1 Mart 2004
<B>LUCESCU'</B>nun ilk yarıdaki 11'i, Beşiktaş'ın değerlerini sahaya yansıtacak özellikler taşımıyordu. Bu, Beşiktaş'ın çöküşünü hazırlayan ilk nedendi... Ve suçlusu da Luca idi... Öncelikle sağ kanatta Okan Koç, Beşiktaş'ı kenarlardan rakip kaleye götürecek çabuklukta değildi. Oysa, Luca'nın planında, bu bölgeyi hızla geçecek ve rakip savunma dengelerini yıpratacak düşünceler gizliydi. Okan Koç, bunu beceremedi. Hele, Emre'nin sakatlanmasından sonra Okan'ın sağbeke çekilmesi, tam anlamıyla bir tercih fiyaskosuydu. Bunun suçlusu da yine Luescu idi.
Ahmed Hassan, rakip kaleye sırtı dönük forvet oynadığı tüm maçlarda özellilerini yitiriyor. Kolayca markaja giriyor ve savunma kalabalığında adeta boğuluyor.
Tümer Metin'in taraftarlara dargınlığının nedenini bilmiyorum. Ama oyuna küskünlüğüne de bir anlam veremiyorum. 90 dakika dolaştığı bölgelere hiçbir etkinlik taşıyamadı. Ve Beşiktaş'ın sıkıntılarına çözüm getiremedi.
Beşiktaş savunmasının yediği hatalı ve benzeri golleri yazmaktan parmaklarım yoruldu. Beşiktaş ise, bu kötü huyundan bir türlü vazgeçmiyor. Dün yediği goller de hatalar zincirinin bir halkasıydı.
* * *
İlk 45 dakikada hiçbir pozisyon becerisi yaratamayan Beşiktaş'ın, ikinci yarıda Sergen'e sarılması, normal ve beklenen bir davranıştı. Sergen ne yaptı? O da bu kargaşada kaybolup gitti.
Beşiktaş savunma adamları üzerinde İstanbulspor'un amansız bir baskısı vardı. Defans bloğunda hiçbir futbolcu, ne Zago ne Ronaldo ne de ilk yarıda Emre, oyunun ofansif yönüne hiçbir etkenlik taşıyamadı. 66. dakikada oyuna alınan Adrian İlie, Beşiktaş'ın ve Luca'nın son şansıydı. Ve İlie'siz geçen dakikalar da, Beşiktaş'ın boşa harcadığı uzun ve hatalı bir zaman dilimiydi.
Luca'nın bir gol için aldığı tüm riskler, şampiyonluğa oynayan bir lidere hiç yakışmayan davranışlardı...
Ve bu dakikalarda Beşiktaş gerçeğinin çöküşüne tanık oldum. Bir düzensizlik, başıbozukluk ve dermansızlık adeta kol geziyordu. Beşiktaş tüm değerlerini yitirmişti.
İstabulspor'un her atağı Beşiktaş kalesinde panik yaratıyordu.
Hani, bir zamanlar kötü oynadığı maçları da kazanırdı Beşiktaş... Bu özelliğini de yitirmişti. Rakip kalede hiçbir pozisyon üretemeyen bir takım, skoru nasıl değiştirebilirdi!
Beşiktaş artık, hiçbir mazeretin arkasına gizlenemez. Ve böylesine kötü oynayan bir takımın ileri süreceği yakınmalara da kimseler inanmaz.
Yazının Devamını Oku 27 Şubat 2004
<B>VALENCİA'</B>daki maçın her bir dakikasını Beşiktaş'ın Chelsea'de yarattığı zaferi hatırlayarak geçirdim. Kafamı kurcalayan bir soruya yanıt arıyordum... Beşiktaş, benzeri bir coşkuyu Valencia'da yaşayabilir miydi?
Pancu'nun attığı ilk gol, taşıdığım duygu ve heyecanımın doruğu tırmandığı andı. İlie-Pancu paslaşmasının doğurduğu bu gol, Beşiktaş'ın daha rahat oynamasına, telaş ve korku gibi psikolojik ağrılardan sıyrılmasına yardım edebilirdi.
Ancak, yenilen beraberlik golü, Beşiktaş savunma bloğunun her maçta yaptığı basit ve beklenmedik hataların bir tekrarıydı. Kornerden gelen topta, adam paylaşımındaki bir anlık gaflet adeta bir çuval inciri berbat etti...
Beşiktaş'ın ikinci golü Pancu'nun tek başına yarattığı bir şaheserdi... Ama birkaç dakika sonra gelen Valencia golünde, Beşiktaş savunması aynı şaşkınlığı bir kez daha yaşıyordu...
Ronaldo'nun kafasından seken topu, diğer savunma adamlarının sadece izlemesi, bir hataya suç ortaklığı gibi bir şeydi...
* * *
Oyunun final bölümünü yine aynı duygularla izledim. Valencia'da da bir Chelsea zaferi bekliyordum.
Hele, 59. dakikada önce Pancu ve hemen ardından Kaan Dobra'nın kaçırdığı iki fırsatta, koca Mestalla Stadı'nın büründüğü sessizliği ve korkuyu hiç unutmayacağım...
Ve kaçırdığı poziyon için Pancu'yu hiç suçlamayacağım. Oynadığı sürede yüreğini sahanın her bölgesine taşıyan Pancu'nun bu hovardalığını oyunun kötü bir cilvesi gibi düşüneceğim.
Lucescu, oyunun her iki yönünü, yani, savunma ve hücumdaki dengeleri iyi planlamıştı.Giunti'nin yokluğunda görev verdiği Yasin, Tayfur'un yanında hiç sırıtmadı. Ve kaptanla akıllı bir ikili oluşturdu...
İlie'nin gayretine ve harcadığı efora herkes gibi şaşırdım. Ve İlie'nin yanında Sergen'in yaratıcı kişiliğini ısrarla bekledim. Ama düşlediğim Sergen'i bulamadım. Cordoba'nın yediği golleri bir kenara itiyorum. Ve yaptığı önemli kurtarışlar için alkışlıyorum.
* * *
Bu sonuç, Beşiktaş'ı bir üst tura taşır mı? Oyunun son dakikalarında Beşiktaş'ın bir üçüncü gol peşinde koşuşunu ve kazanma hırsını gördükten sonra İstanbul'a umutlarla dönüyorum.
Ve İnönü Stadı'nı dolduracak binlerce taraftarın yüreklendireceği Beşiktaş'ın, bir zafere daha imza atacağına inanıyorum.
Neye yanarım bilir misiniz, bu iş Mestalla Stadı'nda biterdi, İstanbul'a kaldı... Son dakikada yenilen gol, bir iş kazasıydı. Bu golün acısını herkes gibi hiç unutmayacağım... Herhalde Beşiktaş da unutmayacak. Ve bu acının hesabını İnönü'de soracak.
Yazının Devamını Oku 22 Şubat 2004
<B>KAR </B>ve buzlu saha Beşiktaş'ın bilinen değerlerini kullanabilmesi için önemli bir engeldi... Özellikle Beşiktaş'ın teknik üstünlüğü kar ve buzun yoğunlaştığı bölgelerde kaybolup gidiyordu. Sergen ve Adrian İlie gibi skoru belirleyecek isimler, ilk kez paten giymiş acemiler gibi öncelikle ayakta kalabilmenin telaşındaydı.
Genelde, Beşiktaş savunmasının üzerine yığılan oyunda Ronaldo ve Ahmet Yıldırım farklı ve başarılı bir performans sergiledi. Ancak, savunmadan çıkan hiçbir topu, orta saha ve hücum adamları sahiplenemedi. Kaymak ve düşmek korkusu, topla Beşiktaşlı futbolcuların arasına bir kara kedi gibi girdi. Bir ara düşündüm... Daniel Pancu, böyle sahada iyi iş görürdü. Beşiktaş'ın ilk şutunu ancak 43. dakikada atabildiği bir oyunda, Pancu kaleyi gördüğü yerden topa vururdu...
* * *
İlk yarıdaki iki pozisyon tartışılabilir... Malatya atağında gelen ortayı Ronaldo koluyla mı kesti... Yoksa, göğsüne almak istediği top, koluna mı çarptı?
Ve Beşiktaş'ın Ahmed Hassan'la attığı golde çalınan ofsayt düdüğü ne denli doğruydu? Hemen televizyona koşanlardan gelen haberlere göre... Pozisyon penaltıydı, Ahmed Hassan'ın attığı golde ofsayt yoktu.
İlk 45 dakikada Malatyaspor sahayı daha gerçekçi kullandı. Ve Beşiktaş'ın her hatalı pası Cordoba'nın kalesinde korkular yarattı.
* * *
Ahmed Hassan, Beşiktaş'ın en çok koşan adamıydı. Orta sahanın her noktasına bastı, kenarlara kaçtı, Sergen ve İlie'nin peşine takılıp gol kovaladı.
Beşiktaş'ın dünkü performansı, oyunun hiçbir bölümünde Denizli maçının çizgisine ulaşamadı.
Ve yine Denizli maçının flaş isimleri de bireysel açıdan aynı başarıyı yakalayamadı.
Bu maç normal bir sahada oynansaydı, Beşiktaş daha farklı bir sonuca koşabilirdi. Ama şampiyonluğu hedefleyen Beşiktaş için koşullar asla bir mazeret olmamalı...
Çünkü, Beşiktaş'ı şampiyonluğa taşıyacak maratonda, puan elbette en önemli kavramdır. Ve yitirilen her puan da amacı geciktiren bir engeldir.
Hemen unutmadan bir not düşmek istiyorum... Cordoba, berbat ve bir kaleci için riskli bir sahada dört dörtlük oynadı. Ve tek puana damgasını vurdu.
Yazının Devamını Oku 16 Şubat 2004
<B>R</B><B>AKAMLARA</B> bakıyorum, belki de Beşiktaş'ın en çok pas yaptığı ve ayağa oynadığı bir doksan dakika... Yine rakamların diliyle, Beşiktaş'ın topu en çok sahiplendiği bir oyun...
Ve oyunun bütününde, Beşiktaş'ın sahayı en iyi kullandığı, sahanın her noktasından hücum planladığı bir mücadele...
Böylesine rakamsal bir üstünlüğü yakalayan Beşiktaş'ın, ilk yarıda skoru değiştirmede çektiği sıkıntının elbette bir nedeni olmalıydı.
Beşiktaş'ın Sinan-İlie ikilisi ile paylaştığı hücum alanlarını dikkatle izledim. Ve bu hassas bölgede, İlhan Mansız'ın yokluğundan kaynaklanan etkisiz girişimleri tek tek gördüm...
Ve Beşiktaş'ın tek santrfor alışkanlığından çift forvet düzenine geçisinde yaşadığı zorlukları herkes gibi hissedebildim.
Lucescu, Beşiktaş'ı yeni bir kalıbın içine çekiyorsa, çift forvet israrında, İlie'nin yanında düşüneceği ilk ve tek isim Ahmet Hassan'dır.
Dün Lucescu'nun, Sinan ile başladığı oyunda, hemen Ahmet Hassan'ı İlie'nin yanına göndermesi, görünen gerçeği uygulamaya koymanın en somut belgesiydi.
Ahmet Hassan, bu bölgede asla bir İlhan Mansız değildir. Ancak, çift forvet düzeninde topu en iyi kovalayacak ve pozisyonları en iyi sezinleme yeteneğine sahip tek alternatiftir.
Ve İlie ile Ahmet Hassan gibi iki çabuk adam da, bundan böyle Lucescu'nun yeni arayışında Beşiktaş'ın hücumdaki en etkili silahıdır.
* * *
Beşiktaş'ın oyunun başında yediği gol, inanılmaz bir savunma hatasıydı. Rakibin ilk yarıdaki tek atağında böylesine bir kargaşa yaşayan savunma bloğu, benzeri hataları her oyunda tekrarlıyor. Bu da Beşiktaş'ı moral açıdan yaralıyor.
Beşiktaş dün, bilinen değerlerinden somut örnekler verdi. Ağır sahada kazanma hırsı tamdı. Takım olabilme özelliğini doksan dakikanın her anına taşıdı. Yani, bir süredir unuttuğu Beşiktaş klasiğine Denizlispor karşısında sıkı sıkıya sarıldı.
Sergen, oyunda kaldığı sürede Beşiktaş'ı akıllıca yönetti. İlie'nin transferinde ise, Lucescu'nun isabetli seçimi net çizgilerle görüldü.
Tayfur-Guinti ikilisi ile Tümer'in oynamadığı bir oyunda Ümit'in orta alandaki performansı dört dörtlüktü.
Beşiktaş'ta koşmayan hiç bir futbolcuya rastlamadım. Sadece son dakikalarda, Pancu'nun topu elverişli pozisyondaki Ahmet Hassan'a atmayışındaki ısrarında, bencilliğin en koyu örneğini gördüm. Ayıp etti Pancu...
Yazının Devamını Oku 7 Şubat 2004
<B>BAŞKENTTE,</B> <B>İlhan Mansız</B>'ın rol almadığı bir film izledim. Bu filmin herbir karesinde Beşiktaş'ın çektiği sancıları gördüm. Ve İlhan'sız oyunda Beşiktaş'ın hücum bölgelerindeki etkisiz çırpınışını, yine bu filmin her karesinde seyrettim.
Tek santrfor ve arkasında iki forvet, bir Lucescu klasiğiydi... İlhan'ın transferi Luca'yı şimdi değişik bir düzenlemeye zorluyor. Dün, Pancu-Sergen ikili forvet, Tümer de arkalarında dolaşan yardımcı forvetti. Yarın, neler olur bilemem... Lucescu, bir başka arayışa yönelir mi? Beşiktaş'ı bir başka kalıbın içine sokar mı? Zaman gösterecek...
İlk yarıda, hiç pozisyon yaratamayan, fırsat üretemeyen ve değerlerini yakalamakta zorlanan bir Beşiktaş izledim. Özellikle orta saha beklenmedik pas hataları yaptı. Yasin, çaldığı topları oyuna sokamadı. Tayfur, sahanın her bölgesinde boğuştu. Ama oyunu yönlendirme ve bu hassas bölgeyi derleyip toparlama gibi teknik bir zenginliğe ulaşamadı.
Tümer nerelerdeydi, inanın hiç görmedim...
* * *
Ve Lucescu böyle bir Beşiktaş'a fazla dayanamazdı. İkinci yarıda İbrahim'i sola aldı, Serdar'ı, Sergen'in yanına hücuma gönderdi. Ve Pancu'yu da orta sahaya çekti. Yasin de makası yedi...
İlhan Mansız'ın transferi, Beşiktaş'ı ve Lucescu'yu nasıl da zorluyor... Anlıyorsunuz değil mi?
Oyunun final bölümündeki Beşiktaş daha farklıydı. Ve daha da etkili...
Pancu alıştığı bölgeye gelince, orta sahanın etkinliği arttı. Beşiktaş'ın hücuma çıkışları çabuklaştı. Ve Pancu'nun varlığı Tayfur'u da ateşledi.
Golsüz oyunda Adrian Ilie, Lucescu'nun son kozuydu. Ve Luca, Sergen-Ilie-Serdar üçlüsüyle adeta bir kumar oynuyordu. Maçı kurtarmak için her şansı deniyordu. Oysa, Lucescu ve Beşiktaş'ın sarılacağı son faktör, şans kavramı olmamalıydı. Ve bu zengin kadro, böylesine sıkıntılarla boğuşmadan skoru değiştirmeliydi.
Ve Beşiktaş, aradığı şans golünü, kaleci Zafer'in inanılmaz hatası ve Serdar Topraktepe'nin kafa golüyle yakaladı. Ardından yediği hatalı gol ve yitirilen 2 puan, gelecek haftalar için bir yığın endişeyi de beraberinde getiriyordu.
Skoru ve kaybedilen puanları daha fazla eleştirmeyeceğim. Ancak İlhan Mansız'ın beklenmedik transferinin, gelecek haftalarda Beşiktaş'ın oyun bütünlüğünde sorunlar yaratacağını şimdiden söyleyebilirim.
Yazının Devamını Oku 2 Şubat 2004
<B>BİR </B>takım kimliğini, alkışlanan değerlerini kısacık bir zaman diliminde nasıl böylesine yitirebilir... Bir takım, kendini farklı bir konuma taşıyan tüm teknik ve moral zenginliklerini bir çırpıda hangi nedenlerle böylesine kaybedebilir...
Samsun maçını yaşanmış kötü bir şok olarak düşünüyorum.
Antep'teki farklı yenilgiyi, depremin getirdiği artçı bir sarsıntı gibi yorumluyorum.
Ancak, Bursa'da seyrettiğim Beşiktaş'ı hiçbir mazeret kılıfına sokamıyorum...
Bu takım, ligin ilk yarısında güzel futbolun ilk adresi değil miydi?
Bu takım, şampiyonluğun rakipsiz adayı gösteriliyordu. Yalan mı?
Bu takım değil miydi, futbolun tüm değerleriyle donanımlı, 90 dakika rakibi adeta boğan, oynatmayan ama oynayan... Ve de hiç yenilmeyen bu takım değil miydi?
Beşiktaş'ı kesinlikle 1-0'lık galibiyetin arkasına gizlemek istemiyorum.
İlk yarıda Bursa kalesinde tek pozisyonun ötesinde, hiçbir fırsat girişimine yönelemeyen Beşiktaş'ı, kazandığı için süslü kelimelere boğamam... Yine ilk yarıda rakibin, sahanın her bölgesinde gönlünce koşmasına izin veren... Pres ve yardımlaşma kavramlarını unutan Beşiktaş'ı kazandığı için göklere çıkartamam. Çünkü, inandırıcı olamam...
* * *
Beşiktaş, ikinci yarıda Tümer'in Bursa kalesine gönderdiği ilk şutla oyunda üstünlük sağladı. Ve yine Tümer'in kullanamadığı penaltı ile skoru zora soktu.
Diğerleri mi neler yaptı? Sergen oyunda kaldığı süre, Egemen'in markajından kurtulamadı. Giunti'nin adalesi attı, Tayfur'u savaş alanında yalnız bıraktı.
İlhan Mansız, passız ve yardımsız yaşamanın sıkıntıları ile sağa sola etkisiz deparlar attı. Kenarların hücuma katkıları sınırlıydı. Serdar Topraktepe ve Kaan Dobra, Beşiktaş savunmasının çakılı iki adamı gibiydi... Hücuma korkarak çıktılar, akılları hep arkalarına kaçacak adamdaydı.
Öyleyse, bu Beşiktaş nasıl kazandı?
Attığı tek gol ve ikinci yarıda savunma bloğunun dengeli ve kontrollü oyunu, Beşiktaş'ı 3 puanın mutluluğuna uçurdu.
Bursaspor'un 10 kişi kalması, Beşiktaş'a kazanma kolaylığı getiren bir başka nedendi...
Yazının Devamını Oku 29 Ocak 2004
Oyunu değişik duygularla seyretmeyi düşündüm. Öncelikle Beşiktaş'ta, teknik-taktik gibi değerlerin ötesinde, Samsun maçının psikolojik kalıntılarını merak ediyordum. 'Kırmızı Facia'dan ne denli etkilenmişti Beşiktaş. Ve pazar gecesi yaşadığı şok, fizik ve moral açısından ne gibi bir sarsıntıya sürüklemişti?
Acaba, kafalar hala o gecenin stresiyle mi doluydu... Yoksa, bu maça öfkesini törpüleyerek, beynini tazeleyerek mi çıkıyordu?
İlk yarıdaki Beşiktaş uslu çocukları andırıyordu. Uykudan yeni kalkmış gibi sahayı ağır ve temposuz adımlarla dolaşıyordu Beşiktaş...
Sanki, arsa futbolu oynuyordu. Topu ayaklarına bekliyordu her biri... Tayfur'u, bu uslu çocukların dışında tutuyorum. En afacanı ve hırslı adamıydı Beşiktaş'ın... Sergen de en akıllısı...
Yardımlaşmadan oynamak, savaşmadan zaman tüketmek Beşiktaş'ın kimliği ile hiç bağdaşmıyordu. En sağlıklı bölgesi savunma bloğu, S.O.S veriyor. Özellikle Emre'nin alanından gelişen her Antep atağı, Cordoba'nın kalesinde korkular yarattı. Ronaldo eski performansından çok düşük oynuyor. Hep iyi şeyler yazmaya alıştığım Giunti'ye ne haller olmuş... Kuzu gibi dolaşıyor. Sıradan ve etkisiz.
* * *
Oyunun final bölümünde, Beşiktaş belki skoru zorlayabilirdi. Herkes gibi öyle düşünüyordum. İlk 45 dakika hiç görünmeyen ve saklanarak oynayanlar, mücadeleye yüreklerini koyabilirdi. İlie ve Tümer Metin bir kupa maçı heyecanına bürünebilir, taşıdıkları sorumluluğu hatırlamak gibi bir göreve soyunabilirdi. İkisi de çakıldıkları bölgenin dışına çıkmadılar. Sanki bitiş düdüğünü beklediler.
Böyle bir Beşiktaş kazanamazdı. Üstelik kupada yaşamak ve üst turlara tırmanmak gibi bir hırs ve hevesten de yoksundu. Kupadan elendiği için Beşiktaş'a fazla yüklenmeyeceğim. Ancak gördüm ki, Beşiktaş hızla özelliklerini yitiriyor ve eski havasından uzaklaşıyor. Bilinen klasik ve farklı değerlerine tekrar sıkı sıkıya sarılmazsa, biraz acı gelecek ama ligde de kaybolur, gider.
Yazının Devamını Oku 26 Ocak 2004
<B>M</B><B>AÇIN</B> hakemi <B>Cem Papila</B>'yı kolundan tutup, bir kenara fırlatıyorum. Ve aklıma takılan bir yığın soruyu ardı ardına sıralıyorum...
1Samsunspor maçının zorluk derecesi, Beşiktaş'ı böylesine strese sürükleyecek bir oyun muydu?
2Ronaldo, Sergen ve Emre'nin cezaları Beşiktaş'ı böylesine etkileyecek, sinirlerini yıpratacak, adeta derin düşüncelere yöneltecek psikolojik bir yıkım mıydı?
3Yediği erken golden sonra, sanki maçı kaybetmiş gibi sinir krizine yakalanmanın, tüm değerlerini bir anda unutmanın, Beşiktaş klasiğine sırt çevirmenin anlamı neydi?
4Aklımı, beynimi zorluyorum, bir benzerini hatırlayamıyorum... Beşiktaş, şimdiye dek hangi maçın ilk 24 dakikasında 4 sarı kart ve ilk yarının bütününde 3 kırmızı kartla bir katliamın ürpertilerini yaşamıştır?
5Ve Beşiktaş 100 yıllık tarihinin hangi maçında futbolcularının 5 kırmızı kart görmesi sonucu, 6 kişi kalarak, hükmen bir yenilginin çılgınlığına kanat açmıştır?.
6Bu Beşiktaş, Samsunspor maçına en yakın rakibinden 8 puan önünde çıkmadı mı? Bu Beşiktaş, şampiyonluğun en güçlü adayı değil mi? Bu Beşiktaş, her güçlüğü yenecek bir kadro zengini değil mi? Bu futbolcular, bir maç kaybetmenin Beşiktaş'ı asla yıkmayacağını düşünemeyecek kadar profesyonel mantıktan ve moralden yoksun mu?
* * *
Öyleyse, nedir Beşiktaş'ı böylesine karartan, Samsun maçında kadrosunun yarısını yitirerek, hükmen bir yenilgiye sürüklenmenin anlamı nedir?
Maçın hakemi Cem Papila mı?
Beşiktaş'ın yediği ilk golde Pancu'ya yapılan faulu görmeyerek oyunu sürdüren ve golü hazırlayan Cem Papila mı?
Normal bir mücadelede, rakibine hiç temas etmediği halde, kırmızı kart alışkanlığını bir kez daha kullanarak A.Yıldırım'ı oyundan atan Cem Papila mı?
Özellikle oyunun ilk 25 dakikasında tüm tercihlerini Beşiktaş aleyhine kullanarak, oyunun çığrından çıkmasına çanak tutan Cem Papila mı?
Deplasman takımının haklarını korumak gibi babayiğitliğe soyunan ama karşı takımın haklarını unutup, tek taraflı düdük çalan Cem Papila mı?
* * *
Ve geliyorum, işin teknik yönüne ve Lucescu’ya...
Neden Beşiktaş'ın orta saha dinamizmi Guinti-Tayfur ikilisini bozar ve bu alanı rakibin egemenliğine teslim eder?
Neden Zago'yu, Ronaldo'nun yerinde oynatmayıp, Celil gibi çok hareketli bir futbolcunun markajında kullanır. Ve Zago'nun sonunu hazırlar?
Neden, Beşiktaş'ın dakika dakika yükselen sinir tansiyonunu düşürecek gerekli bir müdahaleyi yapmayarak, oyunu seyrine bırakır?
Neden böylesine kolay bir maça, Beşiktaş'ı tüm dış etkenlerden uzak tutarak, psikolojik yönden gönül rahatlığı ile stressiz ve korkusuz çıkmasını bir ders gibi ezberletmez?
Düşünüyorum, beynimi, aklımı zorluyorum. İşin içinden çıkamıyorum...
Yazının Devamını Oku