Türkiye yaş ve kuru üzüm üretiminde bir dünya devi. 5 bin yılı aşkın üzüm yetiştiren zengin topraklara sahip ülkemiz, dünya üzüm üretiminde 6. çekirdeksiz kuru üzüm üretiminde 2. sırada yer alıyor.
DÜNYA bağcılığının çatı kurumu olan Uluslararası Bağ ve Şarap Organizasyonu “OIV” (International Organisation of Vine and Wine) hükümetler arası görev yapan bir kurum. OIV 1924 yılında kurulmuş, Türkiye de 1974 yılında üye olmuş. Türkiye adına resmi temsili Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu (TAPDK) yürütüyor. Halen OIV’in 45 üye ülkesi var. Bu üyeler dışında Hindistan’ın üyeliği yeni onaylanmış, Azerbaycan ve Çin ise yeni üye olmak üzere görüşmelere başlamış bulunuyor. Uluslararası Bağ ve Şarap Örgütü’nün bu yılki Genel Kurulu ile Dünya Bağ ve Şarap Kongresi, 18-22 Haziran 2012 tarihlerinde İzmir’de yapıldı. Büyük bir başarıyla gerçekleşen Kongrenin mimarı Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Altındişli ile konuştuk.
Prof. Dr. Ahmet Altındişli, “Bugüne gelişimiz kolay olmadı. Türkiye adaylığımız tanıtım çalışmalarından sonra devlet bakanımız tarafından imzalı davet mektubu ile 2008 yılında yapıldı. Türkiye’nin üyeliği ise aynı yıl 24 Ekim 2008 tarihindeki OIV Genel Kurul toplantısında yapılan seçimde, üye ülkelerin oybirliği ile hayata geçti. Hemen arkasından ısrarlı çalışmalarımız sonucu 35. Dünya Bağcılık ve Şarapçılık Kongresi 18 – 22 Haziran 2012 tarihleri arasında gerçekleştirilmiş oldu. Toplantıya 300’ü 42 ülkeden olmak üzere 500’e yakın katılımcının gelmesinden tabii çok mutlu olduk. Gerçekten uluslararası nitelik taşıyan bir etkinliğin İzmir’de yapılmış olmasını sağladık” diyor.
Türkiye “sarı altın” olarak bilinen yaş ve kuru üzüm üretiminde bir dünya devi. Bu güzel ülke 5 bin yılı aşkın üzüm yetiştirilen zengin topraklara sahip. Dünya üzüm üretiminde 6’ıncı, çekirdeksiz kuru üzüm üretiminde de 2’inci sırada yer alıyor... Ve yaklaşık bin 200 üzüm çeşidini içeren üretim alanı göz önüne alındığında, genel olarak tarım ve tarımsal sanayide özelde ise üzüm üretimindeki potansiyel gücümüz ortaya çıkıyor. Nitekim “Sürdürülebilir Bağcılık ve Biyo-çeşitlilik” başlığı ile TAPDK koordinatörlüğünde gerçekleşen 35. Dünya Bağ ve Şarap Kongresi katılımcıları bu gerçeği daha yakından anlama fırsatı buldular. Altındişli, “Bu kongre sayesinde dünyanın dört bir köşesinden İzmir’e gelen sektör temsilcileri çok olumlu izlenimlerle döndüler. Gerek bağ alanları, ülke şarapçılığı ve üzüm sektörünün tanıtımı ile bilimsel çalışmaların sunumu, gerekse tarihsel ve kültürel zenginliklerimizin tanıtımı açısından büyük avantajlar elde ettik” diye konuşuyor.
Gücümüz arttı
BUGÜN sizlere, daha doğrusu kent merkezlerinde oturan okurlarımıza biraz farklı gelebilecek bir konudan bahsetmek istiyorum. Aslında Ege kırsalında yaşayan yüz binlerce çiftçi ailesi için de sanki unutuldu gibi, ama bundan sonra “manda yetiştiriciliği”nde önemli gelişmeler bekleyebilirsiniz. Manda iri yapısı ve yemi iyi değerlendirmesi dolayısıyla et üretimine elverişli bir hayvan. Ülkemizde manda eti taze olarak çok az tüketiliyor. Daha çok et mamullerinde kullanılıyor. Aslında genç ve iyi beslenmiş manda etinin sığır etinden daha kaliteli olduğu söylenir. Manda eti, sığır etinden daha az yağ ve kolesterol içermesine karşılık daha fazla protein ve mineral madde bulunduruyor. Ancak bu değerli hayvanın asıl ekonomik gücü süt ve tabii sütünden yapılan kaymağı...
Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul’un Çatalca yöresinde gerçekleştirilen 1. İstanbul Manda Şenliği’ne davetli olarak katıldım. Temaslarımda mandacılığın küçük çiftçilerimiz açısından yeni bir seçenek olabileceğini gözlemledim. İstanbul Manda Yetiştiricileri Birliği (İMYB) Başkanı Sezai Ural ve daha sonra EgeVet Genel Müdürü Veteriner Hekim Tahir Yavuz ile yaptığım görüşmeyi özellikle Ege kamuoyu ve çiftçi ile paylaşmak istiyorum.
Sayı artırılacak
Sezai Ural, “Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Anadolu mandası yetiştiriciliğini canlandırmak için 2011 yılında uygulamaya başladığı ‘Halk Elinde Anadolu Mandasının Islahı Ülkesel Projesi’nin kapsamını genişletiyor. Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü (TAGEM) tarafından yürütülen ‘Anadolu Mandası Islah Projesi’ ile manda sayısı hızla artırılacak” diyor.
Bakanlık tarafından geçen yıl pilot olarak 8 ilde başlatılan Anadolu Mandası Islah Projesi’ne bin 275 yetiştirici dahil edilmiş. Bu kapsamda 11 bin 258 baş Anadolu mandası için hayvan başına 500 lira destek verilerek, yetiştiriciye toplam 5.6 milyon lira ödeme yapılmış. Bakanlık, 2012 yılında hem projeye katılan il sayısını, hem de hayvan başına verilen desteği artırıyor. Buna göre 3 üniversite, 2 araştırma enstitüsü, 8 damızlık manda yetiştiricileri birliği ve 7 proje liderinin yer alacağı projede, il sayısı 8’den 11’e çıkartılmış, destekler de geçen yıla oranla yüzde 30 artırılarak hayvan başına 650 liraya yükseltilmiş. Bakanlık, ayrıca manda yetiştiricilerine bu yıl toplam 9.8 milyon lira destekleme ödemesi yapmayı ve 2012 yılı sonunda projeye dahil edilecek manda sayısını 15 bin başa çıkarmayı hedefliyor. 2011 yılı itibarıyla Türkiye’de manda sayısının 90 bin kadar olduğu tahmin ediliyor.
SU ürünlerinin üretim ve nakliyesinden paketlenmesine, yan sanayiinden ihracata ve tüketiciye ulaşıncaya kadar kamuoyunun pek farkında olmadığı bir katma değer zinciri söz konusu... Su ürünleri yetiştiriciliği sektörü 1 milyar dolarlık sabit yatırımı ve 450 milyon dolara yaklaşan ihracat boyutu ile ulusal ekonomiye giderek artan bir katkı yapıyor. Sektörel beklentilerin karşılanması halinde üretimin kısa vadede 200 bin tona, uzun vadede 600 bin tona çıkarılması, ihracatın da 1 milyar dolara ulaşması mümkün gözüküyor. Kültür balıkçılığı ise Türkiye’de oldukça başarılı bir ivme yakalamış durumda. Sektörün toplam su ürünleri içindeki payı bugün itibariyle yüzde 26, oysa bu oran 1990 yılında yalnızca yüzde 1,5 idi. Söz konusu başarılı performansın mimarlarından Kılıç Deniz Ürünleri AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Kılıç ile görüştük.
Nasıl bir misyon
Orhan Kılıç, “Misyonumuz Türk halkına bilinen en değerli protein kaynağı olan su ürünlerini, kaliteli, taze ve ekonomik olarak ulaştırmak ve sağlıklı nesillerin yetişmesine katkı sağlamak” diyor. Bundan 22 yıl önce 1990’da ilk balık çiftliğini küçük bir girişim olarak Salih Adası’nda kurduğunu söyleyen Kılıç, sözlerine şöyle devam ediyor;
“Bu mütevazı tesiste yılda 30 ton çipura üretiliyordu. Bodrumlu, balıkçı bir aileden geliyorum. En iyi bildiğim ve en çok sevdiğim iş balıkçılıktı. Ama ben aile mesleğini kültür balıkçılığına yönelerek sürdürmek istedim. Çünkü denizlerdeki balıkların hızla tükendiğini gözlemliyordum. Ne yazık ki aşırı avlanma ve çevre kirliliği pek çok doğal kaynak gibi denizleri ve balık stoklarını da mahvetti. Bu eğilim maalesef günümüzde de artarak devam ediyor. Balıkların yüzde 60’ı yok. Kalanların da 30-40 yıl içinde tükeneceği tahmin ediliyor. İnsanlar için en değerli protein kaynağı olan balıklar gözlerimizin önünde yitip gidiyor. Teknelerin, denizlerin ve balıkların içinde büyümüş bir çocuk olarak, hayatını bu işe borçlu olan bir adam olarak muhakkak bir şey yapmam gerekiyordu.”
Nereden nereye
DAHA önce de yazmıştım. Türkiye yılda ürettiği 45 milyon ton yaş meyve ve sebze ile dünyada dördüncü sırada. Ne muhteşem bir performans değil mi? Fakat tuhaf olan şu ki, bir yandan tüketici pahalılıktan şikayet ediyor, diğer yandan üretici para kazanamamaktan... Ancak çok daha çarpıcı olan şey Türkiye’nin her yıl 18 milyar lirayı çöpe atması! İnanması güç, ama sebze ve meyvede iç piyasaya sunulan 18 milyar lira değerindeki ürün ambalaj ve sevkiyat eksiklikleri yüzünden telef oluyor. Başka ifadeyle Türkiye yılda 45 milyon ton sebze ve meyve üretimi gerçekleştiriyor; bunun değeri ise 70 milyar liranın üzerinde... Yüzde 95’i iç piyasaya sunulan bu ürünlerin 18 milyar TL değerindeki kısmını yani yaklaşık yüzde 25’ini tarlada, bağda, bahçede ve nakliye sürecinde kaybediyoruz. Demek ki bundan böyle yaş meyve ve sebzede asıl odaklanmamız gereken konu bu olmalı. Çünkü Avrupa’da birçok ülkenin bir yılda üretebildiği ürünü biz akıl almaz biçimde zayi ediyoruz. İşte geçtiğimiz günlerde Ege İhracatçı Birliklerinde düzenlenen Ortak Akıl Toplantısı’nda bu sektörde yaşanan akıl dışılığı nasıl ortadan kaldırırız sorusu soruldu ve yol haritası belirleme çalışmaları başladı. Ege Yaş Meyve ve Sebze İhracatçıları Birliği (EYMSİB) Başkanı Mustafa Türkmenoğlu ile toplantı sonuçlarını konuştuk.
Sektörün önü açılacak
Türkmenoğlu, “Yaş meyve sebze ve mamulleri sektörünün geleceği için bir yol haritası oluşturmak amacıyla biraraya geldik. Toplantılar devamı gelecek. Bu yolla hem mevcut sorunların çözülmesi, hem de ileriye dönük üretim ve pazarlama planları yapılarak sektörün önünün açılmaya çalışacağız. Amacımız yeni pazarların bulunması, inovasyon uygulamaları ve rekabetçiliğin artırılması konularında ortak akıl yoluyla güç birliği oluşturmak ve hedef belirlemek” diyor.
Sorunlar belirlendi
Ortak Akıl Toplantısı’nda buluşan sektör temsilcilerinin yaş meyve ve sebzede temel sorunları belirlediğini anlatan Türkmenoğlu sözlerine şöyle devam ediyor;
“Üretici yeterli gelir elde edemeyince üretimden uzaklaşıyor. Dış pazarın aradığı ürün kalitesinde zorluk çekiliyor. Muazzam fire kayıpları yaşıyoruz. Zirai ilaç kullanımı ve merdiven altı üretimden kaynaklanan sıkıntıların yanısıra üretim planlaması eksikliği yine mutlaka çözülmesi gereken sorunlar arasında.”
Ayrıca döviz kurlarındaki değişimlerin ihracatçının aleyhine gelişmesi, üretimdeki arz-talep dengesizliğinin girdi maliyetlerinde yarattığı değişimlere paralel bazı tarım ürünlerinde fiyat belirleme konusunda yaşanan sıkıntılar, ihracat ve dış pazar gereklerine göre uzun vadeli hesap yapmayan birçok firmanın ihracata yönelmesinin sebep olduğu aşırı rekabet, son olarak da yaş meyve ve sebze üretim desteklerinin yetersizliği sektörün üzerinde durduğu temel sorunlar arasında.
ÇÖZÜMÜ BELLİ
“TÜRKİYE İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) İhracat Stratejisi kapsamında, 2023 yılında ülke ihracatının 500 milyar, gıda ürünleri ihracatının ise 55-65 milyar dolara ulaşması hedefleniyor. Dolayısıyla tarım, tarıma dayalı sanayi ve gıda sektörleri artık mutlaka inovasyon ve teknoloji ile buluşmalı. Bu çerçevede Ar-Ge, yani araştırma ve geliştirme çalışmalarının önemi çok büyük. İşte bu strateji içerisinde Ege İhracatçı Birlikleri organizasyonunda 29-30 Mayıs 2012 tarihinde düzenlenecek ‘Gıda Ar-ge Proje Pazarı’ 2023 hedefine giden kilometre taşlarından biri olacak” diye başlıyor 3 Şubat 2102 tarihli yazım... Aradan yaklaşık 4 ay
geçti ve başvuruda bulunan 200’e yakın proje içinden uygun görülen 116’sı hafta başında yapılan etkinlikle sanayici ve girişimci ile buluştu. Şimdi söz sırası
TİM Gıda Ar-Ge Proje Pazarı Yürütme Kurulu Başkanı Eli Alharal’da...
AR-GE kültürü
Alharal, “TİM’in 500 milyar dolarlık ihracat hedefi kapsamında tarım ve gıda sektörünün stratejik önemine çok inanıyoruz. Bu çerçevede ‘Gıda Ar-Ge Proje Pazarları’ söz konusu hedefe ulaşmak için çok önemli bir basamak olacak. Türkiye’de Ar-Ge kültürü sanayicilerde yerleşik ve yıllık bütçelerinde her yıl artan oranda yer almalı. Ülkemizde bugün şirketlerin Ar-Ge’ye ayırdıkları kaynak yüzde 1 civarında bulunuyor. Amacımız 2023 yılında bunu yüzde 3’ler seviyesine taşımak” diyor. Alharal, üstlendikleri görevin zorluğunun farkında olduklarını, ancak üniversite-sanayici işbirliğini artırdıkça üstesinden geleceklerine inandıklarını belirterek, “Artık Türk sanayicisi Ar-Ge’yi söylemden, eyleme geçirmek zorunda” diye ekliyor.
Uluslararası olacak
Eli Alharal’a göre, proje başvurularının ilk yıl olmasına rağmen 200’e yaklaşması öğrenci ve akademisyenlerin bünyesinde ne kadar yoğun bir enerji birikimi olduğunu gösteriyor. Esas olan saklı kalmış bu enerjiyi sanayiye enjekte edebilmek. Zaten yapılmak istenen de bu.. “Gıda Ar-Ge Proje Pazarları” bu konuda üniversite-sanayi arasında köprü görevi üstlenecek. Gıda Ar-Ge Proje Pazarı’nın her yıl belirli alanlarda ve uluslararası boyutta tekrarlanması planlanıyor. Bu sayede Türkiye gıda sektöründe rekabet üstünlüğü olan inovatif ürünler üretilebilecek. Yeni üretim-ambalaj-lojistik-pazarlama süreç ve teknikleri geliştirilebilir hale gelecek. Ve doğal olarak bu sürecin sonunda Türk markaları global oyuncu haline dönüşebilecek.
İZMİR’in Kiraz İlçesi’nde büyükbaş hayvanlarda görülen ve insana bulaşma riski bulunan Brusella hastalığına karşı gözden aşı uygulandı. Hayvan yetiştiricilerine önemli ekonomik kayıplar yaşatan Brusella hastalığının önlenmesinin en etkin yollarından birinin kitlesel aşılama olduğu belirtilen projede, aşılamanın da gözden yapılmasının hayvan sağlığı için en zararsız yöntem olduğu kaydedildi. ? Adnan ERİŞ, (DHA)
İZMİR’in Çeşme İlçesi’nde yapılan 1. Ulusal Süt Zirvesi, Türk tarım ve gıda sektörü açısından bir kilometre taşı olarak değerlendirilmeli. Çünkü Türkiye’de ilk defa süt sektörünün en önemli paydaşları Platform Fuarcılık tarafından düzenlenen bu etkinlikte bir araya geldi ve sütün vizyonunu tartıştı. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Dr. Mehdi Eker ile birlikte Dünya Sütçülük Federasyonu (IDF) Başkanı Richard Doyle da zirveye katılınca ilgi büyük oldu. Ülkenin dört bir yanından yüzlerce çiftçi, akademisyen, bürokrat ve süt birlikleri temsilcileri iki gün boyunca Çeşme Altınyunus’ta güncel sorunların yanı sıra Türkiye’de ve dünyada sütün geleceğini masaya yatırdılar. İzmir İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürü Ahmet Güldal’ın etkin çalışması sonucu Çeşme’den çıkan en önemli sonuç ise 2016 Yılı Dünya Sütçülük Zirvesi’nin İzmir’de yapılması talebi oldu.
Tarımın EXPO’su
Bakınız şimdiden söylüyorum, bu çok önemli konunun takipçisi olalım. Çünkü beş kıtadan binlerce sektör temsilcisinin buluşacağı küresel etkinliğin İzmir’de gerçekleştirilmesini “tarımın EXPO’su” olarak görüyorum. Zaten “Sütün Başkenti” unvanını kazanmış olan güzel İzmir böylesi bir dev buluşmayı çoktan hak ediyor. Namık Kemal Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Ulusal Süt Konseyi Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Muhittin Özder ile zirveyi görüştük.
Neden bu kadar önemli
“GIDADA bilgi kirliliğine dur denilmeli.” Böyle diyor Gıda Mühendisleri Odası (GMO) Genel Başkanı Petek Ataman. Çok da haklı...
Çünkü bu iş deyim yerindeyse şirazesinden çıktı. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan çok sayıda kişi özellikle tarım ve gıda hakkında medyada çok rahatlıkla konuşabiliyor. Aslında buna atıp tutma demek gerekir. Maalesef fütursuzluk had safhada! Ama artık bu gidişata bir dur denilmesinin zamanı çoktan geldi. Nihayet o da son günlerde gerçekten tarım ve gıdayı bilen kişilerden ses çıkmaya başladı. Kamuoyunda zirveye çıkan bilgi kirliliği ile ilgili olarak GMO Başkanı Petek Ataman’la konuştuk.
Tüketici etkileniyor
Petek Ataman, “Gıda maddeleri tüketicilerin tüketmekten vazgeçemeyeceği maddeler. Tüketici bunun bilincinde. Tüketeceği riskli bir ürünün sadece kendini değil, çocuklarını ve torunlarını etkileyeceğinin de bilincinde. Hal böyle olunca bir yandan bu vazgeçilmez ihtiyaç, bir yandan da her sektörde olduğu gibi alanda da inanılmaz teknolojik gelişmeler işin aslını bilmeyenlerde kaygı yaratabiliyor. Böylesi bir ortam, konuyu reyting açısından da gün geçtikçe daha cazip hale getiriyor. Artık yazılı ve görsel, her yerde ‘gıda’, ‘gıda güvenliği’, ‘tehlikeli ürünler’ ya da ‘mucizevi ürünler’ aktarılıyor tüketicilere. Bu arada tarım, gıda ve beslenme konusunda uzman olduğunu düşünen ilgili ilgisiz birçok kişi değerli (!) görüşlerini kamuoyu ile paylaşıyor. Üstelik bu kişilerin çok değerli akademik unvanları da var. Bu unvanları da kullanınca, tüketicinin aklı karışıyor, ‘tüketici risk algısı’ olumsuz yönde etkileniyor” diyor.
Medyada karmaşa
Ataman’a göre, artık her türlü bilgiye ulaşmanın mümkün olduğu bir dönemdeyiz. Ancak bu kadar kolay ulaşılan bilgilerin çoğu “yanlış”, “yanlı”, “art niyetli” ve aslında “bir amaca hizmet ediyor.” TV kanallarında, internet sitelerinde her derde deva bitkiler, renklerine göre bizleri hastalıklardan koruyan gıda maddeleri, vücut fizyolojisini amaca yönelik olarak etkileyen mucize gıdalar pazarlanıyor. Üstelik bu pazarlamada kullanılan ifadeler net olarak mevzuata aykırı ve tüketiciyi kandırıyor. Ataman “UHT ve pastörize süt içmemek, mümkünse çiğ süt tüketmek tavsiye edilebilmektedir bazı hekimler kanalıyla. Süt ve kanser gibi birbiriyle asla yan yana gelemeyecek iki kelime birlikte telaffuz ediliyor. Kendini çok yetkin gören kimi bilim adamları da çiğ sütün doğal olarak probiyotik mikroorganizma kaynağı olduğunu savunuyor. Çiğ süt bir probiyotik kaynağı değildir, biz onu ürünlere insan sağlığına faydalı olması için dışarıdan katıyoruz, deseniz de nafile. Ya da hayvan besleme ile uğraşan uzmanlar tavukların günde 3 kez yumurtlamadığını istediği kadar savunsun! Artık yaratılan bu bilgi kirliliğinde tüm gıda maddeleri ne yazık ki şüpheli hale sokuluyor” diyerek üzüntüsünü ifade ediyor.
Okul sütü
ÜLKE genelinde 2 Mayıs 2012’de “Okul Sütü Projesi” uygulamaya konuldu. Bu aslında uzun zamandır konuşulan ve önemi vurgulanan bir projeydi. O yönüyle hayata geçmesi çok iyi oldu. Esas itibarıyla her gün 7 milyon 200 bin öğrenciye dağıtımı yapılan 200 mililitrelik sütlerin toplamı günde yaklaşık 1500 ton yapıyor. Projenin devam edeceğini ve tatil günleri dahil bütün yıla yayılmış olacağını varsayarak hesap yapsak bile rakam 500 bin tonu geçmiyor. Oysa Türkiye’nin yıllık süt üretimi 14 milyon tona yaklaşmış durumda. Yani toplam üretim içinde okul sütü çok küçük bir paya sahip. Peki konunun önemi nereden kaynaklanıyor? Bunu sektör temsilcileriyle konuştuk.
Çocukların içmesi şart
Tire Süt Kooperatifi Başkanı Mahmut Eskiyörük, “Konunun önemi ortada” diyerek söze başlıyor. Eskiyörük, “Ne yazık ki süt içen bir toplum değiliz. Daha çok ayran ve yoğurt gibi sütlü mamul tüketmeyi seviyoruz. Tabii onlar da çok yararlı, ancak özellikle çocuklarımızın küçük yaşlardan itibaren süt içmeye alıştırılması daha sağlıklı nesiller yetişmesini sağlayacak. Bu yüzden Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın başlattığı okul sütü uygulamasını hararetle destekliyoruz” diyor. 2 binin üzerinde küçük üretici ortağı ile bölgede örnek bir kırsal kalkınma modeli yaratan Mahmut Eskiyörük, konuya bir de çiftçi açısından yaklaşıyor; “Bu projeyi üretim gözüyle değerlendirdiğimizde çok olumlu bir tablo ortaya çıkıyor. Neresinden bakarsanız bakın çiftçi memnun.”
Sonuna kadar destek
10 bini geçen üye sayısıyla kendi alanında Türkiye’nin en büyüğü olan İzmir Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği’nin Başkanı Mehmet Çelikkaleli’ye göre, proje bir devrim olarak görülmeli. Veteriner Hekim Mehmet Çelikkaleli, “Şöyle bir düşünün” diyerek, devam ediyor; “Her gün Türkiye’nin dört bir köşesinde 7 milyon 200 bin çocuğumuza süt ulaştırılıyor. Bu başlı başına büyük bir iş. İkincisi, söz gelimi bugün İzmir, süt hayvancılığında bir merkez olmuştur. İzmir sütün başkenti konumundadır. Biz bununla övünüyoruz, başka bir ifade ile üretim her geçen gün artıyor, ancak tüketim açısından durum o kadar parlak değil. Kamuoyunda sütün önemini anlatan mesajlar devam etmeli. Tüm ülkede süt tüketimini artırıcı çalışmalar içinde olmalıyız. Bu çerçevede Okul Sütü uygulamasının sayısız katkısı olacağını düşünüyoruz.”
BÜYÜK FIRSAT
Kendi alanında en büyük kuruluş olan İzmir Koyun ve Keçi Yetiştiricileri Birliği’nin Başkanı Özer Türer, okul sütü projesini büyük bir fırsat olarak görüyor. Türer, “Biz başta süt keçiciliği olmak üzere küçükbaş sütü üretiminde bulunuyoruz. Bizim cephede gelişmelerin çok olumlu olduğunu söyleyebilirim. Milyonlarca öğrencimize her gün inek sütü dağıtımı yapılmaya başlandı. Son derece isabetli bir uygulama. Bu proje bütün hayvancılık sektörüne ciddi yarar sağlayacak” diyor.
Datça-Bozburun’da ‘Ekoköy’ önerisi