Paylaş
“1945’ten sonra başlayan soğuk savaş yıllarında dünya nüfusu hızla artmaya başladı. İşte bu dönemde bilim adamları yaptıkları doğru hesaplar, ancak aldıkları panik kararlarla bilerek ya da bilmeyerek dünyamızın yavaş yavaş yok olmasına yol açacak tarihi süreci başlattılar. Önce sanıldı ki, doğal kaynaklar (güneş, toprak, hava, su) adı üstünde doğal olarak vardır ve biz ne yaparsak yapalım tükenmez kaynaktırlar insanlık için... Bunun için bu doğal kaynakları istediğimiz gibi kullanalım ve artan nüfusun aç kalmasını önleyelim. İşte bu iyi düşünce ama yanlış hipotez ile başlayan süreçte, birçok hata yapıldı!” Türkiye’de adı adeta ekolojik (organik) tarım ve üretimle özdeş hale gelen ziraat yüksek mühendisi Atila Ertem sohbetimize böyle başladı...
Kontrolsuz kimyasallar
Aynı zamanda Türkiye’de sektörün temsilcisi konumundaki Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği’nin (ETO) başkanlığını yürüten Atila Ertem’e göre, tarımda kimyasalların (ilaç ve gübreler) kontrolsüz, su kaynaklarının da bilinçsiz kullanılması ekonomiye büyük zarar veriyor. Hele toprak canlılığını gözardı eden tarım yöntemleri ile üretim yapılması ve atmosferdeki ozon tabakasına dahi zarar verecek gerek sanayide, gerekse tarımsal yapılanmadaki gelişmelerin mutlaka denetim altına alınması gerekiyor…
DDT unutulmamalı
Ertem, “DDT örneği iyi bilinmeli” diyor ve DDT’nin bir zamanlar Nobel Ödülü’ne layık görüldüğünü, hatta geri kalmış ülkelerde insanların başlarının yıkanıp bitlenmesini önlemede bile kullanıldığını, ancak yarattığı zararlar yüzünden 1970’li yıllarda yasaklandığını hatırlatıyor.
Ekolojik hareket
ETO Başkanı, bu ve benzer yanlışlıkların gelişmiş ülkelerde görülmeye başlamasıyla, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkmış olan ekolojik tarım çalışmalarının öneminin daha iyi anlaşıldığına dikkat çekiyor. Ekolojik hareketin yaygınlaşması ile doğayı yok etmeden insanoğlunun yeterli şekilde beslenmesinin mümkün olabileceği görüşü ise günümüzde artık çok daha fazla kabul görüyor.
İHRACAT ODAKLI
Atila Ertem, Türkiye’nin 1985-86 yıllarında ekolojik tarımla tanıştığını söylüyor. Ekolojik hareket dış satış ile başlıyor ve ihracat lokomotif güç olarak hâlâ işlevini sürdürüyor. Türkiye’nin karakteristik tarım ürünleri olan kurutulmuş meyve ile başlayan ürün zincirine 1990’lı yıllarında başında kabuklu yemişler ve pamuk ekleniyor. 1995-96 yıllarında yeni kuru meyve çeşitleri (elma, erik, armut) ve başta domates olmak üzere kurutulmuş sebze ürünlerinin yanısıra aromatik bitkiler ve baharatlar (kekik, defne, gül, biberiye, rezene) ihracat kervanına katılıyor.
SAĞLIK VE DOĞA
Ertem, ekolojik hayatın yalnızca insanların sağlıklı beslenmelerini sağlamak üzerine kurulmuş bir sistem olmadığının altını çiziyor. Özünde doğayı korumak ve doğanın bir parçası olan - dikkat ediniz hakimi olan değil, bir parçası olan- insanları diğer canlılar gibi koruyarak sürdürülebilir bir hayat sağlamak. “Bu yüzden” diyor, “Organik sektörde tarımsal proje danışmanlığı yaptığım ilk yıllarda bana sıkça sorulan ‘organik pamuğu niye üretiyoruz, pamuk yenilmez ki’ sorusunun cevabı önem taşıyor. Çünkü tarımsal kimyasalların 1/3’ü pamuk üretiminde kullanılıyor.”
İÇ TALEP ARTIYOR
Günlük tüketimde sıkça kullandığımız birçok hayvansal ürün, yaş meyve sebze ve zeytinyağı da organik tarımda üretim zincirine girmeye başladı. Çünkü yavaş da olsa yurtiçinden gelen talep üreticiyi sadece ihracat amaçlı olmaktan çıkaracağa benziyor. Ertem, “Daha yolun başındayız. Sektör bu arada yeni açılımlara ihtiyaç duyuyor. Bebekler, çocuklar ve gençler organik üretimin adeta geleceği.. Girişimcileri desteklemek ve sektöre yeni bir ivme kazandırmak üzere geçen yıllarda oluşturduğumuz sektörel danışmanlık hizmetlerimizi OTS (Organik Ticaret Servis) Danışmanlık Şirketi çatısı altında vermeye çalışıyoruz. Ben şahsen çok ümitliyim” diyor.
Paylaş