Ancak bir sorun var. İzmir’i yönetenler nedense hala bu gerçeğin yeterince farkında değil. Öyle olmasaydı, tarım, tarımsal sanayi ve gıda sektörü il ekonomisinin lokomotifi ilan edilirdi. Ve tabii, İzmir’in geleceğe dönük ekonomik stratejileri de ona göre tasarlanırdı. Türkiye’nin en büyük Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği (İDSYB) İzmir’de... En büyük Koyun ve Keçi Yetiştiricileri Birliği yine burada... Dahası İzmir, en çok sütün üretildiği il konumuna geldi. Pamuk, hububat, meyve sebze, seracılık, arı yetiştiriciliği, kırmızı ve beyaz et, yumurtacılık gibi bitkisel ve tarımsal sanayi ürünlerini saymaya kalkarsak, herhalde, “Biz nerede yaşıyormuşuz da farkına varmamışız” dersiniz... İşte buradan yazıyorum, İzmir en geç 10-15 yıl içinde ulusal ve uluslararası bir gıda merkezi olabilir, olmalıdır da... Peki, nasılın cevabı başka yazıda. Bu arada geçtiğimiz hafta sonu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) sahil kenti Girne önemli bir buluşmaya sahne oldu. 81 ilin 76’sının Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliklerinin başkan ve yöneticileri biraraya geldi. İDSYB Başkanı Veteriner Hekim Mehmet Çelikkaleli ile Kıbrıs toplantısını ve yeni projeleri konuştuk.
30 YILDIR SAHADA
Başkan Çelikkaleli önce kendisini tanıtıyor:
“1959 İzmir doğumlu eski adıyla Karantinalıyım. İlk, orta ve liseyi İzmir’de okudum. İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’nden 1982’de mezun oldum. O tarihten bu yana klinisyenlik yaptım, yani hep sahada oldum. Özellikle Ödemiş, Kiraz, Tire ve Bayındır başka ifadeyle Küçük Menderes bölgesinde faaliyet gösterdim. Ödemiş’te yedi yıl önce Favorit-Çelikkaleli adıyla süt sağım makinesi üreten bir fabrika kurdum. Ayrıca 1988’den bugüne kadar süt üreticiliğini de sürdürüyorum. Halen 80-100 başlık bir çiftliğim var. Evliyim, eşim emekli matematik öğretmeni.”
BELİRLEYİCİ OLACAĞIZ
2 Ekim 2011’deki seçimde göreve gelen Çelikkaleli’nin değerlendirmesi şöyle:
KÜMELENME, aynı bölgede, aynı iş kolunda, aynı değer zincirinde faaliyet gösteren, birbiriyle işbirliğinde bulunan ve aynı zamanda birbirine rakip olan işletmelerin ve onları destekleyici kurumların bir araya gelmesi olarak tanımlanıyor. Peki burada amaç nedir? Sektörlerde pazar fırsatlarından yararlanmak için ortak çözümler geliştirmeyi ve kaynakları birleştirmeyi düşünen firmalar ve işletmeler ile hammadde, yedek parça ve destek hizmetler sağlayan firmaların bir araya getirilmesi... Yani işin esası şu; işbirliği ve güçbirliği yaparak “ortak akıl”da buluşmak, “ortak çözüm”ler geliştirmek... Ya da başka bir deyişle iki kere ikiyi beş yapabilmek! İşte İzmir İl Tarım Gıda ve Hayvancılık Müdürü Ahmet Güldal’ın vizyonu burada devreye giriyor. Ve geçtiğimiz günlerde il sınırları içinde faaliyet gösteren 26 süt kooperatifi bir araya gelerek “ortak akıl” arıyor. Türkiye’de ilk defa gerçekleşen bu “ortak çözüm” arayışını Ahmet Güldal ile görüştük.
Üretimde birinciyiz
İl Müdürü Ahmet Güldal, “İzmir süt üretiminde birinci sırada. Tabii yaşanılan ve henüz çözüme kavuşmamış sorunlar var, ama süt hayvancılığı artık hem il ekonomisi, hem de bölge tarımında lokomotif rol oynamaya başladı. Şimdi bize düşen bu önemli gelişmeyi kendi haline bırakmadan, en etkin biçimde yönlendirmeye çalışmak” diyor.
Küçük ölçekli üretim
Güldal’a göre, bölge tarımını ve hayvancılık işletmelerinin yapısını iyi anlamak gerekiyor. Çünkü bölgede süt hayvancılığı ile uğraşan onbinlerce ailenin büyük çoğunluğu küçük işletmelerden oluşuyor. Bunların mutlaka ayakta kalması lazım. Belli bir zaman dilimi içinde de işletme ölçeklerinin büyümesini, hiç olmazsa orta ölçekli hale gelmelerini sağlamak gerekiyor.
Güldal şöyle devam ediyor; “İşte bu çerçevede kooperatiflerin işlevi çok büyük. Ancak bunlar da genellikle küçük ölçekli. Öyleyse il genelinde faaliyet gösteren süt kooperatiflerimizi bir araya getirsek ve kafa kafaya versek daha iyi olmaz mı diye düşündük... Ve İl Müdürlüğümüzde 26 süt kooperatifi yöneticilerini toplantıya çağırdık”
ZEYTİN ve zaytinyağında umut bitmez. Aslında neden bitsin diye sormalıyız... Un, yağ ve şeker fazlasıyla var da, sorunumuz helva yapmada! Daha önce de yazmıştım, Türkiye’de başka hiçbir sektörde görülmeyen bir iç çekişme ile camia yıllardan beri kendini hırpalayıp duruyor.
Neyse biz gelelim sadede... Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği (EZZİB) Başkanı Ali Nedim Güreli ile dış ticaretteki son gelişmeleri görüştük.
Ali Nedim Güreli, “Zeytin ve zeytinyağı sektörü 2011 yılını beklentilerin altında kapattı” diyor. Güreli, özellikle, Dahilde İşleme Rejimi (DİR) kapsamında ithalata izin verilmemesi yüzünden ihraç pazarlarımızda talep edilen ve ülkemizde yetiştirilmeyen veya üretimi az olan zeytin türlerine yönelik dış taleplerin karşılanamamasından dolayı uluslararası piyasalarda pazar kaybı yaşandığını söylüyor.
Maliyet en büyük sorun
Başkan Güreli, maliyet sorununu bugün sektörün en önemli sorunu olarak görüyor. “Ülkemizde hammadde fiyatları Avrupa Birliği’nin çok üzerinde, ayrıca zeytinyağında AB’nin üreticilere sağladığı litre başına 1.2 Euro’luk destek, bizde 2011 yılına kadar 25 kuruş, 2012 yılından itibaren de 50 kuruş düzeyinde kaldı” diyen Ali Nedim Güreli, “Uygun fiyattan hammadde temin edilemediği için ihracatımız geriledi, 2010/11 sezonunda ise dibe vurarak 12 bin tonun altında kaldı” ifadesinde bulunuyor.
İhracatta büyük sıkıntı
2011 yılında zeytinyağı ihracatı bir önceki yıla göre 12 bin 600 ton ile miktarda yüzde 32, değerde ise 50.6 milyon dolar ile yüzde 25 oranında gerilemiş durumda. Güreli, “En önemli pazarımız ve AB’den sonra en büyük tüketici pazarı olan ABD’ye yönelik ihracatımız, 2011 yılında miktarda yüzde 59, değerde ise yüzde 52 oranında geriye gitti. Büyüyen pazarlardan Japonya’ya yönelik ihracatımız da yaklaşık yüzde 20 oranında azaldı. Hedef pazarlarımız arasında yer alan Çin, Irak, İran gibi ülkelere yönelik ihracatımızda artış olsa bile, bu pazarlardaki payımız rakiplerimizin çok gerisinde kalıyor” diyor.
SOFRALIK ZEYTİN
2009 yılından bu yana büyük bir başarıyla başkanlık görevini sürdüren Sumer Tömek Bayındır’ın yeni bir yönetime fırsat vermek amacıyla görevden ayrılması sonucu yapılan seçimde, grubun kurucu üyelerinden Mahmut Eskiyörük, oybirliğiyle dönem başkanlığına getirildi. Bilindiği üzere aynı zamanda Küçük Menderes Havzası’nda örnek bir kooperatifçilik hareketi ile yeni bir kırsal kalkınma modeli yaratan 2 bin ortağa sahip Tire Süt Kooperatifi’nin başkanı olan Mahmut Eskiyörük’le yeni projeleri ve geleceğini konuştuk.
Vefa borcumuz var
Mahmut Eskiyörük, “Öncelikle Sumer Hanım’a vefa borcumuz var; bugüne kadarki hizmetleri için içten teşekkürlerimi sunuyorum. Bundan sonra da kendisiyle yakın işbirliğimizi sürdürmeye kararlıyız. Ayrıca Sumer Hanım’ın dışında çok sayıda arkadaşımız da tamamen gönüllü olarak büyük bir özveriyle çalıştı. Ancak her geçen gün ne kadar doğru bir girişimde bulunduğumuzu daha iyi anlıyorum. Çünkü İTG kendi alanında Türkiye’de bir ilki başardı” diyerek söze başlıyor. Misyonumuz belli olduğunu, bir dernek veya meslek odası olmadıklarının altını çizen Eskiyörük, “Biz ‘Tarım Önemlidir’ sloganı ile yola çıkan tarım temsilcilerinin oluşturduğu bir gönüllü toplum kuruluşuyuz. Aramızda sektörün bütün temsilcileri bulunuyor. Bu yönüyle bir ‘Tarım Konseyi’ konumundayız. Tüm kamuoyunda tarım ve tarımsal sanayinin taşıdığı büyük katma değerin daha iyi bilinmesini ve bu konuda bir farkındalığın oluşmasını amaçlıyoruz” diyor.
Çok geniş yelpaze
skiyörük, “Dünyada ve Türkiye’de tarımın öneminin her geçen gün arttığı gerçeği ile karşı karşıyayız. Artık tarım dünya ekonomilerinde stratejik önemi ve ekonomik değeri ile yükselen bir sektör konumundadır. Bu gerçeğin ışığı altında, Türkiye’de ve bölgemizde tarım ve tarımsal sanayie ilişkin sorunların ve çözüm arayışlarının ele alınması ve kamuoyu ile doğru bilgilerin paylaşılması amacını güdüyoruz. Ne var ki öncelikle yapılması gereken sektörü oluşturan kurum ve kuruluşlar arasında diyalog ve işbirliğinin sağlanmasıydı. İşte biz İzmir’de bunu başardık. Çünkü pamuktan hububata, meyve sebzeden seracılığa, hayvancılıktan yem üretimine, çiçekçilikten arıcılığa, tarımsal mekanizasyondan gıda sektörüne kadar çok geniş bir üretim, ticaret, sanayi ve ihracat yelpazesi ile karşı karşıyayız” değerlendirmesini yapıyor.
SESİMİZİ DUYURAMIYORUZ
İTG’nin yeni başkanının en çok üzerinde durduğu konulardan biri de başta çiftçi olmak üzere sektörün diğer temsilcilerinin kendilerini kamuoyuna anlatmakta çektikleri zorluk. Eskiyörük, “Küresel ölçekte her geçen gün daha iyi anlaşılan bir gerçek var. Artık tarım, tarımsal sanayi ve gıda sektörünün bütün dünya için kurtarıcı bir ekonomik sektör olduğu ortaya çıkmış durumda. Ancak ülkemizde bu stratejik önemi çok yüksek olan sektör ne yazık ki kendini ifade edemiyor. Kendisi ile ilgili hayati karar alma süreçlerine tam anlamıyla müdahale edemiyor, çünkü ekonomi politikalarını uygulayanlar nezdinde gücü ve etkisi yok denecek kadar zayıf. Nitekim siyasi iradenin odak noktası olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 550 milletvekili içinde tarım sektörü temsilcisi sayısı, sektörel potansiyeli yansıtmaktan çok uzak” diyor.
YAZILARIMI okuyan veya TV programlarımı izleyenler bilirler; ısrarla “Tarım-Sanayi-Teknoloji Entegrasyonu”na dikkat çekmeye çalışırım. Çünkü bu entegrasyon, yani bütünleşmede çok ciddi bir katma değer söz konusu... Üretim, istihdam, ihracat (döviz) ve kırsal kalkınma yönünden Türk ekonomisine muazzam katkı yapabilecek bir süreçten bahsediyorum. Ancak işin başlangıcına gittiğimizde şunu görürüz; tarımsal üretimin temeli ‘toprak’tır... Toprağın özellikleri ve yapısı ise üretimin başarısını belirleyen temel unsurların başında geliyor. Türkiye bu konuda dünya geneline bakıldığında çok şanslı ülkelerden biri... Ne var ki acaba bu avantajın yeterince farkında mıyız?
İki değerli tarım uzmanı Ziraat Yüksek Mühendisi Erdal Güncü ve Nazilli Tarımsal Kalkınma Kooperatifi (ÖRKOOP) Müdürü Mehmet Şimşek ile kamuoyunda fazlaca tartışılmayan “sağlıklı toprak” konusunu görüştük.
Toprak PH’sının önemi
Erdal Güncü, “Tarımsal üretimi ilgilendiren en önemli özelliklerinden biri toprak PH’sıdır. Ne yazık ki ülkemizde toprak PH’sının önemi uzun yıllardan beri üreticilerimize anlatılsa da hala bu hususta çok eksik durumdayız. Üstelik devasa üretim kayıplarının yanında topraklarımız da gittikçe üstün vasıflarını kaybetmekte” diyor. Güncü’nün özellikle çiftçilere yönelik uyarıları da dikkat çekici; “Bilinmesi gereken temel konu şu: toprağa atılan besin elementlerinin ve gübrelerin ne miktarda atıldığı değil, bu verilen besleme ürünlerinin bitkilerimize ve ağaçlarımıza ne kadarının gittiği önem taşıyor. Siz kamyonlarca, tonlarca gübre atsanız bile, toprağın yapısı uygun değilse bu bir anlam ifade etmez. Bu gübreler bitkiler tarafından alınmazsa toprakta kayalar halinde birikir, topraklarımızı, sularımızı, çevremizi ve canlıları zehirler.”
Bilinçsiz ilaç kullanımı
ÖR-KOOP Müdürü Mehmet Şimşek ise, “İnsanlarda kan basıncı, yani tansiyon ne ise, topraktaki karşılığı da PH’dır” diyor. Şimşek, “Toprak, dünyanın en özel bölgesi olan Ege’ye olabildiğince cömert davranmış. Büyük Menderes, Küçük Menderes ve Gediz nehirlerinin suladığı, can suyu verdiği bu topraklar bünyesinde dünyanın en çok bitki türünü barındırıyor. Ancak yıllardır bu topraklar, bilinçsizce yapılan kimyasal gübre ve ilaç uygulaması, yanlış ve kirli sulama, ağır makinalar kullanımı sonucunda dengesini yitirmek üzere. Aşırı kireçlenme, betonlaşma ve tuzlaşma tehdidi altındayız” diye konuşuyor.
ÜRETİCİYE NET MESAJ
Erdal Güncü, Ege Bölgesi’nde her geçen yıl toprak PH’sının yükselmesi ve organik madde seviyesinin düşmesinin bilim adamlarını ciddi biçimde kaygılandırdığını söylüyor. Güncü, “Bilimsel ifadeyle söylersek, toprak PH’sı, toprak reaksiyonudur. Başka bir deyişle toprağın asit, nötr ya da alkali olduğunun göstergesidir. Toprak PH’sı, bir toprak çözeltisindeki asitliği veya alkaliliği tanımlayan bir ölçüdür. Nasıl ki tansiyonumuz belli sınırların altına veya üstüne çıktığında vücudumuzda ölüme bile varabilecek olumsuzluklar oluşturuyorsa, toprak PH’sının da istenilen seviyelerin altında veya üstünde olması topraklarımıza büyük zararlar veriyor. Yani toprak PH’sını ayarlamamak çok aç bir insanın karşısına her türlü yiyeceği koyup ellerini bağlamakla eş anlamlı. Bol yiyecek bir anlam ifade etmiyor, önemli olan bu yiyecekleri vücuda intikal ettirmek ve yararlı olmasını sağlamak” diyerek, yine üreticiye mesaj gönderiyor.
TÜRKİYE İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) 2023 İhracat Stratejisi kapsamında, 2023 yılında Türkiye ihracatının 500 milyar, gıda ürünleri ihracatının ise 55-65 milyar dolara ulaşması hedefleniyor. Dolayısıyla tarım ve gıda sektörleri artık mutlaka inovasyon ve teknoloji ile buluşmalı. Bu çerçevede Ar-Ge, yani araştırma ve geliştirme çalışmalarının önemi çok büyük. İşte bu strateji içerisinde Ege İhracatçılar Birliği Genel Sekreterliği koordinatörlüğünde 29-30 Mayıs 2012 tarihinde Swissotel Grand Efes’de düzenlenecek “Gıda Ar-ge Proje Pazarı” 2023 hedefine giden kilometre taşlarından biri olacak. TİM Yönetim Kurulu Üyesi Eli Alharal ve Prof. Dr. Uygun Aksoy ile Gıda Proje Pazarı’nın hazırlık çalışmaları ve beklenen sonuçlarını konuştuk.
Ekonominin gözbebeği
Eli Alharal, “Tarım ve gıda sanayi, ülkemizin zengin tarımsal kaynakları ve genç iş gücü sayesinde ekonominin gözbebeği haline geldi. Zaman içinde gıda sektöründeki üretim artışı, diğerlerine kıyasla çok daha fazla gelişim gösterdi. Kalite ve güvenliğe verilen önemin artmasıyla birlikte gıdada güvenilen markalar ve paketli ürünler ön plana çıkmaya başladı” diyor. Prof. Dr. Uygun Aksoy ise, tarımın beslenme ve giyim gibi temel ihtiyaçları karşılamanın yanı sıra stratejik karakteri olan ana sektör olduğunu söylüyor.
Alharal, Gıda Ar-ge Proje Pazarı’nın amacının, ar-ge çalışmalarıyla teknolojide dışa bağımlılığı azaltarak, üretimde kaliteyi ve yenilikleri artırmak olduğunu anlatıyor. Tabii bu sayede üniversite-sanayi işbirliğinin güçlenmesi ve ihracatın artması mümkün hale gelecek. Aksoy’a göre, Türkiye hep teknolojiyi kullanan/taklit eden bir toplumsal geleneğe sahip. Oysa küresel tarım-gıda pazarında rekabet üstünlüğü, ancak teknoloji ve inovasyonla mümkün olabilecek. Teknoloji satın almak yerine, teknolojinin üretilmesi, sektörün yüksek katma değerli, yenilikçi üretimlere geçişi, kalite ve standartların yükselmesi ancak bu yolla gerçekleşebilecek. Aksoy, “Bu yüzden Ar-Ge’ye özel bir önem verilmeli” diyor.
KİMLER KATILMALI
Bitkisel, hayvansal ve su ürünleri kökenli gıda üretimi ve teknolojileri alanlarında özgün projeleri veya proje fikirleri olan akademisyenler ile gerçek veya tüzel kişi niteliğindeki tüm araştırmacılar Mayıs ayında yapılacak Gıda Ar-Ge Proje Pazarı’na katılabilecek. Aynı zamanda projenin Yürütme Kurulu Başkanı olan Eli Alharal, “Bu aslında büyük bir fırsat. Çünkü burada fikirler projeye dönüşebilecek, girişimcilerin finansmana ulaşmaları kolaylaşacak ve sanayicinin girişimciyle buluşması sağlanacak” diye konuşuyor. Proje Yürütme Kurulu Üyesi Prof. Uygun Aksoy ise girdiden nanoteknolojiye, ıslahtan işleme tekniğine, ekonomi ve pazar geliştirmeye, tohumdan ambalaja, organikten biyoteknolojiye kadar tüm ilgili alanların kapsam içine girdiğini ifade ediyor.
GENİŞ BİLGİ İÇİN
Proje Pazarı’nın başarıyla gerçekleşmesi halinde gıda sektöründe faaliyet gösteren kuruluşların Ar-Ge kapasitelerinin geliştirilmesi ve yüksek katma değerli ürünlerin üretim ve ihracatının artması bekleniyor. Zaten uzun vadede asıl amaç da bu... Prof. Dr. Aksoy, bu çerçevede gıda araştırma-geliştirme ulusal ağı oluşturulmasını çok önemsiyor. Bunun için gıda sektöründeki tüm paydaşların bir araya gelmesi ve Ar-Ge yapan araştırıcı ile bunu talep edenler yani sanayicilerin işbirliğinin öneminin altını çiziyor. Sonuç olarak doğrudan ya da dolaylı tarım ve gıda sektörleri ile ilgisi olan yenilikçi bir iş fikri veya projeye sahip girişimciler bu fırsatı iyi değerlendirmeli diye düşünüyorum. Daha geniş bilgi almak isteyenler ise Ege İhracatçılar Birliği web sitesinden yararlanabilirler.
GEÇTİĞİMİZ günlerde Çeşme’de “Pamuk Arama Konferansı” yapıldı. Ekonomi Bakanlığı’nın öncülüğü ve Ege İhracatçı Birlikleri koordinasyonu ile gerçekleşen toplantıda üretici, çırçırcı, tüccar, tekstilci, akademisyen, ihracatçı ve bürokratlardan oluşan 66 sektör temsilcisi hazır bulundu. İki gün süren Arama Konferansı, Türkiye’de belki de ilk defa başta Ulusal Pamuk Konseyi olmak üzere bütün sektörün dört gözle beklediği somut sonuçlara yol açacak. Ege Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği (ETHİB) Başkanı Sabri Ünlütürk ile Konferansın öncesi ve sonrasını konuştuk.
“Katılımcı sayısı ve niteliği itibarıyla tam isabet kaydettik” diyen Sabri Ünlütürk, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bilindiği gibi Ege Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği olarak pamuk konusunda ülkemizde koordinatör birlik konumundayız. Arama Konferansı’nı oldukça geniş katılımlı ve tüm kesimleri kucaklayacak bir biçimde gerçekleştirmek istedik. Bunda da başarılı olduğumuzu düşünüyoruz. Dolayısıyla bundan sonra alınan kararların hayata geçirilmesinde aynı azim ve kararlılıkla takipçi olmak durumundayız. Bu konuda tüm kamu ve özel sektör kuruluşları ile samimi ve yapıcı bir diyalog içerisindeyiz.”
Sıradan bir ürün değil
Ünlütürk, “Öncelikle şu bilinmeli, pamuk sıradan bir ürün değil. Üretimden son tüketiciye kadar uzanan tedarik zincirinde büyük katma değer yaratıyor. Ayrıca bir tarımsal ürün düşünün 30’a yakın sanayi dalında girdi olarak kullanılıyor. Bu gerçeğin kamuoyu da farkında olmalı. Bugüne kadar yaygın kanaat, pamuğun ‘üvey evlat’ muamelesi gördüğü yönündedir. İnanıyoruz ki bu ‘Arama Konferansı’ ile ortaya konan gerçekler ve çözümlere ulaşılması için belirlenen hedeflerin her kesimce paylaşılması ve gecikmeden gerçekleştirilmesiyle, pamuğa hak ettiği itibarın iadesi sağlanmış olacak” diye konuşuyor.
İLK HEDEF 1 MİLYON TON
Ege’nin “beyaz altın”ı, yıllık 24 milyar dolarlık tekstil ve hazırgiyim ihracatının ana hammaddesi pamukta mutlaka yerli üretimin artırılması ve ithalata olan bağımlılığın ortadan kaldırılması gerekiyor. Gerçekten de Türkiye toprakları bu açıdan büyük fırsatlar sunuyor. Prof. Dr. Ünal Evcim’in değerlendirmesine göre, agro-ekolojik bakımdan Türkiye’de 1,5 milyon ton lif pamuk üretim potansiyeli var. Ancak on yıl kadar önce rekolte 1 milyon tona yaklaşmışken, son yıllarda bir hayli geriye gelmiş durumda. Bu yılki rekolte konusunda da değişik rakamlar söz konusu...Tahminler 800 bin tonu gösteriyor. Konferansta alınan önemli kararlardan biri de üretimin ilk aşamada 1 milyon tonu bulması; ondan sonra da yıllar içinde artarak 1,5 milyona ulaşması... Peki bu nasıl olacak?
STRATEJİÜ ÜRÜN
EGE Bölgesi’nin sarı altını Sultaniye üzüm. Özellikle Gediz Havzası’nda 100 bin dolayında ailenin yaş ve kuru üzüm üretimiyle uğraştığı biliniyor. Yani sarı altın bu bölgede yaşayan insanların hayatında sosyo-ekonomik ve hatta kültürel yönden derin bir etkiye sahip.
Öte yandan Türkiye dünya çekirdeksiz kuru üzüm üretim ve ihracatında birinci sırada yer alıyor. Dolayısıyla dünya çekirdeksiz kuru üzüm fiyatlarının oluşmasında da belirleyici oluyor. Ülkemizde üretilen çekirdeksiz kuru üzümün yüzde 90’ı ise ihraç ediliyor. Böylece yaş üzüm ile birlikte ülkeye 700 milyon dolar civarında ihracat geliri sağlanıyor. Sonuç olarak, çekirdeksiz üzüm toplam tarımsal ürün ihracatımızda ilk üçte bulunuyor. Kendi alanında dünyanın en büyük üretici organizasyonu olan Tariş Üzüm Birliği’nin Başkanı Ali Rıza Türker’le ‘sarı altın’ı görüştük...
En büyük biziz
Ali Rıza Türker, “Birliğimiz, küresel olarak en büyük çekirdeksiz kuru üzüm alıcısı ve ihracatçısı konumunda” diyerek söze başlıyor. Başkan Türker, “Her yıl çekirdeksiz kuru üzüm rekoltesinin yaklaşık yüzde 20’sini alıyoruz. Böylelikle piyasada çekirdeksiz kuru üzüm fiyatlarının düşmesini ve dolayısıyla üreticinin mağdur olmasını önleyici bir fonksiyonu yerine getiriyoruz. Ayrıca birliğimizin gerçekleştirdiği faaliyetlerden ve yürüttüğü ürün alım politikalarından sadece ortaklarımız değil, bölgemizdeki tüm üzüm üreticileri olumlu etkileniyor. Özellikle arz ve talep dengesinin oluşmasında büyük rolümüz var. Hasat zamanında da arz fazlalığını piyasadan çekerek fiyatların düşmesini engelliyoruz” diyor.
Yukarı yönlü gelişme
Türker’in verdiği rakamlara göre, Tariş Üzüm Birliği son yıllarda önemli gelişme kaydetmiş. Birlik, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) değerlendirmesinde 2010 yılında gerçekleştirdiği ihracatla ilk 500 ihracatçı firma arasında 301’nci sırada yer alıyor. Ege Bölgesi’nden yapılan kuru üzüm ihracatında 1’nci sırada bulunan Birlik, İstanbul Sanayi Odası’nın belirlediği ‘İkinci 500 Büyük Sanayi Firması’ arasında da 284’ncü sırada bulunuyor. Başkan Türker, Tariş Üzüm Birliği açısından 2011 yılını şöyle değerlendiriyor;
“Birliğimiz bünyesinde sigortacılık faaliyetine başladık. İlerleyen yıllarda ortaklarımızın da desteğiyle sigortacılık faaliyetlerinde büyük başarılar elde edeceğimizi düşünüyorum. 2011 yılında yaptığımız diğer önemli bir hamle ise, satışlarımızı daha da artırmak amacıyla TAR-PAZ şirketini kurmak olmuştur.”
2012 BEKLENTİLERİ