Ferai Tınç

ABD, Taliban ile temas ararken Türkiye’den yardım vaadi

23 Mart 2009
YAVAŞ yavaş ortaya çıkıyor. Yeni Amerikan yönetiminin Türkiye’ye açtığı kredinin ardında yatan nedenleri araştırırken ilginç ayrıntılarla karşılaşıyorum.

Bu ayrıntılar dış politikayı çok yakından ilgilendirdiği gibi, iç politikada önemli sonuçlara yol açabilecek nitelikte.

ABD’nin yeni Afganistan temsilcisi Büyükelçi  Holbrooke, Brüksel’de gazetecilere yaptığı açıklamada, Türkiye’nin Afganistan’da Taliban’a karşı yürütülen operasyonlarda Amerika’ya yardım edebileceğini söylerken bir mektuptan söz etti.

Dün çeşitli gazetelerde yer alan bu açıklamada Holbrooke, Dışişleri Bakanı Babacan’ın kendisine ve Hillary Clinton’a gönderdiği mektupta Taliban konusunda işbirliği taahüdünde bulunduğunu söyledi. Bu işbirliği Taliban’a karşı birlikte savaşmak anlamına mı geliyor? Hayır. Zaten Türkiye Afganistan’da muharip güç olarak görünmemek için özen gösteriyor.

NATO’nun önümüzdeki günlerde Afganistan seçimleri için üyelerden resmen isteyeceği dört tugay asker konusuna Türk yetkililer "soğuk bakmıyoruz" deseler de, bu misyonun sadece seçimlerin güvenliği  çerçevesinde olacağının altını çiziyorlar.

Pekiyi bu nasıl bir işbirliği olabilir?

Bunun nasıl bir işbirliği olabileceğinin ipuçlarını bir başka gelişme ortaya koyuyor.

ABD, Afganistan sorununun çözümü konusunda siyasi seçeneği daha fazla devreye sokmaya hazırlanıyor.

HİKMETYAR İLE TEMAS

Yazının Devamını Oku

Dışarıdan bakınca görünen

22 Mart 2009
BRÜKSEL’de NATO zirvesi öncesi tartışmalarını izlerken, konuşmadığımız birçok şey gibi Ege Denizi’ndeki önemli bir olayın da hiç dikkat çekmediğini fark ettim. Biz konuşmuyoruz ama Yunanistan’da çok konuşuluyor.

Türkiye’nin daveti ile 29-30 Mart günlerinde Ege ve Akdeniz açıklarında bir tatbikat yapılacak. Egemen 09 Birleşik Müşterek Fiili Tatbikatı, ABD, İngiltere, Hollanda ve Belçika’nın katılımıyla gerçekleşecek.

Ege Denizi’nde meydana gelebilecek bir sıcak çatışma sırasında NATO güçlerinin müdahale etmelerini ve çatışma nedenini araştırmalarını amaçlayan tatbikat, Yunanistan’ın tepkisiyle karşılaştı. Yunan Savunma Bakanı tatbikata katılacak ülkelere, vazgeçmeleri için başvuruda bulundu. Ama çağrısı karşılıksız kaldı. Yunanistan’ın endişesi Akdeniz ve Ege’de Yunanistan’ın karasularıyla ilgili iddialarının ciddiye alınmaması.

Tartışmalı sulardaki tatbikat tek başına çok önemli olmayabilirdi. Ama ABD Başkanı Obama’nın, Türkiye’yi ziyaret ederken Yunanistan’a uğramayacak olması, Ege’nin karşı yakasında iki olayın birlikte değerlendirilmesine ve bundan siyasi sonuçlar çıkartılmasına yol açtı.

Washington, tasarruf önlemleri nedeniyle toplantıların kısıtlanmasına rağmen Yunanistan ulusal gününün 25 Mart’ta Beyaz Saray’da verilecek bir resepsiyonla kutlanacak olduğunu söyleyerek Atina’dan gelen eleştirileri yatıştırmaya çalıştı. Nafile.

Yunanlı meslektaşlarım bunun her yıl tekrarlanan bir gelenek olduğunu söylüyorlar ve şu sorunun yanıtını arıyorlar.

Türkiye’ye artmakta olan desteğin sebebi ne? Aslında bu soru son günlerde uluslararası kulislerde en sık rastlanan soru.

* * *

NATO
’nun altmışıncı yıldönümünde neleri tartıştığını ve kendisini nasıl biçimlendirdiğini görünce bu sorunun yanıtı daha iyi ortaya çıkıyor.

Fransa Devlet Başkanı Sarkozy, Perşembe günü ülkesinin NATO’nun askeri kanada geri dönüş talebini içeren bir mektubu NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer’e iletti.

Bu bir formalite. Şimdi NATO Fransa’nın askeri kanada geri dönüşünün modalitelerini konuşacak. Hangi komutanlıkları devralacağı, komuta yapısı, kadro paylaşımı, ortak bütçe ve savunma planlama sürecine katkısı konularının tartışılması gerekecek.

Fransa’nın geri dönüşü, 11 Eylül’den sonra Avrupa ile ABD arasındaki uzaklaşmanın sona ermesi anlamına geliyor. Ama daha da önemlisi, Washington’un Avrupa ile güvenlik meselelerini ABD’nin etkin olduğu NATO çerçevesinde ele alacak olmaları. Transatlantik ittifak güçleniyor. Bu NATO’nun Türkiye’nin de aralarında bulunduğu Transatlantik kanadını rahatlatacak bir gelişme.

Bu nedenle ABD için sadece askeri değil, siyaseten de bu sürecin aksamaması hayati önemde. Türkiye’ye her aşamada Fransa ile müzakere olanağı verecek olan bu dönemde, Türkiye’nin köstek değil destek olması isteniyor. Türkiye daha fazla dinleniyor, daha fazla ikna edilmeye çalışılıyor.

* * *

BÜTÜN
bu çabanın nedeni Afganistan. Her şey Afganistan’a göre planlanıyor, biçimleniyor. Amerikan seçimleri öncesi, süper gücün sona erdiği, Amerikan sonrası dönemden söz ediliyordu. Şimdi ABD, Obama döneminin rüzgarıyla bu imajı değiştirmeye çalışıyor. General Petraeus ve Holbrooke ile birlikte, halkı kazanmaya dayalı yeni bir strateji ile Afganistan’a öncelik veriyor.

Bunu tek başına değil, NATO ile yapacak. NATO, Afganistan’a kilitlenmiş görünüyor. Yeni strateji belgesi de bu iklim içinde hazırlanacak.

Bu prizmadan bakıldığında İran’ın kontrolü, Irak’ın istikrarı açısından Türkiye çok önemli. NATO’da İran ile Afganistan konusunda işbirliği seçeneği çok ciddiye alınıyor. Irak’ta istikrarın bir yolu da Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesinden geçiyor.

ABD için bu kritik dönemi Türkiye ile sorunsuz atlatmak önemli. Amerikan Yönetimi’nin AKP ihtimamı bundan kaynaklanıyor.
Yazının Devamını Oku

NATO 60’ında emekli olmuyor ya ne yapıyor?

20 Mart 2009
BRÜKSEL AYAĞINIZIN uğruyla geldiniz diyorlar. Brüksel güneş içinde. Gerçekten güneşli Brüksel günleri gidiş gelişlerimin en ender rastlanan manzarası. Brüksel’in ıslak gri havasının izi yok. Ama iki önemli toplantı yüzünden gazeteciler günlerini yine karanlık salonlarda geçiriyorlar. Avrupa Birliği Zirvesi, ekonomik krizi konuşuyor NATO karargahı 60’ıncı kuruluş yıldönümüne hazırlanıyor. Biz, NATO üyesi ülkelerden büyük bir grup gazeteci yeni yüzyılın ihtiyaçlarına göre NATO’nun nasıl hazırlandığını dinlemek için NATO merkezindeyiz.

Birkaç hafta önce Türkiye’yi ziyaret eden araştırmacı Friedman’ın "NATO çöküyor, Avrupa Birliği dağılıyor" kehanetine meydan okurcasına NATO yeni bir nefes alıyor.

Yirmi yıl önce, Sovyetler Birliği dağıldığında gerçekten de NATO’nun işi bitik görünüyordu. 1999’da hazırlanan strateji belgesinde NATO "Avrupa merkezli" bir vizyona kendisini odaklamıştı. Eski doğu bloku ülkelerinin güvenlik ihtiyaçlarına can simidi gibi sarılmıştı NATO.

FRANSA’NIN HAYAT ÖPÜCÜĞÜ

WASHINGTON
anlaşmasının imzalandığı 60’ıncı yıldönümü, yani NATO’nun altmışıncı yaşında ise örgüt, son yirmi yıl hesaba katıldığında geleceğe en güvenle baktığı döneme adım attığına inanıyor.

NATO 60 yaşında emekli olmuyor buradaki yetkililerin ifadesiyle.

Fransa’nın, daha doğrusu Sarkozy’nin NATO’nun askeri kanadına dönüş kararı NATO’ya sembolik anlamda büyük bir destek sağlamış. "Batı ittifakının vazgeçilmez güvenlik gücü" konumuna döndürüyor NATO.

Her şeyden önce bir dönem kapanıyor, Irak Savaşı’nın ABD ve Avrupa arasında açtığı derin çatlak, Fransa’nın dönüşü ile tamamen onarılmış oluyor.

Obama dönemi, Bush zamanındaki hatalardan ders çıkartarak işbirliği ve kucaklayıcı olma kavramlarını öne çıkartırken, ABD’nin uzun süreden beri NATO’yu canlandırmak için verdiği mücadelenin bir yerlere gelmesini sağlıyor. Fransa’ının geri dönüşü ise NATO için bir "hayat öpücüğü".

NATO’nun önümüzdeki dönemde esas konusu Afganistan olacak.

Yeni yüzyılın yeni stratejik ihtiyaçlarını belirlerken büyük ölçüde Afganistan hedefleniyor.

İNCE DİPLOMASİ

FRANSA
’nın geri dönüşü tartışılırken Yunanistan’ın dönüşüne darbe yönetiminin onay vermesi tabii herkesin aklını kurcalayan bir mesele. Acaba Avrupa Birliği’nde engel çıkartan Fransa’ya Türkiye NATO’da bir karşılık verebilir mi? Fransa’nın durumu farklı. Zaten NATO üyesi, kendi isteği ile ayrıldığı askeri kanada kendi isteği ile dönüyor. Tabii bu,. Türkiye’nin Fransa’dan nezaket icabı bu kararı NATO üyesi ülkelere danışması beklentisinde olmadığı anlamına gelmiyor. Yani Fransızlar bi danışsalardı, bu konu bi konuşulsaydı daha iyi olacaktı.

NATO koridorlarındaki koşuşturmadan anladığım kadarıyla bu konuda çok ince bir diplomasi dönüyor. Zaten Dışişleri Bakanı Babacan’ın açıklaması da net. "Fransa’nın dönüşü bizim açımızdan da siyasi bir karar olacak."

NATO Altmışıncı yıldönümü nedeniyle 13 gün sonra Fransa ile Almanya sınırında Strasbourg ve Kehl’de yapılacak zirveye geniş bir gündemle hazırlanıyor.
Yazının Devamını Oku

Azerbaycan’ın kalbini almak

16 Mart 2009
GÖZLER Türkiye’de. Acaba Türkiye Azerbaycan’ı satıyor mu? Ermenistan ile yakınlaşırken Karabağ’da desteğini çekiyor mu? Azerbaycan’da kafalar karışık. Uzun zamandan beri böyle. Ama dün Türkiye’de bazı gazetelerde çıkan haberler kafaları iyice karıştırmış. "Gerçekten 24 Nisan’da Türkiye Ermenistan ile sınırı açacak mı? Gizli anlaşma mı yapılmış?" .

"Bilmiyorum."
Dün haberleştiğim tanıdıklarıma böyle cevap veriyorum. Bilmiyorum, ama keşke sınır kapıları açılsa ve Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkiler normalleşse. Bu yakınlaşmanın Kafkasya barışına katkısı olur.

Azerbaycan’ın bağımsızlıktan sonra ilk cumhurbaşkanı olan Haydar Aliyev’in danışmanlığını da yapmış olan Vefa Gulizade, bu sorulara karşı, "Bunca zaman sınır kapalıydı ama biz bir şey kazanmadık. Belki Kafkasya’da dengeler değişirse Karabağ sorunu da çözülebilir" diyor her fırsatta.

Musavat Parti Meclis Grup Başkanı Sulhaddin Ekber’e göre ise "Türkiye uluslararası baskılar sonucu bu adımı atıyor, ama Ermenistan’ın sadece güzellikle Karabağ sorununun çözümüne yanaşacağını sanmak yanlış."

Tartışmalar bu iki nokta arasında gidip geliyor. Azerbaycan kamuoyu gerçekten gelişmeleri endişe ile izliyor. Bu konu etrafında çok çeşitli çevreler spekülasyon yapıyorlar. Türkiye aleyhinde şüphe tohumları ekiliyor her fırsatta.

***

ERMENİSTAN
açılımını, işte bu yüzden Azerbaycan’a iyi anlatmak gerekiyor.

Cumhurbaşkanları düzeyinde, dış işleri koridorlarında iletişim vardır muhakkak. Öyle olduğunu tahmin ediyorum. Ama ya halk? Azerbaycan kamuoyu?

Şimdi bazıları dudak bükebilir, biz yöneticileri ikna ediyoruz, onlar da halkı ikna etsinler gibisinden.

Azerbaycan Çarşamba günü referanduma gidiyor. İlham Aliyev’e ömür boyu başkanlığı garanti edecek anayasal değişiklik önerisi halk oyuna sunulacak.

İstikrar adına, Azerbaycan’da muhalefetin gözünün yaşına bakan pek yok zaten. Ama, geçmişten ders almak isteyenlere Demirel’in Azerbaycan ziyaretlerinde, özel ilişki içinde olduğu, kardeşim dediği Haydar Aliyev’in hiç hoşlanmamasına rağmen muhalefet liderleri ile görüştüğünü anımsatmak istiyorum.

Temsilcileri nezdinde tüm Azeri halkını kucaklamak anlamına geliyordu bu girişim.

Kişisel damga vurmak aşkıyla o güne kadar yapılanları elinin tersi ile bir kenara itmek alışkanlığı yönetim kültürümüze sinmemiş olsaydı eğer, bugün Azerbaycan kamuoyu gelişmelere bu kadar şüpheyle yaklaşmazdı.

Resmi ziyaretler daha sık olur, Azeri halkına Türkiye’nin ne yaptığı çok daha önceden anlatılabilirdi.

***

AMA
Azerbaycanlı dostlar hiç merak etmesinler, biz de ne yapıldığını pek anlamış değiliz.

Ermeni kökenli insanlara karşı şüphe ve düşmanlık içeren zihniyetle hiçbir biçimde mücadele edilmiyor, hatta Ermenilik hakaret davalarına neden olabiliyor.

Türkiye’de iş arayan, arayıp bulan Ermenistanlıların izinsiz çalışmalarına göz yumulduğu anlatılıyor büyük tolerans örneği olarak.

Yani, Ermenistan açılımı henüz siyaset üretmiyor Türkiye’de. Şimdilik yüzeysel daha doğrusu "tepesel" bir girişim.

Yine de Türkiye’nin Ermenistan ile yakınlaşmasını destekliyorum.

Türkiye’nin Ermenistan açılımı, Azerbaycan aleyhinde değil, Kafkasya’nın bağımsızlığı lehinde bir adım.

Ama Azerbaycan haklı. Türkiye’nin ne yaptığı en iyi biçimde anlatılmalı. Azerbaycan kamuoyu, kendi arkalarından bir işler çevrildiği endişesine kapılmamalı.

Azerbaycan’ın kalbi kırılmamalı.
Yazının Devamını Oku

O kuyulara vicdanlarımızı da gömmüştük

15 Mart 2009
SİLOPİ’deki kuyularda arama tamamlanmış. Gerçeği bulmak için kuyuları kazmak gerekir miydi?

Kuyular açıldıkça içinden çıkan kemik, bez, saç parçalarının tahlil raporları mı gerekiyordu illa Türkiye’de neler yaşandığını öğrenmek için?

Faili meçhullerin kurbanları da belliydi katilleri de.

Yüzlerce insanın, karanlık pusulara düşürülerek, evlerinden, işyerlerinden apar topar alınarak, karakollara çağırılarak ortadan kayboluşlarının hikayelerini anımsamak için kuyuların açılmasını mı beklemek lazımdı?

Ben kuyuların açılmasını da, devlet içindeki çetelerin ortaya çıkartılmasını da destekliyorum.

Ama bu sürecin arkasındaki siyasi desteğin stratejisini insan hakları, demokrasi ve özgürlükler temelinde geliştirdiği konusunda şüphelerim var.

* * *

BİR
yandan Türkiye’de darbeleri mahkûm eden derin bir tartışma sürüyor, faili meçhullerin üzerine gidiliyor, öte yandan demokratikleşme açısından baktığımızda karşımıza bu süreçle ilgisi olmayan bir tablo çıkıyor.

İnsan Hakları raporlarına göre faili meçhuller geçen yıl da devam etmiş. 343 faili meçhul cinayetten söz ediyor Mazlumder’in raporu.

İnsan Hakları Derneği raporu işkencenin sürdüğünü söylüyor.

BİA Medya Gözlem Raporu, 2008 yılında 435 gazeteci, yazar, yayıncı, insan hakları savunucusu, siyasetçi ve çocuğun düşünceleri nedeniyle mahkemeye çıkartıldığını gösteriyor.

2007’de bu sayı 254 imiş.

Güldünya konserinde devleşen sanatçı Ajda Pekkan’ın Kürtçe söylediği "Keçe Kurdan"ın yargılandığını biliyor muydunuz? Daha doğrusu şarkıyı geçen yıl yayınladığı için Adana Radyo Dünya’nın Genel Yayın Yönetmeni’nin 19 Mart’ta yine mahkeme önüne çıkacağını?

Faili meçhuller, düşünceyi ifadenin yasaklanmasıyla başlayan yolun son durağı. Demokrasi, düşüncenin özgürce ifade edildiği ortamın garanti altına alınmasıyla başlamıyor mu?

Neden Türkiye’de Ergenekon davasını destekleyen siyasi irade, bu karanlık tabloyu değiştirmekte böyle ağırdan alıyor?

* * *

AKP
hükümeti, sadece Ergenekon davasına siyasi destek vererek, Türkiye’yi demokratikleştirme sorumluluğundan kurtulamaz.

Bir tehlikeye dikkat çekmek istiyorum. Hükümet Ergenekon’a verdiği desteği demokratikleşmenin yerine koyuyor. AKP’yi destekleyen çevreler ve AKP aydınları da bunu yeterli görüyorlar.

Ergenekon davası ile ilgili bunca tartışmaya rağmen Türkiye, insan hakları ihlallerinin tırmandığı bir ülke olmaya devam ediyor. AKP hükümeti sağlam bir demokratikleşme stratejisine sahip değil. Bu ülkede siyasetçiler terörle mücadeleyi askere bıraktılar, bana öyle geliyor ki, şimdi de demokratikleşme yargıçlara, hakimlere ihale ediliyor.

Şu kesin, Silopi’deki kuyular kapatılsa da faili meçhullerin üzeri artık kapatılamaz.

O kuyulardan bir ülkenin vicdanının sesi, isyanı ve utancı yükseliyor.

AKP kadar muhalefet de buna çare olacak siyasetleri geliştirmek ve gerekli adımları atmak sorumluluğu ile karşı karşıya artık.
Yazının Devamını Oku

AP raporu AKP’ye ’uzlaşma’ sorumluluğu yüklüyor

13 Mart 2009
AVRUPA Parlamentosu büyük çoğunlukla, 52’ye karşı 528 oyla Türkiye raporunu kabul etti. <br><br>Bu, Avrupa Birliği’nde Türkiye’nin tam üyeliği konusundaki iradenin güçlendiğini göstermesi açısından önemli bir destek. İmtiyazlı üyelik gibi Türkiye’nin tam üyelik hedefini sulandırmak isteyen akımlara rağmen Avrupa Parlamentosu, Türkiye’nin tam üyelik hedefinin kuvvetle vurgulandığı bu raporu büyük bir çoğunlukla kabul etti.

Raporun en önemli mesajı, AKP hükümetinin vaat ettiğinin aksine reform sürecini yavaşlatmış olması. Rapor, "reform sürecini hızlandırın!" diyor. Ancak Kürtçe televizyon, Ermenistan ile yakınlaşma, Meclis’te kadın erkek fırsat eşitliği komisyonunun kurulmuş olması, ulusal raporun yayınlanması Türkiye’nin artıları olarak raporda yer alıyor.

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ TAKİPTE

RAPOR
taslağının hazırlanmasından bu yana geçen sürede basın özgürlüğü vurgusunun güçlenmesi dikkat çekiyor.

Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn, raporla ilgili açıklamasında bu noktaya değinirken, "Herhangi bir ülkede demokratik tartışmanın kalitesi açısından en temel şey basın ile yöneticiler arasında açık ve şeffaf ilişkidir. Bu, zor bir ilerleme, değişim ve reform sürecinden geçen Türkiye için özellikle önemlidir. Bu nedenle Komisyon Türkiye’de varlığı güven altına alınmış olan basın özgürlüğünü yakından izlemektedir" diyor.

Raporda bu konudaki endişe şöyle özetleniyor: "Basına yapılan baskıların ve açılan davaların demokratik ve çoğulcu bir toplumda basın özgürlüğüne hizmet etmediği görüşünde olduğunu ifade ediyor."

Raporu hazırlayan Hollandalı Parlamenter Ria Oomen-Ruijten, dün Strasbourg’da raporun kabul edilmesinden sonra yaptığı açıklamalarda, basın ve ifade özgürlüğünün Kopenhag kriterlerinin esasını meydana getirdiğini anımsatıyor ama Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye’de basın özgürlüğünden emin olmadığını söylüyor. "Basın modern toplumlarda özgürdür" diyor.

UZLAŞMA ÇAĞRISI

DÜNYADA
ve bölgemizdeki gelişmeler Türkiye’nin Avrupa açısından da önemini arttırıyor. Bu gerçek, özellikle "ekonomik kriz, enerji ve değişen dünyada Avrupa güvenliğinin ihtiyaçları" açısından değerlendirildiğinde daha net görülebiliyor.

Türkiye’nin tam üyelik perspektifini güçlendiren bu konumun sonuç verebilmesi ise Türkiye’de iç siyasi istikrara bağlı.

Bu nokta raporda da var. Türkiye’de reform sürecinin yavaşlamasını, toplumda ve siyasi partiler arasındaki kutuplaşmaya bağlıyor rapor.

"Daha önceki anayasa tartışmasının türban tartışması ile noktalanmasından ve toplumun daha fazla kutuplaşmasından üzüntü duyuyoruz" deniyor.

"Temel özgürlükler ve insan haklarının korunmasını merkeze alacak yeni sivil anayasa" için hükümet göreve çağrılırken "uzlaşma" konusuna dikkat çekiliyor.

"Siyasi liderler, Türkiye’nin modernleşmesi için ciddi biçimde diyalog aramaya" çağrılıyor.

İşte bu nokta çok önemli.

Çünkü, gerek anayasa değişikliği, gerek reform sürecinin hız kazanması hükümetin, yapacaklarını topluma iyi anlatmasına ve toplumsal uzlaşmayı sağlayabilmesine bağlı.

Umutlu olmak istiyorum, ama yerel seçimleri bir referanduma dönüştüren zihniyet, yaklaşan genel seçimler öncesinde diyalog arayışına girebilecek, uzlaşma ortamını sağlayabilecek mi?

Hiç şüphesiz evet, diyebilmeyi ne kadar isterdim.
Yazının Devamını Oku

Zor bir kıvam orta şekerli kahve

9 Mart 2009
BİRLİKTE yolculuk ettiği bütün gazeteciler Hillary Clinton’ın, Ortadoğu ziyareti sırasında yaptığı açıklamalarda aşırı titizlendiğini yazdılar. Basın toplantılarından, CNN Türk için Mehmet Ali Birand’a verdiği röportaja, NTV’deki "Haydi Gel Bizimle Ol" programına kadar yaptığı bütün açıklamaları dikkatle izledikten sonra, "Ne kadar muğlak konuşuyor" diye geçirdim içimden.

Demek, gerçekten öyleymiş.

Hillary Clinton, neoconların tahribatını onarmak için çıktığı "imaj" turunun Ortadoğu ayağında kritik konularda ev sahipleri tarafından olumsuz yorumlanabilecek ifadeleri kullanmamaya dikkat etti.

Yanıtları aşırı diplomatikti. Hatta zaman zaman verdiği mesajın içini boşaltacak kadar diplomatikti söyledikleri.

Oysa Asya ülkelerini ziyareti sırasında çok daha açık yürekli konuşmuştu. Mesela Çin’in insan hakları konusundaki tutumunu eleştirmekten geri kalmamıştı.

***

İSRAİL, Filistin duraklarında olduğu gibi Türkiye’de de kesin, açık, net mesajlar yerine herkesin kendisi için olumlu bir şey bulabildiği mesajları tercih etti.

Mesela, Mehmet Ali Birand’ın CNN’de, Başbakan Erdoğan’ın ABD Dışişleri Bakanlığı İnsan Hakları Raporu konusunu gündeme getirip getirmediği sorusuna, Hillary Clinton öyle bir yanıt verdi ki anlayana aşk olsun.

"Bu raporu zaten her yıl yayınlıyoruz. Gerçekten anlıyorum. Ben de siyasetçiyim. Hiçbir siyasetçi basının kendisini eleştirmesini istemez. Bundan hoşlanmaz. Bunu anlıyorum. Ama genel olarak baktığımızda Türkiye’nin bu alanda çok büyük ilerleme kaydettiğini düşünüyoruz. Özellikle ifade ve din özgürlüğü, insan hakları konularında gurur duyuyoruz."

(Yani bu gururu paylaşmayı ne kadar isterdim sayın bakan, anlatamam.)

Aynı muğlaklık Hamas konusunda da vardı.

"Hamas terör örgütüdür" diyen Hillary Clinton’un daha birkaç gün önce Şarm El Şeh’te en ufak tavize yanaşmayan açıklamalarını bilmesem, Birand’ın "Hükümetin Hamas politikası"yla ilgili sorusuna verdiği yanıtı belki yorumlayabilirdim.

"Türkiye Filistin-İsrail sorunun barışçı çözümünü destekliyor" diyor Clinton. "Arap Birliği ve bizim de üyesi olduğumuz Ortadoğu dörtlüsü şöyle demişti: Hamas İsrail’i tanımalı, şiddetten vazgeçmeli ve önceden yapılan tüm anlaşmalara saygılı olmalı. Dolayısıyla Hamas’ı İran etkisinden çekip biraz daha barışçı yaklaşıma yönlendirecek her şey yardımcı olacaktır."

Hamas’ı ikna edin de ne yaparsanız yapın mı? Ya Hamas da aynı şeyi bekliyorsa Türkiye’den? İlişkiyi kuvvetli kılan da bu beklenti ise? "ABD’yi İsrail’in etkisinden çekip biraz daha barışçı yaklaşıma yönlendirin" diyorsa?

***

BU ziyaret bir ilk adım. Türkiye ile ABD’nin yeni yönetimi arasındaki ilişkilerin geleceğini yorumlayabilmek için henüz erken.

Ama Obama Yönetimi’nin Rusya, İran ve Suriye açılımlarının sonuç verebilmesi için bölgede cepheleşme olasılığını en aza indirmek istediği kesin. Türkiye’nin bu dönemde ABD ile birlikte olmasının ve AKP Hükümeti’nin ileride çıkacak bazı pürüzleri büyük sorun etmemesinin istendiği anlaşılıyor.

Bu ziyaretin önceliği ABD’nin imajını düzeltmekti.

Mesajların bu kadar yuvarlak ve bu kadar mavi boncuklu olmasının nedeni de bu.

Hillary Clinton, hayatın ortada aktığını söyledi, orta şekerli kahve tercihini yaparken. Hayatta olduğu kadar kahvede de zor bir kıvam orta şekerli.

Kahve bahane, Washington bölgeyi "zamanı geldiğinde ağırlığını koyabileceği" kıvama hazırlıyor.
Yazının Devamını Oku

Karakoçan neresi kızların gür gelir sesi

8 Mart 2009
MADEM dünya kadınlar günü, bugün size bir umut, iyimserlik ve dayanışma hikayesi anlatacağım. İyi bir gazeteci, cesur bir kadının, "paranız varsa okursunuz, yoksa gidin evlenin" denen kız çocukları için verdiği mücadelenin hikayesi bu.

Elazığ’ın Karakoçan İlçesi’nde 28 kız öğrenci, kaldıkları yurttan dört kilometre uzaklıktaki okullarına gitmek üzere servis aracı istemek için ilçe milli eğitim müdürüne başvurmuşlar ve yukarıdaki yanıtı almışlardı.

"Paranız varsa okursunuz, yoksa?"

Karakoçan Haber Gazetesi’nin yazı işleri müdürü Nursel Şengezer olayı haber yaptı. Karakoçan’da olanlar, o çağdışı zihniyet, Elazığ sınırlarını aştı, yayıldı.

Bu tavra değil, olayı haberleştirip duyurduğu için Nursel Şengezer’e dava açıldı.

Kaymakamın "Bunların 12’si zaten Alevi, onların devlete bakış açısını biliyorsunuz" dediğini de öğrenince, onu da haber yaptı Nursel Şengezer.

Davalar davaları izledi, kimi zaman destek geldi, kimi zaman yalnız kaldı Nursel ama kızların eğitim hakkı için mücadeleden vazgeçmedi.

Sonunda başardı, ilçe emniyet müdürü değişti, kaymakam değişti. Bu yıl köylerden gelen kızların sayısı 32’ye ulaştı.

Şubat tatilinde yeni kaymakam ve yeni ilçe emniyet müdürü başarılı olan kız öğrencilere ödüller dağıttılar.

"Yeni kaymakam kız öğrencilerin eğitimi için sosyal devlet olmanın gereğini yerine getirdi. Ve 7 tane ev tutuldu. Haberimizden sonra Karakoçan Kaymakamlığı tarafından eğitim ve öğretimlerine devam etmeleri için gereken tüm maddi ve manevi desteğin verildiği 34 kız öğrenci içerisinden, Birinci Dönem itibariyle derslerinde başarılı olan, takdir veya teşekkür belgesi alan öğrencilere Kaymakam Cengiz Ünsal çeşitli hediyeler verdi. Her eve bir ütü ve masası, birer okul çantası, çorap, ve çaycı hediye edildi" diye onu da haber yaptı Nursel.

KİM BU GENÇ KIZLAR?

Çanakçı köyünden Acan Yıldırım, "Babam vefat etti, erkek kardeşim 13 yaşında okulu bırakıp çalışmak zorunda kaldı. Biz altı kardeşiz iki kardeşim doğuştan özürlü. Benden başka iki kardeşim okuyor biri 5’inci, diğeri 7’nci sınıfta, ben lise 3’üncü sınıfta sayısal öğrencisiyim. Kaymakam olmak istiyorum. Bizim gibi okuyamayan tüm çocuklara eğitimleri için her şeyi yapacağım" diyor.

Safinaz Talay ve kızkardeşi, yedi çocuklu bir aileden geliyorlar, Safinaz, "bu imkanı en iyi biçimde değerlendirmek" için çalışıyor.

Remziye Aytekin, "Ben Karakoçan Akarbaşı köyünden geliyorum. Babamı yeni kaybettim. Babam iki eşliydi. Yedi kardeşiz, ben ailenin en küçük çocuğuyum. Babam çok yaşlıydı düştü kafasını çarpmıştı, beyin kanaması geçirip öldü. Babam öldükten sonra ben okula geleceğimi hiç düşünemezdim. Çünkü köyden hiç imkánımız bir gelirimiz yoktu. Okuyamamak beni çok üzmüştü" diyor ve gözyaşlarına boğuluyor. Remziye edebiyatçı olmak istiyor.

Hanım Can, Suna Kılagöz babalarını kaybettikten sonra okula devam edebileceklerini hayal bile etmemişler. Zozan Aslan doktor olmak istiyor, "Çok çalışıyoruz, çünkü bu imkanları bulamayanlar var. Bunların farkındayız. Ben her gün iki saat fazladan çalışıyorum. Bunun hakkını ancak böyle verebiliriz" diyor.

Elazığ köylerinden, Tunceli köylerinden, Bingöl köylerinden kız çocukları, susturulmak istenen Karakoçanlı bir kadın gazetecinin inatçı ısrarı sayesinde ayakları üzerinde durmayı öğreniyorlar.

Karakoçan Elazığ’ın ilçesi

Kadınların oradan gür gelir sesi.
Yazının Devamını Oku