Paylaş
1970’lerde yenilendikten sonra “rock hacıları” için “Bir şekilde denk getirip konser izlense ne şahane olur” şeklinde anılan mekânlar arasına girmiştir.
Bugün rock müzik açısından tarihi önem atfedilen bazı konserlere (1972’deki Lou Reed, Nico, John Cale konseri) ev sahipliği yapması bile Le Bataclan’ı “çok mühim konser salonu” kategorisine taşımaya yeter.
Bu tür mekânları “çok mühim” kılan hadise elbette akustiği, şanlı tarihi gibi özelliklerinden öte sahneyi ve salonu dolduran müzisyenlerle tüm dünyada müziğin ortak dilini kullanarak “kafadar” olan dinleyicilerdir.
*
Le Bataclan’ın şöhretini “rock hacıları”nın ötesine taşıyan, tüm dünyada adını duyurmasını sağlayan hadise ne yazık ki 13 Kasım’da Paris’te düzenlenen alçak terör eylemi oldu.
Eagles of Death Metal grubu sahnedeyken gerçekleşen saldırıda 89 güzel insan can verdi.
Saldırı haberini İspanya’da kaldığım otel odasında öğrendikten sonra erişebildiğim haberleri okurken “Konserde bulunan Türk genci kurtuldu” başlığı dikkatimi çekmişti.
Saldırıdan kurtulan Fehmi Boyacıoğlu için sevinirken, “Benim de orada olmamam için hiçbir sebep göremiyorum” diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Eagles of Death Metal benim de favori gruplarımdandır, fırsatını yakalamış olsam Le Bataclan’da onları dinlemeyi çok isterdim.
Fehmi Boyacıoğlu’nun neler yaşamış olabileceğini kendimi ne kadar zorlasam da anlayamayacağım ortadaydı.
Tanımasam da müzikal dostum olarak gördüğüm Boyacıoğlu’nun yaşadıklarını öğrenmek bu ay hem görsel açıdan hem de içerik olarak yenilenen “BLUE Jean” dergisi sayesinde mümkün oldu.
“O esnada Bataclan’da olmak” başlıklı yazısında Fehmi Boyacıoğlu yaşadıklarını büyük bir açıklıkla anlatıyor.
Yazıyı okudukça az önce bahsettiğim “Benim de orada olmamam için hiçbir sebep göremiyorum” hissinin damarlarımda akan kanda yoğunlaştığını söylemeliyim.
*
Boyacıoğlu, çok sevdiği iki grubun (diğeri Foo Fighters), kısa arayla Paris’te konser vereceğini öğrenince plan yaparak başlamış işe.
Arkadaşlarının “bazı aksilikler ve tembellik” neticesinde gelmemesi karşısında yılmaması, bir uçak bileti ve kiralık bir oda ayarlayıp kendini tek başına maceraya çıkacak hale getirmesi benim de başıma gelebilecek (hatta defalarca gelmiş) işler.
Konser öncesi grup elemanlarından biriyle (Jesse Hughes) karşılaşması, muhabbet edip dergide yayınlanan “selfie”yi çektirmesi filan “normal şartlarda” sefer dönüşü gelmeyen arkadaşları “çatlatmaya” yetecek bir detay...
Sevdiğin grup sahnede, sen erken davranıp önlerde bir yer kapmışsın, konser çok sevdiğin bir şarkıyla başlıyor...
“İnsan daha ne ister” derken, “İnsanın aklına böyle bir anda ne gelmez” denen şey gerçekleşiyor.
“Çat, çat, çat!..”
Kendini bir anda yerde buluyorsun, arkanda duran kişi gözünden vuruluyor, kafatasından kopan kemik parçası sana çarpıyor, yere yatıyorsun...
Gerçek bitiyor, gerçek başlıyor...
Harika rüya bitiyor, kâbus başlıyor...
*
Yaşadığı dehşeti detaylarıyla anlatıyor BLUE Jean’de Fehmi Boyacıoğlu. Yeni haliyle 29 yaşındayken yenilenen, “sadece bir müzik dergisi” olmanın ötesine geçip harika yazılarla bir popüler kültür bahçesine dönüşen dergiyi alıp okumanızı tercih ederim açıkçası.
Ancak bu yazıyı Fehmi Boyacıoğlu’nun sözleriyle noktalamak gerekiyor.
Müziğin, iyiliğin, umudun yenilmeyeceğini göstermek için Boyacıoğlu’nun sözlerini okumak gerekiyor:
“...Şimdi geriye dönüp baktığımda gördüğüm kocaman bir yara ve hiç tanımadan bir bağ kurarak sevdiğim hayatını kaybeden insanlar.
Kendimi eksik hissediyorum, bir parçamı Le Bataclan’da yitirdim.
Lütfen sizlerin de yitirmemesi için nefreti bırakalım, iyiliği konuşalım istiyorum.
Müziği seviyorum...”
Paylaş