1970’lerde yenilendikten sonra “rock hacıları” için “Bir şekilde denk getirip konser izlense ne şahane olur” şeklinde anılan mekânlar arasına girmiştir.
Bugün rock müzik açısından tarihi önem atfedilen bazı konserlere (1972’deki Lou Reed, Nico, John Cale konseri) ev sahipliği yapması bile Le Bataclan’ı “çok mühim konser salonu” kategorisine taşımaya yeter.
Bu tür mekânları “çok mühim” kılan hadise elbette akustiği, şanlı tarihi gibi özelliklerinden öte sahneyi ve salonu dolduran müzisyenlerle tüm dünyada müziğin ortak dilini kullanarak “kafadar” olan dinleyicilerdir.
*
Le Bataclan’ın şöhretini “rock hacıları”nın ötesine taşıyan, tüm dünyada adını duyurmasını sağlayan hadise ne yazık ki 13 Kasım’da Paris’te düzenlenen alçak terör eylemi oldu.
Hesap kitap işlerinde çok fenayımdır. Yeni bir hesap işine girişip elime yüzüme bulaştırmak istemem; herhalde üç aşağı beş yukarı bugün için de geçerlidir...
Biletimi erken alıp hayal kurma süremi uzatmayı seviyorum. Aynı profesör (doğal olarak) çeyrek bilete büyük ikramiye isabet etme şansını yüzde 85 olarak açıklamıştı.
Cüzdanımdaki çeyrek biletteki numaralara bakıp kişisel hayallerime dalıp gittiğimde en yakın dostumla yıllardır en ince detaylarına kadar planladığımız tekneyle dünya turunu öne (ve daha konforlu bir pozisyona) çekmeyi düşünüyorum.
Sevdiklerimin geleceğine katkıda bulunmak, çalışmalarını önemsediğim ve desteklediğim bazı kuruluşlara ara sıra sağladığım mütevazı yardımı arttırmak, hobilerimi (plak, kitap işte ne olacak) daha rahat bir bütçeyle sürdürebilmek, daha fazla ve daha konforlu seyahat edebilmek vesaire...
*
Cebimdeki bilete büyük ikramiye isabet etmesi ihtimaliyle ilgili okuduğum gerçek ve bu yüzden de matrak(!) bir yazıyı hatırlıyorum gülerek
Kanlı hendek siyasetinin, şehit cenazelerinin, sokağa çıkma yasağının, “Terörün belini kırdık” demeçlerinin arasında gözünü açtığı bu zalim dünyadaki ömrü 89 gün sürdü kızımızın.
Bir beyaz bayrağın gölgesinde, kendisini hastaneye yetiştirmeye çalışan 80 yaşındaki dedesinin kucağında, Cizre sokaklarında öldü.
Ne hayat gördü, ne sokak Miray.
Konjonktürel gelişmelerin, terörle tırmanma heveslerinin, umut ve umutsuzluk tacirlerinin, toplumsal bir körlüğün/sağırlığın, terör belasının kurbanıdır.
*
Defans blokunun önüne yine savunma özellikli iki orta sahayla çıkmasına rağmen kalesini/yarı sahasını koruyamayan ve rakibe pozisyonlar veren bir takım izledik.
Sneijder’in yokluğunda aklını, fikrini, hücum organizasyonu oluşturma yeteneğini kaybetmiş bir takım izledik.
Rakip kaleye hamle yapamayan, Kayseri’nin her atağında sarsılıp, dağılan bir takım izledik. Muslera hariç kimse G.Saray formasıyla oynadığının farkında değildi.
Bir yandan pikapta “With The Beatles” albümünün mono versiyonu (orijinal mono kaydı daha iyidir) dönerken, bir yandan da dijital müzik dinleme platformu Spotify’da dinlediğim albümün belirmesini bekliyordum.
Bu “tuhaf” durumun dünyanın dört bir yanında küçük farklarla da olsa (başka bir albüm, başka bir format vb) yaşandığına emin olduğum için, içimdeki “insanlıkla ortak hareket etme coşkusu” da tavan yapmıştı.
Nihayet saat 00.01’i gösterdiğinde bilgisayarımın ekranında açık vaziyette bekleyen Spotify’da (ve diğer 8 benzer platformda) The Beatles külliyatı beliriverdi.
Günün en popüler sloganını, “Let It Be”den esinlenerek ortaya atılan ve çok tutan “Let It Stream/ Bırak Aksın”ı tekrarlayarak ömrüm boyunca bana eşlik etmiş The Beatles klasiklerini listelerime dağıtmaya başladım.
*
Başbakan’ın daha önce işaret ettiği görüşmelerde nelerin konuşulacağı da üç aşağı beş yukarı belli...
Bütçe, TBMM İçtüzüğü ile ilgili bazı düzenlemeler/değişiklikler, reformlar ve muhakkak “yeni anayasa” ile ilgili nabız yoklanacak “kulislerden sızan bilgilere” göre...
Her şeyden önce demokratik olgunluk bakımından zevahiri kurtarmak açısından bile olsa önemlidir.
Diyalogdan zarar değil, fayda gelir ki; toplumsal çatlaklara nemlendirici krem etkisi gösterse bile öpüp başımıza koymamız gerekir.
*
AKP’nin bir zamanlar AB ile uyum sağlamak konusunda (zorunlu veya değil, oraya takılmayalım) hevesli olduğu dönemde TBMM’ye getirdiği reform paketleri konusunda muhalefet gereken desteği vermişti.
Önce şu “okumayı başardığım” kısmını açıklamaya çalışayım.
Erken kalkıp gazeteleri web sayfalarından okuyarak güne başlıyorum.
“Tık getiren” galerilerden sıyrılıp okuyacağım doğru dürüst haberlere ve yazılara ulaşabilmek konusunda zaman içinde çok mesafe kat ettim!
Yine de zırvalardan kurtulup asıl okunması gereken yazılara ulaşmak kolay bir iş değil.
Ligin üst sıralarına yeniden tutunup tutunamayacağını, uzaklaşan zirveyi takip edip edemeyeceğini belirleyecekti Akhisar karşısındaki mücadele. Hafta içinde Türkiye Kupası’nda geçmeyi başardığı rakibi ligin pozitif, derli toplu ve dengeli ekiplerindendi.
Maçın başında iki takım da birbirini tartarken Galatasaray‘ın kaleye yaklaşamaması, gol pozisyonu olgunlaştıramaması da Akhisar’ın bu dengeli oyunundan kaynaklanıyordu biraz da. Aradığı çıkışı 25’inci dakikada kaleyi bulan ilk topta, şansın yüzüne gülmesi ve “rakip defansın kontrpiyede kalması” sayesinde Umut’la yakaladı sarı kırmızılılar.
Akhisar’ın kendisine gelmesine imkân tanımadan, takımın taşıyıcı kolonu konumundaki Podolski’yle bir gol daha bulunca rahat nefes aldı. İkinci yarı taraftara “Bize rahat nefes almak yasak” dedirtecek şekilde Akhisar’ın golüyle açıldı. Bu noktada Galatasaray’ın gösterdiği refleks belki de maçın kendisi açısından en olumlu hadisesiydi.