Ferzane Zenan

Ve top ağalarda....

28 Haziran 2010
MAHALLEDEKİ futbol takımının kaptanı seçilmemle, jübilemi yapmam aynı döneme denk gelir aşağı yukarı. Gol atmaktan ziyade, rakip takımı çapraz koşularla yıpratmak görevini öyle canla başla yapıyordum ki çalımlarım, beklenmedik şutlarım rakip mahalle takımlarının korkulu rüyasıydı.
Aslında beni görmeleri bile defansı psikolojik olarak dağıtmaya yetiyordu.
Sabahın erken saatlerinde mahallenin taşlı futbol sahasına koşan ben, gece hava kararana dek büyük bir aşk ve tutkuyla futbol oynuyordum.
Kendilerince bu tuhaf duruma el koyma gereği duyan ailem, yoğun baskı ve yasakla futbol kariyerimi sona erdirdi.
Bir kız çocuğu için gelecek vaad etmiyordu futbol onların gözünde.
Hiç unutmam günlerce acı çektim, yemekten içmekten kesildim. Durumumun vehametini gören annem fiziksel aktivite gerektiren başka şeylere yönlendirdi el işi, mutfak işleri gibi...
Babam daha vicdanlıydı. Bir bisiklet aldı, arkasından voleybol takımına yazdırdı.
Hiçbirinden zevk almadım. Acım katlandı ama bizimkiler de Nuh dedi peygamber demedi. Her futbol maçında televizyonun önünde dikilen annem, zor da olsa eninde sonunda beni soğuttu futboldan.

Kitle imha enstrümanı

“Ve top ağalardaaaaaa!”
Çocuk algılamasıyla yanlış duysam da gol anlamına geldiğini bildiğim ve beni çok heyecanlandıran bu sihirli cümleye bir süre sonra tepki vermez oldum...
Futbol kariyerim 10 yaşımda mahalle futbol takımının efsane tek kız oyuncusu olarak tarihin gizli sayfalarına gömülerek sona ermişti.
Her yasağı olduğu gibi bu yasağı da öyle benimsedim ki bir süre sonra garip bir şekilde futbola da küstüm. Ne maç izledim yıllarca, ne futbol muhabbeti yaptım.
Ta ki kanaldan kanala gezerken 2010 Güney Afrika Dünya kupası’nda Gana Avustralya maçındaki sese -görüntüsüne demiyorum dikkatinizi çekerim- takılana dek.
Kitle imha silahı ya da işkence aleti olduğunu sandığım plastik bir alet maç boyunca kesintisiz öttürüldü. Vuvuzela adlı bu plastik aletin gürültüsünün kaç desibel olduğundan geçtim, arı kovanına düşmüşsünüz hissi yaratması bile yeterince travmatik.
Annem beni futboldan vazgeçirmek için bin tane yola başvuracağına, kulağımın dibinde vuvuzela çalsaydı anında soğurdum, başka şeye gerek yoktu.
Güney Afrika kalecisi Khune ilk maçtan sonra “Sonraki maçlarımızda daha fazla vuvuzela sesi olmalı” demiş.
Evet, kesinlikle eziyet maksatlı bir alet bu.
Ronaldo’yla Messi’yi boşuna depresyona sokmadı bu ses.
Konsantrasyon güçlüğü çeken kaleciler isyanlarda.

Türkiye’de kabus yaratır

Kupanın açılışında kendilerini temsilen sahaya bok böceği çıkaran Güney Afrika Cumhuriyetinin bu saflığı, temizliği, bok böceği de olsa değerlerine sahip çıkmasını takdir ve sempatiyle karşılasam da, konu vuvuzela olunca değerlerin de sorgulanması gerektiğini düşündüm.
Kendi değerlerimize sahip çıkmakta çok başarılı olan biz, başkalarının bu tuhaf değerlerini de adapte etmekte hiç zorluk çekmiyoruz.
Neden mi?
Geçen hafta Beşiktaş’a transfer olan Quaresma’yı havaalanında karşılayan çılgın kalabalığın arasında en çılgını nerden bulduysa elindeki vuvuzelayı öttüren bir vatandaştı.
Vuvuzelaya gıcık olan herhangi bir taraftarın birşeyi bahane edip vuvuzela çalan adama saldırması da beni şaşırtmazdı açıkçası.
Nitekim bu taraftarın Quaresma’yı karşılayayım derken niye yediğini anlamadığı dayakla karizmayı çizdirmesi de mümkündü bence.
Quaresma sarhoşluğuyla vuvuzelayı farketmeyen diğer taraftarlar, maçta gol yedikleri sırada vuvuzela öttüren adama ne yaparlar düşünmek bile istemiyorum.
Ve ne yazık ki ülkemizde en abuk kişilerin korkunç sesleriyle çıkardığı albümler bile kapışılıyorsa, gelecek günlerde vuvuzela da ciddi bir talep patlaması yaşayabilir.
Girişimciyi ihya edeceği, müteşebbis için hayırlı olacağı kesin ama kullananın selameti açısından pek iyi şeyler hissetmediğimi söyleyeyim.
Boşu boşuna küfredip dövdüğünüz o taraftar var ya, davul çalan hani, bu vuvuzelanın yanında klasik müzik icra ediyor gibi gelecek size yakında.
Vuvuzela stadyumlarda bıçak, jilet, satırdan daha büyük bir kabusa dönüşecek demedi demeyin.
Maç çıkışlarında vuvuzela mağdurları göreceğiz. Kafa göz yarılmış, ellerinde kırık vuvuzelalarla mahsun bakarken.
Türkiye’de özellikle golü yiyen tribündeyseniz vuvuzela çalmayı ilk deneyen olmayın derim...
Yazının Devamını Oku

Bana Türkiye’de eşcinsel var dedirtemezsiniz

25 Haziran 2010
NEDEN? <br><br>Yoktur da ondan. Olması da kati surette düşünülemez. Misal:
- Sizin için eşcinsel diyorlar doğru mu?
- Duymamış olayım.
- Dün sinemada bir erkekle elele görüntülenmişsiniz ama?
- Ne var bunda, kadınla mı görüntülenecektim. Erkek adam erkekle..
- ???

Oran yüzde 12

Bilimsel bir araştırmaya göre, Türklerin yüzde 12’si eşcinseldir.
Külliyen yalan!
Bu iddia tamamen Batı’nın ve emperyalist güçlerin türk toplumu üstündeki bitmeyecek komplolarının bir parçası, karalama ve iftiralarıdır.
Hem eşcinseller bize benzemez, dolayısıyla bize benzemeyen bir şey yok demektir. Pardon, telefon çalıyor...
- Alo, “eşcinsel miyim hattı “ buyurun?
- Eşcinsel olup olmadığımı öğrenmek istiyorum.
- Tabii. Kendi cinsinizden birileriyle yakınlığınız oldu mu hiç? Duygusal ya da fiziksel....
- Ya arada olur öyle şeyler erkek adamız. Ama onlar i..... tabii...
- İşte tam da ağzımdan aldınız lafı...
Türkiye’de de eşcinsel olmadığı gibi, zaten masum halk eşcinsel kelimesinin bile ne olduğunu bilmemektedir. Olur da kazayla bu kelimenin adı bir yerde geçerse orası kireçle dezenfekte edilip kapatılmaktadır.
- Ya Hüseyin bizim Ebru’da bir tuhaf haller var.
- Ne gibi?
- Üst kattaki kızla... Neydi adı?
- Nazan mı?
- Hah Nazan’la odaya kapanmalar, sokakta elele gezmeler, geçen gün telefonunda mesaj yakaladım. Kokunu özledim gibi bir şey yazmış öbürü bizimkine...
- Eeee?
- Eee’si bunlar eşcinsel olmasın?
- Yav ne komik kadınsın. Erkek mi bunlar eşcinsel olsun?
- Bak Madonna’yla Britney Spears’a. Sahnede öpüşüyorlar valla.
- Oh içim rahatladı...

İstatistiklere bakmayın

Eşcinsel olduğu iddia edilen ve toplumun yüksek ahlak ve aile yapısını tehlikeye sokmasına şüpheyle yaklaşılan kişiler, -Allah heteroseksüelliklerine zeval vermesin- bileği kuvvetli babayiğitler tarafından katledilmektedir. Bu konuda oluşan haklı tepki ve yüksek bilinç nedeniyle yakında bunlara bile gerek kalmayacak, eşcinseller bunu belli ettikten sonra 3 dakika içinde kendi kendilerini imha etmek zorunda kalacaklardır.
Bunların sadece yol kenarında -şimdi terbiyem müsaade etmeyecek ama siz anladınız- o kötü işi yapanları değil, mimar, öğrenci, sanatçı, siyasetçi olanı varmış güya...
- Aloo, oğlum nerede kaldın 2 saattir seni arıyorum.
- Arkadaşlar üniversite balosunda danseden 2 oğlanı haşat etmiş. Onlara destek atmaya gid......
- Uzatma, uzatma eve dön kardeşinin kafasını kırmışlar okulda.
Neyse, nerde kalmıştım. Onun bunun dediğine, istatistiklere, bakmayın. Türkiye’de eşcinsellik yoktur. Tabii kimseyi itham etmek istemem ama olur da bir haller hissederseniz kendinizde, ne bileyim bir heyecan, bir sıcaklık paniğe kapılmadan mutlaka arayın. Çünkü varsa da eşcinsellik tedavi edilebilen bir hastalıktır. Pardon telefon:
- Alo, “Ben eşcinsel miyim hattı” buyurun?
- Şey, meraba, ben, Ankara’dan arıyorum eşcinsel miyim acaba, onu öğrenmek istemiştim.
- Önce birkaç soru sormamız gerekiyor, kendinizi eşcinsel olarak nitelendirebileceğiniz ne gibi belirtiler gördünüz.
- Ben, nasıl desem, iri yarı, şöyle kaslı, özellikle esmer erkekleri görünce bir tuhaf oluyorum.
- Evet, anlıyorum. Yalnız, isminiz neydi?
- Gülendam...
- Evet... Bakın Gülendam Hanım şimdi şöyle anlatayım size... Eşcinsel olmak için..
Yazının Devamını Oku

Oğlunuz ne iş yapar?

21 Haziran 2010
- Ali topu tut. <br><br>- Tut derken? - Yahu tut da, nasıl tutarsan tut.
Bizi gelecekte bekleyen gerçek hayata, çocukken -en azından psikolojik olarak- hazırlanmamız açısından, okuma fişlerinin bu şekilde değiştirilmesi gerekir.
Çünkü eğitim sistemimiz ile biz aynı paralelde bir evrim geçiririz.
Yani; kuruluş, yükseliş, duraklama, gerileme ve üniversite sonunda çöküş...
Çöküş döneminde, iş ilanlarına bakan herkesin görebileceği traji-komik bir Türkiye gerçeği vardır.
Adama göre iş, işe göre adam bulamamak
Üniversiteyi bitirdikten sonra işsizlik korkusuyla başbaşa kalınca, nasıl olursa olsun atılan topu tutmak gerektiğini öğreniriz.
Kimimiz iş bulamamanın verdiği çaresizlikle yanlış işlere başvurur:
- Bir de teziniz var hııım... Septisizm üzerine?
- E şey, şüphecilik...
- Tövbe tövbe dinden imandan çıkmayalım.
- İşkillenmek de diyebiliriz.
- Ha anladım, anladım da evladım bak az önce de söyledim. Git eve annen bir kuluvallah okusun üstüne. Yani durumun belli, ısrar ediyorsun “Müezzin olacağım, üç ay ücret almam” diye. Biz imam- hatip mezunu...
- Bakın bir ara Fars ve Latin edebiyatı üzerine de çalışmalar... Yani Arapça okuyabilirim mesela...
- La havle...

Herkes her işi yapar

Hastanemize tıp fakültesi mezunu ortopedist aranmaktadır. (Kırık-çıkıkçılar lütfen başvurmasın)
Herkesin her işi yaptığı güzel ülkede, hiçbir iş, tam anlamıyla yapılmaz. Yapılan da vicdana kalır:
- Abi bak nah şuraya atıyorum imzamı. Tarih 16 Ağustos 1999. Öyle bir çimento kullandım ki nerden baksan 150 sene götürür. Yav, kendim oturuyorum daha ne garanti vereyim...
Kimin ne iş yaptığı da pek net değildir aslında:
- Oğlunuz ne iş yapar ?
- Hukukçu.
- Anlıyorum, hukukçu derken? Avukat, hakim..?
- Adliye’de çay dağıtım görevlisi.
- Hıımm... Oldu... Suzan kızım kahveleri çabuk getir de bir an önce kalksın misafir...
Can havliyle uygunsuz bir işe atlayıp, oyunu kuralına göre de oynasanız üstünüzde emanet bir giysi gibi duracaktır yeni işiniz, özünüz bir yerlerde yüzeye çıkacaktır:
- “Nezih bir ortamda şarkı söyleyip, oryantal yapacak eleman aranıyor” ilanınız için başvurmuştum. Bakın bu işe ihtiyacım var, Ziraat Mühendisi’yim aslında, bu da rekoltem.
- Rekolte?
- Yani şu elbisemle ürünümün neredeyse tamamını sergilediğim için, dekolte yerine kullandım, yani bilimsel anlamda...

“İntegral”den torna tesviyeye

Hangi tarihte nasıl olduğunu bilemediğim bir kırılma yaşandı sanki ve herkes, ne olursa olsun para kazanmak için, her işi yapmaya başladı...
Binlerce öğretmen açığının, bir o kadar öğretmenin işsiz olduğu ülkede “Hiçbir şey olamazsa öğretmen olur” mantığıyla eğitildiyseniz ve elinize insan diye verilen o hamuru, oyun hamuru sanıyorsanız,
Havuz problemiyle başlayıp integralle devam ettiğimiz eğitimin sonunda torna tesfiye ilanlarına bakıyorsanız,
Meslek okulundan mezun olup duvarlara “Fıtık tedavisi yapılır” ilanları asıyorsanız,
Topu tutamamışsınızdır.
Evet, her üniversiteyi bitiren iş bulacak diye bir kaidenin olmadığını, zaten okumakla adam olunmayacağını öğrendik.
O halde neredeyse 20 yılı bulan sonu belirsiz bir yol için de çaba harcamaya gerek var mı. Dersaneler, özel kurslar, okullar...
Bırakın çocuğunuz ister resim çizsin, ister şiir yazsın, ister akşama kadar sokakta top oynasın...
Hiç olmazsa çocukluk ve gençliğinin en güzel yıllarını sevdiği şeyleri yaparak geçirsin.
Topu tutamadıktan sonra...
Hem belli olmaz belki bir gün gelir bu ülkede insanlar sadece resim ya da heykel yaptıkları, öykü yazdıkları, bir laboratuarda mikroskop başında sabahladıkları için iş bulabilirler, para kazanabilirler...
Evet bir gün bu olabilir.
Ama şimdilik...
Ali topu nasıl tutarsan tut...
Yazının Devamını Oku

Sence de biraz hızlı gitmiyor muyuz

18 Haziran 2010
BİR laf vardır, “Ruhuma Sahip Olabilirsin Ama Bedenime Asla”... Ya da yoktur. Yine karıştırdım galiba, değiştirmiş de olabilirim
Ama artık var.
ÇÇTT!
Kaldı ki birçoğumuz bu cümleyi içinden ya da yüksek sesle söylemiyor mu?
Ruhuma sahip olabilirsin!
Söylemese de, sistemin dayattığı çark içinde, kendisine reva görülen muamele karşısında suskun kalarak ruhuna sahip olunmasına izin vermiyor mu?
“Bas bas paraları leylaya”.
ÇÇTRR!
Nerede kalmıştık, değiştirdiğim masum cümleyi mazur görün demiştim.
Dünya değişiyor, ülkemiz ve biz elbette bu değişime uyum sağlıyoruz aynı hızla, diyemem...
Daha hızlıyız çünkü biz. Önden gidiyoruz...
“Bi daa mı gelicez dünyaya”...
ÇÇÇRTT
Dünya hidron çarpıştırıcısına kilitlenmiş, genetikte mucizeler yaratırken bizde bilimin yerini mistisizm alıyor giderek
- H2O (aş iki o) ya inanmıyorum ama su diye bir şey var.
ÇTTRTTR
Sanat derseniz; toplum genelinde en sanatsal etkinliğimiz sabahları “tartışma programı” izlerken birden göbek atmaya başlamak. Ve şanslıyız ki elimizi sallasak sanatçıya çarpıyor ülkede.
Ayağına basılmış gibi bağırarak şarkı söyleyenlere de sanatçı unvanı verecek kadar cömertiz.
- Maalesef seksepalitem sanatımı gölgeliyor. Güzellik başa bela yani . En çok bundan şikayetçiyim. Soldan görüntü almayın demiştttimm, yannıızz!
Sanatın içinde içli dışlı olduğumuz tek dal, dövüş ve savunma sanatı
ÇÇÇTRÇÇR
En çok polemikle, en çok satışa ulaşmaya çalışan edebiyatçılarımızla gurur duymuyor musunuz siz de?
- Yeni kitabımından bölümlerini tivıtırda görebilirsiniz. Otobiyografik bir eser diyebilirim şimdilik. Ayağımı kaydırmaya çalışanlara kitapta isim belirtmeden farklı imgelemlerle çaktım yani yer verdim pardon...
“Farkında değilsin zaman geçiyor”...
ÇÇÇÇÇTRÇÇ
Bize benzemeyeni, bizim başımıza gelmeyeni de yok saymayı öğrendik artık. Körlüğün son noktasıdır size dokunmayan yılan.
Kesilen ağaçlar, seller, depremler, kimyasal atıkların gömüldüğü topraklarda yetişen domatesler uzağımızda bu nedenle sorun yok zaten.
“Biraz eğlen fırsat elden kaçıyor”...
ÇÇÇÇÇTRÇÇT
Sanki nükleer bir sızıntı olmuş ve sonrasında evrilip bir tür yaratığa, canavara dönüşmüş çocuklar var artık bu coğrafyada.
Neden diye sorduk mu? Neden?
Bebeklere saldırıp, tecavüz eden, işkencelerle öldüren çocuklar var artık bu coğrafyada.
Ve biz en fazla önceki gün izlediğimiz dizinin final sahnesini izler gibi izliyor ve unutuyoruz bu görüntüleri...
Unutturuluyor.
Bizim çok uzağımızdaki bu görüntüleri ışık hızıyla hazmediyor ve domatesli makarna yiyoruz izlerken ve soruyoruz yanımızdakine:
“Ketçabı uzatır mısın?”
ÇÇÇTTTTTTRR
Biz mi bir şeyleri yanlış mı algılıyoruz?
Yoksa bize bilim, sanat, kültür, erdem, örf- adet, gelenek diye sunulan, sorgulanmayan binlerce saçmalıkla dipsiz karanlık bir kuyuya yuvarlanırken, önümüze konulan, ruhumuzu ele geçiren bu kaotik saldırıları, normal sanmaya mı başladık.
Debelenirken bir yandan da kendi kendimize mırıldanıyoruz:
Ruhuma sahip olabilirsin ama bedenime asla...
ÇÇÇTTTTTTRRT
Beden kutsaldır, ruh daha kutsaldır... Ruhunuza sahip olunduysa, bedeninize de yakın zamanda sahip olunacağından emin olabilirsiniz.
ÇÇÇÇÇÇÇRTRTRTR
Ah yazının başından beri rahatsız eden şu çıtırtılı sesler, ben de duyuyorum onları. Endişelendirmesin sizi.
Çürüyen tahtaların sesi...
Neyse ki kolonlar ayakta tutuyor şimdilik evimi.
Neşet Ertaş, Edip Cansever, Tatyos efendi, Nazım Hikmet, İdil-Biret, Fikret Otyam, Yıldız Kenter, Fazıl Say, Müjdat Gezen ayakta tutuyor... Hayrettin Karaca, Aziz Nesin, Metin Altıok ve yüzlerce unutulacak kahraman.
Ne kadar dayanırlar kolonları tutmaya, bilmem. Onlar ve eserleri...
“Kim ne yapsa aynı yere göçüyor usta”...
ÇÇÇÇTRTRTRTRT
Ama sence de biraz hızlı gitmiyor muyuz değerli okuyucu?
“Bas bas paraları leylaya...”

Yazının Devamını Oku

Ben bilmem beyim bilir

14 Haziran 2010
TUTARLI olması gerekmedikçe bir kadının zekası sınır tanımaz. Elinde terlikle çocuğuna süt içirmeye çalışan bir anne gibi... Ki bence düşünen insanın tutarsızlıklarının olması da doğaldır.
Türk kadının zekası ise artık coğrafyadan mı, zorlu yaşam koşullarında türünün yok olmaması için evrildiğinden mi bilinmez, gezegende yaşayan hemcinslerinden azıcık farklı işler.
Zaman içinde uygulanan kadını sindirme politikası da olabilir, ders kitaplarına kadar kayda geçirilen kadın tanımı da olabilir, bilmiyorum.
Gerçek anlamda eşitliği mitolojik çağda yaşamış kadınımız; bu kitaplarda karılık ve annelik yapar.
Başka da bir işe yaramaz...

Mutfak mühendisiyle “koltuk entelektüeli”

1935 yılında Meclis’teki kadın siyasetçi oranı yüzde 4.5 iken yıllar boyunca yüzde 0.07’lere kadar düşmüş.
- Hanımefendi bugün seçim olsa kime oy verirsiniz?
- Kim varsa orada veririm.
- Hanımefendi birini seçmek zorundasınız.
- Ben bilmem beyim bilir...
Yine bu kitaplarda kadın ya mutfaktadır, ya da ev işi yapmakta ve sürekli gülümsemektedir, bunu yaparken.
Asla avukat, mühendis, hele ki bilimadamı değildir.
Bu durumda her şeyi, koltuğunda gazete okurken resmedilen babanın yani erkeğin bilmesi doğaldır.
- Hanımefendi ikslarc doğumkontrol yöntemleri pazarlama adına araştırma yapıyoruz
Cinsel yaşamınızda korunuyor musunuz?
- Ben bilmem beyim bilir.
- Anladım, peki menopoza girdiniz mi acaba?
- Ben bilmem beyim bilir...

Yüzde 14: Dayak yemem gayet normal

Her 10 kadından 6’sı kocası ya da sevgilisi tarafından fiziksel ya da cinsel şiddete uğramakta (vurma, tekmeleme, boğazını sıkma daha yaratıcı olanları yazmayayım olur da uygulanırsa).
Eğitim düzeyi ve refah seviyesi arttıkça bu şiddet azalıyor. Yani ters orantı. Ama tuhaf olan ülke genelinde kadınların yüzde 14’ünün bu şiddeti haklı görmesi.
- Evet tutanağa yazalım şimdi. Tekrar soruyorum. Kocanız kafanıza ütü fırlatmış...
- Ben bilmem beyim bilir.
- Ütü fırlatılırken siz orada değil miydiniz?
- Ben bilmem beyim bilir...
Cinsel kimliğini asla bulamamış ve bundan utanç duymuş kadınlardır...
- Jartiyer kullanıyor musunuz?
- Ben bilmem beyim bilir...
- Neden jartiyeri o mu kullanıyor?
- Ben bilmem..

Hakkı olsa olsa erkek adıdır...

Frederic Beidbeger’in “Romantik Egoist” kitabında “Her biri adeta Monica Bellucci” diye tanımladığı -abartmış olabilir kabul- kadınlar, Türk kadınları...
- Hanımefendi hiç aldatıldınız mı?
- Ben bilmem beyim bilir.
- Evet, eee, şey... Haklısınız valla beyiniz bilir...
Haklarını aramaktan yorulmuş ve aslında belki de hiç aramayan kadınlardır...
Çünkü kadın hakkı yoktur. Hakkı olsa olsa erkek adıdır...
Türk kadınları aslında olmayan kadınlardır.
Neyse şimdi kızacaksınız bana, uzatmayayım daha fazla, yarın yazacağım konuyu düşüneyim.
Ne mi yazacağım ?
Valla ben bilmem beyim bilir...
Yazının Devamını Oku

Bütün koltuklar bayan yanı olsun!

11 Haziran 2010
EVET alın harika bir fikir daha... Bu fikirler öyle düşünmeden çıkmıyor. Kafa patlatıyorum oturup. Yaşadığım deneyimler de var tabii bu müthiş fikirlerimin ortaya çıkmasında...
Sırf hayatınızı kolaylaştırmak, sizi bekleyen tehlikelerden korumak, uyarmak ve önlem almak için.
Platese gideceğim. Kızılay’dan Ümitköy’e...
Taksi bulamayınca otobüse biniyorum. Gideceğim yere mesafe 20 dakika.
Tek boş koltuğa oturuyorum. Yanımda daha ilk dakikada gözümün hiç tutmadığı bir adam oturuyor.
Muhtemelen ya sapık, ya seri katil, ya gaspçı ya da itham etmek istemem ama kadın satıcısı... Kendini kolla kızım diyor, bir yandan da çantama sıkı sıkı sarılıyorum.
Otobüs kalabalık ve ağır bir koku var. Muhtemelen su ve sabun bulamayan çilekeş insanlardan geliyor.
Bu benzersiz kokuyla kendimden geçiyorum, derin bir uykuya dalıyorum Yanımdaki adamın verdiği huzursuzlukla bölük pörçük rüyalar görüyorum. Sormayın hatırlamıyorum şimdi.
Ne kadar zaman geçiyor bilmiyorum.

SİZİ BEKLİYORDUM

Otobüsün sarsıntısıyla uyanıyorum. sapık hala yanımda. Bense kafam adamın omzunda, ağzımdan akan salyalar... neyse...
“Gelmedik mi hala” diyorum kendi kendime.
“Uyandınız mı? Ben de sizin uyanmanızı bekliyordum.”
Hah işte buraya kadarmış, niyeti belli etti sonunda. Kendini bu kadar tutabildi...
“Başınız omzuma düşmüş. Çok yorgunsuz herhalde. Uyandırmak istemedim. Ama ineceğim durağı da kaçırdım. Artık inebilirim.”
Okuyucu sen bu yalanları yiyebilirsin ama ben yemem!
Doğruldum. Sapık, omzuna akan, muhtemelen fark ettiği anda kendisini çok tahrik eden salyaları elindeki bir mendille sildi ve “Bana müsaade iyi günler” deyip indi.
Bakar mısınız, bir de utanmadan “İyi günler” diyor. Yüzsüzlüğün bu kadarı...
Ucuz kurtuldum deyip derin bir nefes aldıktan sonra iki saattir uyuduğum otobüsten indim.
Evet, kesinlikle ucuz kurtuldum!

ÖNLEM GEREKMEZ Mİ!

Bu yaşadığım olaydan sonra şunu düşündüm. Şehir içi otobüslerde bile bu tarz taciz vakaları yaşanabiliyorsa şehirlerarası otobüslerde kimbilir neler yaşanıyordur.
Tecavüz, taciz, kızkaçıran (bu başka bir şeydi galiba) dağa kaldırma olayları... Bu olayları önlemenin en güzel yolu mevcut bayan yanı uygulaması.
Neden bayan yanı uygulaması deyip şu soruları sorabilirsiniz:
1- Her Türk erkeği potansiyel sapık mıdır? Potansiyel sapıkların yarısı da bunu pratiğe mi dökmüştür bir şekilde? En azından niyetini belli etmiş midir? (Mesela geçen gün tanımadığım bir adam bana asansörde “Günaydın” dedi, başımı çevirdim tabii ki de, bilmem anlatabildim mi.)
2- Yanlışlıkla iki kez bakıldığında “Ne bakıyorsun, bir durum mu var?” diye çemkiren Türk kadınları otobüste taciz edilirse, tecavüze uğrarsa ortalığı velveleye vermemek için suskun mu kalacak?
Bu sorulara evet yanıtını verenler; haklısınız.
Birinin olay gerçekleşmeden önlem alıp bizi koruması gerekmez mi bu durumda?
Hayır diyenler hiç gerçekçi değilsiniz. Potansiyel sapıklığımızın muhteşem bir uygulamayla tescillendiği tek ülkeyiz... İşte bu da bizim farkımız ve yüksek bilincimiz!

UYGULAMA YETERLİ DEĞİL!

Bizi korumak için, hepimizin yerine karar verip bu uygulamayı hayata geçiren tüm firmaları tebrik ediyorum. Ama mesleğim gereği doğruları söylemem gerektiği için bir eleştiride de bulunmak istiyorum
Yeterli değil bu uygulama!
Bu uygulamanın gerçekten etkili olması için tüm koltukları bayan yanı yapmak gerekiyor!
Bu uygulamaya -nedense- hala geçmemiş tren ve uçak seferleri iptal edilsin. İnat ederlerse ülkedeki tüm uçak ve tren seferleri -vapuru da ekleyelim unutmadan- toptan kaldırılsın.
Ha bu arada şehiriçi o kadar da önemli değil dedim ama siz yanınızdaki adamın 10 dakikalık otobüs yolculuğuna kaç tane -çok afedersiniz erotik film- sığdırdığını biliyor musunuz?
Oooo my gosh !
Herkesi kandırabilirsiniz ama beni asla!
Yazının Devamını Oku

Unutmayın ne varsa...

7 Haziran 2010
SIR tutma konusunda çok güvenilirimdir. <br><br>Bunu arkadaşlarım iyi bilirler. Beni tanımayanlara da bu durumumu nedense muhakkak anlatırlar. İki kişi sır mahiyetinde bir şeyler konuşmaya mı başlayacak?
Verilecek bir sır mı var?
Ve ben de 3. kişi olarak mecburen o ortamda mıyım?
Bu üç sorunun cevabı evet mi?
O zaman beni tanıyan, diğerine beni işaret ederek  “O’nu saymayalım, zaten unutur o birazdan” der. Diğeri de bu söze güvenerek anlatmaya başlar.
Eee, güvenilir bir insan sayılmak için sır tutmaya gerek yok demek ki. Bazen unutmak da aynı işe yarıyor. 
Ama arkadaşlarımın bilmediği bir detay var ki unutkanlığım sadece kendime ve saklanması gereken sırlara dairdir.
İşletim sistemimin neden böyle olduğunu bilmiyorum ama unutkanlığım zararsız da olsa endişelendirmiyor dersem yalan olur.
Sizde de var mı unutkanlık?
Yok mu?
Peki, söyleyin bakalım neydi bu yazının başlığı?
* * *
Neyse devam ediyorum.
Siz seçerseniz unutkanlığı, onun adı artık “unutmak” olur.
Önemsememekten mi gelir  unutkanlık?
- Dün akşam teknede demlenirken sallanmışız abi, 5.6 diyor Kandilli.
- Kandilliye öyle gelmiştir. Yüz verme. Önemsetecekler ya kendilerini...
Aynı anda çok şey düşünmek midir ya da kafa karışıklığı mıdır sebebi? -Bir de “acı çekmek özgürlükse özgürüz ikimiz de” diye bir şarkı var ama bu konumuzla ilgili değil, konuyu dağıtmayın, unutturmayın bana söyleyeceklerimi–
Halil Cibran ne demiş, “Unutkanlık bir nevi özgürlüktür “
Katılıyorum arkadaşa.
Kendinizden, bütün acılarınızdan, geçmişinizden hatta geleceğinizden kurtulursunuz unutarak...
Özgürleşirsiniz...
Madenciler ölmeye devam eder o karanlıkta...
Daha ergen bile olmamış küçücük kızlar neden intihar eder düğün gecelerinde?
Sobadan sızan karbonmonoksit miydi –Of boşverin daha kışa çok var-
Kime taş atıyordu o çocuklar...
Unuttum...
Ama Senem Tokgözlü’nün parmağındaki tek taşı Mert Soyuasil aldı biliyorum, unutmam ben.
* * *
Öğrenilmiş çaresizlikle, tepkisiz kalmayı tercih edip, bir yandan kendisine yapılanı hazmedebilmek için mi unutur insan beyni ?
- Anladım sizinle takılamam diyorsun özetle. İyi de Mustafa kardeş 19 Mayıs diye tutturmuşsun gidiyor. Yap şunu 22 Mayıs,  birkaç gün Soçi’ye falan takılalım senle. Acaip hatunlar gelmiş diyorlar. Samsun’daki kotranın –kotra diye hatırlıyorum öyle demiştin di mi- mülkiyeti sana mı aitti abi?
Ya da altı üstü yetersiz besleniyorsunuzdur. Yeterli vitamin almıyorsunuzdur.
Belki hepsidir.
Belki de hiçbiri...
“Ay balık hafızalı bir toplum olduk şekerim her şeyi unutuyoruz” mu dedi birisi?
Bana mı öyle geldi?
Peki.
Ama dediyseniz, bilin ki  boşuna suç ortağı ettiniz balıkları unutkanlığınıza.
Yok öyle bir hafıza!
Öğrenmek değil unutmak üzerine işleyen sistemde etrafınızda ve dünyada olan biteni de unutmayın, aşk acınızı da, iyi kötü hatıralarınızı da...
Unutursanız, refleksleriniz  –adı üstünde  refleks demeyin ,o da  unutulur– duygularınız, tepkileriniz de unutulmak üzere sıraya girer.
Mesela ağlamayı unutursunuz bir gün.
Zehirlenmiş bir köpeğin ölüsüne donuk balık gözleriyle bakarsınız, ne yapacağınızı bilmeyip.
Öfkelenmeyi unutursunuz, kahkaha atmayı unutursunuz, düşünmeyi...
Sizi insan yapan ne varsa unutabilirsiniz...
* * *
Bu yazıyı unutasınız diye yazmadım, ama ikimiz de biliyoruz ki değerli okuyucu, unutulacak.
Çünkü sevdiklerinizi bile unutmak için sevmemiştiniz ki siz.
Yorsa da hatırlamak.
Unutmayın ne varsa...
Yazının Devamını Oku

Sevgilinin nü hali

4 Haziran 2010
BAŞLIĞI okuyup da yüzüne muzır bir ifade yerleşen azınsanmayacak kitle! Siz şanslısınız. Farkında değilsiniz değil mi? Ya da bırakın kandırmayalım isterseniz birbirimizi? Adınız gibi bilmektesiniz tüm gerçeği... Yine de boşverin. Aynen böyle yüzeysel takılmaya devam edin. Kayıtsızlık erdemdir derler. Derinlerde iç hesaplaşmalar, seviyor sevmiyorlar sizin hayatınızı yönetmiyor, gurur duyun bundan. Sığ sulardasınız ve korkmayın asla boğul(a)mayacaksınız.
Hiç kimse vazgeçilmez değil sizin için. Olmayacak da! Biri gider ötekisi gelir, çivi çiviyi söker, en büyük aşk acısı üç gün, ard arda, tercihe göre rakı-şarap içip camı, pencereyi indirerek hafifler, icabında yalan da söylenir, aldatılır da, hayat bu...
Boşuna dememişler, ölümlü dünya, kalmaz ne size ne de bana!

TEBRİKLER SİZE

Hayatı bu kadar kolay yaşayabildiğiniz için ne mutlu size? Sevgilinize, -i , -e, de ve den hallerinizle görünüp nü halinizi, o yalın halinizi gizlediğiniz için...
Tüm gizli saklılarınızı içinizde tutmayı başardığınız için...
Onun yanında sebebi ne olursa olsun asla ağlamadığınız, hatta onun uğruna bile gözleriniz yaşaramadığı için...
Ve ne yazık ki daha da acısı (yok korkmayın ne gün ışığında, ne gece karanlığında acı yok sizin için) o acı çektiğinde sizin içinizde volkanlar patlamadığı için tebrikler.
Çok büyük bir başarı. Dünya az sonra o çok değerli boynunuza en kısa zamanda kocaman bir birincilik madalyası takacak. İşte, artık sizin de torunlarınıza anlatacağınız bir hikayeniz var! Duvarlarınızda skorlar.
Tüm yalanlardan, korkulardan, oyunlardan arınmış, ki bunların hepsi aynı ana-babanın, yani sizin ve onun bir türlü doğamayan, sadece doğum sancısı üreten çocuklarıdır, nü halinizle çıkabiliyorsanız onun karşısına ki bu uykulardan uyandırır insanı en olmadık saatlerde gerçek aşkı, tutkuyu (dürüst olun hangisini seçersiniz arada kalsanız, ya da boşverin devam edelim biz) bulma yolunda kocaman bir adım atmışsınız demektir. Ama merak etmeyin bu kocaman adım, müthiştir aynı zamanda anlatsam inanmazsınız, en kısa zamanda cezasını bulacaktır. Kara haber tez duyulur, yine de benden duymuş olmayın siz kötü haberi!

HAYAT DAMGALAYACAK

Ömrünüz boyunca evrenin herkese yaşatmayacağı gerçek aşkı tadan şanslı kişi olduğunuzu öğrenen hayat sizi, kızgın bir demirle damgalayacaktır büyük olasılıkla. Endişeye gerek yok! Zaten o kızgın demirin acısını hep hissedeceksiniz kalan günlerinizde. Elçiye zeval olmaz!
Size nü haliyle gelen ne kadar kalas olsanız da anlarsınız emin olun her gördüğünde yıllardır ilk kez görüyormuşcasına aynı coşkuyla çılgına dönen köpekler gibi evet köpek dedim- gözleri ışıldayan hayır üstünüze atlayan demeliydim aslında- ellerinizi, ayaklarınızı, kulaklarınızı, dişlerinizi ayrı ayrı seven, günahlarınızı, ayıplarınızı, başarılarınız ve başarısızlıklarınızı sarıp sarmalayan, en değerli mal varlığı, cüzdanının gizli bölmesinde taşıdığı size ait bir tutam saç olan insanın önünde eğilin?
Sevgilinin nü halidir bu. Koşulsuz teslim olmuştur size. İsimsiz bir kahraman sizi tarihe geçirecektir herkes bilmese de ne önemi var. Yeterince acı verecektir ona aşk. Mutlu aşk mı? Aragon’dan da haberiniz yok belli:
“İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
Mutlu aşk yoktur...”
Tercih sizin... Sevgilinin halleri:
i, e, de, den, nü?
Yazının Devamını Oku