Ferai Tınç

Muş'ta Avrupa'yı tartışmak

21 Temmuz 2002
<B>O </B>kadın hakkında biraz fikir verebilmek için, son zamanlarda bize musallat olan hayatı sembollerle anlama, kodlarla tarif etme kolaycılığına kaçarak diyorum ki, baş örtüsü <B>‘‘Ayşe teyze’’</B> tipi, çenesinin altından bağlıydı. Sistemle uyuştuğu tek nokta belki de buydu. Muş İl Başkanlığı'nda, HADEP'lilerle sohbet ediyoruz. Konumuz, savaş yıllarında terk etmek zorunda kaldıkları köylerine geri dönmek isteyenler ve onlara engel olan korucular sorunu.

Terörizmle mücadele sonrasının acil çözüm bekleyen en önemli sorunu. Geri dönüşler nasıl sağlanacak, yeni yerleşim merkezleri oluşturulacak mı, yoksa insanlar, dağlara dağılmış köylerine medeniyetten uzak yaşamlarına geri mi dönecekler? Mülkiyet sorunları nasıl aşılacak?

Sohbet sırasında konu Avrupa Birliği'ne geliyor. Muş'ta yaşayan HADEP'liler Avrupa Birliği'ni nasıl algılıyor?

Mesela o ne düşünüyor? Soruyorum.

35 yaşlarındaki baş örtülü, güleç yüzlü kadın, büyük siyah el çantasını dizlerinin üzerine yerleştirdikten sonra, üzerinde düşünülmüş, kararlı ifadelerle anlatmaya başlıyor:

'Avrupa Birliği Kürtler için zararlı mı, yararlı mı önce onu düşünmek lazım. Avrupa, Kürt halkı üzerinde sürekli oyun oynadı. Kürt sorunu çözülür diye oynadı oyunu. Aslında rant meselesi vardı. Avrupa Ortadoğu'yu sürekli elinin altında tutup yönlendirmek istiyor. Kürt sorununu çözün diyor ama etkili olmuyor. Hiçbir şey değişmiyor. Hálá göç var, hálá öldürmeler var.'

Sözlerinde, acıların çemberinden geçmiş bir halkın çıkardığı dersler var. Kürt meselesinin çözümü için Avrupa'ya güvenmiyor.

Ya Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliği? 'Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye olmasını istiyorum tabii ki. Bu iyi bir şey olacak hepimiz için ama gerçek çözüm olur mu, ona güvenmiyorum' diyor.

Bir başkası söze devam ediyor. Bir erkek. Kürt meselesinin içerden halledilmesi gerektiğini söylüyor, 'Siz aydınlara çok iş düşüyor. Bakın, Fransa'da Jean Paul Sartre gibi biri çıkmasaydı Cezayir sorunu çözümlenemezdi.'

Jean Paul Sartre? Tartışmalarda adını duymayalı ne kadar çok oldu.

Bir genç söz alıyor. Avrupa Birliği hakkındaki görüşlerini anlatacak.

'Avrupa'nın Türkiye halklarının sorunu karşısında samimi olduğunu düşünmüyorum. Biz çözümü Avrupa ile değil, kendi aramızda Türk ve Kürt halkının konsensüsü ile sağlamalıyız.'

* * *

SAVAŞ yılları geride kaldı, yeni dönem yeni ihtiyaçlarla geliyor. Ön yargıları, sloganları, kalıpları bir kenara bırakıp karşıdakine kulak verme zamanı. Muş, Malazgirt, Patnos ve Van'da bir gece geçirdikten sonra kısa yolculuğumdan çıkardığım en güçlü mesaj bu.

Bir diyalog dönemine ihtiyacı var Türkiye'nin.

Güvensizlik bölgedeki en derin duygu olmuş. Devletle halk arasında da karşılıklı bir güven sorunu var.

Örneğin, köye dönüş projesi ile ilgili olarak 'başvurunuzu yapın' deniyor ama bazı dilekçelerin işleme bile konmadığı inancı yaygın. Hakkını aramaktan çekiniyor insanlar. Konuşmaktan korkuyor.

526 sayılı Dernekler Kanunu bir kabus. Sık sık yapılan aramalar, yasak ilan ediliveren bir yayın nedeni ile yüksek para cezaları, tutuklamalar.

İnsanlar, 'Ortam yumuşadı ama normalleşme olmadı' diyorlar.

Nasıl normalleşme olabilir ki? Siyasetin normal ağırlığına ve yönlendiriciliğine kavuşamadığı bir yerde hayat normalleşebilir mi?

Artık bir hareket gerekiyor. Anadil önündeki engellerin kaldırılmasını bu açıdan değerlendirmekte yarar var. Avrupa istedi diye değil, karşılıklı güveni ve normalleşmeyi sağlayacak zihniyet iklimini oluşturmak için atılacak bir adım olarak.
Yazının Devamını Oku

Avrupa değil barış yasaları

19 Temmuz 2002
MUŞ<br><br><B>MALAZGİRT</B>'in Nurettin köyünde 9 Temmuz günü üç kişinin öldürülmesini incelemek için HADEP'in daveti üzerine, bir grup gazeteci ve sivil toplum kuruluşu temsilcisiyle birlikte Muş'tayım. Bazı çevreler, üç kişinin HADEP'li oldukları için korucular tarafından öldürüldükleri iddiasında.

Muş Valisi Dr. Cengiz Akın, ‘‘olayın siyasi bir yanı yok’’ diyor.

Valiyi, Malazgirt kaymakamını, Muş HADEP ve İHD temsilcilerini dinledikten sonra, ölenlerin yakınlarını ve tanıkları dinlemek üzere Patnos'a gidiyoruz.

Birkaç kontrol noktasından geçerek ilerlerken, yaşamın normale dönüşüne dair işaretlere rastlamak sevindirici. Evlerin damları onarılıyor. Tarlalarda insanlar dolaşıyor. Mutlu kaz sürülerinin yanı sıra sığır kümelerine de rastlanıyor. Savaş döneminde biten hayvancılığın yeniden başladığının işareti bu.

* * *

YUSUF Önal, Nurettin Köyü'nün muhtarı. Varlıklı bir aşiretin üyesi. 1990'ların başında koruculuk teklifi geliyor. Kabul etmiyorlar. Nedenini de, ‘‘PKK'dan korktuk. Bizim PKK'da da evladımız yoktu. Korucu olmamamız için bizi tehdit ediyorlardı’’ diye açıklıyorlar. 1994'de köydeki bir başka aileden 30-35 kişi koruculuğu kabul edince, köyü terke zorlanıyorlar, evleri yakılıyor. Nurettin Köyü'nün 250 hanesi gurbete çıkıyor.

Önal ailesi bu yıl, devletin başlattığı köye geri dönüş projesinden yararlanmak için kaymakamlıktan izin istiyor. 30 bin dönüm arazileri var köyde. Gurbette parasız pulsuz kalmışlar. Tek çare tarlalara sahip çıkmak.

Beş altı gün otları biçiyorlar. Korucuların tehdidine karşı bazen jandarma ile birlikte gidiyorlar köye. Ama yedinci gün, korucular tarafından sarılıyorlar. Yusuf Önal, oğlu ve kardeşi vahşice öldürülüyorlar. Katillerin tespitinin zorlaşması için korucuların hepsi silah sıkıyor cesetlerine.

40 çocuk, koskocaman bir aile perişan.

Koruculardan da 20 kişinin tutuklandığını söylüyor Vali Akın. Köydeki tüm silahlar toplanıyor, işlerine son veriliyor. Vali,‘‘Hak yerini bulacak. Hukuken ne gerekiyorsa yapılacak’’ diyor.

12 Mart sonrası sakıncalı piyadelerin gönderildiği Patnos köyünün ıssız bir gecesinde acılarını paylaştığım büyük aile ise, başlarına gelenleri Kürt olmalarına bağlıyor.

Oysa cinayetlerin altında para, rant yatıyor. İnsanlar, yoksulluklarını hafifletebilmek için çareyi topraklarına dönmekte buluyorlar. Yıllarca o topraklara bekçilik yapan korucular ise şimdi toprakları ellerinden kaçırmak istemiyorlar.

* * *

TÜRKİYE'nin kalbine saplanan terör yılları geride kalsa da sorunları capcanlı duruyor.

Koruculuk sistemine, bu insanlar mağdur edilmeden nasıl son verilecek? Köye dönüşler nasıl gerçekleşecek? Devlete küsmüş olan insanlar yeniden nasıl kazanılacak? Barış kültürü nasıl yaygınlaşacak?

‘‘Avrupa yasaları’’ telaşı ile amaçlar gözden kaçıyor. Avrupa için değil iç barış için derhal harekete geçmek gerekiyor.

Muş'ta gördüğüm manzara bu. Esas mesele, terörle mücadele döneminin enkazını kaldırmak. Normalleşme kararında ciddi olan bir Türkiye, Avrupa Birliği'ne gerçekten yaklaşacak.
Yazının Devamını Oku

Türkmenler olmadan asla

15 Temmuz 2002
<B>IRAK</B> ile ilgili haberleri okudukça aklıma Bağdat, Kerkük geliyor. Üç ay önce oralardaydım. Duygularını içlerine gömmeden, düşüncelerini Saddam'ın sunduğu kalıplara dökmeden yaşamaları mümkün olmayan Iraklıları anımsıyorum.

Devletin verdiği birkaç kuruş maaş dışında ne satacak bir şeyleri, ne de çalışacak iş yerleri kalanlar;

Bir havuzda çökeltildikten sonra kente dağıtılan Dicle'nin bulanık suyu, o suyla yapılan Basra Limonu çayları geliyor aklıma.

Şimdi onların kaderiyle ilgili kararlar alınıyor. İşgal planları yapılıyor.

Onlar ise dünyadan kopuk. Ne televizyon, ne radyo. Adım adım yaklaşan felaketi bekliyorlar. Tek sığınakları din.

Hafta sonunda Londra'da toplanan Saddam karşıtları ‘‘Demokratik Irak’’ kararı almışlar.

Hava ve kara harekatlarına gerek kalmadan Saddam'ın devrilmesini tercih ediyorlarmış.

Son zamanlarda, çevresine birkaç kişiyi toplayan eski subayların oluşturduğu muhalefet hareketleri arttı. Ne yapabilecekler? Saddam'ı devirebilecekler mi?

Dışarıdan verilen talimatlarla, Irak halkını ayaklandırmak mümkün değil.

Yine haberler geliyor. Kerkük'te geçen hafta 33 kişi kurşuna dizilmiş. 33 Şii Türkmen (Türkmenlerin yüzde 20'si Şii). Bir camiiye yapılan baskından kaçmak isteyince ateş açılmış üzerlerine.

Darbe haberleri ortalarda dolaştıkça güneyde, Şii Arapların yaşadığı Basra bölgesinde yine temizliğe girişmişler Saddam'ın istihbarat birimleri ve güvenlik güçleri.

* * *

TÜRKMEN
Cephesi'nin Washington Temsilcisi Orhan Ketene, kısa bir ziyaret için Türkiye'deydi, dünkü yazımda da Ketene'den söz etmiştim. Bugün de anlattıklarını aktarmaya devam etmek istiyorum.

Irak dışında muhalefet hareketleri enflasyonu yaşandığını anlatıyor Ketene. Buna rağmen Irak içinde durum farklı, Saddam Hüseyin'e bağlı ve birbirinin gözetimi altında beş ayrı istihbarat örgütünün faaliyet gösterdiği, ordu ve Devrim Muhafızları diye iki silahlı gücün bulunduğu bir yerde halktan ayaklanma beklemek insafsızlık. Ketene de ‘‘İçeriden devrim zor’’ diyor zaten.

Muhalefet, ABD planlarına göre Saddam sonrası için gerekiyor. Bunlar arasında en güçlüleri Kürtler. Çünkü silahlı güçleri var.

Kürtler aynı zamanda Washington'un en güvendiği muhalefet grubu.

Ketene'ye, Amerikan Yönetimi'nin Türkmenler konusundaki yaklaşımını soruyorum.

‘‘Uzun bir süre bizi dikkate almıyorlardı. Sayıca az olduğumuzu söylüyorlardı. Silahlı gücümüzün bulunmaması da etkendi. Kürtlerin katıldığı toplantılara davet edilmiyorduk. Ama son zamanlarda değişiklik var. Çünkü biz ısrarla kendimizi tanıtıyoruz ve isteklerimizi dile getiriyoruz. Projelere bizi de çağırmaya, bizi de dinlemeye başladılar.’’ Ketene böyle söylüyor.

Ankara Süreci ile gündeme gelen ama daha sonra unutulan Türkmenlerin yeniden hesaba katılması, Irak'a karşı bir operasyonda Türkiye'ye verilecek rolün önemini gösteriyor. Bu bir. Ama daha da önemlisi, Türkmenler dikkate alınmadan Irak'ta gerçek demokrasiden söz edilemeyeceğini ortaya koyuyor.
Yazının Devamını Oku

Dışarısı

14 Temmuz 2002
<B>DEVLET Bahçeli</B>, Türkiye'de son günlerde yaşanan gelişmelerin arkasında <B>‘‘dış çevreler’’</B> olduğunu söylüyor. Aslına bakarsanız, iç borcunu döndürebilmek için dış finansman odakları karşısında ‘‘hazır ol’’da bekleyen bir ülkenin başbakan yardımcısı olarak böyle konuşmanın bir anlamı var mı bilmiyorum, ama Bahçeli'nin tesbiti doğru.

Ecevit hükümetinin, hızla gerçekleştirilmesi gereken reformların önünde engel haline gelmesi, ABD ve Avrupa başta ‘‘dış çevreler’’i endişelendiriyor.

Türkiye, dış basında günlerden beri ilk haberler arasında.

Bu endişe, Irak operasyonunun kesinlik kazandığı bir dönemde Türkiye'nin Avrupa Birliği'nden uzaklaşma ihtimalinden kaynaklanıyor.

Bu uzaklaşmanın Kıbrıs nedeniyle Türk-Yunan çatışmasına yol açabileceği hesapları yapılıyor.

Washington Post Gazetesi dünkü sayısında Bush Yönetimi'ni, Türkiye'deki Avrupa Birliği'nden yana olan tüm partilerin birleşmesi için etkili olmaya çağırıyor. Ecevit sonrası risklerin ancak bu birleşme ile ortadan kalkacağı söyleniyor.

Bir yandan da Yönetim'in Türkiye'ye en kısa zamanda olumlu yanıt verilmesi için Avrupa Birliği hükümetleri ile temasa geçmesi isteniyor.

Soğuk savaş sonrası dönemin küresel çıkarlarının ne olduğunu iyi okumak gerekiyor. Türkiye, bölgenin yeniden yapılandırılmasında, Ortadoğu'nun ve Orta Asya'nın demokratikleşme sürecindeki en önemli dayanak noktalarından birisi. Demokratik, istikrarlı ve ekonomik sorunlarını çözmüş, Avrupa Birliği ile aynı değerleri paylaşan bir Türkiye, 21'inci yüzyılın haritası için gerekli.

Bu haritanın oluşumunu geciktirecek her adım, dış dünyanın müdahaleleriyle karşı karşıya bırakacak Türkiye'yi. Bağımsızlıklarına düşkün olanlar bir de bu açıdan değerlendirmeli meseleleri ve dış müdahalelere olanak hazırlamamalı.

* * *

AMERİKAN ve İsrail istihbarat kaynaklarına yakın olan bir internet sitesi birkaç gün önce çok ilginç bir senaryo ortaya attı. Bu tip haberler, gelecek tepkileri ölçmek için kamuoyu yoklaması niteliğini de taşıyorlar, hem de konuşulanları yansıtıyorlar.

DEBKA-Net Weekly sitesinde yer alan haberden söz edeceğim. 'ABD Iraklı Türkmenlere özerklik sözü verdi' deniyor Amerikan istihbarat kaynaklarına dayandırılan haberde.

İlk kez Türkmenlerin Irak'ta önemli bir nüfus oldukları kabul ediliyor. Ve Saddam sonrası federal bir Irak öngörülüyor. Kürtler ve Arapların yanı sıra Türkmenlere de bir bölge verilecek iddiaya göre. Musul ve Kerkük'ü de içine alacak olan bir Türkmen bölgesi .

* * *

SADDAM sonrası Kürtlerin mutlaka Kerkük'e yürüyecekleri tahmin ediliyor. Kürtler, ‘‘Başkentimiz’’ diyorlar. Bu yüzden Türkmen bölgesinin güvenliği için, ABD Türk Ordusunu bölgeye davet edecek. İddia böyle. Böylece Türkiye, Saddam devrildikten sonra hem Kerkük'ün Kürtler tarafından işgalini engelleyecek, hem de Osmanlı'dan bu yana ilk kez Bağdat'a doğrudan açılım kazanacak.

Bu tip senaryolar çok revaçta. Ancak, Türkmen Cephesi'nin Washington temsilcisi Orhan Ketene, ‘‘Saddam sonrasıyla ilgili olarak federasyon tezi Kürtlere ait. Biz, Türkmenler ve Araplar Irak'ın toprak bütünlüğünün ve üniter devlet yapısının korunmasından yanayız. Çünkü federal çözüm hem Türkiye'nin hem de bizim başımızı çok ağrıtır. Ama eğer, Kürtlerin özerkliği devam edecekse ve Irak bölgelere ayrılacaksa biz de kendi bölgemizi isteriz’’ diyor.

Kısa bir süre için İstanbul'da bulunan Orhan Ketene, ‘‘Türkiye'deki politikacılar gözlerini dışarı diksinler. Türkiye için neler söylendiğine önem versinler. Menfaatlerimiz zedeleniyor. Türkiye'nin ekonomik ve siyasi kaosu aşması sadece Türkiye için değil, Irak'ın geleceği için, bizim için çok önemlidir' diyor. Bir Türkmen, Türklere böyle sesleniyor.
Yazının Devamını Oku

Yeni oluşum ve netlik

12 Temmuz 2002
<b>EĞER</B> Başbakan <B>Bülent Ecevit </B>geçen hafta -müstafi bir DSP'linin dediği gibi- <B>‘‘şerefli jübile’’ </B>için hazırlıkları başlatabilseydi herşey daha farklı olabilirdi. Türkiye, kaderini etkileyecek son derece kritik günlere böylesine toz duman içinde girmeyebilirdi.

Koalisyonun devamının Avrupa Birliği reformlarından daha önemli olduğunu daha bir hafta önce açıklamış olan Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in, Avrupa eksenli yeni bir parti kurmak için partisinden istifası gibi, daha birçok tuhaflık henüz sorgulanmıyor.

Yeni oluşum, ne biçim bir oluşumdur?

‘‘Avrupa Birliği yolu’’nu açacak bir oluşumdan söz ediliyor.

‘‘Avrupa Yolu’’ söylemi muğlak bir kavram. Bunu netleştirmeden değişim dinamiğine uygun adım atmak mümkün müdür?

MHP de ‘‘Avrupa Yolu’’nda olduğunu söylüyor. Bu yola MHP ile birlikte çıkılmıştı. Ulusal Programın altında Bahçeli'nin de imzası var.

İş, hareket etmeye gelince görüş ayrılıkları ortaya çıkıyor.

Kürtçe eğitim, yayın, bunlar son derece önemli sorunlar. Aynı zamanda Türkiye için dikenli konular. Bu konularda, bu son derece hayati önemdeki ‘‘ayrıntılar’’da ne dereceye kadar görüş birliği sağladı yeni oluşum?

Kıbrıs sorunuyla ilgili ne yapacaklar?

Seçim ve parti yasaları değişmeden nasıl bir yenilik olacak bu oluşumun vaad ettiği?

Yeni oluşum, şimdilik Kemal Derviş, İsmail Cem gibi kamuoyunun sevdiği simalar sayesinde umut veriyor.

Bunun güven verici bir derinlik kazanabilmesi, Türkiye'nin önündeki kritik konularda nasıl bir uzlaşma sağlandığının netleşmesi ile mümkün.

Uzlaşmalara ihtiyaç var. Ama kozmetik uzlaşmalara karşı çok dikkat etmemiz gerekiyor. Hiç hoşumuza gitmeyecek gerçekliklerle yüz yüze kalmamak için.

* * *

BÖLGEMİZ sıcak bir kışa yol alıyor. Bir yandan Washington Irak'ı işgale hazırlanırken öte yandan yeni petrol dengeleri, enerji coğrafyaları netleşiyor. Henüz sorunlar tam olarak aşılmış sayılmasa da Bakü-Ceyhan Petrol Boru hattı ile ilgili çalışmalar, pazarlıklar, müzakereler son hız ilerliyor.

Bu hafta başında İstanbul'da yapılan bir toplantıda, ‘‘Bakü-Tiflis-Ceyhan Projesi, yeni bin yılın küresel stratejik öneme sahip ilk petrol projesidir. 10 yıldan beri üzerinde konuşulan bu proje artık gerçekleşmektedir’’ diyordu BTC Projesi Genel Müdürü Michael Townshend.

Toplantıda, Dünya Bankası'nın gerekli krediyi sağlamak için şart koştuğu Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu açıklandı.

Türkiye'de 300 yerleşim bölgesinden geçecek olan boru hattının yol açacağı sosyal, çevresel ve halkın ekonomik yaşamıyla ilgili olumsuzlukları ve buna karşı alınması gereken önlemleri açıklayan rapora 60 gün süreyle müdahale etme olanağı var. Bir ikinci Zeugma ya da Hasankeyf olayı yaşanmaması için rapor www.caspiandevelopmentandexport.com adresinde incelenmeli. Özellikle de sivil toplum örgütlerinin ilgilenmeleri önemli.

Yeni bin yılın inşaasında Türkiye'ye de önemli roller düşüyor.

Bu rolün altında ezilmemek, üstesinden gelmek için bulanıklıkların süratle giderilmesi gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

Uyumun kutsallığı bozuldu

8 Temmuz 2002
<B>ŞİMDİ</B> biz hangisine inanalım? Dün CNN Türk'te Murat Yetkin ve Mete Belovacıklı'nın sorularını yanıtlayan Başbakan Bülent Ecevit'in, 'Koalisyon hükümeti olarak beş yıllık görev süremizi doldurmaya mecburuz' sözlerini mi ciddiye alalım.

Yoksa aynı konuşmada Başbakan'ın verdiği erken seçim mesajlarına mı inanalım?

Evet Başbakan erken seçim mesajı verdi. Rahşan Ecevit ile ilgili eleştirileri yanıtlarken onun nasıl fedakarca çalıştığını anlattı ve bu arada rakipleri kıskandıracak bir dinamizmle evinden il ve ilçe teşkilatlarıyla ilgilendiğini söyledi. Hatta heyetlerin Anadolu'da çalışmalar için görevlendirildiğini öğrendik Başbakan'ın açıklamalarından. Bu arada, iktidar nimetlerinden faydalandıkları halde Anadolu'ya çıkmayanlara da değindi.

DSP'de hem kurultay hem de erken seçim hazırlıkları olduğunu anlamak için Başbakan'ı dikkatle dinlemek yeterliydi.

Başbakan'ın anlattıkları, 'Beş yıllık görev süresini doldurmaya mecbur' bir partinin çalışmalarına benzemiyordu.

İlk sinyal Ecevit'ten geldi ama, 2003 ufkunda görünen erken seçimlerle ilgili ketumiyeti Bahçeli bozdu. Bahçeli'nin verdiği 3 Kasım tarihinin kabul edilmesi mümkün görünmüyor.

Ama bu açıklama ile MHP lideri, 'koalisyon uyumunun' üzerindeki dokunulmazlığı kaldırıyordu.

* * *

BAHÇELİ'nin Bursa konuşmasında Başbakan'ın açıklamalarının etkisi var mıydı?

Vardı. Çünkü Ecevit, Kopenhag kriterlerine ilişkin ilginç açıklamalar yaptı.

Aşırı bir iyimserlik içindeydi Başbakan.

Önümüzdeki bir iki hafta içinde Kopenhag kriterleri ile ilgili tüm engellerin aşılacağını açıkladı.

İdam konusunda, MHP Lideri Bahçeli'den 'izin' çıkmıştı. Bahçeli, idam cezasının muhalefet ile işbirliğine gidilerek çözülmesine ses çıkartmayacaktı.

Ama ya ana dil eğitimi ve yayın önündeki yasal engellerin kaldırılması? Düşünçe ve ifade özgürlükleri kapsamının genişletilmesi? DGM'ler ve AB Katılım Ortaklığı Belgesi'nde yer alan Türkiye'nin uyum yükümlülüğü altına gönüllü olarak girdiği konularda nasıl uzlaşılacaktı?

Bahçeli, Kürtçe eğitim ve yayın konularında bu işbirliğine kesinlikle karşı çıkıyor ve 'eğer bu iki konuyu da muhalefet ile çözmek isterseniz biz hükümette kalmayız' mesajı veriyordu.

Ecevit'e bu durum anımsatıldığında Başbakanın yanıtı, 'Kültürel haklar konusu hükümet içinde henüz görüşülmedi. Henüz sınanmadı bu konu. Bir iki hafta içinde gündeme gelecek. Göreceksiniz bu ay içinde halledeceğiz ve biz bu yıl sonuna kadar mutlaka sonuç alacağız' oldu.

Başbakan çok emin konuştu.

Günlerdir seçmenlerine, 'Kürtçe gündeme gelirse, biz hükümette olmayacağız' mesajlarını fazla ciddiye almıyordu anlaşılan Başbakan.

Ecevit'in kendinden bu kadar emin görünmesinin ardında ne olabilirdi?

Hükümeti bozması halinde, birinci parti durumuna gelecek olan MHP'nin, ekonomik ortamın tüm sorumluluğunu sırtlanmaya yanaşmak istemeyeceği hesabı mı? Yoksa Bahçeli'nin, Türkiye'nin dengelerinin MHP liderliğinde bir koalisyonu kaldırmayacağını bildiği kanısı mı?

Ecevit'in kendinden emin açıklamaları, bir yandan erken seçim yok derken Partisi'nin seçim ortamına girdiğini belirten sözleri, öte yandan DYP'li yeni koalisyon formülleri bardağı taşırdı ve Bahçeli, koalisyonun kutsal uyumunun bozulduğunu ilan eden açıklamasını yapmak zorunda kaldı.
Yazının Devamını Oku

'Bekçileşen Türkiye' modeli

7 Temmuz 2002
<B>ABD</B>'nin Irak'a karşı operasyon planı, müthiş bir zamanlama ile New York Times'a sızdırıldığı gün, BM denetçilerinin Irak'a geri dönüşleri konusundaki pazarlıklar çıkmaza girdi. Irak, BM denetçilerinin ülkeye girmelerine izin vermedi.

Her ne kadar, Irak Dışişleri Bakanı Naci Sabri Birleşmiş Milletler ile teknik konulardaki görüşmelerin sürdüğünü söylese de New York'ta iki gün süren müzakerelerden sonuç çıkmadığını BM Genel Sekreteri Kofi Annan da üstü kapalı biçimde itiraf etti.

Kulislerden sızan haberlere göre Iraklılar 'Nasıl olsa Washington vurmaya karar verdi, ayrıntılı savaş planları yapılırken neden topraklarımıza yabancıları sokalım?' gerekçesiyle uzlaşmaya yanaşmadı. Irak'a saldırılmayacağı güvencesi istendi.

Washington için bir şey değişmedi. Çünkü, bu görüşmelerden zaten bir şey çıkmayacağı inancındaydı. Sorunların diplomatik yollardan çözümü için Avrupa diretiyordu. Avrupa ülkeleri, Birleşmiş Milletler kanalını canlı tutmaya çalışıyorlardı.

Bu kanalların tıkanması Avrupa'nın Irak'a karşı operasyon konusundaki itirazlarını zayıflatacak.

Ok yaydan çıkıyor. Washington'dan gelen işaretler bunu gösteriyor.

* * *

NEW York Times Gazetesi'ne sızan ve Amerikan Komuta Merkezi Tampa'daki üst düzey asker*ı planlamacılar tarafından hazırlanan savaş konseptinin Körfez Savaşı ile ilgisi yok.

Saddam Hüseyin rejimini devirmek için bir işgal planı hazırlanıyor.

Kara kuvvetlerinin konuşlanacağı coğrafya Kuveyt olacak. Katar, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye de üs olarak hesaba katılıyor. Ama ağırlık güneyde. Binlerce Amerikan askerinin Katar'da yeni kurulan El Ubeyd üssüne gönderildiği söyleniyor. Plana göre, yıllardan beri Irak'ı uydulardan gözetleyen ABD'nin elindeki tüm hedeflere topyekün kara ve hava harekatı yapılacak.

Basına sızan planların ne kadarı doğru ne kadarı yönlendirme bilinmez ama kesin olan bir şey var o da Amerika'nın bu kez bir işgal planı üzerinde çalıştığı.

Pekiyi Türkiye'nin rolü ne olabilir? Bu sorunun yanıtı birçoğumuzun ilk aklına geldiği gibi, üslerin Amerikan uçakları tarafından kullanılması ile sınırlı değil.

Türkiye, ne kadar zorlansa da Amerika tarafından Irak'ın içine çekilmek istenecek.

Irak Afganistan değil. Kaldı ki Afganistan'da bile yeni bir düzen kurmanın ne kadar zor olduğu her geçen gün daha iyi anlaşılıyor.

ABD, Afganistan'da da olduğu gibi hiçbir barış gücünde yer almak istemiyor. Operasyonu ABD yapıyor enkazı başkaları kaldırıyor.

Irak'ta da, düzenin bir numaralı bekçisi Türkiye olacağa benziyor. Bir süre önce çıkan 'Kürtler Kerkük'ü istiyor' haberleri tesadüf değil. 'Kuzey Irak'ta, iradeniz dışında bir gelişme olsun istemiyorsanız, Irak'ta rejim istikrara kavuşuncaya kadar buralara göz kulak olun' denecek. Afganistan'da yapıldığı gibi.

Florida Tampa'da hazırlanan planların bekçiliğini yapacak Türkiye.

* * *

IRAK İşgali, Kopenhag Zirvesi, Kıbrıs'ta çözüm.

Üç madde, üç ay. Türkiye'nin kaderinde belirleyici önemde olan bu konuların baskısı üç ay sonra çok daha yoğun biçimde hissedilecek. Temmuz, Ağustos, Eylül rehavetinin arkasından, zehir gibi bir Ekim, Kasım, Aralık bekliyor bizi.

Kendi dar siyasi hesapları içinde eriyip giden bir hükümetle, uyum maskesi altına gizlenen derin uyumsuzluklarla Türkiye, siyasi, askeri ve ekonomik pazarlıkların yapılacağı bu çetin süreci göğüsleyemez. İradesini, Ortadoğu'nun yeniden biçimlenme sürecine yansıtamaz. Sürüklenir. Bu sürüklenmenin sonu, Irak'ta bekçiliktir.
Yazının Devamını Oku

Eşitlik hakkından vaz mı geçeceğiz

5 Temmuz 2002
<b>AVRUPA</B>'nın sağcıları Türkiye'ye tam üyelik değil, özel bir statü verilmesinden yana olduklarını açıkladılar. Avrupa Parlamentosu'ndaki Hıristiyan Demokrat Grup, Kopenhag Zirvesi'nde Türkiye'ye tam üyelik müzakereleri için tarih verilmesine karşı çıkıyor.

Aslında Avrupa Parlamentosu kararlarının yaptırım niteliği yok. Zaten bu görüş de Hıristiyan Demokratları bağlıyor.

Ama önümüzdeki dönemde Avrupa'da sağın güçleneceği hesaba katılırsa, bu görüşün yaygınlaşması ihtimal dışı değil.

Türkiye'de de aynı görüşü paylaşanlar var. ‘‘Bizim özel koşullarımız var, Kopenhag kriterlerine uyamayız, ama Avrupa Birliği'nden uzaklaşmak da istemiyoruz’’ diyenler özel statü önerisine sıcak bakıyorlar.

* * *

HÜKÜMET sorun haline geldikçe, AB'ye üyelik yerine özel statü ile yetinmekten yana görüşler ağırlık kazanıyor. Ne olursa olsun yeter ki hükümet devam etsin.

Artık sorun, Başbakan'ın rahatsızlığının ötesine geçti. Koalisyon Hükümeti, Türkiye'nin önünü tıkıyor.

Bahçeli'nin dediği gibi ‘‘Başbakanın son günlerini yaşıyor olması’’ndan kaynaklanmıyor sorun. Hükümet sarsılmasın diye, Mesut Yılmaz da hız kesti.

Dün gazetelerden okuduk, kurmaylarıyla yaptığı görüşmede, ‘‘Ben Kopenhag'ı ayarladım’’ demiş. İdam cezasını kaldırarak, bir iki kozmetik değişiklikle Kopenhag'da tam üyelik görüşmeleri için tarih alınacağı beklentisini yaymaya başlamış çevresine Yılmaz.

Bu mümkün mü? Değil. Çünkü, Kopenhag kriterleri bir bütün. Yılmaz bunu herkesden daha iyi biliyor.

Ekonomik ve siyasi kriterleri ile bir bütün Kopenhag kriterleri. Bir medeniyet projesi. Ne idam cezasının kaldırılması tek başına bir şey ifade eder ne de düşünce özgürlüğünün önündeki engeller yarım yamalak düzenlemelerle kalkmış sayılır.

Ama, şimdi bunun tersi bir beklenti pompalanıyor.

Yeter ki hükümet dağılmasın!

Başbakan Ecevit'in sağlık durumu bahane. Sorun başka yerde.

Hükümeti korumak Türkiye'nin en öncelikli sorunu haline geldi. Esas sorun bu.

* * *

KISA vadeli çıkarların öne geçtiği bir süreçte, Avrupa sağının Türkiye için ‘‘özel statü’’ önerisi kulağa hoş gelebilir ama işimize gelmez.

Çünkü, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girme hedefi bir hak mücadelesi. Gümrük Birliği Anlaşması ve Helsinki kararları ile pekişen bir hak bu.

Neden bu hak mücadelesinden vaz geçilsin? Neden özel bir statü ile yetinilsin?

Neden Türkiye, Avrupa Birliği ülkeleri ve yeni giren ülkelerle eşit haklara sahip olmaktan vaz geçsin?

Avrupa Birliği çıtasını göğüslemeye nefesi yetmeyenler yüzünden Türkiye neden bir feragat tercihi ile karşı karşıya kalsın?
Yazının Devamını Oku