İlhan Söyler

Ayıp ettiniz

2 Kasım 2007
ARKADAŞLAR, şu futbol topuna bu kadar aşık olmayın? Topla bu kadar haşır neşir olacağınıza sahayı en iyi şekilde kullanmaya bakın. Topu kazanan, "Dur biraz şununla biraz oynayayım, ondan sonra pas veririm" diye düşünüyor. Önceki gün Valencia-Real Madrid maçını izleyenler görmüştür... Maçı 5-1 kazanan Madridli futbolcular topla bir ya da iki kere oynayıp hemen pas verdi. Hiçbiri dün Galatasaraylı çoğu futbolcunun yaptığı gibi topla dans etmeye kalkmadı. Tıpkı bir dikiş makinesi gibi sahayı nakışladılar.

Futbolda artık saniyelerin bile çok büyük önemi var. Ama onu gel de bizim Galatasaraylılar’a anlat. Dün baktım, Arda topu alıyor, Allah ne verdiyse gidiyor. Carrusca desen, onu takip ediyor. Barış ve Mehmet Topal da sürekli rakipleriyle boğuşmak zorunda kaldıkları için forvete yeterince top aktarılamadı. Sonrasında ne oldu, ortaya karmakarışık bir oyun çıktı. Koca bir ilk 45 dakika bitti. Galatasaray’ın bir tek pozisyonu var. Ümit-Arda-Carrusca üçlüsü ile gelişen bu pozisyonda da ilk golü buldular. Buna karşın Denizlispor’un kaçırdığı pozisyon sayısı en az dört. Forma aşkıyla yanıp tutuşan kaleci Aykut’un süper kurtarışları olmasa Galatasaray maçı kafadan kaybedecek.

İyi ki Song var

G.Saray defansında Bouzid diye biri var... Adamın fiziği muhteşem ama yükselmeyi bilmiyor. Dua etsin ki, yanında Song gibi bir ustası var. Yoksa hali harap.

İlk yarıda çuvalla gol pozisyonunu kurtaran Aykut, 74. dakikada Hasan Yiğit’le gelen Denizli golünde teslim bayrağını çekti. Yapabileceği hiçbir şey yok. O golün nasıl olduğunu defansa sormak lazım. Neyse ki, 2 dakika sonra sahneye bizim Karataşlı Hasan çıktı da, onun geliştirdiği akınla Galatasaray ikinci penaltı golünü buldu.

Son sözümüz Galatasaray taraftarına... Yönetim bir hafta boyunca bas bas bağırdı; "Hasılat şehit ailelerine bırakılacak" diye. Dün akşam maça gelmeyerek hem şehit ailelerine ayıp ettiniz, hem de Galatasaraylı futbolculara...
Yazının Devamını Oku

Mükemmel

29 Ekim 2007
PAMUKKALE Oteli’nde sabah kalktığımda balkonda çay içiyordum. Yandaki tesislerde, ağaçlar arasında, biri, "Bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı sen, bugün maçta fırtına gibi esecek misİn sen" diye şarkı söylüyordu. Allah Allah... Ses hiç de yabancı değildi. Etrafa bakındım, parlayan bir kafa gördüm. "İlhan, İlhan" diyordu. Bir baktım, Hasan Şaş.. Bağırdım kendisine, "Bugün keyiflisin." "Atom gibiyim abi" diye cevap verdi.

Belli oluyordu. Dün maç başlar başlamaz Hasan’a baktım. Kalli tarafından defansın sağına alınmıştı. Öyle bir oynuyor ki, durmak bilmiyordu. Bir orada, bir burada. Hata mı, sıfır... Bir de artistlik yapıyor Nonda’ya. Dün saha Hasan’a dar geldi. Sezon başını düşündüm. Kalli daha sezon başında onu sağ tarafta oynatacaktı. Sonra vazgeçti. Neden anlamadım...

Dün ilk kez bunu denedi ve kazançlı çıktı. Bana göre orada bir güneş doğdu. Bundan sonra dokunmayın Hasanım’a. Aslında Hasan ile başladığım bu yazıyı yine Hasan ile bitirmek isterdim. Ama diğer oyuncuların hakkını yemiyeyim.

Ümit’in yanlışı

Feldkamp, elindeki malzemeye göre, oyun felsefesini kurdu. Hiç şans vermediği Bouzid iyi gidiyordu, gereksizden de gereksiz bir penaltı yaptırdı. Orta sahadaki Mehmet Topal da mükemmel oynadı. Bir de Nonda, artık bundan sonra devamlı kadroda yer alması lazım. Ümit de müthiş bir düşüş var. Oyunun başında, kaleciden zor kaptığı topta, kolayı yapmalıydı, topu Nonda’ya çıkartmalıydı. Kendisi vurmayı tercih etti. Yanlış yaptı.

Galatasaray’ın kazanma arzusu müthişti. İkinci yarıda, bütün gol yollarını denedi. Bol bol gol kaçırdı. Adeta tek kale oynadı. Denizlisporlular da kendi sahasına kapandıkça kapandı. Bouzid’in yaptığı penaltı da Denizlispor’un defans anlayışını değiştirmedi.

"Bir puanı kapacağım" diyen Denizlispor, kapanmanın zararını gördü. Galatasaray berabere kalsaydı da, "mükemmel oynadı" diye yazardım. Feldkamp, Mehmet Topal’dan ve yeniden keşfettiği Hasan’dan da sakın vazgeçmesin. Kalli o zaman bindiği dalı keser. Bir de Ümit Karan’ın futbolun içine girmesi, hakemlerle ve rakiplerle uğraşmaması gerekir.
Yazının Devamını Oku

Büyük ikramiye

26 Ekim 2007
BORDEAUX karşısında Galatasaray’ın oyun felsefesinde yatan gerçekler neydi? Nonda, Ümit ve Hasan Şaş’ın hızlı, direkt oyun karışımı ile atak yapıp, hücum zenginliği meydana getirmekti. Galatasaray bunu oyunun birinci bölümünde uygularken, başarılı oldu. Ama yüzde 100 gol pozisyonları bulurken, birini bile atamadı. Nonda ve Ümit ikilisi, "topa her vuruşun arkasında bir düşünce olduğunu" bilselerdi, Galatarsaray açık farkla maçı bitirirdi.

Maçın hakemi, yardımcı hakem direkt aut çizgisine koşup, penaltı kararını bildirmesinden sonra ne kırmızı gösterdi ne de sarıyı... Ümit’in düşürülüşünden kazanılan penaltıdan söz ediyorum. Bunu bizim hakemler yapsa, hemen darağacını kurup, asardık.

Bu pozisyon zenginliğinden yararlanamayan Galatasaray, yanlış işler yapmaya başladı. Takım olarak savunmadayken, topa dokunmakta, pas vermede yanlışlıklar yaparsan, beceriksiz hareketlerden uzak durmayıp, hatalarını sürdürmeye devam edersen, oyun kalıbından uzaklaşırsan bunun cezasını yediğin gollerle çekersin. İşte o zaman olan olur.

Arda düşüyor

Takım halinde baktığımızda, futbolcuların kişisel yeteneklerinin yoksulluğunu gördük. Arda’ya neler oluyor? Hacivat ile Karagöz oyunundaki gibi bir kalkıyor, bir düşüyor... Bu genç yaşta, yetenekli bir oyuncunun dimdik ayakta kalması gerekir. Ama neredee.. Bu gidişle, bu düşüşü devam ederse, çıkması da zor olur. Onun için kendine gel Arda!

Galatasaray bu maça çıkarken hem teknik heyet, hem de yönetim olarak kendilerine zihinsel olarak hazırlamalarını, güvenli olmalarını ve konsantre bir şekilde sahaya çıkmaları için bir aşı yapıldı ama bu aşı tutmadı.

Galatasaray’da yeni yapılanmadan pek çok şey bekliyor. Vizyonunu geniş tutuyor. Ama sağ ve sol kanatın yardımlaşması olmayınca, hucümda son vuruşları yapamayınca, rahat kazanması gereken maçı veriyor, puahsız kalıyor. UEFA maçlarında puan önemlidir. G.Saray dün akşam Bordeaux’ya, "ben yemedim, sen ye" ikramında bulundu.
Yazının Devamını Oku

Acemi gibi

22 Ekim 2007
ALİ Sami Yen’de G.Saray uzun zamandır seyircisiz oynuyor. Ama bu kadar gürültüyü ben hiç görmedim.. Futbolcu bağırıyor, idareci bağırıyor, teknik adam bağırıyor, yedekler bağırıyor, yani statta neredeyse kim varsa bağırıyor. Sessizlik mi? Nerede?. Oyun başlıyor. Ankaraspor, en anahtar bölge orta sahadaki parselleri sanki satın almış. Oradan istediği gibi topu koşturuyor. G.Saray sanki kiracı gibi kendi sahasındaki hareketlenmeyi sadece izliyor. Ne oyun kuruyor, ne de bir çaba gösteriyor. Oyun kuramayınca da Song ve Servet her gelen topa Allah ne verdiyse vuruyor.

Bu da Ankaraspor’un işine geliyor. Oyunun üçte biri böyle gidiyor. G.Saray’ın hücum adamları Hakan Şükür ve Ümit Karan buldukları boş parsellerde ise acemice hareket ediyorlar.

Arda vurdu olmadı, Hakan’a buyurun dedi o da atamadı?

Lincoln’ün şutu ise boş tribünlere gitti.

Kısacası G.Saray birinci yarıda istediği hiçbir şeyi yapamadı?

Lincoln’e kelepçe

Aslında şef Feldkamp’ın elinde takımı faaliyete geçirecek birçok iyi enstrüman çalan futbolcusu var. Ama bunu bir araya getirip ahenk içinde çalamamanın eziyetini çektiler.

Nedeni ise Ankaraspor’un hem orta saha, hem de savunmasındaki oyuncuların hırsları ve başrol olma arzuları. İkinci yarıda G.Saray rakip alana orta alandaki Barış ve Linderoth sayesinde yerleşti.

Ankara kalesini sadece Barış rahatsız etti.

Lincoln’ü durduracağım diyen Hikmet Karaman, Hürriyet ile Sambacıya kelepçe vurmuştu.

Kalli ise hücumda etkisiz olan Hakan Şükür ve Arda’ya kement atıp sahaya Hasan ile Nonda’yı sürdü.

Onlar yapamadı belki bunlar yapar dedi Kalli ama evdeki hesap yine çarşıya uymadı.

Ne Hasan, ne de Nonda topu hedefe gönderemedi.

Orkun’a da bir tek 80.dakikada iş düştü. O da Bilal’in füzesini çıkarmayı becerdi.

G.Saray sessiz oynadığı son maçta perdeyi sessiz kapattı..
Yazının Devamını Oku

İşte halimiz

18 Ekim 2007
SUAT Sayın’ın bir bestesi var, "Yollar uzak gelemedim, gidemedim. Muradıma eremedim" İşte Milli Takımımız’ın hali bu şarkı sözlerine benziyordu. Yunanistan takımı pozisyonları kaçıran, golleri bulmak için hücuma katılan takımdı. Onlar kaçırdıkça, "ah ile vah" ile şarkı söyleyip ağıt yakan taraf ise bizdik.

Oyun kurgumuz sıfır. Ne kanatları kullandık, ne verkaç yaptık, ne de rakip defansı azaltmaya gittik. Sıfıra sıfıra elde var sıfır. Uzun toplarla hedefe gitmek istedik.

Bir Allah’ın kulu da çıkıp, "Nereye gidiyorsun be kardeşim?" diye sormadı. Rakip defansını dörtlü kurmuş. Selvi boylu bir savunma yapmış. Sen hala kafa toplarıyla oynamaya çalışıyorsun. Fatih Terim sen de buna "dur" demiyorsun. Benim takımım kısa boylu. Hiç mi oyunu okuyamıyorsun?

Ama zamanı gelince de bülbül gibi oluyorsun. Teknik adamın işi nedir biliyor musunuz. Rakibi ezberlemektir. Pozisyon zenginliği onlarda, gidiyor, geliyorlar. Sen 1-2 pozisyona girmek için çabalıyorsun. Elde var yine sıfır. Rakibi açmak için hiçbir düşünce yok. Zaten takıma baktığınız zaman onu yapacak malzeme de yok. Bizim futbolcuları tek başına sayarsanız hepsi bir ilah.

Ham meyveler

Daha da önemlisi, haddimizi bilmeyen bir takım olduk. Dualarla bir yere kadar geldik. İnşallah, maşallah dedik. Kimi "Ben buranın imparatoruyum" dedi. "Vatan, millet" dedi. Bir çiftliktir gitti. Çiftlikte yiyen yedi. Böyle güzel bir yer zaten bulunamazdı. Herkesi gökyüzüne çıkardık. Çünkü ülkemizde şöhret olmanın yolu o kadar kolay ki. Futbolcu bir yaz içinde şöhret oluyor. Parayı da kazanıyor. Sonra ağladığı günleri unutuyorlar. Ben olgun bir meyve oldum diyorlar.

Aslında kabahat onlarda değil. Tek suçlu biziz. Olmayan meyveyi büyütüyoruz. Ağaçta kalmayı bilmiyorlar, hemen düşüyorlar. Bu da neden, altyapı eğitimlerinin olmamasından. Futbolda kazanılan büyük paraların, hem teknik adam, hem futbolcuların şımarıklığı bundan ileri geliyor.

Şöhreti hazmedemeyenlerin de durumları belli. Böyle bir grupta, zayıf rakiplerin karşısında hepsini büyüttük. Küçültmeye gelince de bize kızdılar. İşte halimiz.

Büyüklüğün, şımarıklığın, bunu sanat haline getirenlerin durumu bu.
Yazının Devamını Oku

Deplasmanları sevmeyen adam

8 Ekim 2007
KURGUSUZ oyun olur mu? Galatasaray’ı bu sezon ilk kez bu kadar dağınık gördüm. Oyun kalıbında arıza vardı. Arıza önce defanstan başladı, sonra ikinci bölgeye indi. Bu bölgenin lider futbolcusu kim? Tabii ki Lincoln. Sorumluluk alması beklenen bu futbolcunun böylesine yavaş ve isteksiz oynamasını anlamak güç. Benim kanaatime göre bu Lincoln deplasmanları sevmiyor. İstanbul’daki maçlarda izlediğimiz Lincoln, daha top ayağına gelmeden nereye atacağını bilirdi. Dün üzerinde anlaşılmaz bir ağırlık vardı. Hemen her ikili mücadelede kendini yere bıraktı. Belli ki, Lincoln bu maça hiç ama hiç hazır değildi.

Galatasaray’ın o bildik akıcı futbolundan eser yoktu. İlk yarıda Kayserispor daha çabuk oynayan takımdı. Mehmet Topuz ve Ragıp, hücum adamı Gökhan Ünal’ı kaçırmanın yollarını aradı; zaman zaman da buldular.

Koca ilk 45 dakikada Galatasaray, Kayserispor kalecisi İvankov’u bir kez bile rahatsız etmedi. Sanki sarı kırmızılıların üzerine kırağı yağmıştı. Dün geceki mücadelede Galatasaray adına tek güzel görüntü; atılan goldü. Sarı kırmızılılar üç pasta gole gittiler. Orta alanda Linderoth’un uzun pası, Lincoln’ün soldan ortası ve Ümit Karan’ın bomboş durumda vurduğu kafa... Hepsi bu kadar...

Feldkamp korkuyordu

Ümit’in golünden sonra oyun hareketlenir diye bekledim. Ama her iki takım da, "1-1 bitse daha iyi olur" havasındaydı. Ne Galatasaray gerçek bir hücum hazırlığına tenezzül etti ne de Kayserispor. Feldkamp saha kenarından, "Orta sahayı kalabalık tutun... Acele etmeyin... Topa basın" diye sık sık ikazlarda bulunuyordu. Belli ki yenilmekten korkuyordu.

Galatasaraylı futbolcular yorgunluğu falan bahane etmesin. Daha önce arı gibi oynayan Galatasaray dün ağır aksaktı. Alıştığımız güzelliklerin hemen hiçbirini göremedik.
Yazının Devamını Oku

Yolu açık

5 Ekim 2007
GAZETEDEN top patladıktan yarım saat sonra Ali Sami Yen’e gitmek için yola çıktım. Çağlayan’a kadar yol "Akıcı", Çağlayan’dan sonra "Yoğun." Saat 21.00’de tribündeki yerimi aldım. 21.30’da perde açıldı ve oyun başladı. Son zamanlarda böylesine bir futbol tiyatrosunu izlemedim. İsviçre takımı oyunun ilk başlarında adeta bir dağ kurmuşlardı kalelerinin önüne. Ama bu dağ yollarını bilen kurnazlar vardı G.Saray’da? Lincoln ve Arda sahanın bir sağ kanadında bir sol kanadında birbirlerine, "Öyle güzel eskortluk" yapıyorlardı ki, dağı yarıyorlardı adeta.

Lincoln ve Arda’nın dışında bir ikili daha vardı. Hakan Şükür ve Ümit Karan. Hakan, "Sen bu tünelden geç" diye yolu açıyor, Ümit, "Peki kaptan" deyip hedefe gidiyordu. Sion, kendine geçit bulamıyordu Sami Yen’de, bulamazdı da?

Şapka çıkartın

Sahanın en kritik bölgesi olan ikinci bölgede bir Barış bir de Linderoth vardı. İkisi de İsviçre ekibinin gaza basmalarını önlüyordu. Hem de ne önlemek. Hareket bile ettirmiyorlardı. Barış ve Linderoth bitmez tükenmez top çalmaları ve oyun kurmaları ile Sion’u pes ettiriyordu. Ara sıra Sion da fırsat buluyor ancak savunmanın bekçisi Song, rüzgar bile esse hemen seziyordu.

Feldkamp, futbolcularını öyle güzel hazırlamış, hiç hata yapmadan ders vermiş, hırs vermiş, inanç vermiş, kazanma duygusunu aşılamış ki, Alman hocaya da şapka çıkarmak lazım.

Lincoln tek başına bir paragrafı hakediyor. Atığı bir gol var ki.. Herkes topu kasaba atacağını zannederken, bakkalın kapısını açık gördü ve teslimatı oraya yaptı.

Dün, özellikle ilk yarıda G.Saray’ı izlerken futbolun güzelliklerini gördüm.. Oyunun ikinci perdesinde ise maçı rölantiye alan bir takım vardı sahada. Ama buna rağmen yüzde yüzlük gol pozisyonlarını da yakalamasını bildiler.

Şimdi artık G.Saray’ı, UEFA’da grup maçları bekliyor. Hedeflerini büyük koyan ve bir kez daha Kupa 2 peşinde koşan bu yeni G.Saray, Avrupa’da harikalar kumpanyasını yaşatacağı sinyallerini verdi.

Haydi bakalım. Yolun açık olsun G.Saray?.
Yazının Devamını Oku

Zirveyi hak ediyor

30 Eylül 2007
SENİ havaalanında binlerce taraftar karşıladı. Daha ilk maçında G.Saraylıların sevgilisi oldun. Türkiye’de çok sevildin. Herkes sana sıcak yaklaştı. Beşiktaş maçı öncesinde Feldkamp tarafından kadrodan çıkarılmak, küçük bir hata değil, büyük bir yanlıştır Cassio Lincoln. Sendeki yeteneğe kimse söz söyleyemez. Ancak, alçakgönüllü ol. Şöhret, insanlar tarafından verilir, minnettar ol. Kibir, insanın kendisi tarafından ortaya çıkar, dikkatli ol! Dün G.Saray’ın Lincoln’e ihtiyacı vardı. Sen belki bilmiyorsun. Ülkemizde Beşiktaş ve F.Bahçe maçları oynanmadan G.Saraylı olunmaz. Belli ki Kalli, eksiklerine rağmen takımını bu maça iyi hazırlamıştı. Biraz da sahne alan futbolculardan bahsedelim...

Linderoth: Dikiş makinesi gibi. Tıkır tıkır oynuyor, sahadaki rakiplerine nefes aldırmayıp sanki dikiş atıyor. Rolünü iyi algılamış ve sapma da yok.

G.Saray’a baktığımda, bir Barış, bir Uğur, bir Hakan Balta, bir Volkan hızlı ve ileriye oynayan, sahada sadece işini yapmak isteyen oyuncular.

Yıldızları aramadı

Song
mu? Adeta defansın anahtarı. Hataları kapatan G.Saray’ın savunmasını yöneten ve bu takımın tek vazgeçemediği futbolcusu.

Öyle ki G.Saray, Beşiktaş’ın tüm hatlarını bağlamış, siyah beyazlı takımın top yapmaması için tüm önlemleri almıştı. Öyle ki, G.Saray gole giderken Beşiktaş kenar yönetimi bir anda sinirlendi ve yiyeceği golü sanki hissetti.

G.Saray’da kaleciden forvete kadar herkes rolünü iyi yapıyor. Kazanma duygusu tüm takımın ruhuna işlemiş. Demek oluyor ki, teknik direktör-futbolcu ilişkileri, sorumluluk, ortak inançlar, karşılıklı hırs ile bu derbiye hazırlanmıştı.

Herkes kabul etmeli ki, G.Saray ligde bulunduğu yeri, yani zirveyi hak ediyor. Neden mi? Ayhan yok, Hasan yok, Lincoln yok, Hakan Şükür yok... Yani yok oğlu yok. Ama takımdaki gençleşme ve yeni yapılanma aşısı iyi tuttu ve G.Saray, Beşiktaş maçında dahi bu yıldızlarını aramadı.
Yazının Devamını Oku