Ferai Tınç

Çalgının olduğu yerde şeytan olmaz

7 Mayıs 2006
EVLADI Fatihan. Çanakkaleli Romanlar, Fatih Sultan Mehmed tarafından kale yapımı için kente getirildiklerinden bu yana kendilerine böyle diyorlar. Evlad-ı Fatihan.

Fatih’in evlatları.

Kimsenin dönüp bakmadığı, altı yüz yıldır orada Çanakkale’nin en güzel yerinde kendi kaderlerine terk edilmiş mahallelerinde yaşamlarını sürdürüyorlar Fatih’in evlatları.

Bir konuşma yapmak için gittiğim Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde öğrendim; Yıldız Teknik Üniversitesi ile birlikte Onsekiz Mart Üniversitesi, Çanakkale’nin çingene mahallesi diye bilinen Fevzi Paşa’yı kente entegre etmek amacıyla yeni bir projeyi hayata geçiriyor.

Mahallenin düzenlenmesi deyip geçmeyin.

Başta direnmişler. Yerlerinden edilmekten korkmuşlar.

Düzenlenmeyi de pek anlamamışlar. Bugüne kadarki düzen, düzen değil mi?

Kendini suyun akışına bırakma alışkanlıklarıyla, değiştirmeye kalkışmadan öylece günü birlik, vur patlasın çal oynasın yaşamın da kendine göre düzeni yok mu?

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Profesör Ramazan Aydın, Romanların bugün sahip oldukları düzenin, ihmal edilmişliklerinden kaynaklandığı düşüncesinde.

"Roman kültürü aslında Çanakkale kültürünün de bir parçasıdır. Çanakkale türkülerinde, folklorunda Roman etkisi çoktur. Aralarında çok önemli virtüözler bulunan Roman toplumunu Çanakkale’nin yaşamına daha aktif biçimde katmak, toplumsal entegrasyonu güçlendirmek Üniversite’nin önemli projeleri arasında" diyor Rektör.

***

PROF. Aydın
konuşmamız sırasında, üniversitenin yeni kurulmakta olan sosyoloji bölümünün de Romanların topluma entegrasyonu için sosyolojik projeler geliştireceğini haber veriyor.

Burada yeni iş sahaları açmak, örneğin bir müzik endüstrisi yaratmak için araştırmalar da yapılıyor.

Goran Bregoviç, Belgrad’ta yaptığımız bir görüşmede Balkanlara rengini veren çingene müziğini anlatırken, yaşam ve ölümün içiçeliğini bu müzikte bulabileceğimizi söylemişti.

Çingene müziği sadece Balkanların değil ki, bizim müziğimizin de renklerinden biri. Ünversite bu rengi daha parlatmak, geliştirmek için harekete geçiyor.

Üniversitelerin, bulundukları bölge ile kaynaştıkları, onun ihtiyaçlarına cevap üretebildikleri oranda kök saldıklarını gözönüne alacak olursak, Onsekiz Mart’ı kök salmaya başlayan üniversiteler arasında saymak mümkün artık.

***

ÇANAKKALE
’ye gidip gelirken hep üzülerek seyrettiğim, Boğazın kenarındaki eski Tekel Binasına da sahip çıktı üniversite. Şimdi orada Atatürk ve Çanakkale Araştırmaları Merkezi var. Çanakkale Savaşı ile ilgili ülkemizde hiçbir enstitünün bulunmaması, bu merkezin varlığına da insanı şükrettiriyor ama tabii ki yeterli değil. Bu Merkezin, master ve doktora olanağı tanıyan bir enstitü haline gelmesi, Çanakkale’nin dünya barış kenti konseptinin derinleştirilebilmesi için şart.

Merkezin başında bulunan, üniversitenin kurucu rektörü Profesör Dr. Mete Tuncoku’nun dediği gibi, Çanakkale ile ilgili çalışmaları boyutlandırıcak böyle bir enstitü, günümüzün sorunlarına yeni yaklaşımlar üretecek entellektüel üretimin de merkezi olacak.

***

ÇANAKKALE
ilhamı bol bir kent. Hangi köşesinden bakarsanız ayrı bir öykü kenti anlatıyor. Kentin çok renkli, çok kültürlü, çok dinli bir yaşam alanı olmasından kaynaklanıyor bu öyküler.

Mesela kentte eski bir Ermeni kilisesi var. Kültür Bakanlığı, bu kiliseyi üniversiteye vermiş. Kültür Merkezi haline getiriliyor. Çanakkale’de Ermeni cemaati yok, ama Rektör Aydın, "Biz burayı güzelleştiriyoruz. Eğer Ermeni vatandaşlarımız da gelirlerse onlarla da seve seve çalışırız" diyor.

Bir Roman atasözü, "Çalgının olduğu yere şeytanın giremeyeceğini" söylüyor. Çanakkale, tüm şeytanları kovacak bir cümbüş, yeter ki sesini duyurabilsin, o sese kulak verilebilsin.
Yazının Devamını Oku

İran ve Kerkük denklemi

5 Mayıs 2006
ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın Ankara ziyareti ile ilgili ayrıntılar yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyor. Rice, Ankara’da bir sorunun yanıtını merak ediyor.

Bizimle mi olacaksınız, İran ile mi?

Tabii soruyu bu kadar açıkça değil, açığa yakın diplomatik bir ifade ile dile getiriyor.

Washington’un gerçek niyeti ne? Bu soru da Türk yetkililerin merak ettiği bir konu.

"Bizim İran’ı vurmak gibi bir irademiz yok ama her seçeneği açık tutacağız." Rice böyle yanıtlıyor soruları.

Bu Washington’un uzun zamandan beri Başkan Bush’un ağzından da dile getirdiği resmi tutumu.

Ama Rice, bir konunun altını daha çiziyor. "Müdahaleye gerek bırakmayacak tek önlem, İran’ı yolundan döndürebilecek sağlam bir cephe oluşturabilmek. Bu cepheyi oluşturduk ve önemli olan bunu birlik içinde sürdürmemiz."

İşte bu noktada Ankara’nın tavrı önemli.

Ya Rice’ın sorusuna yanıt?

Yanıtın netleşmesi, devam eden pazarlıkların kesinleşmesine bağlı gibi görünüyor.

İran ile sınır ticaretimizin yanı sıra komşuluk ilişkileri de bizim açımızdan hemen kestirip attırmaya müsait değil.

* * *

RİCE
’ın ziyareti sırasında gündeme gelen bir başka konu da Irak. Gazetelere yansıyanlar dışında Kerkük konusunda bazı ilginç noktalar var.

ABD, Türkiye’nin Irak’ta yeni kurulan hükümete yardımcı olmasını istiyor. Zaten Türkiye, bu konuda çok faal ve ABD ile işbirliği yapıyor. Ama bu o kadar bilinmiyor ki, Amerikan yönetimi bir buçuk ay önce Washington’u ziyaret eden üst düzey Türk yetkililerden Kongre’de konuşmalarını ve 1 Mart tezkeresi nedeniyle Türkiye hakkında olumsuz kanaate sahip olan Kongre üyelerini aydınlatmalarını istiyor. "Irak’ta birlikte neler yaptığımızı Kongre üyeleri bile bilmiyormuş" diyor üst düzey bir yetkili.

Türkiye, Irak’ın yeniden yapılanmasında özellikle kadroların yetişmesi konusunda önemli katkılarda bulunuyor.

* * *

TÜRKİYE
’nin de rahatsız olduğu konular var. Ankara’da Rice’a, "Kerkük’teki demografik değişiklikten rahatsızız" deniyor.

ABD Dışişleri Bakanı, "Biz de rahatsızız ve BM’nin bu konuda devreye girebileceğini düşünüyoruz" diye yanıtlıyor.

Bu endişenin nedeni belli. Önümüzdeki yıl sonunda Kerkük’te yapılacak olan referandum. Bu referandum, kentin statüsünü belirleyecek. Kerkük, Kürdistan’ın başkenti mi olacak? Yoksa özel statüye sahip bir Irak kenti mi?

Referandumdan önce yapılacak olan nüfus sayımı önemli. İşte bütün bu sürecin Birleşmiş Milletler’in denetiminde gerçekleşmesi ihtimali güçleniyor.

Son günlerde Kürt haber kaynaklarından gelen haberlerde de, Şii gruplara ait silahlı güçlerin kente girdiği ileri sürülüyor ve Kürt liderliğinin Bağdat’ta bu gelişmeleri sessiz izlediği, hiçbir şey yapmadığı söyleniyor. Bu kaynaklara göre, " Kürtler, ABD ve İngiltere’nin Kerkük’te Kürt varlığını zayıflatmak istediğini düşünüyor."

Kerkük meselesi, sadece Türkiye’nin değil, İran veArap ülkeleri dahil bütün bölgenin endişeyle izlediği bir konu.

Rice’ın ziyaretinin arka perdesinden gelen haberlere dikkatle bakınca, Türkiye ile ABD arasında "Kerkük’ün statüsü ile İran’a karşı ittifak" konuları arasında yeni bir denklem oluşumunun başladığı anlaşılıyor.
Yazının Devamını Oku

Çarşaftan duvarlarla eşikleri aşamayız

1 Mayıs 2006
KADIN ve erkekler için ayrı dünyalar yaratan, onları ayrı bölmelerde oturtarak araya çarşaflar çeken zihniyet meydan okumaya başladı. Dünkü gazetelerde gördüğümüz sahnelerden biri Batman’da, Hz. Muhammed’in doğum haftası etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen bir gösteriydi. Gösteriye birlikte gelen aileleri uyararak, kadınları beyaz çarşafın arkasına sokanların yaptığı bölücülüğü kabul etmek mümkün değil.

Batman diyip geçmeyin. O Batman’da namus cinayetlerine karşı mücadele veren kadınların ve erkeklerin karşılaştıkları baskıları, tehditleri biliyorum. Bu bölücü olaylara göz yummak, toplumsal sorunlarla ilgilenen insanları gericilik dalgası karşısında yapayalnız, savunmasız bırakmak demektir.

Kadınlar ve genç kızlar arasındaki intiharları araştırırken ve daha sonra yapılan çalışmalarda da ortaya çıkan bir gerçeğin parçası bu, beyaz çarşafla haremlik selamlıklar yaratmak.

Neydi o gerçek?

Herkesin bildiği fakat sustuğu bir ortak sır var o intiharların arkasında. Namus cinayetleri ve ensest. Her ikisi de gelenek ve görenek dokunulmazlıklarının içine hapsedilmiş durumda. Elini uzatanın elini yakıyor o dokunulmazlıklar.

* * *

BATMAN
’da bir sivil toplum kuruluşunun düzenlediği bir toplantıda yaşanıyor bu sahneler. Ya Kars’taki olay?

Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne taşıma iddiasındaki iktidar partisinin il kongresindeki haremlik selamlık düzene "olmaz böyle şey" diyen bir Allah’ın kulu da mı çıkmadı?

Nerede AKP’nin "sisteminin kenarlarına itilenleri modernleştirme misyonu"?

Demokrasi havariliği?

Eşitliğin olmadığı yerde demokrasiden söz edilebilir mi?

Yoksa, Türkiye’nin bu sıkıntılı bölgelerinin sorunlarını çözüm için aklının arkasındaki formülü mü hayata geçirmeye çalışıyor AKP?

Sorunları siyasi değil, cemaat formülüyle mi çözmeyi düşünüyor parti politbürosu?

* * *

HÜKÜMETTE
geçen bunca zamandan sonra eğer AKP hálá yobazlıkla uzlaşıyorsa, kamuoyunda dindarlar ve dinsizler, bizimkiler ve diğerleri ayrımını derinleştirecek adımlara ses çıkartmıyor, atamalarda liyakat tamamen bir kenara itiliyor ve her yere "bizimkiler"e yer bulmak öncelik haline geliyorsa durum sadece partiyi değil Türkiye’yi de geriye çekiyor.

Avrupa Birliği’nden geçen hafta biri iyi biri kötü iki haber geldi. Müzakereler büyük ihtimalle eğitim ve araştırma fasıllarında başlayacak ama kamu ihaleleri ve rekabet fasıllarında "eşik" engeli çıktı karşımıza.

Eşik nedir? AB Türkiye ve diğer adaylar ile müzakere fasılları açıp kapatmadan önce, o konularda Avrupa standartlarına gelinip gelinmediğine bakacak. Bunu da bazı kıstaslara göre saptayacak. Müktesebat uyumu müzakereleri ancak ondan sonra başlayacak.

Türkiye, ihale yasasında takıldı. Avrupa’dan çok uzak. Şeffaflık sağlayamıyor. Rekabet yasasında da aynı şey geçerli. Neden acaba? Çok mu zor? Yoksa ihalelerde şeffaflık şu sıralarda bize gerekmiyor mu?

Beyaz çarşaftan duvarlarla insanları kadın erkek ayıran zihniyete dur demeyenlerin, Avrupa ile uyum eşiklerini aşması da zor görünüyor.

KIBRISLI RUMLARIN KURNAZLIĞI

"AVRUPA Birliği’nde, Türkçe’nin de resmi diller arasına girmesini çok istedik ama Avrupalı yetkililer, müzakere sürecinde, ’Bu zor bir konu bunu şimdi gündeme getirmeyin’ dediler" Avrupa Parlamentosu Hıristiyan Demokrat grubun Kıbrıslı Rum üyesi Ioannis Kassulides AB Haber’e yaptığı açıklamada böyle diyor.

Gerçek bu değil. Çünkü, Rum Yönetimi AB’ye girerken resmi dilinin İngilizce olduğunu beyan etti. Neden acaba Rumca demedi? O zaman ikinci resmi dil Türkçe de AB dili olacaktı. Ama şu ince hesaba bakın. Avrupa Birliği kurumlarında çalışmak için girilecek çevirmenlik sınavlarında Kıbrıslılara özel bir koşul var. Resmi dil olarak ancak İngilizce sınavına girebiliyorlar. Fakat, burası çok önemli, Avrupa’nın diğer resmi dillerinden birini de seçebiliyorsunuz. Bu da Kıbrıslı Rumlara, dil sınavlarına AB’nin bir diğer resmi dili olan Yunanca’dan girme olanağı tanıyor. Yani Kıbrıslı Türkler İngilizce imtihanına girerken, Rumlar ana dillerinde sınav veriyor. Türkçe Avrupa’nın resmi dili olsaydı, bugün Kıbrıslı Rum kadar Türk de Brüksel’de iş bulma olanağına sahip olacaktı. Türkçe’nin resmi diller arasına girmesini çok istemişler! Kocaman adamların yalan söylemelerinden artık ben utanıyorum.
Yazının Devamını Oku

Gerilimli bahar

30 Nisan 2006
KADINLARA futbol sahalarının kapılarını yeniden açan İran rejimi, radikal kararlarını ülke içinde fazla sürdüremeyeceğini biliyor. Bu noktada Ahmedinecad’ın dış baskılara ihtiyacı olduğunu görmek zor değil. Bu baskılara karşı meydan okumak için her fırsatı değerlendiriyor.

Zafer işareti yaparak poz verirken de, kürsüden "Umursamıyorum" diye seslenirken de aslında öncelikle iç kamuoyunu hedefliyor.

Ve başarıyor. Bugün, İran’da kendisine karşı olanların bile ulusal gururu inciten dış baskılara karşı onun arkasında yer almalarının başka açıklaması yok.

İran yönetim yapısına göre Ahmedinecad, aslında nükleer çalışmalarla ilgili karar mekanizmasının tek yetkili ağzı değil.

Tahran rejimi, onun ağzından meydan okuyor. Ama bir yandan da diplomasi kapısını açık tutmaya çalışıyor.

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na Tahran’ın geçen hafta yolladığı bir mektup da bunu doğruluyor zaten.

Mektup, uzlaşma arayışının kanıtı.

Güvenlik Konseyi’ne gidilmemesi koşuluyla üç hafta içinde bütün soruların yanıtlarının temin edileceği ve gözlemcilerin bütün nükleer tesislere sürpriz ziyaretlerine izin verileceği söyleniyor mektupta.

Ahmedinecad’ın, "BM’nin saçma kararlarını umursamıyorum" demesi bir ince ayar meselesi.

Ama dozunu şaşırabilecek tehlikeli bir yol. Hele de işin altında popülizm varsa.

***

BU
iş nereye gidiyor? Şimdi herkesin merak ettiği soru bu. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın raporu İran’ın, Güvenlik Konseyi’nin kararını ihlal ettiği sonucuna varıyor.

Rapor dikkatle incelendiğinde, en kritik noktanın İran’ın nükleer çalışmalarını saklamaya çalışarak, şeffaflıktan kaçınması olduğu görülüyor.

Bu sonucun İran’a yönelik askeri bir harekata yol açabileceğini söylemek için çok erken.

ABD Başkanı Bush bile yaptığı açıklamada, "diplomasi süreci şimdi başlıyor" diyor.

Öncelik, yeni tasarının hazırlık çalışmalarında. Takvimi de önümüzdeki Salı gününden başlıyor. Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ve Almanya’nın siyasi direktörleri Paris’te bir araya gelecek ve verilecek yanıtın ilk taslağı tartışılacak.

9 Mayıs’ta bu ülkelerin dışişleri bakanları ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından New York’ta ağırlanacak.

Birleşmiş Milletler’deki Amerikan Büyükelçisi Bolton, Güvenlik Konseyi’nden İran’a yaptırım kararının çıkartılması beklentisini dillendiriyor.

Hatta BM anlaşmasının 7’inci faslına atıfta bulunuyor. Savaştan önce Irak ile ilgili yaptırımlar ile ilgili kararda da, askeri seçeneğin dile getirildiği aynı fasla atıfta bulunulmuştu.

Çin ve Rusya ise yaptırımlara tamamen karşı.

Avrupa ortada. Bağlayıcı bir karar çıkmasını istiyor ama askeri seçenek ve ağır yaptırımları dışlıyor Avrupa.

Bir uçtan diğerine geniş bir yelpazeye yayılan bu siyasi pozisyon çeşitliliğinin bir anlamı var. Gerginlik.

***

GERGİNLİK
, yani İran’ın uzlaşmaya yanaşmaması halinde atılacak adımlarda yine uzlaşmaya varılamamasının yaratacağı durum bizim açımızdan en kötü senaryo.

Çünkü Washington "gönüllü ortaklar" arayışına girecek. İran’a BM dışı yaptırımların uygulanmasını isteyecek.

Ticari ambargolardan, İranlı yetkililerin seyahat özgürlüklerinin kısıtlanmasına kadar uzanabilecek bir dizi uygulama en fazla Türkiye’yi iki arada bir derede bırakacak. Bu bahar gergin geçecek.
Yazının Devamını Oku

Müzakerenin ilk adımı haziranda

28 Nisan 2006
AVRUPA kamuoyunda tartışmalar sürüp giderken, Türkiye’de Avrupa Birliği’ne destek verenlerin sayısında düşüş gözlenirken Brüksel ile Ankara arasındaki süreç tıkır tıkır işliyor. Tıkır tıkır derken abartmıyorum. Dün Türkiye dosyasını iyi bilen bir komisyon üyesi ile görüşürken, son zamanlarda değişik kaynaklardan duyduğum bir şeyi ondan da işitince, ikna oldum.

Türkiye ile Avrupa Birliği arasında başlayan tarama süreci, daha önce birçok aday ülkeye göre çok daha düzgün ilerliyor.

Brüksel, bugüne kadar üçte biri tamamlanan 35 fasıl ile ilgili tarama sürecinde, Türk heyetlerinin performansından çok memnun.

Eğitim ve Kültür faslındaki pürüz de aşıldıktan sonra şu anda iki fasıl, müzakereye hazır duruma gelmiş oluyor.

35 fasıl içinde en hafif ve kolay konulardan birisi olmasına rağmen eğitim ve araştırma başlığı altındaki müktesebat uyumunun Kopenhag kriterlerine göre ele alınması için Fransa ve bazı ülkelerin engeli sonunda aşıldı. Bunun teknik anlamı kadar sembolik anlamı da önemli.

Çünkü, Türkiye-AB ilişkilerinin geri dönülmezliğinin sıradan ama etkili bir örneği bu.

Eğitim faslında müzakere açılabilmesi için gayret gösteren, uzlaşma formülünü bulan kim? Dönem Başkanlığı. Yani Avusturya. Türkiye’nin üyeliğine en fazla karşı çıkan ülkelerden biri ama bugün, müzakere açılması için çaba harcıyor.

Avrupa yolu böyle bir şey işte, siyasi sorunlar ne kadar aşılamaz gibi görünürse görünsün. Bu süreçte atılan her adım, yolun geri dönülmezliğini perçinliyor.

* * *

ŞİMDİ
Türkiye, Brüksel’e müzakere pozisyonunu belirten mektubu gönderecek. Ardından da Avrupa kendininkini hazırlayacak. İşte burada yeni pürüzler çıkabilir. "Benchmarklar" yani müzakere açılması için kıstaslar yer alabilir Avrupa’nın tutumunu yansıtan yanıtta. Henüz belli değil.

Ama Komisyon’daki beklenti, müzakerelerin haziran ayında başlaması yönünde.

"Bir Alman atasözü var" diyor Brüksel’den yolu İstanbul’a düşen yetkili kişi Avrupa’daki Türkiye karşıtlığından fazla etkilenmemek gerektiğini savunurken, "Köpekler havlar, katar yola devam eder."

Bizde "it ürür kervan yürür" dendiği gibi.

* * *

AYNI
yetkili, diğer bir süreci de dikkatle izlediklerini söylüyor Brüksel’de. Siyasi reformlar.

"İfade özgürlüğü konusunda endişelerimiz var. 301’inci madde ile ilgili içtihata biraz daha bakacağız. Eğer Avrupa hukuku ve içtihatı ile ters düşerse bu maddenin yeniden ele alınması gerekebilir" diyor.

Yolsuzlukla savaş, ihalelerde şeffaflık, asker-sivil ilişkilerinin dengesi, askeri harcamaların denetimi Brüksel’in dikkatle izlediği konular.

Komisyon, "Türkiye Kopenhag kriterlerini tam olarak uyguluyor" diyebilmek için bu noktalarda atılan adımları yakın takibe alıyor.

Bunların yanıtı, 2006 ilerleme raporunda yer alacak. Raporun hazırlıkları ise haziran temmuz ayında bitecek, eylülde yazım işlerininin tamamlanmasından sonra ekimde rapor yayınlanacak.

Siyasi reformlar, müktesebat uyumu yani müzakere sürecinin olmazsa olmazı.

En zor konu ise Kıbrıs. Bu noktada Türkiye’nin yapacağı fazla bir şey kalmadığı söylendiğinde Avrupalıların da üzerinde düşünecekleri alternatif senaryoları olmadığını anlıyor insan. Nasıl aşılabileceği henüz tam bir belirsizlik.

* * *

AVRUPA
Birliği sürecinin, bir arpa boyu adımlarla olsa da ilerlediğini bilmek, pusulasını kaybeden bir Türkiye’nin nasıl yalpalayacağını gösteren örneklerle karşılaştıkça insanın içini rahatlatıyor.
Yazının Devamını Oku

Katmandu’dan mektup

24 Nisan 2006
SİZE önce Dr. Manju’dan söz etmeliyim. Dr. Manju, kadınların çocuk sahibi olduklarında evden uzaklaştırılıp kümeslere kapatıldıkları Nepal’li bir iletişimci. Dört yıl önce Katmandu’da karşılaşmıştım onunla. O günden beri de yazışıyoruz.

Dünyanın en fakir ülkesindeki özel Gazetecilik ve Kitle İletişim Koleji’nin kurucusu ve yöneticisi. Ülkesinde basın özgürlüğü için mücadele veren bir kadın Dr. Manju.

Nepal, Hindistan ile Çin arasında bu denli stratejik bir noktada olmasaydı yıllardan beri ülkenin kıt kaynaklarını heba eden çatışmalar da olmayacaktı muhakkak.

Nepalliler benim bile başımı eğerek girmek zorunda kaldığım, ancak kendilerinin geçebilecekleri alçak kapılara sahip tahta oymalı evlerinin avlularında sakin ve mutlu yaşamlarına devam edeceklerdi. /images/100/0x0/55ea5f17f018fbb8f87b9a2e

Katmandu’nun turizm gelirleriyle gül gibi yaşayacaklardı.

Bugün Katmandu’daki çatışmaların, BBC, CNN gibi önde gelen uluslararası medya kuruluşlarının ilk haberi haline gelmesi de tabii ki bu stratejik konumundan, Çin ile Hindistan’ın etki alanı içine almak istediği, Asya’da dengeyi etkileyecek bir denklemin ana unsuru olmasından ileri geliyor.

* * *

DR. Manju
, Kolejimizin resmi görüşüdür diye not düşerek dün ilettiği elektronik mektubunda, "Nepal tarihinin en kritik dönemecinde" diyor. Kral Gyanendra’nın iktidara tek başına el koymasını protesto eden ve iktidarın halka iadesini isteyen 7 partili koalisyonun dün Kralın hükümet kurma önerisini reddetmesini ise çok tehlikeli bir gelişme olarak niteliyor.

"Bütün dünya tarafından terör örgütü olarak kabul edilen Maocular, kırsal bölgeleri kontrol ediyor. 7 partili koalisyon Maocularla ittifaka girdi, Kralın önerisini kabul etmemek sonunda Maocuların işine yarayacak."

Katmandu’daki gösterilerde binlerce kişinin Maocu gerillalara destek verdiğini söylüyor Dr. Manju, "Ben hayatımda Katmandu sokaklarında böyle bir kalabalık görmemiştim. Ülkenin her tarafından insanlar buraya doldu. Ev kadınları, doktorlar, memurlar, hastabakıcılar, bütün örgütler demokrasi talebi ile sokakları dolduruyor. Bu hareketin içinde Maocular kadar sivil toplumun her kesimi de var. Partiler arası koalisyonun kralın önerisini reddetmesi, Maocuların ve tabii ki Kralın elini güçlendiriyor. Kral, göstericilerin hepsinin Maocu gerillaları destekledikleri söylentisini yayıyor. Sonunda Kralın istediği olacak. Maocular iktidara gelecek ve Kral ile gücü paylaşacaklar.

Oysa 7 partili koalisyon, Kralın önerisini kabul edip başbakan atasaydı kısa zamanda seçimlere gidilecek ve demokratik sistem geri dönecekti. "

* * *

BENİM
Katmandu’ya gidişimin nedeni, 2002 eylülünde Kral’ın Maocu terörle mücadele için yeni bir yasayı gündeme getirmesiydi.

Bu tasarıya göre basın tamamen kontrol altına alınmak isteniyor, hapis ve para cezaları ile gazetecilerin susturulması amaçlanıyordu.

Uluslararası Basın Enstitüsü’nün oluşturduğu "özgürlük heyeti"nin içinde yer almam da tesadüf değildi. Türkiye, IPI tarafından terörle mücadelede Nepal’e örnek gösterilmek üzere seçilmişti. Kral ve yetkililer ile görüşmelerimizde, Türkiye’nin basın özgürlüğünü koruyarak teröre karşı mücadele ettiğini anlatmıştım.

Düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırlanması, basının susturulması halkın direncini zayıflatırken, teröristlerin propaganda alanını genişlettiğini söylemiştim.

Nepal, bir süre demokrasi rayında ilerlerken makas değiştirdi. Şimdi nereye gidiyor?

Katmandulu Dr. Manju’ya göre çok seslilikten hazzetmeyen iki gücün, Çin destekli Maocular ile Kral’ın el sıkışacağı günlere gidiyor Nepal.

Şimdi düşünüyorum da, koşullar ne kadar farklı olursa olsun, her ülkenin deneyiminden çıkartılacak dersler vardır. /images/100/0x0/55ea5f17f018fbb8f87b9a30

Örnek olurken, ibret almasını da bilmeli insan.

Vur emri

Nepal’de iki haftadır devam eden Kral Gyanendra karşıtı gösterilerde 14 kişi öldü, çok sayıda yaralı var. Başkent Katmandu’ya akın eden on binlerce gösterici dün güvenlik kordonunu delerek kent merkezinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı ve "vur emri"ne meydan okudu. Saraya yürüyen göstericilere polis, plastik mermi ve copla karşılık verdi.
Yazının Devamını Oku

Ankara kriterleri buraya kadar

23 Nisan 2006
NE diyordu başbakanımız? <br><br>"Avrupa Birliği olmasa bile biz reformlarımızı yapar, onlara Ankara kriterleri der yolumuza devam ederiz" demiyor muydu? Ama ilk tökezlemede unutuldu Ankara kriterleri.

Terörle mücadele tasarısında ne Kopenhag kriterleri ne de Ankara kriterlerinin izi var.

Şiddet ve terörle beslenenlerin toplumu sürüklemek istedikleri nokta da bu değil mi zaten?

Tartışmanın, konuşup anlaşmanın, birlikte çözüm üretmenin yerini "sertlik" alması onların tek isteği.

***

ŞEMDİNLİ
’de hiçbir şey yaşanmadı mı? Van Üniversitesi rektörü neden hapis yattı? Tartışılacak öyle çok şey varken, savcının görevden alınması ile bütün bu soruları yanıtlamaları gerekenler, cevap vermeme rahatlığını sağladılar.

Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın meslekten men edilmesi, yani en ağır ceza ile cezalandırılması sadece Şemdinli olayının değil, savcıya yönelik suçlamaların da açığa çıkmasını engelleyecek olan karartma ortamını yarattı bile.

Şeffaflık, iktidar mücadelelerinin şiddete dönüştüğü böyle anlarda ne kadar kolay kurban ediliyor değil mi?

***

BÖYLE
bulanık zamanların baş düşmanı ise ifade özgürlükleri. Yeni terör tasarısına baktığımda ilk gözüme çarpan şey, ceza yasasıyla sağlanan hakların tırpanlanması oluyor.

TCK’da basınla ilgili eleştirilerimiz zaten vardı. Ama bu tasarı, oradaki kazanımları bile geri götürüyor. Basına hapis cezası geri getirilmek isteniyor.

Gerekçe bölücü propagandanın engellenmesi gibi dursa da, toplumdaki tartışma ortamı torpilleniyor.

Dedikodu, bölücü, yıkıcı, insanları birbirlerine düşürücü iddiaları engelleyecek olan yasaklar değil, gerçeklerin kamuoyuna ulaşması, tartışılıp bunların mahkum edilmesi.

Tasarıyı hükümet hazırlıyor ama CHP de desteklediğini söylüyor. Teröre karşı mücadeleyi desteklemek doğru da, CHP’nin özgürlükler konusunda hiç söyleyeceği bir şey kalmadı mı?

AKP’yi alternatifsiz bırakmaya gerçekten niyetli mi yoksa?

***

BUGÜN
23 Nisan. Neden bayram olduğunu çocuklara anlatmakta zorlanmaya başladığımızı seziyorum.

Katılımcılık, uzlaşma, denetim, şeffaflık, haklar, demokrasi konularında kalıcı örnekler yaratamadıkça egemenliği nasıl açıklayabiliriz çocuklara?

Avrupa projesi, 23 Nisan egemenlik ve çocuk bayramının yeni açılımı olmalıyken, biz daha Ankara kriterleri üzerinde bile uzlaşma sağlayamazken çocuklarımızın bu günü "balon bayramı" olarak algılamalarından korkuyorum.

***

EKONOMİ
ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM) ile Radikal Gazetesi’nin hafta sonunda düzenledikleri ve Avrupa’nın önde gelen gazetecilerinin de katıldığı toplantıda Prof. Şerif Mardin, Avrupa’da çok kültürlülük ve Türkiye konusunda bir konuşma yaptı. Prof. Mardin, Osmanlı’dan bu yana din ve siyaset ilişkisini anlattığı konuşmasında AKP’nin ilkeler değil pragmatik çözümlere dayanan bir parti olduğu tahlilini yaptı.

İster "takıyye" deyin, ister "mış gibi yapma", hükümetin Ankara kriterlerini bile hatırlamamasının nedeni de bu değil mi?



Yazının Devamını Oku

Merc-i taklid sahneye çıktı

21 Nisan 2006
"BU nimetlerin değerini bilmezseniz Allah bu nimetleri geri alır" diyor Merc-i taklid. Neymiş nimetler? Ülkede çarşaf giyenlerle alay edilir hale gelinmiş, Ermenistan’dan dansöz bile getirilmiş, eski sinema artistleri yeniden film çevirmeye başlamışlar. Ama bu yüzden çok üzülen dindarlar gece yarılarına kadar Allah’a çok yalvarmışlar, o da dindarların dualarını kabul etmiş ve şartlar iyileşmiş.

Bu açıklamanın sahibi, İran Devlet Başkanı Ahmedinecad’ın merc-i taklidi, yani bağlı olduğu din adamı Ayetullah Muhammed Taki Misbah Yezdi.

İran halkına böyle sesleniyor, bu nimetlerin değerini bilin diyor, yoksa Allah geri alır.

Ahmedinecad, Humeyni sistemini canlandırırken, milliyetçi değerleri de güçlendiriyor ülkesinde. Milliyetçilik yeni bir unsur olarak ortaya çıkıyor sistemde.

Halkın ekonomik sorunlarına yanıt veremiyor ama milliyetçi İslami yönetim, dış baskılara direnerek kitle temelini sağlamlaştırıyor.

Bir hafta sonra Uluslararası Atom Enerji Ajansı’nın İran ile ilgili raporunun açıklanacak olmasına rağmen, yaptırımlar konusunda henüz bir uzlaşma yok, ama yaptırımlara hedef olsa bile Tahran Yönetimi’nin kolay kolay pes etmesi beklenmemeli.

İç kamuoyunun siyasi direncini artıracak önlemlerini alıyor Ahmedinecad.

Washington, İran’da rejim değişkliği için ne kadar çok senaryo hazırlarsa hazırlasın rejimin kendisine güveni o kadar artıyor.

Krizin, petrol fiyatlarını rekor seviyelere tırmandırdığını ve üretici ülkelerin büyük kazançlar elde ettiğini de göz önünde tutarsak, orta vadede Tahran’ın geri adım atması mümkün değil.

* * *

IRAK’
taki gelişmeleri gölgeleyen yeni bir süreç İran ile ilgili olarak karşımıza çıkıyor.

Irak’takinden farklı olarak Amerikan Yönetimi bu kez, uluslararası toplum ile birlikte hareket etmek istiyor. Diplomasi yolunu sonuna kadar zorlayacağı anlaşılıyor.

İran-Washington kapışmasından en fazla etkilenen ülkeler arasında Türkiye de var.

Yılda 270 bin kamyona ulaşan sınır trafiği bir kenara bırakılsa bile, İran senaryolarının siyasi etkisi, baskısı bizi sıkıştırıyor.

Bunun en önemli nedeni Washington’un hedefini muğlak tutması.

Bu muğlaklık hem Washington ile ilişkileri geriyor, hem de İran ile ilişkileri tuhaflaştırıyor.

* * *

BUSH
Yönetimi İran’ın nükleer silah sahibi olmasını mı engellemek istiyor, yoksa rejimi mi değiştirmeye çalışıyor? Irak’ta istediği düzeni kurmak için pazarlık ortamı mı hazırlıyor?

Bu soruların hangisi geçerli? İşte busorunun net bir yanıtının olmaması siyasi sıkışıklığı artırıyor.

Eğer, nükleer silahla ilgili endişe gerçek ise, bu bütün bölgeyi ve tabii ki Türkiye’yi ilgilendiren bir güvenlik sorunu.

Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye’nin de nükleer silahlanma arayışına gireceği böyle bir süreci, şiddete gerek bırakmayan çözüm yöntemleri ile durdurmak mümkün. Washington’un Kuzey Kore ile nükleer krizi aşabildiği gibi.

Ama, Washington’un esas hedefi İran’da rejim değişikliğini sağlamak ise o zaman farklı. Uluslararası desteği yanına alması mümkün değil Washington’un.

Bir istisnası var. O da, merc-i taklidini siyaset sahnesine çıkartarak iç kamuoyunda gücünü artırmanın yollarını arayan Ahmedinecad’ın İsrail’i hedef haline getirmesi.
Yazının Devamını Oku