HEP biliriz, özellikle İtalyan restoranları gittikleri her ülkede İtalyan kültürünün en iyi biçimde tanıtımını yaparlar. Çin ve Fransız mutfakları için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Söz konusu tanıtım kültürel olduğu kadar ekonomik yönden de önem taşır. Tarım ve gıda sektörleri başta olmak üzere mutfak ekipmanları sanayicileri de o ülkenin mutfak reklamından kazançlı çıkar. Peki aynı sözleri Türk mutfağı için söyleyebilir miyiz acaba? Ne yazık ki, en azından şimdilik hayır! Neden şimdilik diyorum, çünkü bu konuda önemli gelişmeler var. 1-4 Aralık 2011 tarihlerinde Antalya’da gerçekleştirilecek “1. Türk Mutfağı Zirvesi” bu alanda bir dönüm noktası olabilir. Söz konusu etkinliğin ev sahibi Türkiye Lokantacılar ve Pastacılar Federasyonu Genel Başkanı Aykut Yenice, “Bu zirve ile Türk mutfağı hak ettiği yere gelecek” açıklamasını yapıyor.
Nereden dönülse karAykut Yenice, “Bugün dünyanın en önemli mutfak kültür ve çeşitliliğine sahip olan ülkelerinden biri olduğumuz halde, bu çok önemli özelliğimizi nedense bir ‘Dünya Markası’ haline getiremedik” diyor. Ama artık zararın neresinden dönsek kârdır diye düşünmekte fayda var. Başkan Yenice de aynı fikirde; “Türkiye Lokantacılar ve Pastacılar Federasyonu olarak eleştirmek ve şikayet etmek yerine harekete geçmenin zamanıdır diyoruz. Bundan böyle Türk mutfağını yeni bir ihracat markası haline getirmek için farklı strateji geliştirmek amacındayız. Türk mutfağı aslında dev bir ekonomik sektör. Çok sayıda yan sanayiden destek alan, milyonlarca insanza istihdam sağlayan yüksek katma değerli bir iş alanı. Bugün dünya medyasında Çin, Fransız ve İtalyan mutfakları ile ilgili haberleri sık sık okuyoruz. Ne var ki, en az onlar kadar ekonomik, sosyal, kültürel ve tarihi bir birikime sahip olan mutfağımızın yeni bir yol haritası ile küresel sahneye çıkmasının zamanı geldi” diyor.
ÜLKE TANITIMIYapılması planlananlar söylendiği kadar kolay olmayan bir süreç. 80 bin üye işletmenin meslek kuruluşu konumundaki Türkiye Lokantacılar ve Pastacılar Federasyonu’nun başkanlığını yapan Aykut Yenice’ye göre, Antalya’da gerçekleştirilecek zirve, uzun soluklu mücadelenin ilk büyük adımı. Ayrıca Türk mutfağının uluslararası arenaya taşınması aynı zamanda Türkiye’nin tanıtımı yönünden de önemli katkılar yapacak. Yenice, yeni vizyonu şöyle değerlendiriyor; “ Öyle ki dünyada en müşkülpesent yemek meraklılarının dahi damak zevkine hitap etme özelliği olan Türk lokantalarının son derece lezzetli mutfaklarıyla dünyaya açılmaları ülke tanıtımının yanısıra önemli bir döviz kapısı haline gelebilir. Bu çerçevede yeni bir teşvik ve ekonomik destek mekanizmasının çok isabetli olacağını düşünüyoruz.”
MESLEKİ ŞÖLENAynı zamanda İzmir Lokantacılar Odası Başkanlığını da yürüten Aykut Yenice, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’dan çok önemli destek gördüklerini söylüyor. Yenice’ye göre, bu aslında bir devlet projesi olmalı. “Çünkü” diyor, “Türk mutfağı, tarım ve gıda sektörleri başta olmak üzere çok sayıda yan sanayi ile yakın işbirliği yapıyor. Yani büyük bir katma değer zinciri söz konusu.” Bu arada 1. Türk Mutfağı Zirvesi, bakanlık ve sektör mensupları ile birlikte Türkiye’nin dört bir köşesinden binlerce üye esnafı bir araya getirecek. Yenice; “Büyük bir mesleki şölen bizi bekliyor” diyor
ÇALIŞTAY YAPILIYORBaşkan Yenice’nin verdiği bilgiye göre, özel sektör şirketlerinin de stant açarak katılacakları tarihi etkinlikte yine ilk defa “1. Türk Mutfağı Çalıştayı” yapılacak. Böylelikle sektör temsilcileri uzmanlarla bir araya gelerek Türk Mutfağı’nın yeni bir ihracat markası olabilmesi için nasıl bir yol haritası izlenmesi gerektiğini ele alacak.
“1945’ten sonra başlayan soğuk savaş yıllarında dünya nüfusu hızla artmaya başladı. İşte bu dönemde bilim adamları yaptıkları doğru hesaplar, ancak aldıkları panik kararlarla bilerek ya da bilmeyerek dünyamızın yavaş yavaş yok olmasına yol açacak tarihi süreci başlattılar. Önce sanıldı ki, doğal kaynaklar (güneş, toprak, hava, su) adı üstünde doğal olarak vardır ve biz ne yaparsak yapalım tükenmez kaynaktırlar insanlık için... Bunun için bu doğal kaynakları istediğimiz gibi kullanalım ve artan nüfusun aç kalmasını önleyelim. İşte bu iyi düşünce ama yanlış hipotez ile başlayan süreçte, birçok hata yapıldı!” Türkiye’de adı adeta ekolojik (organik) tarım ve üretimle özdeş hale gelen ziraat yüksek mühendisi Atila Ertem sohbetimize böyle başladı...
Kontrolsuz kimyasallar
Aynı zamanda Türkiye’de sektörün temsilcisi konumundaki Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği’nin (ETO) başkanlığını yürüten Atila Ertem’e göre, tarımda kimyasalların (ilaç ve gübreler) kontrolsüz, su kaynaklarının da bilinçsiz kullanılması ekonomiye büyük zarar veriyor. Hele toprak canlılığını gözardı eden tarım yöntemleri ile üretim yapılması ve atmosferdeki ozon tabakasına dahi zarar verecek gerek sanayide, gerekse tarımsal yapılanmadaki gelişmelerin mutlaka denetim altına alınması gerekiyor…
DDT unutulmamalı
Ertem, “DDT örneği iyi bilinmeli” diyor ve DDT’nin bir zamanlar Nobel Ödülü’ne layık görüldüğünü, hatta geri kalmış ülkelerde insanların başlarının yıkanıp bitlenmesini önlemede bile kullanıldığını, ancak yarattığı zararlar yüzünden 1970’li yıllarda yasaklandığını hatırlatıyor.
Ekolojik hareket
ETO Başkanı, bu ve benzer yanlışlıkların gelişmiş ülkelerde görülmeye başlamasıyla, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkmış olan ekolojik tarım çalışmalarının öneminin daha iyi anlaşıldığına dikkat çekiyor. Ekolojik hareketin yaygınlaşması ile doğayı yok etmeden insanoğlunun yeterli şekilde beslenmesinin mümkün olabileceği görüşü ise günümüzde artık çok daha fazla kabul görüyor.
İHRACAT ODAKLI
MANİSA’nın Salihli İlçesi Tekelioğlu Köyü Bintepeler mevkiinde bulunan çiftliğin sahibi Dr. Reşat Akkan, marka adını MÖ 5’nci yüzyılda yaşamış Alyattes’ten aldıklarını söylüyor. Gerçekten de çok dikkat çeken bir isim. Reşat Akkan, işletme yönetimi ve finansman alanında akademisyen olarak görev yaptıktan sonra uzun yıllar uluslararası şirketlerin üst düzey yöneticiliğinde bulunuyor. Yurtdışında profesyonel çalışmalarını tamamlayan Akkan, 2000 yılında doğum yeri Salihli’ye dönüp çiftçiliğe başlıyor. 11 yıldır zeytin ve zeytinyağı üreticiliği üzerinde yoğunlaşan Reşat Akkan’la bir yandan kendi hedeflerini, bir yandan da sektörü konuştuk.
İstediğimiz yerdeyiz
Dr. Akkan, firma gelişimini şöyle anlatıyor; “Dikilen ağaç sayımız ve gelişen ağaçların verdiği meyve miktarı arttıkça firmamızın gelişimi de hızlandı. O dönemde zeytincilik genelde zeytinyağcılık olarak algılanıyordu. Gemlik çeşidi dikimi ise bu bölgede yeni yaygınlaşmaya başlamıştı. Toplam üretim de bugünün 2/3’ü kadardı. Biz şu anda tarımsal açıdan istediğimiz yere geldik. İşletme olarak halen talepleri tam olarak karşılamada bazı sorunlarımız oluyor. Organik işletmelerde özellikle yeşil sofralık zeytinde standardı tutturma ve rengi koruma büyük bir teknik sorun.”
Markamız kalitemiz
Dr. Reşat Akkan, “Temel ilkemiz, tüketicilerimize piyasanın en iyi ve en kaliteli organik zeytin ve zeytinyağını sunmaktır. Markamıza yaptığımız yatırım halen devam etmektedir. Markamızı korumak için gerçekten titiz bir tarımsal ve butik üretim prosesi izlemekteyiz. Amacımız firmamızın marka değerini, sabit varlıklarının değerinin üzerine çıkarmak” diyor.
SOFRALIK ÜRETİMİ
İşletmede 8 çalışanı bulunan Alyattes, hasat zamanı 50 kişiye kadar çıkıyor. Alyattes’in birincil ürünü organik sofralık zeytin üretimi. Dr. Akkan, “Zeytinyağı bizim prestij ürünümüz. Sadece maksimum 0,4 asit olan zeytinyağımızı şişeleyip tüketiciye sunuyoruz. Organik siyah zeytini ise geleneksel yöntemle yağlı sele olarak işliyoruz. Organik yeşil zeytinlerimizi de çizik ve kırma olarak, minimum tuz oranları ile üretme çabası içindeyiz” diye konuşuyor.
ÇOK SAYIDA ÖDÜL
AYDIN Arı Yetiştiricileri Birliği (AYB) Başkanı Zeki Altın, “İlimiz arı ve arı ürünleri açısından çok uygun bir bölge” diyor. Birliğin şu günlerde en önem verdiği çalışma, sürekli eğitim ve verimliliği artırma çabaları. Hatırlanırsa, geçen yazımda bal üretimi açısından dünyada ikinci sırada olan Türkiye’de kovan başına ortalama verimin 17 kilogram olduğunu belirtmiştim. İşte sektörün bütün çabası söz konusu rakamı yukarı çekmek. Bu gerçekleştiği takdirde üreticinin eline daha fazla para geçecek. Tabii maliyetler de nispi olarak düşmüş olacak. Zeki Altın, ayrıca kamuoyundaki algıların farkında. Kaliteli ve güvenli arı ürünleri sunmayı temel amaç gördüklerini söylüyor.
Aydın AYB’nin 1500 üyesi, 200 bin dolayında da kovan mevcudu var. Ancak fiilen arı yetiştiriciliği yaptığı halde AYB üyesi olmamış çok sayıda üretici söz konusu. Altın, bu durumda olanları üye olmaya davet ediyor.
Aydın hayıt balıBaşkan Altın, il genelinde yöresel bal türlerinin üretimi, tanıtımı ve değer fiyatından piyasada yer bulabilmesi için uğraştıklarını vurguluyor. Nitekim yörede çok bilinen bir bal çeşidi olan ‘Aydın Hayıt Balı’nın tescili için Adnan Menderes Üniversitesi’ne başvurularını yapmışlar. Altın, Orman ve Su İşleri Bakanlığınca başlatılan ‘Bal Ormanı’ projesini çok önemsiyor. Yöreye özgü bitkilerin korunması ve yeni bal bitkilerinin yetiştirilmesi açısından söz konusu projenin büyük katkı yapacağını ifade ediyor.
BeklentilerBirliğin beklentilerine gelince; öncelikle arı konaklama yerlerinin artırılması, seçilen yerlerde kapasiteye uygun konaklama yapılması, tarımda kullanılan ilaçlardan arıya zarar vermeyenlerin tercih edilmesi ve kovan başına verilen desteklerin çeşitlendirilerek artırılması ilk sayılanlar.
· DESTEK YETERSİZSadece Ege’nin değil Türkiye’nin önde gelen tarımsal sanayi bölgelerinden Balıkesir’de de arıcılık istenen düzeyde değil. Aslında potansiyel gerçekten çok büyük. Bu yüzden mevcut rakamlar sektör temsilcilerini tatmin etmiyor. Balıkesir AYB, 2003’te kurulmuş, üye sayısı ise 1230. Birlik Başkanı Mustafa Yazıcı, günübirlik uygulamaların değil, uzun vadeli planlamanın arıcılığın geleceğini güçlendireceğini söylüyor. Öncelikle kovan başına ödenen 7 liralık desteğin mutlaka artırılmasını talep ediyor.
· PAZARLAMA SORUNUBütün AYB başkanları gibi Mustafa Yazıcı da, binbir zahmetle üretilen balın ucuza alınıp, pahalıya satıldığına dikkat çekiyor. “Ürünümüzün değer fiyatı ile pazarlanması bizim çok önemli” diyor.
· NAKİL BELGESİArı nakil belgelerinin biraz daha kolay hala getirilmesi ve tasarı halinde bulunan vize uygulamasının da bir an önce hayata geçirilmesinin üreticiyi rahatlatacağını anlatan Yazıcı, ormanlarda arı koyma yollarının açılmasını istiyor. Ben de bu vesile ile yine hatırlatayım; arı yetiştiriciliği ve arı yan ürünleri üretimi kırsal kalkınmada stratejik rol oynayan bir ekonomik faaliyettir. Desteklenmesi gerekir.
TÜRKİYE, dünya arıcılığında hem koloni varlığı, hem de bal üretimi bakımından ikinci sırada yer alıyor. Ne var ki tarım ve tarımsal sanayi açısından yine kamuoyunda fazla bilinmeyen gerçeklerden biri de bu. Yani aslında büyük bir başarı tablosu ile karşı karşıyayız. Bu güzel ülke flora ve endemik bitkiler açısından da müthiş zenginliğe sahip. Başta bal olmak üzere polen, propolis, arı zehiri ve arı sütü gibi ürünlerin üretim potansiyeli yönünden dünyadaki 3-4 ülkeden biriyiz. Dahası var; arı yetiştiriciliği kırsal kalkınma çalışmaları, işsizlikle etkin mücadele ve iç göçün önlenmesi bakımından da önemli bir ekonomik faaliyet.. Peki her şey toz pembe mi? Tabii ki değil. Ciddi sorunlar var, çözüm arayışları ve beklentiler var. Bakalım Ege illerinin Arı Yetiştiricileri Birlik (AYB) başkanları neler diyor?
Kovan başına verim
Muğla AYB Başkanı Ziya Şahin, aynı zamanda Türkiye AYB Başkan Vekili. Muğla arıcılıkta çok önemli bir bölge. Özellikle çam balı üretiminde dünya birincisi. Birliğin 3704 üyesi bulunuyor. Başka ifade ile bu ilde 4 bine yakın aile bal ve diğer arı ürünleri sayesinde geçimini sağlıyor. Şahin, sektörde en önemli sorunlar arasında kovan başına verim düşüklüğünü gösteriyor. Gerçekten de, Türkiye kovan başına 17 kilogramlık üretimle Çin, ABD, Arjantin ve Rusya’nın gerisinde kalıyor. Şahin, “Oysa” diyor, “Kovan başına ortalama 30 kilogram alabilsek, üretici daha çok para kazanabilecek. Ama bunca zenginliğe rağmen elimizdeki fırsatları kullanamıyoruz.”
Yüksek verim için devlet desteğinin yanı sıra üretici eğitimi de şart gözüküyor.
Raf fiyatı pahalı
“Türk halkı balı seviyor ve daha çok tüketmek istiyor fakat rafta gördüğü fiyat aslında pahalı değil mi?” sorusuna, Ziya Şahin, “Evet pahalı” diyor. Sebebini de şöyle açıklıyor; “Üreticiden kilo başına ortalama 6 liradan çıkan ürün, tüketiciye 18-20 liradan satılıyor. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok. Bu hem üretici hem de tüketici açısından büyük haksızlık. Bu sorunu çözmeye bizim gücümüz yetmiyor. Kamuoyunun dikkatine sunuyorum.”
Şahin, bu arada polinasyon yani tozlaşmanın bitkisel üretimde verim ve kaliteyi artırıcı özelliğine dikkat çekiyor. Polinasyon gerçekten arıların sağladığı bir doğa mucizesi. Muğla AYB Başkanı, “Bir türlü bu olayın önemini anlatamadık. Bu konuda destek istiyoruz” diyor.
YAN ÜRÜNLER ÖNEMLİ
1992 yılına kadar özel sektörde değişik firmalarda çalıştıktan sonra 1992’de ilk şirketini, 1995’te de Teknotar Zirai İlaç Ltd. Şti.’yi kuruyor. İzmir bölgesinde söz sahibi ve tanınmış bir tarım temsilcisi olan Baysal ile hem mesleki faaliyeti hem de sektörel sorunlar hakkında konuştuk...
GİRDİLER PAHALI
Baysal, “Firmamız kurulduğu dönemde, çiftçi günümüze nazaran daha iyi kazanıyordu” diyerek söze başlıyor. “Bugün tarımsal girdiler çok pahalı, oysa önceki yıllarda üretici her türlü girdisini daha rahat alabiliyordu” diyor. Baysal’a göre, Teknotar yaşanılan zor şartlara rağmen, bölge tarımına hizmet etmeye çalışıyor. Özellikle yenilikleri bölge çiftçisine tanıtmayı kendine misyon edinmiş. Genel olarak her türlü tarım girdisini (ilaç, tohum, gübre vb) toptan pazarlamayla birlikte satış öncesi ve sonrası teknik tanıtımlarını yapmaya devam ediyor. Teknotar, 3 ziraat mühendisinin yanı sıra 1 muhasebe ve 1 depo elemanı istihdam ediyor.
BAYSAL UYARIYOR
Baysal’ın bu konuda çok önemli uyarıları var: “Kamuoyunda bilindiği gibi ilaç, gübre, hormonlar ülkemizde AB ve ABD’ye göre daha fazla kullanılmıyor. Sorun, zamansız ve bilinçsiz kullanılıyor olmasında. Zirai mücadelede bir kural vardır: ‘Ekonomik Zarar Eşiği–3D kuralı...’ Eğer zararlılar ve hastalıklar ekonomik olarak bitkiye zarar vermeye başlarsa, şu uygulamaları yaparız: Doğru zamanda, doğru ilaçlarla doğru dozda ilaç ve gübreleri kullanmak... Ayrıca, kullanım zamanıyla hasat zamanı arasındaki geçen süreyi de göz önüne alırsak, ilaçlardan ekonomik ve sağlıklı olarak faydalanmış oluruz. Sonuçta da sağlıklı ürünler üretip, halkımıza sağlıklı ürünler yedirme imkanı yaratırız.”
ÇOK ÇALIŞACAĞIZ
Teknotar’ın temel hedefi sektörde yıllar içinde edindiği yeri korumak. “Doğrusu önümüzü görmekte sıkıntı çekiyoruz” diyen Baysal, 2011 yılı için şöyle konuşuyor: “Az masraf, çok iş ve çok çalışmaya odaklanacağız.”
MALİYETLER YÜKSEK
ZEYTİNYAĞI aslında bir mucize. Bir hayat tarzı, bir beslenme tercihi ve bir meyve suyu. Özellikleri saymakla bitmez. Ama ben özellikle yarattığı ekonomik katma değerle ilgileniyorum.
Yıllardan beri gerek TV programları gerekse gazete yazılarımda zeytinyağı üretim, ticaret ve ihracatının artan önemi üzerinde duruyorum. Tabii bu arada zeytin ve zeytinyağı sektöründe dışarıdan bakanlarca çok anlamsız görünen kırıcı sözlerle dolu itişip kakışmalar var ki, hiç onlara değinmeyeceğim. Tarım ve tarımsal sanayinin bütün alt kesimleri ile yakın irtibat içindeyim, hiç bu kadar birbiriyle didişen bir camia görmedim.
Her neyse, biz bakalım dünyanın en güzel zeytinyağlarının yetiştiği ülkemizde meydana gelen olumlu gelişmelere.. Sektörde büyük bir ekonomik hareketlilik söz konusu. Bir yanda üreticinin yaşadığı maliyet sorunları diğer yanda yeni girişimcilerin küçük işletmeler halinde yeni marka yaratma çabaları. Fırsat buldukça bu köşede Ege Bölgesi’nde adeta kabuğunu yırtmaya çalışan küçük yatırımcıların butik üretim yapma girişimlerine yer vermek istiyorum. Alın size Balıkesir’in Gömeç ilçesinden bir örnek..
Eğitimden üretime
İbrahim Çolak, eski bir eğitimci. Aslen mübadele sonrası Selanik’ten gelmiş ve Ayvalık ile Gömeç arasında kalan Gümüşlü bölgesine yerleşmiş bir ailenin üçüncü kuşak temsilcisi. Çolak, “Bu bölge yoğun kuzey rüzgarlarının, yani poyrazın yoğun olarak estiği Kaz Dağları’nın tam karşında bulunuyor. Bu yörede üretilen zeytin ve zeytinyağının aromatik yapısı, renk, koku ve akıcılık gibi üstün özellikleri uzun yıllardır bilinmekte. Yani özellikle Gümüşlü, sanki zeytinyağı üretilsin diye yaratılmış bir yer. Ben de eski bir eğitimci ve bu bölgenin insanı olarak bir zeytinyağı markası yaratmak istedim” diyerek söze başlıyor.
Adeta altın sıvı
Edremit Körfezi’nin yöresel rüzgârları Kaz Dağları’ndan zeytinlik alanlara doğru denizdeki nem, tuz ve iyotu taşıyor. İşte bu esinti ise altın sıvı, yani zeytinyağına çok farklı bir özellik katıyor. İbrahim Çolak, “Ben bu yüzden dünyada kalp ve damar hastalıklarının en az görüldüğü yörenin burası olduğuna inanıyorum” diyor.
MARKA YARATMAK
PEKERLER Yem Sanayii, yemlik hammadde alım satımı üzerine kurulmuş bir firma.. 2010 yılında Gaziemir’de bulunan yem fabrikası ve marka hakkını satın alarak ‘Paşaoğlu Yem’ ve ‘Egeli Zeybek’ markaları altında yem üretimine başlıyor. Yeni yönetim, mevcut makina parkını elden geçirerek, yeniliyor ve günümüz hayvancılığına hitap edecek konuma getiriyor. Büyükbaş ve küçükbaş karma hayvan yemi üretimi yapan firmanın genel müdürü Mehmet Çengel, gelinen aşamayı şöyle değerlendiriyor…
İşletme ölçeği büyüyor
Türkiye’de hayvancılığın önemli ölçüde geliştiğini söylüyor Mehmet Çengel, “Geçmiş yıllarda tamamen çok küçük aile tipi işletme niteliği söz konusu iken, son dönemde orta ölçekli yapıya doğru adımlar atılmaya başlandı. Daha önceleri 100 başlık işletmeler telaffuz bile edilmezdi, ancak şimdilerde bu ölçekte çok sayıda yeni yatırım yapılıyor. Ne var ki hâlâ 3-5 inekten oluşan aile işletmeleri büyük çoğunlukta, işimiz kolay değil fakat potansiyel büyük” diyor.
Geçmiş yıllarda yem fabrikaları, bayi bazlı satışlara ağırlık veriyorlarmış. Oysa şimdi hedef müşteri olarak profesyonel çiftlikler ve süt alımcısı mandıralar ön plana çıkmış. Mehmet Çengel, önümüzdeki 5 yıl içinde sektörde büyük değişiklikler olacağını düşünüyor. “Özellikle süt işleyen büyük fabrikaların yem imalatına girmesi, diğer süt fabrikalarının da bu yolda hazırlıklar yapması sektörün yapısını belirgin bir şekilde değiştirecek” diyor. Ortaya çıkacak yeni gelişmelerin de, bugün piyasada yer alan bazı işletmelerin üretimini durdurması sonucunu doğuracağını vurguluyor. Halen yaklaşık 500 adet olan fabrika sayısının oldukça azalacağı ve şu anda piyasada belirleyici olan 3-4 firmanın daha ön planda olacağı bir yapının oluşacağını söylüyor.
Hammadde fiyatları
Çengel, AB kriterleri çerçevesinde yem fabrikalarının daha güvenilir ve kontrollü bir yapıya gittiğini söylüyor. Ancak hammadde fiyatlarındaki aşırı dalgalanmaların yem sektörüne büyük darbe vurduğunu da ifade ediyor. Gerçekten de son bir yılda kepekte yüzde 56, arpada yüzde 31, mısırda yüzde 57 ve ayçiçeği küspesinde de yüzde 78 artış olduğu göz önüne alınırsa, durumun ciddiyeti daha iyi anlaşılıyor.
YENİ YATIRIM
Teknik kadro dahil 25 çalışanı olan fabrikanın mevcut saatlik kapasitesini ve yem kalitesini artırmaya yönelik yeni makina alım görüşmeleri devam ediyor. Ayrıca stok sahasını genişletme amacıyla önümüzdeki aylarda yaklaşık 3 bin tonluk çelik silo yapımına başlayacakları bilgisini veriyor Mehmet Çengel. Bu arada işletmelere yönelik özel rasyon yapmak en önemli hedefler arasında.