Son yıllarda dikilen çok sayıda fidanla birlikte hızla artan üretim nasıl iç ve dış pazarda değerlendirilecek? Markalaşma çabaları nasıl bir sonuç verecek? Özellikle zeytinyağında kalite sorunu tam anlamıyla çözülebilecek mi? Sektörde bütün bunlar konuşulurken, bir yandan da işini iyi yapan ve mesleğini seven insanlara destek verme çalışmaları devam ediyor. Zeytindostu Derneği, bu yıl “Ulusal Naturel Sızma Zeytinyağı Kalite Yarışması”nın 5’ncisini düzenleyecek. Dernek Başkanı Metin Ölken’le yarışmanın amacı ve beklenen sonuçları görüştük.
Sivil inisiyatif
Metin Ölken, “Zeytindostu Derneği internet ortamında oluşan bir paylaşım grubunun 2006 Nisan ayında dernekleşmesi ile kuruldu. Bu özelliğiyle tam bir sivil inisiyatif örneği. Firmaların ya da şahısların bireysel mücadeleleri ile sektörel sesin duyurulamayacağını fark eden sektör temsilcileri bir araya gelerek ortak bir paydada buluşmak, sorunlarına çözüm aramak ve kendilerini geliştirmek yolunu tercih ettiler” diyor.
Peki amaç neydi? Dernek Başkanı Ölken, bu soruyu şöyle cevaplıyor;
“Kuruluş amacımız olan ‘sektörü ulusal ve uluslararası boyutta hak ettiği seviyeye çıkarmak’ için yolumuzdan hiç sapmadık. Dernek olarak bu çerçevede ’ortak akıl ve güç birliği’ arayışını hep sürdürdük. Birlik ve beraberlik içerisinde sektörümüzün sorunlarını çözebilmek maksadıyla farklı illerde 10 ‘Ortak Akıl ve Güçbirliği Toplantısı’ düzenledik. Bu toplantılarımızın içeriğini kitap haline getirerek, sektörün sorunlarını ve bunlara yönelik çözüm önerilerini bir araya topladık.”
Bir dizi etkinlik
Ölken, derneğin kurulmasıyla birlikte 2006 yılından beri sektörün nabzını tutan ve sektörle ilgili birçok bilgiyi içeren Z&Z Akdeniz Kültürü Dergisi’nin yayın hayatında olduğunu söylüyor. “Dergi, bu gün 25’nci sayısının baskısına hazırlanıyor” diyen Dernek Başkanı, ayrıca “Anatolive Fuarı”, “Tadım Eğitimleri” ve “Tadım Panelimiz”, “1. Uluslararası Fotoğraf Yarışması” gibi etkinliklere de imza attıklarını ifade ediyor. Ölken, Dernek üyelerinin bilgi paylaşımı yapabildikleri “zeytindostu google group” uygulamasının yanı sıra “Geleneksel Zeytindostu Takvimleri”nin de çok ilgi gördüğünü anlatıyor.
YARIŞMANIN AMACI
1960’larda “Yeşil Devrim” adıyla ortaya konulan projenin devamı olan GDO’lar (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) şu amaçla dünya gündemine geldi; Hızlı nüfus artışının yaşandığı Hindistan ve Meksika gibi ülkelerle, Afrika’da ıslah edilmiş tohumlar yoluyla tarımsal üretimi artırmak, açlık sorununu çözmek ve yeterli beslenmeyi sağlamak... Ancak 50 yıl sonra yaşanan yoğun bir tartışma var. Kimi bilim insanları GDO projesinin bir felaket olduğunu söylerken, bazı bilim insanları da tarım ve gıda sektörü için yeni bir reçete olduğunu savunuyor.
Biyoteknoloji gelişiyor
“GDO’lara karşı çıkmak günümüzdeki biyoteknolojiye karşı çıkmakla aynı anlama gelir. Oysa biyoteknoloji çağımızın çok hızlı gelişen bir bilim alanıdır. Eğer bu alanda çalışacak araştırmacılarımız için gerekli bilgi birikimini ve toplumsal desteği sağlayamazsak, o zaman bu tekniği geliştiren ülkelere bağımlı kalmamız kaçınılmaz olur. Bu yüzden GDO karşıtlığı kullanılarak ülkemiz araştırıcıları tarafından kendi transgenik bitkilerimizi geliştirme çalışmalarının önüne set çekilmesi bu alanda da geri kalmamızı sonuçlandıracaktır.” Bu çok önemli konuda farklı görüşlere sahip iki değerli akademisyenle görüştük. İşte bu alanda söz sahibi iki akademisyenin görüşleri. Değerlendirme size ait...
GDO’lu tohumun üstünlüğü yok
EGE Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya, “GDO’lu tohumların üstün özellikleri olduğu ve tarım ilaçlarının kullanımını azalttığı yönünde propaganda yapılıyor, oysa bunlar doğru değil” diyerek söze başlıyor. Özkaya, “GDO’lu tohumların ekildiği ABD ve diğer ülkelerde herbisit, yani ot öldürücü ilaç kullanımının roket gibi yükseldiği biliniyor. ABD Tarım Bakanlığı bu artışı doğruluyor. GDO efsanesinin ne kadar yanlış olduğu ve ilaç kullanımının azalmak şöyle dursun, arttığı açıktır” diyor. Özkaya, ayrıca Bt pamuk (GDO’lu pamuk) ekenlerin ilaç kullanımını azaltamadıkları ve verimi artıramadıklarının da araştırmacılarca saptandığını ekleyerek, “Örneğin Hindistan’da iki araştırmacı normal pamuk ekenlerin, Bt pamuk ekenlere göre yüzde 60 daha fazla gelir elde ettiğini ortaya koymuşlardır” diyor.
Çevre ve sağlık riski
Prof. Özkaya, bir grup bilim insanı tarafından Nisan 2009’da yapılan bir araştırmada GDO’lu çeşitlerin bir verim üstünlüğü olmadığının ortaya konulduğunu belirtiyor. Üstelik sözkonusu çalışmada çevreye ve sağlığa zararlarının göze alınamayacağının altı çiziliyor. Araştırmacılara göre organik tarım ve düşük girdili tarım gibi seçenekler tamamen bilgiye dayanarak çok daha yüksek verim artışları sağlayabiliyor.
Entegre zararlı
AYDIN, Türkiye’nin tarım, tarımsal sanayi ve gıda sektörü açısından en yüksek potansiyel taşıyan illerinden biri... Geçmiş yıllarda başta pamuk olmak üzere ön planda olan bitkisel üretim ağırlıklı yapı, artık hayvancılığa doğru yeni bir yöneliş içinde. Geçen Cumartesi günü gerçekleştirilen çalıştayla da, bu bölgede özellikle süt sığırcılığının yol haritası belirlenmiş oldu. Avrupa Birliği (AB) ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından finanse edilen, “Geleceğin
Süt Çiftliklerinin Yönetiminde Bilgi Köprülerinin Kurulması” projesi kapsamında gerçekleştirilen çalışmalardan biri olan çalıştayın ev sahipliğini Aydın Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği (ADSYB) yaptı. ADSYB Başkanı Mehmet Sedat Güngör’le bu önemli toplantının içeriği ve sonuçlarını konuştuk.
Çiftlik danışmanlığı
Mehmet Sedat Güngör, “Projenin ana hedefi süt sığırcılığı sektörünün AB ile uyumlu çiftlik yönetimi uygulamalarına Aydın’da proje kapsamında kurulacak olan Çiftlik Danışmanlık Merkezi aracılığı ile hazırlanmasına katkıda bulunmak. Proje kapsamındaki etkinliklerden biri olan çalıştay 24 Aralık 2011 tarihinde Aydın ilindeki hayvancılık sektörü paydaşlarının katılımı ile gerçekleştirildi. Proje tanıtımını Koordinatör Kıvanç İşbilen, Aydın’da süt sığırcılığının Türkiye’deki konumu hakkındaki sunumu Ziraat Yüksek Mühendisi Emine Seda Payık, anket sonuçlarının değerlendirilmesini Veteriner Hekim Dr. Çağla Yüksel Kaya Kuyululu, SWOT analizi çalışmasının moderatörlüğünü de Hürriyet Ege Yazarı İsmail Uğural üstlendi” diyerek, söze başlıyor.
Anket sonuçları
Güngör, ADSYB olarak hedeflerinin bölgede hayvancılığın geleceğinin planlanması olduğunu söylüyor. Tabii bunu yapabilmek için öncelikle mevcut durumu bütün yönleriyle ele almak gerekiyor. Birlik yönetimi Ekim ayında Aydınlı yetiştiricilerle geniş çaplı bir anket çalışması düzenliyor. Buna göre ortaya çıkan sonuçlar özetle şöyle;
-Yem bitkisi üretimi çok yüksek (yüzde 91).
ENKA Tarım, 1996 yılında İzmir’in Kemalpaşa İlçesi’nde kuruluyor. Başlangıçta yem ve yem katkı maddelerinin ticareti ile ilgilenen firma, sonraki aşamalarda farklı bir strateji izliyor. Çünkü hemen her çiftlikte görülen sağım makinesi veya sağım sistemlerindeki eksiklikler ve bunları kullanan müşterilerin genel ihtiyaçları Enka Tarım’ı imalata yönlendiriyor. Genel Müdür Mehmet Özer Gümülcineli, o günler için şu değerlendirmeyi yapıyor;
“Dönem itibarıyla kullanılan ekipmanın yüzde 80’lik kısmı ithal makinelerden oluşuyordu. Bu da yedek parça sıkıntısına sebebiyet vermekteydi. Ayrıca ithal olarak sunulan malzemelerin ekonomik olmaması, periyodik olarak değiştirilmesi, sağım hayvanlarının meme sağlığını ve makinelerin kullanım ömrünü olumsuz etkilemekteydi. Bu ihtiyaçlardan dolayı makine üretimi yapmaya başladık.”
13 yıl önce başladı
Enka Tarım, 1998 yılından itibaren mobil sistem süt sağım makinelerinin imalatına Kemalpaşa’daki işyerinde başlıyor. Aynı zamanda tamir ve servis olarak müşterilerinin taleplerini de karşılar hale geliyor. 2000 yılında ise imalat Torbalı Sanayi Sitesi’ndeki işyerine taşınıyor. Mehmet Özer Gümülcineli, “Daha büyük bir işyerinde olmak, imalat sürecimizi hızlandırdı. Çok ihtiyaç duyulan ve özellikle yurtdışından ithal edilen birçok parçanın kalıplarını yaparak süt sağım sektöründeki ihtiyaçları karşılamayı kendimize amaç edindik. 2003 yılına geldiğimizde Yenişehir Gıda Çarşısı’ndaki satış yerimizi açtık. Bu yolla İzmir ve çevresindeki müşterilerimizin bize kolay ulaşmasını sağladık. 2005 yılında da, Menderes Tekeli’de bulunan Organize Sanayi Bölgesindeki arsamızda fabrika inşaatına başladık ve bir yıl gibi kısa bir sürede bitirerek, tüm imalatımızı buraya taşıdık. Burada imalatımızı artırarak bugüne kadar ihracat yaptığımız ülke sayısını 22’ye çıkardık. Bu arada bayi ağımızı da genişleterek yurtiçi satış pazarında iyi bir yere geldik” diyerek, firmanın son 15 yılda yaşadığı hızlı gelişme sürecini anlatıyor.
Yüksek teknoloji
Gümülcineli, “İmalat firmamız olan Enka Tarım ve Hayvancılık Ltd. Şti’nde 42, dış ticaret firmamız olan Sütal Tarım ve Hayvancılık Ltd. Şti’nde 5 olmak üzere toplam 47 çalışanımız bulunuyor. Süt sağım makineleri, merkezi sistem sağımhaneler, yem kırma makineleri, elektrikli çit sistemleri, otomatik suluklar, otomatik kaşağı makineleri, koyun, keçi, at kırkım makineleri, keçi ve koyun sağım makineleri, dezenfektanlar ve çiftlik ekipmanları üzerinde çalışıyoruz. Ancak süt sağım pazarında istediğimiz yerde değiliz. Asıl hedefimiz, insana olan bağımlılığı azaltan otomatik sistemlere yönelerek süt hayvancılığı ile uğraşan müşterilere hizmet vermek” diyor.
AR-GE’ye hız veriyorlar
Enka Tarım, otomatik süt sağım tesisleri kurulumu ve bunlar için gerekli parçalar, yazılımlar için ARGE çalışmalarına hız vermeyi planlıyor. Firma ayrıca e-ticaret sitesinden de elektronik ortamda müşterilerine ulaşacak. Gümülcineli, “2012 yılında düzenlenecek olan Eurotier 2012 Hannover Fuarı ve 2013 yılında da Sima 2013 Paris Fuar’ına katılıp ihracat yaptığımız ülkelerin sayısını ve ihracat hacmimizi artırmayı hedefliyoruz. 2012 yılında da ülkemizde düzenlenecek 8 büyük tarım fuarına katılarak ürünlerimizi sergileyip iç pazardaki payımızı genişletme çabası içinde olacağız” diyor. Enka Tarım, sektördeki firmalara yedek parça temininde ve internet üzerinde yapılan satışlarda kendisini öncü olarak görüyor.
KROMEL, 1981 yılında Adapazarı’nda kurulmuş. Üç kardeşin ortak yatırım kararıyla faaliyete geçen firma gıda sektörünü hedef alarak yola çıkmış. Sürekli gelişme içinde olan Kromel, halen kendi alanında Türkiye’nin en yeni ve en iyi teknolojik altyapısına sahip iki fabrikasıyla üretime devam ediyor. Satış ve Pazarlama Müdürü Basri Çalışkan’la tarım ve gıda sektörünün yanı sıra firmanın Ege’ye yönelik projelerini konuştuk.
TEKNOLOJİYE DAYALI ÜRETİM
Basri Çalışkan, “Daha çok teknolojiye dayalı makine ve ekipman üretimine önem veriyoruz” diyor. Gerçekten de Kromel’in mevcut iki fabrikasında çeşitli kapasitelerde süt soğutma tankları, yeni teknolojiyle üretilen kaşar ve beyaz peynir üretim hattında kullanılan PLC otomasyonlu proses makinelerine yoğun talep var. Ayrıca yoğurt, ayran, tereyağı ve lor üretim hatları; sütlü tatlılar, tahin, pekmez, ketçap ve mayonez üretiminde kullanılan proses makineleri; özellikle son yıllarda yüksek oranda talep gören süt nakil tankerleri ve depolama tankları firmanın üretimini yapmakta olduğu makine ve ekipmanlar... Kromel, proje bazında orta ve büyük ölçekli tesisleri anahtar teslimi hayata geçirebiliyor.
45 ÜLKEYE İHRACAT
Basri Çalışkan, “Her dönemde yenilenmeyi ve gelişmeyi tercih eden firmamız son dönemde kalite hedeflerini daha da yükselterek sektörünün öncü ve lokomotif firması haline geldi” diye konuşuyor. Yaklaşık 45 ülkeye ihracat yaptıklarını söyleyen Çalışkan, “200 çalışanımızla birlikte teknolojik altyapıyı nitelikli iş gücü ve yüksek hizmet kalitesiyle birleştirmeyi başardık” diyor.
KÜRESEL REKABETTE VARIZ
Kromel, yüksek teknolojiye dayalı üretim anlayışıyla küresel rekabetten korkmuyor. Bu hususta Basri Çalışkan’ın değerlendirmesi şöyle: “Artık makine ve ekipman üretiminde dünyayla yarışır hale geldik. Ancak ithalatın önünü kesmek için bir dizi önlemin alınması ve ülkemizde üretimini yapmış olduğumuz makine ve ekipmanın yüksek katma değerli olduğunu herkese duyurmamızın zamanı çoktan geldi. Türk ekonomisi büyüyor ama makine ithalatı da artıyor. Bu sağlıklı bir gelişme değil. Biz zaten en iyisini yapıyoruz. Yani ortada haksız rekabet var. Bu açıdan yerli üretim desteklenmeli. Boşu boşuna dışarıya döviz ödemeyelim.”
EGE ÇOK ÖNEMLİ
TÜRK çiftçisinin belki en temel sorunu finansman... Öyle ya, nakit akışını ürünlerin mevsimselliği yüzünden bir türlü düzenleyemeyen çiftçi, sık sık ödeme güçlüğüne düşüyor. Son yıllarda hızla gelişen süt hayvancılığı sayesinde üretici bu temel sorununu bir nebze de olsa çözme fırsatını buldu. Ama genel olarak zamanında ve uygun maliyetli para sıkıntısı devam ediyor. Bu çerçevede “tarımsal bankacılık” alanında yeni gelişmeler ortaya çıkmaya başladı. Daha önce de yazdığımız gibi bir özel banka olarak Denizbank sektöre hızlı bir giriş yaptı. Şimdi de Türk Ekonomi Bankası’nın (TEB) girişimlerini izliyoruz. TEB geçtiğimiz hafta İzmir’de bir tarım konferansı düzenleyerek, sektörün belli başlı temsilcilerini bir araya getirdi. TEB İşletme ve Tarım Bankacılığı Satış Direktörü Mehmet Ormancı ile konferansı ve Banka’nın tarıma bakışını konuştuk.
Doğru çözümler sunuyor
Mehmet Ormancı, “TEB Tarım Bankacılığı olarak, 2007 yılından bu yana çiftçimize özel hizmetlerle onlara olan desteğimizi ve işbirliğimizi güçlendirmeye odaklandık. İşletme kredisi kapsamında üretilen ürünü ve çitçinin gelirine göre tasarlanmış limit, geri ödeme alternatifleri ve faiz oranlarıyla her ihtiyaca uygun tarım kredileri sunuyoruz” diyor ve örnek olarak da Hasat Kredisi’ni veriyor. Bu krediyle yetiştirilen ürünün ekiminden hasadına kadar geçen sürede tohum, gübre, ilaç alımı, sulama, sürüm ve işçilik maliyetlerinden doğabilecek nakit sıkışıklığının giderilmesi amaçlanıyor.
Sıcak yaklaşım
Bu arada şunu söylemeliyim; gerek Konferans’ta gerekse Mehmet Ormancı ile yaptığımız görüşmede tarım ve tarımsal sanayi sektörüne karşı Banka’nın sıcak yaklaşımını hissettim. Başka bir ifadeyle, “Bu sektörde büyük potansiyel var, biz de girelim, payımızı alalım” havası görmedim. Tam aksine, “Tarım ve tarımsal sanayi Türk ekonomisinin çok stratejik bir sektörü; Banka olarak bu sektörü ve onun temel taşı olan çiftçiyi destekleyelim, yolcu değil hancı olalım” inancını gözlemledim. Nitekim Ormancı, “Hizmeti sadece şubede değil, tarlada, bahçede, ahırda yani çiftçinin yanıbaşında vermek istiyoruz” diyor. Kendilerini klasik bir bankacı olmaktan çok sektörün bir ‘çözüm ortağı’ biçiminde görüyor.
Konferansın amacı
Mehmet Ormancı, “Çiftçilerimizin finansal ihtiyaçlarının yanı sıra ülkemizde tarım sektörünün gelişimine katkı sağlayacak projeleri de sosyal sorumluluk anlayışı çerçevesinde hayata geçiriyoruz” diye konuşuyor..Ve bu bakış açısı sonucu İzmir’de Türk Tarım Sektörü Gelecek Stratejileri Konferansı’nı düzenlediklerini söylüyor. Konferansın nihai amacı ise, “Sektörün ortak aklını harekete geçirerek geleceğe ışık tutmak ve eylem planı oluşturmak” olarak ifade ediliyor.
Fırsatlar tehditler
İZMİR iklimi ve florası ile tarım, tarımsal sanayi ve gıda sektöründe çok zengin bir ürün yelpazesi oluşmasına imkan sağlıyor. İşte yeni ve somut bir örnek... İzmir Koyun ve Keçi Yetiştiricileri Birliği (İKKYB) Başkanı Özer Türer, başarılı çalışmalarına bir diğerini daha ekledi. “Sakız Koyunu Projesi” ile bölge çiftçisinin önüne yeni bir fırsat koydu. Sakız Koyunu İzmir’de Çeşme Yarımadası’nın hayvanı. Yani İzmir’e ait bir değer. Doğu Anadolu’nun İvesi’si ile birlikte Türkiye’nin süt verimi yüksek iki ırkından biri. Son yıllarda yaptığı hamlelerle kendi alanında ülkenin en büyüğü haline gelen İKKYB her yıl Çeşme’de sakız koyununun yarattığı büyük katma değere dikkat çekmek ve önemine vurgu yapmak için bir şenlik düzenliyor. Bu yıl 16 Eylül’de düzenlenen etkinlik mevcut ilgiyi daha da artırdı. Özer Türer’le sakız koyununa ilişkin yeni projeleri konuştuk.
Padişahların tercihi
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Padişah başta olmak üzere Saray ahalisi kurbanlık olarak sakız koyununu tercih edermiş. Sarayın kurbanlıkları Çeşme’den gemilerle gidermiş İstanbul’a. Türer, “Bu özellik geçen Kurban Bayramı’nda da hatırlandı ve ‘Hakiki Sakız Koyunu’ yeniden gözde olmaya başladı. Yeni projemiz bu yüksek katma değerli hayvanı bölge ekonomisine kazandırmak üzerine kurulu” diyor. Sakız Koyunu’nun en büyük özelliği hem et, hem de süt hayvanı olması. Türkiye’de yetiştirilen süt verimi en yüksek hayvan. Doğurganlığı da çok yüksek. Öyle ki ikiz, üçüz, hatta beşiz, altız doğumlar yapabiliyor. Türer’e göre, doğru bakım ve mama takviyesi yapılırsa beşiz yavrular bile yaşatılabiliyor. Ayrıca tat yönünden de eti diğer ırklardan farklı. Yani her yönüyle getirisi çok iyi.
Yeterli materyal yok
Özer Türer, şu değerlendirmeyi yapıyor; “Türkiye’nin birçok bölgesinde insanlar verim özellikleri dolayısıyla sakız koyunu yetiştirmek istiyor, ama iklim özellikleri buna izin vermiyor. İzmir’de aslında tablo farklı değil. Sakız koyunculuğu yapmak isteyen insan sayısı çok. Ancak yeterli hayvan materyali yok. Yetiştirici uzun yıllar küçükbaş hayvancılıktan para kazanamayınca hayvan varlığı çok geriye gitti. Ve ne yazık ki tüm ırklarda olduğu gibi sakız koyunu da kesime gitmekten kurtulamadı. Çeşme Yarımadası gibi sınırlı bir coğrafyada yetiştirilen türün varlığı yok denecek sayılara, 2 binlere geriledi. İzmir’in önemli bir değeri yok olma ile karşı karşıya.”
Bakanlık destek
Türer, özellikle son yıllarda diğer çalışmalarında olduğu gibi, bu projeye de Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın büyük destek verdiğini söylüyor. “Bakanlık son dönemde tarım ve hayvancılıkta çok önemli adımlar atmaya başladı” diyen Özer Türer, “Koyun ve Keçi Sütünde Soğuk Zincir Projesi ile yetiştiricinin yüzünü güldürdük. Bakanlığın bu süreçte büyük rolü var. İKKYB olarak şimdi sakız koyunu sayısının artması ve yaygınlaşması için birkaç proje üzerinde çalışıyoruz. İzmir’de bütün kırsal bölgeyi dolaşıp, materyali güzel bir katalogda toplayarak işe başladık. Yetiştiricilerle kafa kafaya verdik, ne yapılabiliri konuştuk. Tarım Bakanlığı yetkilileri konuyu çok ciddiye alıyor” diye konuştu.
Kecheese marka
GIDA sektörü, tarımın sanayi ve teknoloji ile bütünleşmesi açısından çok stratejik bir özellik taşıyor. Bu bakımdan gerek dünyada gerekse Türkiye’de artan bir öneme sahip. Sıklıkla TV programı ve yazılarımda dile getirmeye çalıştığım gibi, Türkiye “gıda sanayi” potansiyeli çok yüksek bir ülke konumunda. Ayrıca bu sektör kırsal kalkınma uygulamaları açısından da dikkate alınmalı. Başka bir ifadeyle, gıda sanayiinin ülke yüzeyine yayılmasının desteklenmesi bir yandan küçük ve orta ölçekli işletmeleri (KOBİ) güçlendirirken, diğer yandan da tarımsal üretimin katma değerini artıracak. Söz konusu sürecin işsizlikle etkin mücadele ve iç göçün önlenmesi yönünden ciddi katkılar yapacağı da unutulmamalı. Dolayısıyla bundan böyle gıda sektörüne ‘özel’ bir önem verilmesi çok anlamlı olacak.
Global işbirliği
21-23 Kasım 2011 tarihlerinde Çeşme Altınyunus Oteli’nde Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu’nun (TGDF) düzenlediği kongre, bu çerçevede bir hayli yararlı oldu denilebilir. Öncelikle, “Global Gelecek, Global İşbirliği” temasıyla düzenlenen TGDF Gıda Kongresi 2011, Avrupa ve Türkiye’den gıda ve içecek sektörünün tüm paydaşlarını bir araya getirme çabası içinde oldu. Yaşar Holding’in ev sahipliğindeki organizasyon gerçekten başarılıydı. Ne var ki, TGDF’nin yöneticilerinin iyi niyetinden şüphe etmek mümkün değil, ancak konuşmacılar arasında çok daha fazla Egeli ve İzmirli sektör temsilcilerine yer verilmeliydi. Bu bölgede gıda sektörünün hem bilgi, hem de fikir sahibi olan sanayicileri orada olmalıydı. Kongre, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, Sağlık Bakan Yardımcısı Agah Kafkas, FoodDrink Europe Başkanı Jesus Serafin Perez ve TGDF Başkanı Şemsi Kopuz’un açış konuşmalarıyla başladı. Kopuz’un konuşmasında dikkat çeken konulardan biri de, sektörün tüm paydaşlarına işbirliği çağrısı yapmasıydı. Başkan Kopuz, gıda ve içecek sektörünün ‘sürdürülebilir geleceğine’ dair kaygılar olduğunu söyledi. Bu kaygıları gidermek için de, “Sanayi, karar alıcılar, bilim dünyası, medya ve tüketiciler arasında etkili bir iletişim stratejisi benimsemeye her zamankinden daha fazla ihtiyaç var” dedi.
Cazibe merkeziyiz
TGDF Başkanı Türkiye’nin Avrupa, Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Türk Cumhuriyetleri’ni kapsayan coğrafyanın tam ortasında olduğunu hatırlattı, “Bu, 1 milyara yaklaşan bir nüfus demek. 74 milyonluk Türk tüketicisine kesintisiz gıda tedariki sağlayan sektörümüz; aynı zamanda içinde bulunduğu coğrafyanın da ihtiyaçlarına kesintisiz cevap veriyor. İşte bu yüzden Türkiye, gıda sektöründeki uluslararası oyuncular için bir cazibe merkezi olurken, aynı zamanda kendi bünyesinden de lider oyuncular çıkarıyor” şeklinde konuştu.
Küresel açlık sorunu
Bugün 7 milyarı geçen dünya nüfusunun 1 milyarı açlık ve beslenme sorunu yaşıyor. Gıda ve içecek talebi de günden güne artıyor. Şemsi Kopuz, “Bu kritik süreçte küresel ölçekte tarımsal emtia ve gıda fiyatlarının istikrarsız bir seyir izlemesi, gıda güvenliği ve güvenli gıdaya erişimle ilgili ciddi kaygıları beraberinde getirdi” diyor.
24 üye dernek