Ferai Tınç

Şahinlerin sesleri yüksek çıkıyor

15 Şubat 2009
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan Davos’da İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e "Sesin yüksek çıkıyor" demişti. Artık İsrail’de Peres gibi güvercinlerin dönemi de bitti. Şimdi şahinlerin sesi yüksek çıkıyor. Hem de çok yüksek.

İki gözün arasına yumruğu patlatma üslubuna kapıları açarsanız, bel altı karşı hamlelere de hazır olmanız gerekir. İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı Avi Mizrahi’nin "aynaya bakın" diyerek Türklerin geçmişte Ermenileri, bugün de Kürtleri soykırıma uğrattığı iddiasını uluslararası bir toplantıda dile getirmesi gibi.

Sizin alkışlayanlarınız olduğu gibi onun da yandaşları vardır.

Türkiye’nin bölgesel rolünü derinleştirmek için harcanan çabaları yerel seçimler uğruna zaafa uğratan Başbakan Erdoğan’ın yükselttiği sese karşı İsrail’den gelen bu sesin ardında da tabii ki İsrail seçimlerinin sonuçları var.

Hamas’ı siyaset sahnesinden silme sözü vererek oy isteyenleri destekledi İsrail halkı.

Seçimleri sertlik koalisyonu kazandı. Barış vaadi vermedi hiçbiri.

Bu atmosfer, savaş suçu işledikleri iddiasıyla haklarında dünyanın birçok yerinde soruşturma başlatılan şahinleri cesaretlendiriyor.

Bu tür sert çıkışlar yapmak daha kolay artık.

İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı’nın açıklamasına dün Türkiye Genelkurmay Başkanlığı’ndan yanıt geldi.

İki ülkenin silahlı kuvvetlerinin arasındaki ilişkiler de Davos üslubundan etkilenmekte.

Oysa, bu ilişkilerin derinliğini her iki ülkenin siyasilerinin de desteklediği bir gerçekti.

BARIŞ ZORLAŞTI

İŞLER karışıyor. Gazze’de hiçbir şey düzelmedi. Bugün ateşkes ilanı bekleniyor. Ama dün İsrail’den yapılan açıklama olumsuzdu. İsrail başbakanı Olmert, haberlerin doğru olmadığını açıkladı. Umuyorum bir an önce ateşkes sağlanır ve Gazze’ye yardımlar gerektiği gibi ulaşmaya başlar. Yoksa o felaket de kanıksanacak ve unutulacak. Ama ateşkes sağlansa bile, bunun Filistin-İsrail barış sürecini ne ölçüde canlandıracağı belirsiz. Barıştan önce güvenlik sloganının belirlediği seçim sonrası atmosferde, barış umudu iyice zayıflarken, bölgede şahinlere rağbetin artması iyiye alamet değil.

KÖPEKLER ZAMANI

BAŞBAKAN her konuşmasında halkı gazete almamaya çağırıyor. Bunun, basın özgülüğünü tehdit eden bir kampanyaya dönüştüğünü söyleyenlere de kızıyor. Hatta gazetecilere köpekler diyor.

Genelkurmay Başkanlığı, beğenmediği bir haber nedeniyle Radikal gazetesinin akreditasyonunu askıya alıyor. Akreditasyon, işlerini yapmak için gazetecilere sağlanan bir kolaylık olarak değil, bir çalışma izni olarak algılanıyor. Yeni ceza kanununda ağırlaştırılan basın cezaları bol bol uygulanıyor yine de olmuyor. Medya herkesin canını sıkıyor. .

Bu bana Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ı hatırlattı. 1993 Mayıs ayında intihar eden Fransa Başbakanı Pierre Beregovoy’un cenaze töreninde Miterrand basını suçladı ve gazetecilere "köpekler" dedi. Mitterrand ve onun Sosyalist Partisi ile ilgili yolsuzluk iddialarının ayyuka çıktığı günlerdi. En sağdan en sola gazeteciler ayağa kalktı. Makaleler kitaplar yazıldı. Le Monde yazarı Edwy Plenel, "Köpek Zamanı" kitabında "Cumhuriyet skandallarla çalkalandığında, demokrasiye değer verilmediğinde, ahlak yerini edepsizliğe bıraktığında, piyasalar yasaları yönetmeye başladığında tarafsızlık mümkün değildir. Aktör ya da seyirci gazeteci kampını seçmelidir" diyordu. Onu hatırladım. Ayrıca neden köpekler diyor Başbakan? Aşağılamak için mi? Biz köpekleri severiz. "Yaradılanı yaradandan ötürü sevmek" onlar için geçerli değil midir yoksa?

DÜZELTME

13 Şubat Cuma günkü yazımda, Türkiye’nin AB Başmüzakerecisi Egemen Bağış için, hem müzakereci hem de AB Genel Sekreteri sıfatını kullanmışım. AB Genel Sekreterliği’nden arayıp uyardılar. Kendilerine teşekkür ediyor ve hata için özür diliyorum.
Yazının Devamını Oku

Karanlığın içinden umut ışıkları

13 Şubat 2009
ERGENEKON davasının hukuk dışı uygulamalarını, bir siyasi çevrenin karşıdakini yok etmek için pompaladığı propaganda ağırlıklı şamatayı bir kenara bırakıp devlet içindeki çetelerin yaptıklarına bakın. Ürkütücü. İbrahim Şahin’in savcılık ifadesinde yer alanlar, kendi vatandaşları için ölüm listeleri hazırlayan bir çetenin üç değil, beş değil sadece birkaç ay önce bile faaliyetlerini sürdürmekte olduğunu gösteriyor.

Salı günü de Taraf gazetesi, Jandarma Genel Komutanlığı’nda bir medya patronu ile yapılan görüşmenin yine jandarma tarafından yapılan bant kayıtlarını yayınladı.

Gazeteci, medya patronu ve asker arasındaki ilişkinin ürkütücü boyutları orada da ortaya çıktı.

Çetelerden arınamamış olmanın bedelini toplumsal çöküntü ile ödüyoruz.

Bu güvensizlik ortamını aşmanın bir tek yolu var. Hukuk devleti güçlendirecek her türlü mekanizmayı harekete geçirmek.

Avrupa Birliği süreci, o hedefe yürürken verilecek mücadele, sorgulama, hak arama hukuk devleti referansını güçlendirmenin bu koşullarda en sağlıklı yolu.

***

CHP
lideri Deniz Baykal’ın Brüksel ziyareti, Avrupa Birliği hedefinin canlandırılması açısından önemli bir şey. Çünkü muhalefet olmadan bu iş olamaz.

AKP ne yazık ki Avrupa sürecini, iç siyasetteki durumunu sağlamlaştırmak için bir dış destek referansı olarak yorumluyor. "Biz reformları yapmak istiyoruz ama muhalefet engelliyor" gerekçesi ile hiçbir şey yapmamasına mazeret buluyor.

Avrupa süreci bir uzlaşma sürecidir. Bu gerçek. Yapılacak reformların hayata geçebilmesi için desteklenmesi şart.

Bu uzlaşmanın sağlanması esas olarak hükümetin sorumluluğu ama CHP gibi, sosyal demokratlık iddiasındaki muhalefet partisinin de halkın demokrasi talebinin arkasında samimiyetle durması gerekmiyor mu?

Mesela, Vakıflar yasası sırasında gördüğümüz o azınlık karşıtı tavırlar kabul edilemezdi. CHP’nin Avrupa reformları konusunda toplumsal uzlaşmanın önemli aktörlerinden biri rolünü üstlenmesi gerekir, Avrupa kulislerinde gerçek bir sosyal demokrat muhatap olarak bulunması gerekir.

Bu da etkili bir muhalefet yöntemi değil midir?

Brüksel’de CHP ofisinin açılması olumlu bir gelişme. Avrupa karşıtı olan bir parti neden orada büro açsın. Demek ki CHP Avrupa Birliği karşıtı değil. Öyleyse bu tavrını daha net biçimde göstermeli sadece Brüksel’de değil, Türkiye’de de CHP, Avrupa Birliği reformları konusunda net ve yapıcı tavır ortaya koyabilmeli.

Baykal’ın Brüksel ziyareti ile AB Genel Sekreteri Bağış’ın Brüksel’deki temaslarının çakışması da doğru olmadı. Baykal’ın ziyaretinin daha önceden planlandığı söylendi. Bu ziyaretlerin böyle birbirinden rol çalma görüntüsü verecek bir biçimde yapılması Türkiye’de bölünmüşlüğün devamını göstermekten başka bir işe yaramaz.

Başmüzakereci olarak Egemen Bağış’tan da, AKP’nin değil artık Türkiye’nin AB vizyonunun temsilcisi olarak hareket etmesi beklenir. Çünkü tek sorumluluğu sadece Brüksel ile görüşmek değil AB reformlarının Türkiye’de de hayata geçirilmesi için en geniş uzlaşmayı sağlayabilmektir.

***

JANDARMA
Genel Komutanlığı da Avrupa Birliği Jandarma Gücü’ne üye olmak istiyormuş. Jandarma Genel Komutanlığı Avrupa Birliği İnsan Hakları Standartları’na uygun olarak ilk Kolluk İnsan Hakları Konsepti’ni hazırlayacakmış. Dün Milliyet Gazetesi’nde yer alan haberde, Jandarma Genel Komutanlığı Kurmay Başkanı Korgeneral Mustafa Bıyık’ın açıklaması dikkat çekici ve ümit vericiydi. "İnsan hakları, demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri, kamunun yürüttüğü her faaliyetin üzerine bina edilmesi gereken çağdaş değerlerdir. Çağımızda kamu hizmeti vatandaş merkezli olmalıdır."

Bu sesin Jandarmadan gelmesi umut verici. Hukuk devleti olmayı başarırsak Türkiye bu çete karanlığından kurtulur.
Yazının Devamını Oku

Abbas: Allah’tan umut kesilmez

9 Şubat 2009
<B>ANKARA </B><BR>SORU şu. "Türkiye’nin desteği sayesinde Hamas merkeze gelebilir mi?" <BR><BR>Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın yanıtı ise şöyle: "Allah’tan umut kesilmez. İnşallah olur." Başbakan Erdoğan’ın, Davos ve onun öncesinde Brüksel’de açıkça Hamas’ı savunması, bir Hamas darbesi ile Gazze’yi terk etmek zorunda kalan Abbas ve çevresinde nasıl karşılanmıştı?

İleri sürüldüğü gibi Erdoğan’ın bu çıkışı ciddi bir krizin içinde olan Filistin için çok mu iyi olmuştu?

Cumartesi akşamı Mahmut Abbas ile masa başında buluşan bir grup meslektaşımla birlikte en çok merak ettiğimiz soru buydu.

"Evet". Türkiye Başbakanı’nın son zamanlarda açıkça Hamas’ı savunması rahatsızlık yaratmıştı. Zaten İsrail baskıları altında sıkışan bir yönetimi, kendisini tanımayan muhaliflerine destek vererek daha da zor durumda bırakmıştı.

Abbas ve yanındaki heyet bunu açıkça ve ortalık yerde telaffuz etmese de, ikili konuşmalarda heyetteki yetkililer bunu açıkça dile getirdiler.

Zaten Abbas’ın Türkiye’nin çabalarından Hamas’ın etkilenip etkilenmeyeceği sorusuna verdiği "Allah’tan umut kesilmez" yanıtı da aslında Filistin Yönetimi’nin tavrını ortaya koyuyordu.

Abbas, "Erdoğan ve Gül, daha ilk günden beri Hamas’a izlediği çizgiyi terk etmesini, merkeze gelmesini söylediler. Ama dinlemedi. Zaten bugün yaptığım görüşmelerin çoğu bu konu hakkındaydı"dedi.

Filistin ile İsrail arasında kalıcı ateşkes ve barış görüşmelerinin başlaması için öncelikle "ulusal uzlaşma"nın sağlanması gerektiğini söyleyen Abbas, bunun için Türkiye’den ne bekliyor?

Abbas , Mısır’ın önderliğinde yürüyen barış ve uzlaşma çabalarına "destek" bekliyor.

Arap sokaklarının, Gazze’nin kahramanı olacağım derken Türkiye’nin Hamas çizgisini savunur hale gelmesini değil.

Çünkü Türkiye gibi ağırlığı olan bir ülkenin bölgede böyle bir pozisyon alması, Filistin uzlaşmasını zorlaştırıyor.

***

ABBAS
, İsrail’i kast ederek "Biz zalimin yanında mı duracağız. Hayır. Ben de kardeşimin yanındayım" diyor, "Ama yanlış yaptığında yanlış yapıyorsun de. Herkes direnişi seçebilir ama sonuçlarına da katlanır. Hem siyaset, hem direniş olmaz. Filistinliler dışında kimseye zarar vermeyen binlerce füze atmak mıdır direniş?"

Abbas
’ın, Filistin’in yanında olduğunu söyleyenlerden bir isteği daha var. "Filistin’in yanında olanların Hamas’a şunu demeleri gerekiyordu: Bir parti ile bir hükümetin yapması gerekenler arasında farklar vardır demeleri gerekiyordu. Ben Suriye Devlet Başkanı ile görüşürken de bunu söyledim. O da kabul etti. ’Baas ile Suriye Hükümeti’nin politikaları aynı değil’ dedi. Baas İsrail’i tanımıyor. Ama Suriye Hükümeti İsrail’i muhatap alıyor, bakın Türkiye aracılığı ile görüşüyor bile. İşte Filistin’in yanında olanların Hamas’a bunları söylemeleri gerekirdi."

Filistin Devlet Başkanı, "Suç Hamas’ta değil" diyen Erdoğan’ın aksine Gazze’nin bugünkü durumundan Hamas’ı sorumlu tutuyor. Ulusal uzlaşmanın sağlanması konusunda ise Hamas gibi düşünmüyor. Filistin Kurtuluş Örgütü bir kenara itilerek Filistin evinin içi düzelemez diyor. "Beni tanımaları gerekir. Bu Filistin evini yıkacağım yeni bir ev yapacağım dediler, başarısız oldular. Ben bu durumu Ankara’daki bütün görüşmelerimde anlattım ve destek istedim."

Evet, Abbas Türkiye’den de destek istiyor. Ankara temaslarından da memnun ayrılıyor.

Türkiye’den "Filistin’in iç işlerine karışmayacağı" izlenimi almış, "Burada Türkiye’nin Filistin halkına ve bütün unsurlarına eşit mesafede olduğunu gördüm. Türkiye Filistin’in iç işlerine karışmıyor, bundan memnunuz."

Ne de olsa keskin mücadeleler içinde yoğrulmuş bir devlet adamı karşımızdaki, ince ayarını böyle çekiyor.
Yazının Devamını Oku

Gilad Şalit gerçeği

8 Şubat 2009
CUMA günü, CNN Türk Televizyonu bir haber verdi. Hamas’ın kaçırdığı İsrailli asker Gilad Şalit’in serbest bırakılması için Türkiye devredeymiş. Haberde, Türkiye’den bir heyetin Şam’da Hamas yetkilileriyle görüşmekte olduğu da belirtiliyordu.

Bu haberi, ekranda yanıp sönen "Son dakika" anonsunun havasına kapılarak izlediğinizde, son bir ayın açtığı yaraları sarmak için Ankara’nın İsrail’e bir jest hazırlığında olduğu yorumunu yapabilirsiniz. "İşte, Türk dış politikasına ince ayar" diyebilirsiniz.

Hatta, bu kuvvetli vurgunun arkasından buram buram yayılan, "Türkiye, kimsenin yapamadığını yapacak, Türkiye’nin Ortadoğu’daki gücü anlaşılacak" havasının etkisinde bile kalabilirsiniz farkında olmadan.

Kabaran koltuk, okşanan gurur, böbürlenen ruh rehavetinden kendimi zar zor kurtarıp araştırdım.

Gilad Şalit, 2006 yılında, sınırda görev yaparken Hamas tarafından kaçırıldı. Serbest bırakılması, Hamas ve İsrail arasında önemli bir pazarlık konusu oldu ve olmaya devam ediyor.

İsrail, Şalit serbest bırakılmazsa Gazze ablukasını kaldırmayacağını söylüyordu.

Hamas ise, Gilad Şalit’i serbest bırakmak için İsrail’in elinde bulunan 1400 Filistinlinin serbest kalmasını istiyordu.

Ama her iki taraf da son günlerde pozisyonlarını yumuşattılar.

***

İSRAİL
’de geçen hafta "Gilad Şalit’in iadesi karşılığında Hamas listesinden bir kısım tutuklunun serbest bırakılacağı haberleri gazetelerde yer aldı.

Zaten daha önce 71 kişiyi İsrail’in serbest bırakacağı biliniyordu ama son olarak Kahire’de yapılan ateşkes müzakerelerinde İsrail’in Hamas’ın verdiği 350 kişilik isim listesinden 200 kişiyi bırakabileceği gündeme geldi.

Bu listede Filistin Kurtuluşu İçin Halk Cephesi Lideri Ahmet Sedat ile Filistin direnişinin şu an belki de en popüler lideri Mervan Barghuti de bulunuyor.

Mısırlı yetkililer, "Hamas’ın Şalit’in iadesi ihtimalini artırmak için bu sayıyı yukarı çekmeye çalışıyoruz" dediler perşembe günü.

Cuma günü, Hamas’ın Gazze’deki Sözcüsü Ayman Taha, "İsrail, Şalid’in serbest bırakılması karşılığında Gazze ablukasını kaldırma koşulundan vazgeçti" dedi. İsrail bu açıklamayı yalanlamadı.

Yine cuma günü İsrail’den gelen haberlerde Başbakan Olmert’in yakın çevresine, "seçimlerden önce bu işi bitirmek istiyorum" dediği duyuruldu.

Dışişleri Bakanı Tzipi Livni ile Savunma Bakanı Ehud Barak da, 10 Şubat Salı günü yapılacak seçimlerden önce Şalit’in serbest bırakılmasından yanaydılar.

Şalit’in geri dönüşü, daha sağda olan Netanyahu’ya karşı merkez sağın elini güçlendirebilirdi.

İşte şimdi böyle kritik günlerden geçiyoruz. Her zaman olduğu gibi İsrailli askerin serbest bırakılması yine gündemde ve anahtar konulardan biri.

Ve bu sorunun çözümü için çok kalabalık bir grup devrede.

Fransa da bunlardan biri. Çünkü Şalit, aynı zamanda Fransız vatandaşı.

Ailesi ocak ayında Paris’te Sarkozy’i ziyaret etti. Fransa’da medyatik bir karşılama yaşandı. Orada olduğum için yakından izleme fırsatı buldum. Sarkozy, Şalit’in yaşadığını söyledi ailesine ve serbest bırakılması için Fransa’nın devrede olduğunu duyurdu.

Suriye ile iyi ilişkiler içinde olan Fransız Senatör Phillipe Marini, bu iş için Şam’a gitti. 27 Ocak’ta Şam’dan yaptığı açıklamada, Şalit için Suriye Yönetimi’nden destek istediğini açıkladı, "anlaşma yakın" dedi.

Bu arada Katar ve Türkiye’nin de devrede olduğu duyuruldu uluslar arası haber kaynakları tarafından. Filistinli bir yetkili iki ülkenin de uzun süreden beri çaba sarf ettiklerini açıkladı.

***

UZUN
karmaşık bir hikayenin kısa özetini yapmaya çalıştım. Amacım, Şalit serbest bırakıldığında Türkiye’nin rolünün abartılmaması. Pekiyi rolümüzü küçümseyelim mi? Hayır. İç politika malzemesi yapılmasın yeter.
Yazının Devamını Oku

Kontrol dışı Hamasçılık

6 Şubat 2009
NE yazık ki, sokakların kralı olalım derken, Ortadoğu’da Türkiye’nin ne dediği belirsiz bir hale geldi. Hamas konusunda Türkiye’nin pozisyonu nedir? Bu soruyu bir ay önce net biçimde yanıtlayabilirdim ama artık öyle değil. Çünkü tam bir bulanıklık hakim.

Üstelik kritik kararların verileceği pazarlıklar sırasında oldu bu.

Konuyla ilgili herkesin tavrı çok net oysa. Kartlar tek tek açılıyor.

Mesela İran, Hamas’ın direnişe devam etmesi gerektiğini söylüyor.

Mısır, Gazze’ye yönelik ablukanın kalkması için Hamas ile İsrail arasında zorlu bir pazarlığın arabuluculuğunu yapıyor.

Kendi tavrı da belli. Sınırda kontrolü elinden kaçırmak istemiyor. Hamas’ın Türkiye’nin sınırdaki kontrollerde aktif rol alması teklifini de reddediyor.

Salı günü Abu Dabi’de bir araya gelen Arap ülkelerinin dışişleri bakanları (hepsi değil ama Arap dünyasının etkili ülkeleri) Arap Birliği barış planına destek veriyor, El Fetih’i ve Mahmud Abbas’ı desteklediklerini açıklıyorlar.

Avrupa Birliği, Mısır’ın çabalarını destekliyor ama Hamas’ın da barış sürecine dahil edilmesi için gerek el altından gerek açıktan zemin yokluyor. Mahmud Abbas’a verdiği destek ise devam ediyor.

Fransa, daha aktif biçimde Hamas ile temas kuruyor. Geçen ay Türkiye’nin yardımını istemişlerdi ama artık kendi başlarına ilişki kuruyorlar ve bunu kamuoyunda açıklamaktan da çekinmiyorlar. Senato Dışişleri Komisyonu Başkan Yardımcısı Jean François-Poncet, Hamas lideri Halit Meşal ile Şam’da görüştüğünü ve Hamas’ın İsrail ile barışa açık olduğunu anlatıyor Fransız gazetelerinde.

Washington ve İsrail’in tavırları da net. Ne istediklerini biliyoruz.

FİLİSTİN UZLAŞMASI İÇİN AĞIRLIĞI KALMADI

YA
Türkiye? Hamas’ın sürece dahil edilmesini istiyor. Ama Gazze bir iç politika malzemesi haline dönüştürüldükten sonra, gelişmeler kontrolden kaçtı.

İsrail şiddetine duyulan öfke ile yerel seçim heyecanı birbirini tetikleyince denetim dışı bir Hamas’çılık sürecine sürüklendi Türkiye. Ortadoğu politikaları zarar gördü, zemin kaybetti.

Hamasçılık bir işe yaradı mı? Hayır. Hamas Lideri İsmail Haniye, İran dini lideri Hamaney’e bir mektup göndererek, "Filistin halkının direnişine İran destek oldu. Gazzelilerin zaferi İslami direnişinin, Lübnan’dan sonraki ikinci zaferidir" dedi. Bazılarının iddia ettiği gibi, Türkiye’yi İran’a alternatif olma konumuna da getirmedi.

Bu öyle bir iki delikanlı çıkış ile zaten mümkün değil.

Türkiye’nin Filistin halkının ulusal uzlaşması için de yapacağı fazla bir şey kalmadı. Hamas’a can siperane taraf olduktan sonra Ankara’nın yapabileceği fazla bir şey yok. Zaten, Strasbourg’da Avrupa Parlamentosu’ndaki konuşmasında Abbas hiç Türkiye’den söz etmiyor. Bir gazetecinin sorusu üzerine, "Türkiye’nin İsrail ile Suriye arasındaki arabuluculuğunun devam edeceğini" söylüyor, FKÖ ile Hamas’ı kast etmiyor bazı gazetelerde iddia edildiği gibi.

GAZZE’YE YARDIM SİYASİLEŞMEMELİ

GAZZE
’de felaket devam ediyor. Her gün 500 araç dolusu yardım malzemesi gerekirken anlaşmazlık devam ettiği için sadece 200 araca izin veriliyor. Bir an önce yardıma koşmak yaraları sarmak en insani dürtü. Türkiye’de de yardım toplanıyor. Şimdi önemli olan bu yardımların en güvenli yoldan ulaştırılması. Bu insanlık dramından siyasi çıkar beklemeden, işleri karıştırmadan üzerinde uzlaşılan kanallardan yardımın gitmesine dikkat etmeli Türkiye. Yardımlarımız kimseye meydan okumak için değil, sadece yaraları sarmak için olmalı.
Yazının Devamını Oku

Irak yeni bir yola doğru

2 Şubat 2009
DÜN Hamas füzelerine karşı, İsrail tehdit dolu sesini yükseltirken Irak’tan insanın içini ferahlatan haberler geldi.<br><br>Irak yeni bir yolun ilk adımlarını başarıyla attı. Genel seçimlerin provası olan yerel seçimler öncesinde, doğruyu söylemek gerekirse endişeliydim. Ama iki hafta önce Türkiye’den Stuttgart’a uçarken yanımda oturan Iraklı iş kadınından, Bağdat’ta durumun artık eskisi gibi olmadığını dinledim. Güvenliğin büyük ölçüde sağlandığını, hayatın normale dönmekte olduğunu anlattı. Zaten o yüzden iş adamları ve kadınları heyeti olarak yeni iş imkanları bulmak için Avrupa’ya geliyorlardı.

Irak’tan gelen son açıklamalara göre de, güvenlikle ilgili olaylarda geçen yıllara göre bariz düşüş vardı.

Son yapılan resmi açıklama, bir buçuk yıl içinde, geçen döneme göre güvenlikle ilgili olaylarda yüzde 80 azalma olduğunu duyuruyordu.

Tabii ki bu hiçbir şeyin garantisi değil.

Irak’ın kırılganlığı sürüyor. Ama geleceğe iyimserlikle bakmak için nedenler artıyor.

Seçimlere katılım oranının yüzde 51 olduğu açıklandı. 2005 Parlamento seçimlerinin gerisinde kalsa da, o zaman seçimleri boykot eden Sunni bölgelerinin en yüksek katılımı sağlamış olmalarını, olumlular hanesine not etmekte yarar var.

Güvenlik açısından en kritik olan birkaç küçük bölgenin dışında, en kanlı çatışmaların yaşandığı Diyala gibi bir yerde bile seçimlerin sakin geçmesi de önemli bir işaret.

***

SEÇİMLERLE
ilgili haberleri izlerken, Irak Ulusal Listesi’nin Başkanı Mithat El Alusi’nin bir açıklaması dikkatimi çekti.

Alusi, partisinin Basra’daki gözlemcilerine dayandırdığı iddiasında, İran Başkonsolosunun silahlı korumaları arasında Basra’da seçim sandıklarını dolaştığını söylüyor. "Bu bir baskıdır. Eski alışkanlıkların hálá ortadan kalkmadığını gösteriyor" diyor.

Bugün Amerika ne kadar Irak’ta varsa, İran’ın da ülkede ona yakın bir seviyede etkili olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Bu durum, Türkiye açısından da önemli. Türkiye, Irak’ta grupla arasındaki uzlaşmanın sağlanmasında olumlu rol oynarken, hiç kimsenin dışlanmadığı demokratik bağımsız Irak’ın kurulması hedefi ile bu çabayı harcadı. Çünkü bu,Türkiye’nin ulusal çıkarları ile örtüşüyor.

İran’ın, Irak’ta etki alanını genişletmek için harcadığı çaba ise, bölge istikrarı açısından ciddi riskler taşıyor.

İran’ın bölgeye bakışı Irak halkının demokratikleşme hevesini güçlendiren bir yaklaşım değil.

Ayrıca, komşular üzerinde bu denli büyük hak iddiaları, Irak- Türkiye ilişkilerinin geleceği açısından da riskli.

***

BU
seçimler, Kerkük konusunda anlaşma sağlanamadığı için Kürtlerin yoğun olduğu üç eyalette yapılmadı.

Seçim sonucunda, Irak’ta yeni oluşacak siyasi dengeler Kerkük’ün geleceği konusunda etkili olacak. Önümüzdeki günlerde Kerkük tartışmaları yeniden hızlanacak.

Ama eğer Irak’ta yeni koalisyonlar kurulabilir ve değişim süreci gerçekten start alabilirse Kerkük’te karar da gecikmeyecek.

Bu kararın, Kürtlerin istekleri ile çelişeceğini düşünmüyorum. Türkmenler, Araplar ve Kerkük’ün diğer etnik gruplarının ikna edilmesi bu seçimlerden sonra daha kolaylaşabilir.

Irak halkı, yeni bir geleceğe adım atıyor. Bu insanlık açısından da ileri bir adım olabilirdi, eğer Irak halkı bu adımı yıkılmadan, ölmeden, çatışmadan, savaşsız atabilseydi.

Bana kimse, Saddam’dan başka türlü kurtulmanın imkanı yoktu demesin.
Yazının Devamını Oku

Arap dünyasının lideri ’olmak ya da olmamak’

1 Şubat 2009
DÜN Gazze’de yeşil Hamas bayraklarının yanı sıra kırmızı beyaz ayyıldızlı Türk bayrakları dalgalanıyordu. Ekranlardan izledim. Görenler anlattı. Kalabalık, Hamas Lideri Halit Meşal’in çağrısını desteklemek üzere sokakları doldurmuştu.

Hamas, El Fetih’in dışında kalacağı yeni bir demokratik birlik oluşturulması çağrısında bulundu.

Mahmut Abbas’ın devlet başkanlığı süresi 8 Ocak’ta dolduğu ve Hamas, bu süreyi uzatmak için El Fetih Yönetimi tarafından alınan önlemleri tanımadığı için, dertler içinde boğulan Gazze halkı, şimdi Hamas’ın tek meşru temsilci olarak tanınması amacıyla sokaklarda.

* * *

BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan
’ın Davos’taki tavrı konusunda çok yazıldı çizildi.

Ben, sözlerin gücüne inanırım. Söz baldan tatlı, kılıçtan keskin.

Kılıçtan keskin sözlerle hedefi delik deşik eden mesafeli ve soğuk üslubu severim.

Baldan tatlı olanıyla zaten sorunum yok. Ama kör kılıçtan korkarım. Ne keser ne kesmez. Kontrol edilemez, kanırtır, sonuç vermez.

Keşke vücut diliyle, ses tonuyla, duygularıyla açığa vurduklarını sözlerle formüle edebilseydi Erdoğan. Acaba Başbakan’ın sokaklarda yankısını bulan Ortadoğu politikası aynı zamanda ne kadar Türkiye’nin politikası? Bu bir AKP politikasıdır. Ve Türkiye’yi kritik bir noktaya getirmiştir.

Erdoğan yaklaşımının Türk dış politikasına damgasını vurduğu henüz söylenemez.

Eğer öyle olsaydı, Elbit-İsrail Uzay Sanayi tarafından üretilen zırhlı UAV’ları almaktan vazgeçilmez miydi?

Gazze’deki felaketin arkasında operasyona katılan UAV’lerin payı olduğunu bile bile, bizim vergilerimizin İsrail Silah Sanayii’ne akması engellenmez miydi?

Ortadoğu sokaklarının bir başka ilahı olan Venezüella Devlet Başkanı Chavez’in yaptığı gibi İsrail Büyükelçisi de sınır dışı edilirdi.

* * *

DAVOS, Türkiye dış politikasında kritik bir süreci başlatıyor.

Ya Erdoğan Arap sokaklarının kahramanı olmayı, Türkiye Başbakanı olmaktan daha ciddiye alacak Hamas’ın siyasi taleplerinin arkasında duracak ve dış politikada ince ve kalın ayarları mecbur kılacak adımlar atılacak.

Ya da İsrail’e yaptığı gibi Hamas’a da bölge barışı için atması gereken adımları açıkça ve yine o sokakların önünde söyleyerek bugüne kadar Türkiye’nin izlediği arabuluculuk özelliğini koruyacak.

Erdoğan, yerel seçimlerin çekim alanına girmiş bir ruh haliyle, Arap sokaklarının yeni Nasrallah’ı ilan edildiği bir ortamda, bu ince ayarı nasıl yapar bilemem.

Yapamazsa, İsrail saldırılarından güçlenerek çıktığına inanan ve meşruiyet kazanmak için çıtayı yüksek tutan Hamas’ın peşinden gitmek zorunda kalacaktır. O zaman da Türkiye’nin bölgedeki kamplaşmanın dışında kalması zor.

İran’dan gelen tebrik mesajları da bunu gösteriyor. Anayasayı Koruyucular Genel Sekreteri Ayetulah Ahmed Cenneti, Erdoğan’ın "yiğitçe tavrının bazı Arap liderleri utandırdığı"nı söylüyor, Savunma Bakanı Mustafa Muhammed Neccar bu tavrın bütün Arap liderlerine örnek olması dileğinde bulunuyor.

Mısır Dışişleri Bakanı’nın, Hamas’ı ve Hizbullah’ı bölgede Tahran’ın işine yarayacak bir çatışma ortamını körüklemekle açıkça suçladığı ve cepheleşmenin derinleştiği bu günlerde Türkiye, bir tarafa doğru savrulma riskini hesaba katmak zorunda. Türkiye Başbakanı Arap sokaklarının lideri olmalı mı olmamalı mı?

Ortadoğu politikalarında aktif rol olmak sokaklardan geçer mi geçmez mi?

Bu soruların yanıtlarını önümüzdeki günler gösterecek.

ERDOĞAN ŞİDDETİ TEŞVİK ETMEMELİ

Önceki akşam üzeri Başbakan’ı izlemekle görevlendirilen meslektaşlarım telefon ederek haber verdiler. İstanbul metrosunun bir bölümünün açılışında Başbakan’ın, bir kısım medyayı İsrail’in avukatı olmakla suçlayan konuşmasıyla galeyana gelen kalabalığın kendilerine saldırdığını söylediler. Gazetecilere yönelik şiddetin Başbakan tarafından meşrulaştırılmasının, gazeteci cinayetlerini sık yaşayan bu ülkede ne gibi sonuçlar vereceğini tahmin etmek zor değil. Artık mesele sadece basın özgürlüğü değil, hayat özgürlüğünü de ilgilendiriyor. Başbakan Tayyip Erdoğan, görevlerini yapan gazeteciler açısından hayati risk oluşturmaya başlayan medya eleştirilerinde, halkı galeyana getirecek biçimde düşmanlık ve şiddeti körüklememeye dikkat etmelidir.
Yazının Devamını Oku

İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye ifade özürlüsü

30 Ocak 2009
<b>STRASBOURG</b><br>AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi kuruluşunun ellinci yılını kutluyor bu yıl. Dün Strasbourg’da Mahkeme Başkanı Jean Paul Costa, geçen yılın bilançosunu açıkladı. Jean Paul Costa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne en fazla dört ülke ile ilgili şikayetler geldiğini söyledi.

"Rusya, Türkiye, Romanya ve Ukrayna."

Rusya’dan sonra Mahkeme’ye en çok başvuru Türkiye aleyhinde yapılmış.

31 Aralık 2007’de mahkemenin önünde Türkiye’de İnsan Hakları İhlalleri ile ilgili 9 bin 173 dava varken, 2008’de bu sayı 11 bin 85’e yükselmiş.

2008 bilançosunda başka ilginç istatistikler de var.

2005 yılında Mahkeme önünde Türkiye ile ilgili 2 bin 488 dosya bulunurken bu sayı, 2006’da 2 bin 328’e gerilemiş ama 2007’de 2 bin 828’e, geçen yıl ise 3 bin 706’ya yükselmiş.

Bu, Türkiye’de insan hakları konusunda en çok konuşan AKP’nin iktidar dönemine ait rakamlar.

Dosyaların bir kısmının daha önceki yıllarda yapılan başvurular olduğu söylenebilir. Biliyorum. Ama başvuruların artmaya devam edişi nasıl açıklanacak?

Bu artış, Türkiye’de insan hakları ihlallerinin sürdüğünün işareti değil midir?

***

İNSAN
hakları ihlallerinin hangi alanlarda olduğu da ilginç gerçekleri gözler önüne seriyor.

2008 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye ile ilgili 264 dosyayı karara bağlamış.

Bu dosyalar incelendiğinde, "Güvenlik ve özgürlük hakkı ihlali, adil bir dava süreci hakkı ihlali ve davaların süresinin aşırı uzunluğu konularındaki hak ihlalleri öne çıkıyor

Mülkiyet hakları ihlalleri de yüksek.

Türkiye’de en fazla hak ihlalinin olduğu bir başka alan ise ifade özgürlüğü alanı.

Kopenhag kriterlerini uyguladığı iddiasındaki Türkiye’yi Avrupa Birliği’nin üyesi ülkeler ile karşılaştırdığımda, ifade özgürlüğünün en fazla ihlal edildiği ülkenin Türkiye olduğu ortaya çıkıyor.

Yeni üye oldukları ve başvurular yeni yeni gelmeye başladığı için AB’nin yeni üyelerini bu karşılaştırma dışında tutuyorum. Zaten 2008 itibariyle bu ülkelerdeki hak ifade özgürlüğü ihlali ile ilgili verilen kararlar bir ya da iki dosyayı aşmıyor.

***

MAHKEME
bu rakamları yayınladığı gün bir başka sevimsiz haber de Paris’ten geldi. Fransız Ulusal Yayıncılar Derneği (SNE) her yıl Frankfurt’takine benzer bir uluslar arası kitap fuarı düzenliyor. 2010 yılının onur konuğu Türkiye olacaktı. Ama maalesef dernek bu kararını iptal etti. Türkiye onur konuğu olmayacak.

Nedeni mi? Türkiye’de basın ve yayın özgürlüğü konusundaki ihlallerin sürüyor olması.

Romancılar hakkında davaların sürdüğü, Başbakan’ın hoşuna gitmeyen haber ve yorumlar nedeniyle basını susturma hakkını kendinde gördüğü bir ülkeyi, kitap fuarının onur konuğu yapmak istemediler.

Bilmiyorum karar değişir mi? Ama eğer Türkiye onur konuğu olsaydı, 2010 hem İstanbul Avrupa kültür başkenti projesini destekleyecek hem de bu yıl Fransa’da başlayıp gelecek yıl bitecek olan "Türkiye mevsimi"ni tamamlayacaktı.

***

AVRUPA
İnsan Hakları Mahkemesi, Atilla Olgaç’ın Rumları öldürdüğü iddiasıyla ilgili de çok ciddi mesajlar verdi. Bir Rum gazetecinin sorusu üzerine, Başkan Jean Paul Costa, "Açıklamayla ilgili haberleri okuduk" dedi, "Bu açıklamalar Türk hükümetini bağlamaz ama eğer bu konuda gerekli soruşturmayı açmazlar ve hukuki süreci işletmezlerse o zaman Türk Hükümeti bu hareketin sorumluluğunu üstlenmiş olur."

Bu nokta çok önemli. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde kayıp insanlar konusundaki davaların seyrini Türkiye için olumsuz biçimde değiştirecek bir olayla karşı karşıyayız.

Hukuki süreç en ciddi biçimde işlemek zorunda.
Yazının Devamını Oku