27 Ağustos 2010
- Anne yetiş kocam öldü.<br><br>- Hayırlısı olsun evladım. “Hayırlısı olsun” cümlesi biz Türklerin en çok kullandığı cümlelerdenmiş.
“Hayırlı olsun” ve “Hayırlısı olsun” birbirine çok benzeyen iki kelime?
Arada iki harf farkı var.
Biri iyilik temennisi, memnuniyet, güzel dilek anlamında.
Diğeri çoğunlukla teselli etmek anlamında da kullanılan iyi dilek.
Yani daha geniş kapsamlı.
Genellikle yapacak bir şey kalmadığında kullanırız ikinciyi.
“Vah zavallı, senin iş Allah’a kaldı” demektir biraz.
“Su yolunu bulur artık kurcalama olayı daha fazla” anlamında da ...
Ama “Hayırlı olsun” cümlesi bizde gerçek anlamında kullanılmayalı beri yıllar oluyor neredeyse.
Unuttuk bu kelimeyi kullanmayı.
Bu cümle yerine, felaket, uğursuzluk anlamına gelen başka kelimeler kullanırız.
Karşımızdakinin mutluluğuna samimiyetle ortak olamamaktır bu belki.
Misal:
- Hayırdır abi yüzün gülüyor
- Sonunda ev aldım nasıl gülmeyeyim
- Hani şu ucuza kapatırım belki dediğin...
- Ha işte o !
- Depremde ilk yıkılacaklar bölgesindeydi o değil mi, yerle bir olacaklar hani?
Mide bulandırmak olabilir:
- Dededen büyük miras kaldı, karar verdim, dünya fani, bir Masserati alacağım.
- O da çok benzin harcıyormuş abi
- Oldu, Masserati’yi aldık, bir de...
Emekle elde edilen bir başarıyı küçümsemek:
- Oğlan şu özel eğitim veren okulu kazandı zor bela.
- Fransızca eğitim veriyorlar orada di mi?
- Evet.
- Ya dünyada Fransızca konuşan kaldı mı kardeşim? Gün gelecek herkes Türk olacak.
- Ha oldu, benim bir yere yetişmem lazım.
Mutsuzluğundan beslenmek dediysem teselli etmeye bayılan iki yüzlüler de vardır çevremizde. İşte orada hayırlısı olsun cümlesi girer devreye:
- Berkecan’dan ayrıldım.
- Hayırlısı olsun, e şimdi kimse yok o zaman hayatında di mi adamın?
- İlgilenmiyorum, bilmiyorum da.
- Öyle mi? Hayır şey için söylüyorum, hoş çocuk yani...
Sevincinizi kursağınızda bırakırlar çoğu zaman hayırlı olsun kelimesini kullanmaktan kaçınarak:
- Müjde teyze oğlumuz oldu.
- Haaa, oğlan mı? Üzülme üzülme, ikinci de kızı bulursunuz belki. Erkek evlat nankördür tabii. Büyünce unutur ana babayı. Hele bir evlensin evine adım atamazsın. Ama dua et de evlendiği kadın insan evla?!!!
- Oldu teyze sonra görüşürüz, senin oğlanla geline çok selamlar.
Karşımızdakinin saflığını ya da salaklığını yüzüne vuracak cesaretimiz yoksa da kullanırız tabii:
- Yanlış partiye oy attım abi yaaa...
- Hayırlısı olsun
Ya da konuşma vesilesi olabilir
- Are you İngliş hanfendi?
- No, I am French
- Hayırlısı olsun ablam benim.
Birini asla kullanmazken öbürü kullanmadığımız yer yoktur.
Hayal kırıklığına, teselli etmeye, ne söyleyeceğinizi bilemeyip suskun kalmaktansa iyi niyetinizi göstermeye, sessizlikleri doldurmaya birebir iyi gelen başka da kelime yoktur belki.
Evet, elbette hayırlısı olsun kim ne diyorsa, ama allahaşkına mutluluğu paylaşın, bir gün olsun hayırlı olsun deyin.
Düşünün bakalım şu bir ayda kaç kişiye hayırlı olsun, kaçına hayırlısı olsun dediniz...
Hadi bakalım hayırlısı olsun...
Yazının Devamını Oku 20 Ağustos 2010
Elma soyayım mı canım karıcığıma? - Bir yerden başlamak lazım diyorsun.
- Neye bir yerden başlamak lazım, anlamadım.
- Soymaya... Sesinin tonundan anladım. Sonra da “Sevişelim mi karıcım?” diyeceksin.
- Allah Allah, insanlık tarihinde “Elma soyayım mı” sorusundan böyle şizoid bir anlam çıkarılmamıştır tebrik ederim. Sevişmek istesem “Sevişmek istiyorum” derim, elmayı niye alet edeyim buna. Üstelik cevabını bildiğim soruları sormuyorum artık.
- Neymiş cevabım?
- Ailemizde doğum kontrol yöntemi olarak kullanılan bir cümle; başım ağrıyor.
- Ne demek istiyorsun? Çocuğumuzun olmamasının suçlusu ben miyim?
- Onu demek istemedim ama biliyorsun çocuk yapmak için en az iki kişi olmak gerekiyor.
- Çok komik. O iki kişinin de çiftleşmesi değil sevişmesi gerekiyor.
- Sen bana hayvan mı demek istedin şimdi?
- Hayır sadece partner olarak normal bir kadını değil, bereket tanrıçasını seçmen gerekirdi demek istedim.
- E ne var bundan gurur duymalısın bir kere, elalemin karısı yılda bir...
- Yılda bir de olsa sevişiyor, tecavüze uğramıyor.
- Yuh ben sana tecavüz mü ediyorum. Ayrıca bak kendin söyledin haftada bir, ölme eşeğim yaz gelsin.
- Dedim evet, hem de çok doğru söyledim. Beni insan değil eşek olarak gördüğünü de şimdi sen söyledin. Canımı yakıyorsun, incitiyorsun, sonra her şeyden soğuyorum ben de.
- Canını yaktığım falan yok, uydurma. Hem cinsellik sağlıklı bir evliliğin temelidir. Karımla sevişmeyeyim de kapıcıyla mı sevişeyim.
- Olabilir, şansını dene, sor bakalım, belki o da sana karşı boş değildir.
- Hiç olmazsa kapıcıya saldırma, adamın ne günahı var şimdi?
- Benim saldırdığım yok. Adam hakkındaki gizli arzularını ağzından kaçıran sensin.
Kimbilir daha ne hikayeler var sende, ‘bilinçaltında kalmış’.
- Böyle giderse sadece bilinç-altımdakiyle idare edeceğim zaten.
- Yaptığın espriyle aklın fikrinin nerde olduğu ortada... Gerçi beyninin tüm potansiyeli bu, onu suçlamamak lazım. Ancak bu kadarını üretebiliyor. Neyse sen dua et benim gibi biriyle evlendin de doğru düzgün bir kariyer yaptın, adam oldun.
- Evet sana rağmen adam olduğum doğru.
- Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır canım. Ve maalesef her başarısız kadının önünde de bir erkek!
- Şimdi buna bir cevap vereceğim “Bak aklın başka şeye çalışmıyor” diyeceksin.
- Ver cevabı ver! daha fazla çirkinleşemezsin zaten!
- Neyse! Bakıyorum şu an arkama, bir saniye, aa yok, hani nerede benim arkamdaki kadın?
- Tam karşında!
- Sürekli karşımda zaten o kadın sağolsun!
- Akıllandı çünkü en sonunda!
- Geç bunları! Sen öldüğünde, mezartaşına şöyle yazdıracağım:
“Burada benim karım yatıyor... her zamanki gibi soğuk”.
- Öyle mi asıl ben ne yazdıracağım senin mezartaşına bil bakalım:
“Burada benim kocam yatıyor her zamanki gibi sert”.
¡ ¡ ¡
E ne oldu şimdi, dialogu neden bitirdi Ferzane diyenler...
Dialoğu ben bitirmedim, kadınla adamın gürültüsünden rahatsız olan komşular bitirdi.
İyi ki de bitirdi.
Modern çağ artık böyle...
Evliliğin, cinselliğin, anne-baba olmanın kutsal olduğu dönemlerden küçük kırıntılar kaldı belki...
Ama iyi ki komşular var...hala...
Kalan kırıntılar da dökülmesin diye...
Yazının Devamını Oku 16 Ağustos 2010
TANIK olduğum aşağıdaki konuşma nerede ve kimler arasında geçiyor sizce? “Ayakta durmak zorundasın, ağlamayacaksın, duydun mu beni!
Ağlamayacaksın!
Güçlü durmak zorundasın, sevindirmeyeceksin düşmanları, ayağa kalkmak zorundasın.
Devam etmek zorundasın yola.
Ağlamayacaksın diyorum, duyuyor musun?”
Evet? Tahminleriniz?
Hayır, bu vatanı savunurken şehit düşen bir askerimizin yakınına söylenen sözler değil...
Hayır, hayattaki en değerli yakınını kaybetmiş birine söylenmedi ya da onun herhangi bir fiziksel ya da manevi acısına ortak olmaya çalışan biri söylemedi.
Hayır, biten bir aşkın acısıyla mecnuna dönmüş birini teselli etmek için söylemedi bu cümleleri kullanan.
Hayır, hayatındaki en kıymetli şeylerin, hayatın cilvesiyle bir anda elinden kayıp gittiğini gören birine söylenmedi...
Hayır, yarışı son anda rakibi çelme taktı diye kaybeden bir maraton koşucusuna da söylenmedi...
Bu cümle, bu uzun cümle yere düşen 4-5 yaşlarında bir oğlan çocuğuna söylendi az önce.
Eksiği var fazlası yok cümlelerin.
Çocuğun kafasını kolunu çekiştirerek, toplama kampındaki komutanlar tarafından esirlere reva görülen bir tavırla... Sonra çocuğuna kafasına indirilen bir darbeyle çocuğun kafasına iyice kazındı annenin talebi.
Kimbilir annenin psikolojisi nasıldı diye savunanlar olabilir anneyi?
Ekonomik sorunları vardır belki, kocasından dayak yiyordur, işsizdir, terkedilmiş yalnız bir annedir, aklıma şu anda gelmeyen çok korkunç şeyler yaşıyor olabilir...
Haklısınız, olabilir.
Bunlar makul gerekçeler mi sizce?
Kadınlar neden anne olur?
Yere düşen, aslında yürümeyi öğrenmesi için, vücut dengesini zamanla tam olarak oturtabilmesi, bacaklarının, bedeninin güçlenmesi için, düşmesi, çarpması, kayması, kırıp dökmesi gereken bir çocuğa böyle marazi bir tavır sergileyen bir insan anne olma hakkına sahip midir?
Şimdiden beynine kazınan ‘bilmediği’ düşmanlarını sevindirmemek için düşmeye korkan bir çocuk...
Yürümeye korkan bir çocuk.
Konuşmaya korkacak bir çocuk.
Ağlamanın, duyguları göstermenin zayıflık, korkaklık olduğuna inandırılan bir çocuk...
Canı yanmış ağlayan çocuğa bir de anneden gelen şiddet.
Bir kadının annelik güdüsünü tatmin etmek için bu çocuğun ödediği bedel fazla değil mi sizce? -ki annelik güdüsünün içinde şefkat, koruma, merhamet, sevgi fazlasıyla vardır -
Bu çocuğun küçük beyninde nice hasarlar, izler kaldığından eminim bu annemsiden.
Bakın annemsi diyorum, anne diyemiyorum.
Bu çocuktan, böyle bir annenin yetiştirdiği çocuktan bir yetişkin olduğunda sağlıklı davranışlar beklemek haksızlık değil mi?
İnsan yetiştirmek hiç kolay değildir.
Anne olmayı da hak etmek gerekir.
Elinizdeki malzemeyi nasıl kullandığınıza bağlı bir cani, psikopat ya da sağlıklı bir insan yetiştirmek.
Anne olmadan önce -elbette babalar da dahil buna ancak şu anda örneğimiz bir anne- herkesin kendisine bu soruyu sorması gerektiğini düşünüyorum...
İnsan yetiştirebilir miyim?
Anne olmayı hak ediyor muyum?
Ona elimdeki imkanlarla bir tabak yemek hazırlayıp önüne koymak bana mutluluk verecek mi? Bunu yapacak mıyım?
Beynini ve bedenini temiz tutabilecek miyim çocuğumun?
Özgüven verecek miyim?
Huzur verecek miyim?
Herşeyden önemlisi sevecek miyim çok?
Bunları yapabileceğinizi düşünüyorsanız, ne ala. Çocuk ya da çocuklar sizin tercihiniz.
Şüpheleriniz varsa anne olmayın.
İnanın gazetelerin iç sayfalarındaki tecavüz, cinayet, hırsızlık, gasp suçlarının zanlıları başka yerde başka ortamda doğup büyümedi. Hepsinin bir ailesi var, hepsinin ailesi olmasa da aile kadar yakın kişilerce büyütüldüler... Hayata herkes gibi masum başladı onlar da...
Bu ülkenin sağlıklı, psikolojisi düzgün, eğitim alabilmiş, önemsenen, sevgiyle büyütülmüş, kendisiyle barışık, iç huzuru yerinde evlatlara ihtiyacı var ...
Yazının Devamını Oku 13 Ağustos 2010
AYIPTIR söylemesi akşama yemekli misafirim var. <br><br>Pazardan dönüyorum böyle elim kolum dolu.
Ev sahibimizle karısı gelecek. Adam pek huysuz, karısı desen ondan kalır yanı yok. Şu dünyada bir kendilerini severler. Herşeyden herkesten nefret ederler. Ama şu kira artışını konuşmak için uygun başka zaman yoktu. Mecburen yemeğe çağırdım. Onlar gibi soğuk, cimri, huysuz değilim ben. Komşularım da tanır, bilirler.
Yüreği sevgi dolu bir insanımdır ben.
Ama böyle tıkış tıkış kalabalık otobüste, kahkaha atarak sohbet eden gençlerden nefret ederim.
Derli toplu, saygılı, kısık sesle muhabbet etmek varken kahkaha atmak da neyin nesi allahaşkına?
Bunlar bir de yer de vermezler yaşlılara, kadınlara...
Gerçi gücüm kuvvetim yerinde çok şükür ama gözümün içine baka baka yerime göz diken engellilere ne demeli?
* * *
Yazının Devamını Oku 9 Ağustos 2010
BÜYÜ yapmışlardı bana, bıçak saplamışlar gibi sanki oraya, o gün bugündür durur o ağrı. Eltimle kaynım birlikte yaptı büyüyü biliyorum, ama ne o eltim olacak haspa, ne o soyu kuruyasıca kaynım biz yaptık demediler, inkar ettiler.
Benim adım Esme.
Ne kadardır buradasın, niye deseniz, hatırlamıyorum artık.
Tek bildiğim şuramda bir ağrı var, şuramda, böğrümün solunda...
Bazen unutturur yerini, bazen yılan gibi sarar beni ama ama şimdikini tarif edemiyorum bir tuhaf hal var bende.
Şimdi diyeceksiniz ki eltinle kaynın niye yaptı büyüyü sana?
Niye olacak gideyim bu evden diye, öleyim diye belki, “Günahlarını alma” diyor Hasan ama eltim daha içeri girer girmez, kuyunun başında bana öyle bir bakış baktı ki, dedim “Eyvah Esme eyvah, kuma geldinse çekeceksin”...
İsterler gitmemi, ama bilmezler Esme nereye gitsin, yerim yurdum mu var benim?
Başka yerde kurulu ocağım mı var?
Baba evine hangi yüzle dönerim?
Umut -ağamdır benim- “Hesap verecek o kancık” der dururmuş.
Ben ne yaptım halbuki Umut’a. Anama babama ne kötülüğüm dokundu?
Hepsi Hasan’ın yüzünden oldu.
“Sen beni sevdin mi kız” dedi.
“Sevdim” dedim.
“Gel o zaman” dedi.
Gittim.
Nereden bileydim kuma gideceğimi.
Allah böyle yazmış deyip razı oldum kaderime.
Allah için Gülsüm’ün bana bir kötülüğü dokunmadı.
“Ben yemek yapayım o bulaşıkları yıkasın, temizliği yapsın” dedi, yalnız.
Bir de ”Bulgur pilavı mı, pirinç mi” onda çekiştik bir kez.
Ben “Bulgur” dedim, o “Pirinç”...
Pirinç yaptım, evin hanımının gönlü olsun diye.
Garip kızdır zaten Gülsüm bilseniz.
Kimsesi yokmuş hayatta, imam, Hasan’la onun nikahını kıydığında.
Bana sorsanız hala kimsesi yok. Tohum tutmaz Gülsüm, bacası tütmez ev gibi.
Mahsundur bundan, yaralı it yavrusu gibi saklanacak yer arar, utanır halinden.
Allah nasip ederse ben evlat vereceğim Hasan’a. Bir kız bir de oğlan.
Hayalini bile kurdum... Büyük hayaller...
Hazreti Veysel Karaniye adak adadım, dedim ki “Şu kırmızı çaput kadar kırmızı yanaklı ,vatanına miletine hayırlı, toprağına nankörlük etmeyecek evlatlarım olsun, belki okuturuz, şehre göndeririz bile, belki bir öğretmen bile oğlur benim kızım, oğlum ?öyle demeyin olmayacak iş mi şu dünyada yüce yarabbim ol dese olur- Asker olur benim oğlum, köyü bekler, o beklerken ben ekmek yaparım “Ye oğlum” derim, yediği ekmeğe nankörlük edenlere inat, buraları bekler benim oğlum...
Umut benim ağam demiştim değil mi?
Bıyıkları yeni terliyor ama pek cevval pek asabi görseniz.
Babam okuldan aldı diye küstü üç gün dağda yattı. Eve girmedi.
Gizli gizli ekmek verdim de ben ona Allahtan, “Sen olmasan ölürdüm ben bacım” dedi.
Ben olmasam ölmezdi biliyorum. Ama bilmez ki Umut başka türlü “Bacım ben seni çok seviyorum” demeyi...
Soysuz sopsuz adamlar beline silah takmış bunun, yakın bir zaman “Senin adın Şivan, Umut değil” demişler. Umut bir yanlış yolda ki bir ben bilirim, bir de köyde birkaç onun gibi oğlan. Ama bilmezler ben bilirim.
Geçen gece bir rüyamda gördüm ki Umut ölmüş... Sabaha kadar ağladım başında bir uyandım rüyaymış...
İçime doğmuş herhal, çıktı geldi Umut. Sarıldım. Beni özlemiş zaar diye...
İtti beni Umut...
“İteceksin madem niye geldin Umut?” dedim.
“Canını alacam senin” dedi... “Namusumuz” dedi.
Belindeki silahı aldı...
Sol böğrüme tuttu....
Vurmadı...
Umut beni vurmaz bilirim.
Ama bana öyle bir bakış baktı ki...
Yüreğime bir hançer soktu sanki...
* * *
Bilirim ama böğrümün ağrısı Umut’un bakışından değil....
Hep o eltimle kaynımın büyüsünden...
Beni daha ilk gün istemediler ki...
Ta o gündür içimde bir kasvet... Umut bana öyle bakalı beri...
Ağzımda sanki pas var, ıslak, Umut elini beline attığından beri.
Bazen üşüyorum burada sanki ama emin de değilim, belki de içim yanıyor benim...
Islak toprak kokusunu ben severim çok söylemiş miydim?
Bir zaman okula gitmiştim siz deyin üç ay, ben diyeyim beş ay... okulun bahçesi hep böyle kokardı... sonra unuttum....
O koku her yanımda buraya geleli beri...
Kaç gün oldu neredeyim hiç bilmiyorum...
Elim kolum tutuk, kör bir kuyunun dibi sanki...
Ama biliyorum Umut sever beni...
Umut vurur mu hiç beni? Vurmaz...
Hep o eltimle kaynımın büyüsü...
Şu kasvet gitse de içimden kurtulsam şu ağırlıktan...
Bu toprak kokusu hiç gitmiyor burnumdan...
Bir tuhaf hal var bende, bilmem ki...
Bilmem ki, kaç gün oldu ben buradayım...
Yazının Devamını Oku 6 Ağustos 2010
- Topuğundan vurmuşsun kadını?
- Vurdum, ama niye bi sor hakim bey
- Niye?
- Hadsiz tahrik etti beni.
- Hadsiz tahrik?
- Evet. Haddi hesabı yok yani tahriğin.
- Topuğu mu tahrik etti ?
- Yok, ayak baş parmakları. Ama mermi oraya isabet etti. Sonuçta indirim var di mi?
Yazının Devamını Oku 2 Ağustos 2010
BEŞ yaşındaki Özge’yle hiçbir süzgeçten geçirilmeden içinde çok derin anlamlar barındığını düşündüğüm dialoğumuzdur. Bakın kendinizden birşeyler bulabilecek misiniz... - Kara sevda ne demektir?
- Allahla alay edersen başına gelen birşey
- Allah?
- Bizim kreşteki en yüksek ağaca tırmanabilir ama ben tırmanamam, bir gün düşecek diye korkuyorum zaten. Ama ne hali varsa görsün küsüm ben ona, nedenini, söylemem.
- Peki söyleme. Ama birine çok kızar ya da -küsersen ne yaparsın ?
- Ölü taklidi yaparım
- Ölüm nedir?
- Eskiyen insanları gömmektir. Çöpe de atabiliriz ama en iyisi görmemek, kokabilir çünkü.
- Büyümek nedir?
- Sevdiğimiz elbiseleri bir daha giyememektir, kurbağalar büyüdüğümüzde bizi tanıyamayabilirler ayrıca.
- Kurbağa nasıl bir hayvandır?
- Öpersek prense çevirebileceğimiz bir insandır. Mesela Cem eskiden kurbağaydı.
- Cem kim?
- Kurbağa. Ama ben öpünce adam oldu.
- Aşk nedir?
- Cem beni aldattığı için ağlamaktır.
- Cem seni kiminle aldattı?
- Galiba kediyle aldattı.
- Kediyle aldattığını nereden çıkardın?
- Çünkü patateslerini bana verirdi önceden ama dün kediye verdi. Ben de mecburen çikolata yiyorum.
- Şu çikolatanın ucundan azıcık ısırsam ben de.
- Olmaz ucunu ben yedim. Üzüldüysen resmini çizerim ama...
- Ne resmi?
- Çikolata resmi.
- Demokrasilerde çare tükenmez diyorsun.
- Evet öyle diyorum.
- Demokrasi nedir?
- Krallar tuvalete gittiğinde yerlerine demokrasi bakar.
- Kral olmak için ne yapmak gerekir.
- Başbakan olmak gerekir. Bir de yetenekli olmak gerekir.
- Yetenekli kime denir?
- Korna çalan fok balığı yeteneklidir.
- Çevrende hiç yetenekli biri var mı?
- Hayır hiç fok yok. Öbürleri de yarışmaya katıldı.
- Öbürleri kimler?
- Retorandoma gidenler.
- Referandum nedir ?
- Ekmek parası kazanmaktır. Mesela Türkiye’nin bütün dağlarına balık ve kuş ekilmesini istiyorsak, gideriz.
- Ekmek parası nedir?
- Böyle yuvarlaktır. Sert yani. Kafayı kırabilir. Boğazımıza kaçabilir. Çorba parası gibidir.
- Çorba parası, ekmek parasından farklı mı?
- Evet. Onu kırmızı ışıkta geçtiğimizde veririz.
- Kırmızı ışıkta neden geçerler ?
- Aşk-ı Memnu başlamış olabilir
- Ama geçmemeliyiz değil mi ?
- Finali olabilir Behlül’ün. O zaman bir sakıncası yok bence. Ayrıca erkekimiz kızabilir eve geç kaldıysak.
- Erkekimiz mi? O kim?
- Kim olacak evdeki direğimiz.
- Eşim demek istedin herhalde? Büyüyünce evlenmek ister misin?
- Bakalım güzel sözler ederse olabilir. Çocuğum olmuyor benim ama...
- Ah! Nerden çıkardın bunu?
- Biliyorum ben biliyorum. Böyle çok sıkı sarıldım Cem’e ama birşey doğuramadım.
- Çocuk böyle mi yapılırmış? Kimden öğrendin bunu?
- Aldığım duyumlar böyle.
- Haaa haahaa kimden aldın duyumu ?
- Uzaylılardan. Ayrıca herkes Türkiye’ye düşman.
- Yok böyle birşey.
- Var. “Sen odana git bakiyim, özel birşey konuşacağız” diyorlar Türkiye’ye.
- Nasıl düşünüyorsun tüm bunları?
- Büyük düşünüyorum...
Yazının Devamını Oku 30 Temmuz 2010
- AYYYY evimiz çok güzel olmuş Berkaaay - Aşkım sana layık değil ama evlenince eksikleri tamamlarız artık.
- E neden şimdi tamamlamıyoruz?
- Zamanla olur, anlamında söyledim.
- Öyle mi? Zamanla? Evlenmeden olmaz diyorsun.
- Ne evlenmeden olmaz?
- Şimdi biraz gözünü boyayayım, “evlilik evlilik” diye iki tane dandik koltuk atayım, ondan sonrası Allah kerim yani. “Olmadı, anlaşamadık der, yüzüğü atarım, sonra gelsin sıradaki” diyorsun
- Hoppaala. Ayaküstü nasıl yazdın bu hasta senaryoyu iki dakikada. Hem az önce bayılmıştın hani? Şimdi dandik mi oldu koltuklar, psikopata bağladın.
- Sensin psikopat. Bütün planlarını bozdum tabii değil mi?
- Ne planı?
- Beni kullanıp başından atma planı.
- Niye kullanayım ben seni, ihtiyacım mı var?
- Ha yani çoktan kötü emellerime ulaştım diyorsun.
- Ne kötü emeli ya! Birlikte bir hayat kurmayı düşünen iki yetişkin insanın birlikte olmasından daha doğal ne var Serap, hangi çağdan geldin yaaa.
- Senin gibi bir mamutla birlikte olduğuma göre farklı çağlardan geldiğimiz kesin
- Yok, yok bu arıza halin korkuttu beni, aslında iyi de oldu gerçek yüzünü görmem açısından.
- Tabii hoşuna gitmedi değil mi gerçekler! Ondan bu öfken! Yalan mı? 4 yıldır evleneceğiz diye oyalamıyor musun beni.
- Delirme, mastır bitsin, işleri yoluna koyalım diye karar almadık mı beraber? Yok efendim kötü emellerime alet...
- Oooo bakıyorum kötü emel isim tamlamasını çok sevdin, kullanıp duruyorsun, sana uygunluğu bir yana, mazini de hatırlatıyor tabii.
- Mazim mi? Ne alakası var mazimle?
- Senin şu böceğe benzeyen sevgilin...
- Hangisi?
- Bilmem liste kabarık sen seç artık, sonuncusu, seni boynuzlayan
- Emel mi?
- Hah bak böceğe benzeyen deyince hemen hatırladın.
- Sonuncusu deyince hatırladım.
- Neyse o böcek arıyor mu seni?
- Allahım delireceğim, böcek deme onun hakkında, ayrıca o beni boynuzlamadı, ben..
- Benden sonra çıtan hayli yükseldiğine göre böcek kelimesi hafif kalır haklısın solucan diyelim… Ayrıca o değil sen boynuzlamıştın doğru bak hatırlatman iyi oldu.
- Saygısızlaşma! Ben onu kıskançlığından terk ettim biliyorsun, ayrıca madem boynuzlamak kelimesinde ısrar ediyorsun onu boynuzladığım insan sendin. Belim kırılsaydı da yapmasaydım, yakışıyor mu şu çirkef tavırlar, beğenmediğin Emel bile.
- Evet, evet söyle Emel BİLE BİLE yani O’nun benden üstün olduğunu ima ediyorsun.
- Hayır, öyle bir şey ima etmedim. Ama O bile beni senden kıskanırken, haklı olmasına rağmen böyle iğrençleşmemişti.
- Birincisi iğrenç olan sensin. İkincisi kız malını tanıyormuş işte, benim gibi salak değilmiş.
- Salak malak ama malı götüren de sen oldun.
- Haaahaayt sen buna mal mı diyorsun?
- Bakıyorum kategorize edecek kadar tecrübelisin.
- Terbiyesiz, şuna en azından senin sonunculuğu alacak olduğunu bilecek kadar tecrübeliyim diyelim.
- Tamam, pes ediyorum, pes. Birbirimizi daha fazla yıpratmayalım istersen. Bu konuşma burada bitmiştir. Allah korudu da o imzayı atmadım bugüne kadar.
- Şimdi böyle olduk değil mi, hani sonsuza dek sürecek mutlu evliliğimize ne oldu?
- Yok, bizimki olsa olsa her anlamda bedelli evlilik olurdu. En fazla 6 ay.
- Yani?
- Yani ayrılmak istiyorum
- İstemek başarmanın yarısıdır.
- Rica ederim bu başarı sana ait.
GÜÜMMMMM !!!!!!
E ne oldu şimdi, ayrıldılar mı, neden kesip attı Ferzane burayı diyenler için;
Evet diyalog burada bitti.
Modern çağ artık böyle...
Bir anda başlayıp bir anda bitiveriyor her şey.
İlişkiler, evlilikler, yüz yıllık dostluklar bile pamuk ipliğinin ucunda.
Bıçakla kesilmiş gibi bitiveriyor bir anda...
Bıçakla kesi............
Yazının Devamını Oku