Fıstıki yeşil boyalı duvara çakılmış çiviye asılı takım elbisenin önünde iki evladıyla çektirdiği fotoğrafa bakınca içinizde susturmak istediğiniz o sesin yükseldiğini hissediyorsunuz:
(ABD’li aktör Edward Norton, Suriyeli bilim adamının sosyal medya üzerinden yayılan hikâyesini öğrenince gözyaşlarına boğulduğunu söyleyerek bağış kampanyası başlattı. Dün itibarıyla Suriyeli bilim adamının, ABD’nin Michigan eyaletine gitmesi için 440 bin dolar (1 milyon 300 bin TL) toplandı.)
Normalde başkalarının “Aaaa! Yaaa! Hiii! Yuuu! Vauuv! Çüşingen! Yuharillo!” tepkileri verdiği yerde gazeteci “Hııı! Eeee?” gibi tepkiler verebilir, verir!
Mesela bir devlet büyüğü “Kimse sabrımızı test etmeye kalkışmasın” diye sert çıkar, gazeteci günlük kare bulmaca eline ulaşmış gibi davranır.
Mesela “CHP’de şok kongre çağrısı!” haberi gelir, gazeteci her yıl belli dönemlerde muhakkak yaşanan zehirlenmeler için yapılan “Kırda bayırda kafanıza göre topladığın mantarı yeme ey vatandaş!” uyarısı gibi karşılar.
Anladınız işte; özetle şoka karşı bağışıklık sendromu...
*
Sonunu bildiğiniz bir filmi seyretmek gibiydi o hatıraları okumak...
Yıllarını sürgün hayatıyla geçiren (Sabiha Hanım 1968’de Bakü’de ülkesini bir daha göremeden hayata veda etmiştir) bu iki aydın insanın başlarına çorabın nasıl örüldüğünü adım adım okursunuz.
Suçları da pek büyüktür doğrusu! Daha demokratik, daha özgür bir rejim, bir ülke istemişler ve seslerini “yayın yoluyla” duyurmuşlardır.
Kâğıt üstünde, imzalanan uluslararası anlaşmalarda bir rüya gibi beliren ve yok olan demokrasiyi, insanca bir hayat için gerekli hakları talep etmek o yılların Türkiye’si için çok tehlikelidir.
“Bugün farklı mı sanki?” sorusunu biraz bekletin, sonra istediğiniz gibi sorup cevaplarsınız...
*
Ancak...
Rus savaş uçağının düşürülmesiyle tetiklenen krizde bir “bit yeniği” aramak gerekip gerekmediğini köşesinde ilk soran Cengiz Çandar olmuştu yanılmıyorsam.
Daha sonra Fehmi Koru’dan bir bit yeniği aranacaksa Rusya’ya bakmak gerektiğini işaret eden bir yazı geldi.
Türkiye’nin tam da hayati önemde gördüğü Cerablus Operasyonu başlamak üzereydi.
Rakip Astana karşısında ilk yarıda bu sezon benzerlerini hatta daha da kötülerini izlediğimiz türden bir “Galatasaray dramı” vardı sahnede.
Kendisini oyunun içine atamayan, gücünü kudretini, aklını fikrini toparlayamayan, tedirgin, tatsız malum Galatasaray işte, ne demek istediğimi anladınız diye düşünüyorum…
Yasin’in kaçırdığı, yine Yasin’in iyi vurduğu fakat kalecinin işini iyi yaptığı pozisyonu, Burak’ın direkte noktalanan vuruşunu, haydi bir de gül hatırına Sneijder’in şutunu sayalım, gerisi oyun olarak koca bir sıfır.
Bu sırada futbolun temel gerekliliklerini basit ve uyumlu bir şekilde yerine getirmekle yetinen, gücünü ve rakibini ciddiyetle tartarak oynayan taraf Astana’ydı. Astana’nın 32 dakikaya dört köşe vuruşu sığdırdığını, bir kez direğe takıldıklarını ve Galatasaray’ı epeyce terlettiğini hatırlatayım.
“Çorbada tuzum vardı” demek, kesilecek pastadan dilimini kapmak isteyenin “Akdeniz’de firkateynim vardı” tedbirini aldığı günler.
Haberlerde Akdeniz’de Suriye ve Türkiye’nin dışında 13 ülkeye ait onlarca savaş gemisinin yüzdüğünü, başkalarının da yolda olduğunu okuyoruz.
Amerika, Fransa, Almanya diye başlıyor liste ve İngiltere, İtalya, Hollanda, Portekiz, Kanada diye devam ediyor.
“Öte yanda” Rusya ve İran’ın yanına Çin de silah çatıyor.
*
“Haklı olan değil, güçlü olan kazanır”
Vatandaşa attığı tekmeyle nam salmış olan Başbakanlık Danışmanı Yusuf Yerkel, Ekşi Sözlük’te kendisiyle ilgili yazılanları mahkeme kararıyla sildirmiş.
Bunun nafile bir uğraş olacağını çocuk bilir ama tekmeci danışman bilememiş işte; dün “sözlük”te yüzlerce yeni madde vardı kendisiyle ilgili ve yorumlar hızla artıyordu.
Yusuf Yerkel’e Sayın Davutoğlu hangi konuları danışıyor bilemiyorum ama “yaşadığımız çağda iletişim yönetimi” gibi konular olmamasını umarım.
Sezonun kalan kısmı için bir hareket noktası olabilecek, kaldıraç etkisi yaratabilecek türden bir maç
Mustafa Denizli elindeki “Rubik Küpü” benzeri bir oyunu andıran Galatasaray’ı yeniden toparlamak için epeyce uğraşmak durumunda.
İlk yarıda hantal, oyun planı çözülmüş ama herşeyden öte takımdaşlık ruhunu kaybetmiş Galatasaray’ı izledik.
Savunma sistemi bocalayan, hücumda yaratıcı hamle üretmekte zorlanan ola ki üretti (bakınız 8’inci dakika) eli ayağı dolaşan bir takım.