına gelen ilk topu filelere gönderdi. Santrforda aradığını bulamayan Serdar Topraktepe, ikinci yarıda sol kanatta görev aldı. Ve bir de gol atarak gelecek için yatırım yaptı.

Bakışlarımı Ahmed Hassan'dan hiç ayırmadım. Kırgın veya tavırlı değildi. Diğerleri ne oynadıysa, o da onlar kadar oynadı.

Bir ara 16 yaşındaki Serdar Özkan oyuna girdi. Soğuk ve heyecan, genç Serdar'ın oyuna ısınmasını geciktirdi. Söylentilere göre idmanların gülüymüş. Yolu açık olsun...

Beşiktaş oyunun final bölümünde biraz kımıldadı ve bir üst tura sıçradı. Ama aklı hep ligdeydi...
Yazının Devamını Oku

İki adam

14 Aralık 2003
<B>KOMİK </B>bir golün yarattığı stres, Beşiktaş'ın yaşayacağı zorlukların ilk sinyalleriydi. Zago'nun geri pasında Cordoba'nın iki bacak arasından kaçırdığı topun, Yusuf'a rahat bir gol pozisyonu hazırlayacağı kimin aklına gelirdi...

Bu, Cordoba'nın beklenmedik anlarda sorumsuz ve şımarıkça davranışlarının bir tekrarıydı. Faturası Beşiktaş'a kesildi...

Paniğin başladığı, stresin arttığı dakikalarda kaçırdığı fırsat için Sinan Kaloğlu ne gibi bir mazeret üretebilir merak ediyorum.

Bu da, Sinan'ın kişiliğinde sergilenen inanılmaz bir beceriksizliğin görüntüleriydi... Faturası yine Beşiktaş'a kesiliyordu.

Cordoba'nın yediği gol ile Sinan'ın kaçırdığı pozisyon, ilk 45 dakikanın kısa yorumuydu.

* * *

Beşiktaş, Sebat'ın uyguladığı alan savunması kalabalığında ilk yarı adeta boğuldu. Zaman zaman kanatlara taşıdığı toplarda, Okan Koç'un gayretine bir şey söyleyemem... Ancak, rakibi yıkacak can alıcı hamlelerde etkisizdi. Sol kanatta Serdar, uzun süre kenarda beklemenin ürkekliği ile oynadı. İlk yarıda sanki uykudan yeni kalkmış gibi şaşkın ve ağır adımlarla dolaştı.

Beşiktaş savunma adamları Zago-Ronaldo-Ahmet Yıldırım üçlüsünün zaman zaman yan pas alışverişi, Beşiktaş'ın temposunu düşürüyor.

Oysa, Beşiktaş'ı ateşleyen özellik çabuk oyun ve yüksek tempo değil mi?

Yarı alanını çok adamla savunan Sebat'ın üzerine oyalanarak gitmek, rakibe yardım etmekten öte ne olabilir...

* * *

Beşiktaş beklenen tempoyu, oyunun final bölümünde yakaladı. Ve Tümer'in klas golüyle kişiliğine döndü. Lucescu'nun, ikinci yarıda Serdar Topraktepe'yi santrfor gibi belirli özellikler gerektiren bir bölgede oynatmasını yadırgadım. Başkaları da şaşırdı...

Ama attığı kafa golünden sonra Serdar Topraktepe'nin Kocaelispor'da iki sezon santrfor oynadığı gerçeği akıllara geldi. İlhan Mansız ve Ahmet Dursun'un yokluğunda, Sinan ile A.Hassan'ın verimsiz ve silik gününde, Serdar Topraktepe bayağı iş gördü. Ve attığı nefis kafa golüyle, Beşiktaş'ı kurtardı.

İbrahim için çok şeyler söyleniyor... İyi veya kötü oynuyor... Ancak, Beşiktaş için ne anlam taşıdığı, ikinci yarıda oyuna girdikten sonra bir kez daha anlaşıldı.

Beşiktaş'ta iki adam var... Kolay kolay vazgeçemezsin. Biri Giunti, diğeri de kesinlikle İbrahim Üzülmez.
Yazının Devamını Oku