Ferai Tınç

Denizi kurutmadan balığı tutamadılar

9 Ocak 2009
MARİFET, denizi kurutmadan balığı tutabilmek.<BR><BR>İsrail Gazze’de denizi kuruttu. Amaç Hamas’ı etkisizleştirmekti. Tam tersi oldu Hamas artık muhatap. Ateşkes çabaları dün itibariyle sarpa sardı. Mısır ve Fransa’nın umut yaratan girişimi de sonuçsuz kaldı.

Hamas’ın Şam’daki siyasi bürosu yetkililerinden Muhammed Nazzal, dün "İsrail askerleri ile ev ev savaşacağız" dedi.

Merkezi Şam’da bulunan Filistinli örgütlerin sözcüsü olan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Lideri Halid Abdülmecid dün Mısır-Fransa girişiminin kabul edilemeyeceğini açıkladı.

Türkiye’de Ergenekon, Avrupa’da ise Rusya’dan gelen gazın kesilmesinin yarattığı şok dalgaları, İsrail’in artık Gazze’de üzerinde BM bayrağı bulunan araçları da hedef aldığı haberlerini gölgeledi, Lübnan’dan fırlatılan füzelerin yol açacağı sonuçlar da tartışılmadı pek.

İsrail, Hamas’ı yakalamak için Gazze’yi kurutuyor.

Tanımamak için iki yılı aşkın bir zamandır yok saydığı Hamas ile başbaşa kalacağını hiç düşünmeden

Filistin artık Hamas’ın arkasında.

TÜRKİYE ARTIK HAMAS’I DA ETKİLEYEMEZ

GAZZE’
de yaşananlar karşısında dünya yeni yıl rehavetine gömülmüşken Başbakan Tayyip Erdoğan’ın şiddete son vermek için girişimlerde bulunmasını, çaba harcamasını olumlu karşılamıştım. İlk adımlar atılırken Türkiye’nin hem İsrail ile Hamas arasında bir uzlaşma noktasının oluşmasına katkısı bulunabileceği umudu doğmuştu. Başbakan’ın İsrail’e yönelik sert açıklamaları, Türkiye’yi sadece Hamas üzerinde etki yaratabilecek bir konuma itti. Sarkozy’nin, Şam’a gittiğinde Türkiye’den de bir temsilci istemesi de bunu gösterdi.

Bu da olumlu bir adımdı bana göre. Hamas olayın tarafı olduğuna göre denkleme dahil edilecekti ve Türkiye’nin Hamas ile yakın teması, uzlaşmanın sağlanabilirliği açısından önemliydi.

Ama artık Hamas’ın yanında Türkiye’nin değil İran’ın öne çıktığını görüyoruz.

Türkiye’nin dış politikanın eksenine oturtmaya çalıştığı bölgesel arabulucu rolünün gerçekleşebilmesi için çok dikkatli ve dengeli adımlar gerekiyor. Eğer taraflar arasında eşit mesafeyi koruyamazsanız her ikisinin üzerinde de etkili olamazsınız.

YARGI BAĞIMSIZLIĞI SUS MU DEMEK

ERGENEKON
davasında da deniz kurutuluyor. Amaç, devlet içindeki Gladio artıklarını ortaya çıkartmaktı. Tam tersi oldu.

Bu dava, ortaya çıkartıp kanıtladığı gerçeklerle köhne sistemi sarsacağına, siyasi intikam ateşini körükleyerek Türkiye’yi sarsar hale geldi.

Tartışma, "bize de şunlar yapıldı, size de yaparlar" düzeyinde sürüyor.

Türkiye’nin demokratikleşmesini engelleyen devlet içi çetelerin ortaya çıkartılması için yıllardan beri çağrı yapan bir gazeteci olarak bu davanın bu kadar ucu açık ve dağınıklık içinde sürmesinden rahatsızım. Çünkü amaç kayboluyor. Ucu açıklık süreci siyasallaştırıyor, süreç iktidar mücadelesi haline dönüşüyor.

İktidar çevrelerinin, bu süreci eleştirenlere "Yargı bağımsızdır. Susun bekleyin" demesini de kabul etmiyorum.

Türkiye’de mahkemelerin tam bağımsız olduğu söylenebilir mi? "Soruşturmalarda uluslararası standartlara uyulmalı" diyen Avrupa Komisyonu’nun uyarısı da mı bağımsız yargıya müdahale? Tabii ki sorgulanacak.

Muhalefeti susturmaya çalışmak değil, marifet denizi kurutmadan balığı tutmakta.
Yazının Devamını Oku

Kara operasyonunun amacı ve sonucu

5 Ocak 2009
SAVUNMA Bakanı Ehud Barak, kara operasyonu başlattıklarını açıklarken amacının, "Füzelerin fırlatıldığı bölgelerin kontrolü" olduğunu söyledi. Hem de defalarca. Gerçekten böyle bölgeler var mı? Evet vardı. Ama son dönemde Hamas’ın, Gazze’nin her yerinden füze fırlatacak düzeyde sistemini genişlettiği sır değil.

Zaten İsrail Savunma Bakanlığından yapılan açıklamalarda da, cami, üniversite, okul gibi yerlerin bombalanması, çocukların bile hedef olduğu saldırıların gerekçeleri gösterirken şöyle deniyor: "Buralarda hava topları, silah depoları bulunuyor onları yok etmek için hedef alıyoruz."

Bu harekatın nerede duracağını belirlemek mümkün değil.

İsrail bu harekatın Hamas yönetimini ortadan kaldırmaya yönelik olduğunu söylemedi ama bütün işaretler onu gösteriyor.

İsrail, Hamas’ı hedef alıyor.

Hamas, seçimlerle işbaşına geldi. Muhammed Abbas’ın bütün uyarılarına rağmen, El Fetih’in bütün çabalarına rağmen ABD ısrarla seçimlerin yapılmasını istedi.

Hamas seçilince de onu gayrı meşru yönetim ilan etti.

Hamas, ABD ve İsrail’e göre bir terör örgütü. Muhatap alınmıyor.

O da yönetime geldikten sonra bu yaklaşımı haklı çıkarttı.

Bugün Gazze’de yaşayan Filistinlilerin insanlık dramında Hamas’ın payı büyük. Şimdi bunları konuşmak erken ama bu da bir gerçek. Bugünkü durumdan Hamas da sorumludur.

Hamas’ın uzlaşmaz politikaları Filistin halkının değil İran, Suriye gibi yabancı ülkelerin çıkarlarına göre şekilleniyor.

İsrail, sadece belli bölgeleri kontrol altına alacağını söyleyerek harekatı başlatmış olsa da hava ve denizde devam eden ve kara harekatıyla yeni bir aşamaya giren bu saldırının amacı Gazze’yi Hamas’ın elinden almaktır.

İster kısmen ister tümden ne olursa olsun bu operasyon Hamas’ın daha fazla meşrulaştırılması ile sonuçlanacak.

***

GAZZE işgal edilse de edilmese de Hamas’ın bölgesel oyunculardan biri olduğu gerçeği daha fazla kabul görecek.

Hamas daha fazla muhatap alınacak.

Irak’ta da öyle olmadı mı? Saddam ve Baas gayri meşru ilan edildi. Ya sonunda? İstikrarın sağlanması için Baasçılara ihtiyaç olduğu anlaşıldı. Seçimlere katılmaları ve devlet kurumlarında görev almaları için özel çaba harcandı?

Savaş, reddedileni meşrulaştırır sonuçta.

Gazze’nin kısmen işgal edilmesi durumunda da böyle olacak. Bu yıkımdan sonra bölgeyi yeniden ayağa kaldırmak için gereken yardımları kim yönetecek? Kim ekonomik ambargolardan inlerken maddi yardımların başına geçecek? Hamas değil mi? .

Tam bir işgal harekatının, Mahmud Abbas’ı hiçbir şey olmamış gibi geri döndüreceğini sanmak ise hayalcilik. Abbas, İsrail tanklarının açtığı yoldan geri döner mi?

Dönse bile ayakta kalabilir mi?

Bütün bunlar eğer barış için yapılıyorsa, bu düzenleme barışı kolaylaştırır mı?

Kitle desteği zayıflamış bir liderle barış mümkün değil.

***

BU
operasyon İsrail açısından da beklenen yararı sağlayamayacak. Önümüzdeki ay yapılacak seçimler öncesi iç siyasi kaygılarla tetiklenen bu savaş İsrail’de hiçbir partinin siyasi hesaplarına de hizmet etmeyecek.

Öyle bir felakete yol açıyor ki, bunun altından kalkmak sadece Filistinliler değil, İsrail siyaseti için de kolay olmayacak.

Barış yine yeni bir bahara kalacak.
Yazının Devamını Oku

Tatil yarın bitiyor bekle Gazzeli

4 Ocak 2009
BEKLE Gazzeli, biraz daha dişini sık. Yarın tatil bitiyor. <br><br>Diplomasi devreye giriyor. Ama bu yaraları sarmaya yetecek, kalıcı bir ateşkesi sağlayacak mı, ya da nasıl sağlayacak bilinmiyor.

Önceki gün El Cezire Televizyonunda , Filistin’e destek mitingleri gösterildi. En kalabalık olanı İstanbul’dakiydi.

Dini dayanışma duygusu öne çıkıyordu. Yeşil bayraklar, sureli, kuranlı pankartlar. Etnik, dini aidiyet öne çıktığında olduğu gibi, İsrail ordusu değil İsrail halkını, Yahudiliği de hedefe alan isyan yayıldı sokaklara.

Gerçi, İsrailli politikacıların, kendi halklarına karşı verecekleri hesap bu. Adam gibi davransalar halklarının imajını çiğnetmeselerdi.

Ama bu ülkede, İsrail halkını hedef almayan, onun yönetiminin şiddetine karşı çıkan, ondan tiksinen, "bir kabusta yaşıyoruz" diyen Gazze’deki insanların acılarını dindirmek için bir şeyler yapmak isteyen ve aidiyet odağı sadece insanlık olan o kadar çok kişi var ki. Sesleri duyulmuyor. Çünkü siyasi liderlikleri yok.

İşte o zaman Türkiye, dini müttefik kimliğiyle uluslar arası diplomaside öne çıkıyor. Gazze’ye en çok destek veren İslam ülkeleri arasına giriyor. (Bu durumun sadece iç değil dış politikada da yönlendirici yansımaları olacağı besbelli değil mi?)

HAMAS VE ANKARA

ANKARA
’nın ateşkes girişimlerini, Başbakan Erdoğan’ın Ortadoğu turlarını küçümseyenler olabilir ama bir şeyler yapmak hiçbir şey yapmamaktan daha iyi. Zaten bu girişimler bölgeden de destek alıyor.

Türkiye, uluslararası diplomasi kulislerinde Hamas’ın sürece dahil edilmesi için çaba harcayan ülke rolünü üstleniyor, bu rol Arap ülkeleri tarafından da destekleniyor. .

İran ve Suriye’nin tecrit edilmişlikleri hesaba katıldığında Hamas için dünya ile temas kurabileceği en geçerli kanal Türkiye.

Cuma günü El Cezire televizyonunda Hamas’ın üst düzey yetkilisi Osman Hamdan, Abbas Yönetimi ile görüşmelere arabulucusuz başlamayacaklarını söylüyordu. Arabulucu olarak da Türkiye’yi gösteriyordu.

KARA HAREKATINA ABD ONAYINI ALDI

HAVA
saldırısının ardından, İsrail dün ABD’den yeşil ışık alınca kara harekatını da başlattı. Beyaz Saray Sözcüsü Gordon Johndroe, "Havadan ya da karadan alınan her önlem Hamas’ın roketlerini durdurmak için" derken ABD Başkanı Bush da "Suriye ve İran tarafından desteklenen terör örgütü Hamas’ın saldırılarını derhal kesmesi" gerektiğini söyleyerek İsrail’in arkasında olduğu mesajını verdi.

İsrail diplomasiye hazırlanıyor.

Hamas zamana oynuyor. Bir hafta süren saldırdılarda kendi koşullarını dayatmaktan bir adım geri gitmedi, kamuoyu desteğini genişletti. Kara harekatına da direnecek.

El Fetih denklemin dışına hızla itiliyor, İsrail’in saldırıları Abbas’ı da yalnızlaştırıyor.

İslam ülkelerinin durumunu ise İslam Konferansı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’nun dün Cidde’deki Bakanlar düzeyinde Acil İcra Komitesi toplantısında yaptığı saptama çok iyi anlatıyor. "İslam dünyası kendisini güçlü kılacak ve menfaatlerini müdafaa etmesini sağlayacak imkanlara ve büyük ekonomik kapasiteye sahip olduğu ve stratejik önemi de giderek arttığı halde maalesef maddi yetenek ve güçleri ile önemini,somut hareketlere ve sahada gerçekliğe dönüştüremiyor."

Arap Birliği son toplantısında ortak karar bile alamadı.

Avrupa Birliği, yarın Sarkozy’nin de aralarında bulunacağı bir heyetle Batı Şeria’ya gidiyor. Avrupa yine ağır.

Yılbaşı tatilinden sonra diplomasi kulisleri hareketleniyor

Ortak çözüm arayışı Güvenlik Konseyi’nin Salı günü yapacağı toplantıyla hız kazanacak.

Bekle Gazzeli, belki şiddet duracak, ölme.
Yazının Devamını Oku

Geçen yılın iki olayını birinci seçtim

2 Ocak 2009
KLASİK sorudur, bana da sordular. Geçen yıl Türkiye açısından en önemli olay neydi.

Yanıtım hazırdı zaten. Kararı duyduğumda çok sevinmiştim.

TRT’nin Kürtçe yayın kararı, geçen yılın en önemli olaylarından biriydi benim için. En önemlisiydi hatta.

Eleştirileri biliyorum. Olmasın diyenlerin de, bunu yetersiz görenlerin de eleştirilerini dinledim.

Ama bu adımı önemsemeye devam ettim.

Devletin vatandaşına onun dilinden seslenme isteği duyması önemliydi benim için.

Yıllarca bu topraklarda Kürtleri görmezden gelen bir anlayış bölünmeleri körükledi.

Şimdi devlet, Kürtleri görüyor ve seslenmek için onlara gidiyor.

Bugüne kadar çeşitli sivil toplum örgütlerinin girişimleri oldu. Kürtçe yasağı kalktı, özel kurslara izin çıktı.

Ama hepsinde de, "aman kimse fazla duymasın aramızda kalsın" mahcubiyeti vardı.

Eğer öyle olmasaydı hálá resmi tutanaklara Kürtçe yerine "nokta nokta dili" ifadesi kullanılır mıydı?

Kürtçe yayınlar sudan sebeplerle yasaklanabilir, w, q, x kullandıkları için insanlar aleyhinde davalar açılabilir miydi?

TRT’nin Kürtçe yayını ve Başbakan’ın Kürtçe mesajı, bir dönüm noktasıdır.

Çünkü sivil toplum ne kadar uğraşırsa uğraşsın, siyasi irade olmadıkça toplumsal dönüşümleri sağlamak mümkün değil.

Bu dönemeci, kırıp dökmeden doğru biçimde alabilmek için sadece çok dikkatli değil, çok da sorumlu olmak gerekiyor.

TRT’den büyük bir mucize beklemiyorum. Ama bu yayın sayesinde sesini duyuramayan Kürt sanatçıların yetişebileceklerini, kendilerini daha iyi eğitme fırsatı bulabileceklerini, Türkiye’nin saklı zenginliklerinden olan bir kültürün gelişeceğini düşünüyorum. Ve biz bunu öğreneceğiz.

Kürt edebiyatının ortaya çıkıp serpilmesi, tarihle ilgili bilimsel güvenilirliği olan araştırmaların artması, dilin zenginleşmesi, sanatçıların desteklenmesi, toplumun genelini güçlendirir.

Devlet televizyonundan Kürtçe’nin, bir üniversitede Kürt filolojisi adımı ile devam etmesini bekliyorum.

***

BEN
bu adımı çok önemsiyorum.

Aynı Kerkük’te Türkçe’nin resmi dil olarak kabul edilmesini önemsemem gibi.

Geçen yılın en önemli dünya olaylarının başındaydı benim için Kerkük yerel Meclisi’nin Türkçeyi resmi dil olarak kabul etmesi.

Bu da Irak’ta bir ilkti.

Saddam döneminde Kerkük’ü ziyaret eden bir gazeteci olarak bunun ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Sokakta Türkçe konuşmaktan bile çekinen insanlarla karşılaşmışım.

Savaştan sonra Kürtlerin, Kerkük’e el koyma hayallerinin ortaya çıktığı günlerde de durum farklı değildi. Korku yoktu bu kez ama artık her yerde çatışmalar vardı. Kerkük meselesi henüz çözülmüş değil, bu sorun hálá ülkenin istikrarını tehdit ediyor.

Türkmenleri yok sayan zihniyet, işgalci yönetim tarafından desteklenerek güçlenmişti.

Ama Türkçe, Irak’ta Türkmenlerin verdikleri bir hukuk mücadelesi sonucunda Kerkük’te resmi dil olarak geçen yılın sonunda kabul edildi. Kerkük Vilayet binasının kapısında artık Türkçe bir tabela var.

Ne kadar sevinçi bir haber bu.

Irak’ta bunu sağlayacak bir siyasi iradenin ortaya çıkması bölgenin yeniden yapılanma dinamiklerini etkileyecek en önemli gelişmelerden biridir bana göre.

Irak’ı Kürtler, Araplar gibi Türkmenlerin de vatanı olduğu bilincini güçlendiren bu anlayışın doğuracağı ittifakları önümüzdeki dönemde daha iyi göreceğiz.

Geçen yılın birincileri bence TRT’nin Kürtçe yayını ile Türkçe’nin Kerkük’te resmi dil olarak kabul edilmesiydi.
Yazının Devamını Oku

Türkiye’ye gelmeden verilmiş bir karar

29 Aralık 2008
O RESİMLER birer ikişer önümüze düştükçe, Gazze’nin felaketine ağlamamak imkansız. Ateşkes süreci yine başarısızlıkla sonuçlandı. Bunca acı karşısında haklıyı haksızı aramadan, bundan sonra ne yapılabileceğini düşününce aklıma Olmert’in bir hafta önce Ankara’ya yaptığı ziyaret geliyor.

Başbakanı Ehud Olmert ile Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Ankara’da beş saati aşkın süre neler konuştukları dışarıya pek yansımadı.

Örneğin, Aralık başında Hamas’ın Ankara’dan arabuluculuk için devreye girmesini istediği de pek duyulmadı. Ankara’nın buna yanaşmadığı da.

Felaket geliyorum demedi ama geldiğini herkes görüyordu.

Son altı ay ateşkes süresi içinde İsrail, Hamas’ın kontrolündeki Gazze’de halkın durumunun düzelmesi için önemli adımlar atmadı.

Hamas da bir şey yapmadı. Eğitim kamplarında faaliyetlerin sürdüğü, Hamas’ın bir hazırlık içinde olduğu haberleri yüzünden son haftalarda kuşatmayı sıkılaştırarak halka yardım malzemelerinin ulaşması engellendi, Gazze’de durum daha da kötüleşti.

Gerginliğin tırmanmasıyla birlikte Hamas’ın uluslararası planda yaptığı girişimlerin izolasyonu kırma amacını taşıdığı diplomasi kulislerinde konuşuluyordu.

Ankara bu teklife uzak durdu ama Olmert ziyareti öncesinde Gazze konusu Türkiye’nin ileride arabuluculuk oynayabileceği temeli hazırlayacak gelişmeler yaşandı.

***

İSRAİL
’in Gazze saldırısı, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı zor durumda bıraktı. Başbakan, Olmert’i İsrail-Suriye ilişkileri çerçevesinde telefon ile aramak üzereyken saldırı nedeniyle vaz geçtiğini söyledi, "Çünkü bu bize karşı yapılmış bir saygısızlıktır. Biz, şu veya bu ülke değiliz. Her şeyden önce demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletiyiz. Barışı yaygınlaştırmak, onu egemen kılmak için gayret eden bir ülkeyiz" dedi.

Erdoğan, kendi kamuoyunu bu açıklama ile yatıştırırken, bu tırmanışı beklemediği mesajını da vermiş oldu.

Gerçekten böyle miydi?

Gerilimin tırmanmakta olduğu bir dönemde yapılan bu ziyaret sırasında Olmert ile Gazze konusunda neler tartışıldığının ayrıntılarını bilmiyoruz.

Ama bildiğim bir şey var. O da, 18 Aralık’ta Başbakan Olmert’in , İsrail Savunma Bakanı ile Tel Aviv’deki Savunma Kuvvetleri Merkez Karargahı’nda bir araya gelerek, bu operasyona onay verdiği.

Haber dünkü İsrail gazetelerinde yer aldı.

Yani Olmert, 22 Aralık’ta Ankara’ya geldiğinde operasyon kararı alınmıştı.

İsrail gazetelerinde yayınlanan bir başka habere göre de Başbakan Erdoğan, Olmert ziyaretinden önce Hamas lideri İsmail Haniye ile telefon görüşmesi yaptı ve Gazze kuşatmasının kaldırılması için Olmert ile konuşacağını söyledi.

Gazze’de bir şeyler olacağı biliniyordu ama ne yazık ki kimse olacakları engelleyemedi.

***

ONLARCA
insanın felaketinin önüne geçilemedi ama önümüzdeki günlerde yine arabuluculuk girişimleri başlayacak.

Hamas ile İsrail arasındaki arabuluculuk sürecinde baş rolü oynayan Mısır’ın durumu eskiye göre zayıfladı. Mısır’da, İran’ın Hamas ile bölgede elini güçlendirmeye çalıştığı görüşü var.

Hamas yönetimi ise İsrail kuşatmasına karşı Mısır’ın yeterli yardım yapmadığı iddiasında.

Önümüzdeki günlerde, Ankara’nın yeni bir ateşkes anlaşması için devreye girmesi kimseyi şaşırtmamalı.

Bu hem Hamas’ın hem de, Olmert ziyareti öncesi Haniye ile konuşulduğunu bildiği halde bu meseleyi büyütmeyen İsrail’in hazırda tutmak istediği bir alternatif olabilir.
Yazının Devamını Oku

Bunlar da mı önyargı?

28 Aralık 2008
YER yerinden oynadı. Prof. Binnaz Toprak’ın gerçekleştirdiği araştırmanın gerçeği yansıtmadığını ispat etmek için aralarında "iktidar aydınları"nın bulunduğu bir cephe ateş püskürdü. Türkiye’de baskı yokmuş, olanlar da zaten kökleri geçmişe dayalı baskılarmış. Önyargıyla mahalle baskısı aranıyormuş.

Tamam, konu halk arasındaki önyargılara dayalı baskılar değil ki. Kamu görevlileri eliyle sürdürülen baskılardan söz ediyoruz. Hükümete sırtını dayayan, onun yarattığı iklimden beslenen baskılar söz konusu olan.

İşte bir örnek. Kenan Şengezer, Elazığ Karakoçan’da yaşayan bir Alevi ailenin oğlu. Karakoçan Haber Gazetesi yazı işleri muhabiri Nursel Şenezer’in kardeşi. Ailenin harç borç okuttuğu sekiz çocuğundan biri olan Kenan, Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Biyoloji öğretmenliği mezunu. İlçedeki ilkokulda öğretmenlik yapmak için başvuruda bulunuyor, yanıt olumsuz.

İlçe Milli Eğitim Müdürü, bir başka genci göreve alıyor. İki yıllık tekstil yüksek okulu mezunu bu genç muhtarın kızı.

Şengezer, Milli Eğitim Müdürü hakkında cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunuyor. Bu sırada dosyada muhtar tarafından Milli Eğitim Müdürlüğü’ne gönderilen gizli bir mektup ile karşılaşıyor. Bu belge bende var.

Bu mektupta şöyle deniyor, olduğu gibi aktarıyorum:

"2005-2006 öğretim yılında mahallemiz Atatürk İlkögretim Okulu’nda ücretli olarak görevlendirilen usta öğretici Kenan Şengezer çalıştığı süre içinde olumsuz davranışları bulunmuş, zaman zaman farklı mezheplerden bahsetmekte, bölücü ve yıkıcı fiilleri övücü söz ve davranışlarda bulunduğunu öğrenciler arasında yapılan konuşmalardan öğrendim. Ayrıca dükkancı ablası Nursel Milli Eğitim ve Yöneticileri hakkında ağır sözler sarf ederek hakaretlerde bulundu. Bu nedenle, ilgili şahsın önümüzdeki öğretim yıllarında bu tür görevlendirilmelerde bulunulduğu takdirde aleni davranışlar içinde olacaktır."

SAVCILIK NE DİYOR?

Şengezer
, bu belgeyle ilgili olarak da şikayet başvurusu yapıyor. Ne yanıt veriliyor biliyor musunuz?

"Yukarıda kimlik bilgileri yazılı müştekinin, şüphelinin Milli Eğitim Müdürlüğü’ne verdiği dilekçe ile mağdurun kardeşinin 2005/2006 yılında Atatürk İlköğretim Okulu’nda usta öğretici olarak görev yaptığı sırada ileride görevlendirilmesinin öğrencileri mezhep yönünden etkileyebileceği ihtimalinin göz önüne alınarak ileride görevlendirilmemesi konusunda görüş belirttiği için şüpheli hakkında şikayetçi olduğu,

Yapılan soruşturmada şüphelinin yaptığı fiilin herhangi bir suç oluşturmadığı, yasal olan dilekçe verme hakkını kullandığı anlaşılmakla, şüpheli hakkında KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA..."

Karar bu ay başında açıklanıyor. 2008 Aralık ayında Türkiye’de Alevi vatandaşlar, mezhepleri nedeniyle işsiz kalabiliyor ve bunu sağlayan ihbar mekanizması "yasal dilekçe hakkı" olarak yorumlanabiliyor.

Bunun Türkçesi nedir biliyor musunuz? Ayrımcılık uygulayanlar değil, farklılıklar cezalandırılıyor.

FARKLILIKLAR ZENGİNLİĞİMİZ Mİ GERÇEKTEN

Hani farklılıklar zenginliğimizdi.

Eğer böyle diyorsak, buna inanıyorsak evrensel insan hakları değerlerinin yasalarla güvence altına alınıp alınmadığına bakalım. Bunu sağlamak için neler yapılıyor?

Kamu görevlileri atanırken nelere öncelik veriliyor, bunu saptamak önemli. Bu zihniyeti benimseyenlere mi yoksa yandaşlara mı?

Sadece Aleviler değil. Gidin sorun.

Bakalım doğum yeri Diyarbakır olanların durumu ne? İş başvuruları geri çevrilen o kadar çok insan tanıyorum ki. Dindarlık ölçüsü de yeni bir kriter iş başvurularında artık.

Daha dün, çok yakınım bir genç kadın, İstanbul’da bir iş görüşmesine gitti, sağlam bir CV ile oturdu görüşme masasına, ne soruldu kendisine biliyor musunuz?

"İçki içer misiniz, oruç tutar mısınız?"

Ülkeye hakim olan siyasi iklim tarafından beslenen mahalle baskısı değil de nedir bu?
Yazının Devamını Oku

Farklılıklar derinleşti

26 Aralık 2008
FARKLI olmayan var mı? Türkiye’de çeşitli nedenlerden baskılarla karılaşmayan var mı? Çoğunluğun içinde yer alsanız bile ona uymayan bir nedeniniz vardır ve o yüzden baskılarla mutlaka karşılaşmışlığınız da. Binnaz Toprak, İrfan Bozan, Tan Morgül ve Nedim Şener’in "Türkiye’de Farklı Olmak" başlıklı araştırmalarını okurken bunu düşündüm.

Türkiye’de eskiden beri farklılıklara karşı tahammül azdı. Alevi sorunu yeni mi, hayır.

Kürt meselesi, bugünkü biçimine geliş süreci yüzyılı aştı, kadınlara yönelik baskılar, azınlıkların çektikleri, her kesim, bir sonraki nesle aktardığı gizli öyküleriyle bir arada yaşamaya çalışıyor bu ülkede.

Zaten araştırmada, "Toplumdaki önyargıların pek çoğunun yeni olduğu iddia edilemez. Ancak laik kimliklere karşı olan iktidar kaynaklı ayrımcılık ve baskı, eğitim alanında cemaatlerin faaliyetleri, laik kimliklerin ticari hayattan dışlanması ve içki yasağı gibi konular ile Ramazan aylarında oruç tutmayanlara karşı sergilenen hoşgörüsüzlük, Cuma namazına katılma "zorunluluğu" vb. toplumsal baskılar eskiden var olmayan yeni bir ortamın mevcudiyetine de işaret ediyor. Bu yeni ortamın eskiden beri var olan önyargıları azaltmak yerine pekiştirdiğini düşünüyoruz" deniyor.

Bu yeni ortam AKP iktidarının yarattığı iklimle besleniyor. AKP’liler ve iktidar müttefikleri (liberal-aydın-muhafazakar gibi tanımlamalar yapmıyorum, çünkü yanıltıcı bir genelleme oluyor) bu iddiaya karşı çıkıyor ve kızıyorlar.

Ama öyle.

***

SON
yıllarda Anadolu’nun her köşesinden özellikle yerel medyanın karşılaştıklarını izlediğimde, merkezden gelen işaretlerin çevreye çok daha baskıcı ve tutucu bir anlamla ulaştığını görüyorum.

Örneğin Adıyaman’ın Gerger ilçesinde Gerger Fırat Gazetesi’nin başına gelenler. Fettullah Gülen ile ilgili yazı yazdığı için savcı tarafından, "Sen nasıl Fettullah Efendi Hazretleri hakkında bunları yazarsın" diye azarlanan, gözaltılar, hapisler, yüzlerce dava ile yıldırılmaya çalışılan, yolsuzluklarla ilgili her haberi hakkında dava açılan Hacı Boğatekin ve bütün ailesinin karşılaştığı baskılar.

Evet, olay büyüyünce savcının yeri değiştiriliyor, ama aynı zihniyet bir başka yerde göreve devam ediyor.

Bir başka örnek de Elazığ’ın Karakoçan ilçesinden, Nursel Şengezen sahibi olduğu Karakoçan Haber gazetesinde, kendisinden okul servisi isteyen 28 kız öğrenciye "paranız varsa okursunuz yoksa gidin evlenin" diyen Milli Eğitim Müdürü ile ilgili haber yapınca hayatı kararıyor. Alevi olduğu her aşamada dile getiriliyor. Kaymakam, olaya müdahale etmek için devreye giren AKP milletvekiline "O, Alevidir, devlete bakışını zaten biliyorsunuz" diyor. Sonunda Kaymakam da Eğitim Müdürü de görevlerinden alınıyorlar. Kız öğrenciler servis aracına kavuşuyor ve sayıları artıyor. Ama Nursel Şengezen hakkında açılan davalarla boğuşmaya devam ediyor.

***

BU
baskıların büyük bir kısmının AKP merkez yönetimi tarafından onaylanmadığını biliyorum. Haksızlıkları düzeltmek, baskıları engellemek için kadro değişiklikleri yapılıyor.

Ama merkez vur diyince çevre öldürüyor. Merkezin mesajları bu açıdan çok önemli. Kadrolaşmada, dini kimlik, muhafazakar kültür değil liyakat öne geçmedikçe, A bölgesinde halkla dalaşan görevlinin B bölgesine kaydırılması yeterli değil. Özellikle de kurumlarda cemaat örgütlenmesi meselesi ciddiye alınmadıkça bu müdahaleler yüzeysel kalıyor.

AKP’liler ve çevresi bu araştırmaya karşı çıkıp mahkum etme uğraşına girmeden önce orada yer alan önemli bir tespit ve ciddi bir öneriyi gözden kaçırmamalılar.

"Türkiye’de farklılıkların zenginlik olduğunu, kimsenin yaşamına ve tercihlerine karışılmaması gerektiğini sık sık dile getiren Adalet ve Kalkınma Partisi yetkililerinin, üst yönetimin bu söylemi ile yerel yönetimlerdeki partilerin icraatları arasındaki kopukluğu görmelerinin Türkiye’deki siyasi gerginliğin çözülebilmesi için önşart olduğunu düşünüyoruz.."

AKP, farklılıkları zenginliğe dönüştürecek hiçbir siyasi adımı atamadı ama atamaları ve siyasi mesajları ile farklılıkları derinleştirdi.
Yazının Devamını Oku

Basın düşmanlığı demokrasi zaafı

22 Aralık 2008
AYNI denize atılan taşın etkisi gibi. Başbakan ekranlardan basına çattığı zaman, bunun dalgaları Türkiye’nin en ücra köşelerine kadar ulaşıyor. Merkezden gelen mesajlar devletin en uç noktalarına kadar yorumlana yorumlana, büyüye büyüye yayılıyor.

Yıkıcı etkinin ilk kurbanları yerel basın.

Dün sabah Adıyaman Gerger İlçesi’nin Gerger Fırat Gazetesi sahibi Hacı Boğatekin ile konuştum.

Hakkında 109 dava açılmış. İki duruşma arasında kaçmasın diye hapse bile atılmış. Yöneticilerle ilgili eleştiri içeren her haberi bir dava nedeni oluyor.

Hakkında dava açan savcı ile ilgili şikayetler sonunda Adalet Bakanlığı’nı harekete geçirdi ve savcı başka bir yere atandı.

Fethullah Gülen ve cemaatin bölgedeki faaliyetleriyle ilgili iddiaları taşıyan haberleri nedeniyle başı dertten kurtulmayan Boğatekin, devletin görevlileri tarafından "Kürt olmakla, Ermeni olmakla "suçlanıyor savcı tarafından. Resmen değil tabii, yazdığı bir mektupta.

Boğatekin hakkında 301’den de iki kez açılmak istenen dava Adalet Bakanlığı’nın reddine takılmış.

Adıyaman’ın ücra bir ilçesinde gazetecilik yapmaya çalışan bir gazeteciye yönelik baskılar ailesinin durumunu, güvenliğini de sıkıntıya sokuyor.

Bu sadece bir örnek.

Hikayesi çok uzun.

Ama basın özgürlüğü merkezde ciddiye alınmadığı zaman ücralarda neler olabileceğini göstermesi açısından dikkat çekici.

***

AKŞAM
Gazetesi de, Başbakan Tayip Erdoğan’ın hedefine girdi. Doğalgazın pahalı olması nedeniyle kömür yakıldığı bunun da hava kirliliği yarattığı haberine kızan Başbakan gazeteyi yalancılıkla suçladı ve haberini kanıtlayamazsa gazetenin kapatılmasını istedi.

Akşam haberini dünkü gazetede kanıtladı da kapanmaktan kurtuldu!

Ülkeyi yönetenlerin basını siyasi bir rakip gibi karşılarına almaları ve her fırsatta çatarak, kapatma, boykot gibi "yok etmeyi" ifade eden sözcükleri kullanmaları sandıklarından çok daha ciddi sonuçlara neden oluyor.

Beğenmediğin haberleri yayınlayan gazeteler kapanabilir.

Başbakan basına çatıyorsa, biz de vururuz zihniyeti güçleniyor kamunun yerel yöneticilerinde.

Yerel basın Türkiye’de çok zayıf. Birçok nedeni var ama en önemlilerinden biri de adı konmayan muhalefet yasağı. .

Gör ama söyleme. Hatta görme. Böyle demokrasi yerleşir mi?

***

BAŞBAKAN
Erdoğan dün yerel seçimler için start verdiği toplantıda, "Yerel demokrasimiz, yerel siyasetimizle kalite kazanıyor" diyor.

Başbakanın yerel demokrasiden söz etmesi, öneminin altını çizmesi çok sevindirici. Buna yerel siyasetin kalite kattığını söylemesi de iyi. Demek farkında.

Ama yerel siyaset sadece yol su değil.

Sadece belediyelerin değil, devletin bütün kurumlarıyla yerelde halka verdiği hizmet ve yaklaşımının kalitesi de önemli.

Bu kalite, liderlerin demokrasinin değerleri karşısındaki tavırlarına da bağlı.

Basın özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü de demokrasinin temel değerlerinden.

Bu noktada anlaşıyor muyuz, anlaşamıyor muyuz? Yerel seçimler öncesi, gerginliğin daha da artacağı günlerde önce buna karar verelim.
Yazının Devamını Oku