Muş'ta Avrupa'yı tartışmak

O kadın hakkında biraz fikir verebilmek için, son zamanlarda bize musallat olan hayatı sembollerle anlama, kodlarla tarif etme kolaycılığına kaçarak diyorum ki, baş örtüsü ‘‘Ayşe teyze’’ tipi, çenesinin altından bağlıydı. Sistemle uyuştuğu tek nokta belki de buydu.

Muş İl Başkanlığı'nda, HADEP'lilerle sohbet ediyoruz. Konumuz, savaş yıllarında terk etmek zorunda kaldıkları köylerine geri dönmek isteyenler ve onlara engel olan korucular sorunu.

Terörizmle mücadele sonrasının acil çözüm bekleyen en önemli sorunu. Geri dönüşler nasıl sağlanacak, yeni yerleşim merkezleri oluşturulacak mı, yoksa insanlar, dağlara dağılmış köylerine medeniyetten uzak yaşamlarına geri mi dönecekler? Mülkiyet sorunları nasıl aşılacak?

Sohbet sırasında konu Avrupa Birliği'ne geliyor. Muş'ta yaşayan HADEP'liler Avrupa Birliği'ni nasıl algılıyor?

Mesela o ne düşünüyor? Soruyorum.

35 yaşlarındaki baş örtülü, güleç yüzlü kadın, büyük siyah el çantasını dizlerinin üzerine yerleştirdikten sonra, üzerinde düşünülmüş, kararlı ifadelerle anlatmaya başlıyor:

'Avrupa Birliği Kürtler için zararlı mı, yararlı mı önce onu düşünmek lazım. Avrupa, Kürt halkı üzerinde sürekli oyun oynadı. Kürt sorunu çözülür diye oynadı oyunu. Aslında rant meselesi vardı. Avrupa Ortadoğu'yu sürekli elinin altında tutup yönlendirmek istiyor. Kürt sorununu çözün diyor ama etkili olmuyor. Hiçbir şey değişmiyor. Hálá göç var, hálá öldürmeler var.'

Sözlerinde, acıların çemberinden geçmiş bir halkın çıkardığı dersler var. Kürt meselesinin çözümü için Avrupa'ya güvenmiyor.

Ya Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliği? 'Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye olmasını istiyorum tabii ki. Bu iyi bir şey olacak hepimiz için ama gerçek çözüm olur mu, ona güvenmiyorum' diyor.

Bir başkası söze devam ediyor. Bir erkek. Kürt meselesinin içerden halledilmesi gerektiğini söylüyor, 'Siz aydınlara çok iş düşüyor. Bakın, Fransa'da Jean Paul Sartre gibi biri çıkmasaydı Cezayir sorunu çözümlenemezdi.'

Jean Paul Sartre? Tartışmalarda adını duymayalı ne kadar çok oldu.

Bir genç söz alıyor. Avrupa Birliği hakkındaki görüşlerini anlatacak.

'Avrupa'nın Türkiye halklarının sorunu karşısında samimi olduğunu düşünmüyorum. Biz çözümü Avrupa ile değil, kendi aramızda Türk ve Kürt halkının konsensüsü ile sağlamalıyız.'

* * *

SAVAŞ yılları geride kaldı, yeni dönem yeni ihtiyaçlarla geliyor. Ön yargıları, sloganları, kalıpları bir kenara bırakıp karşıdakine kulak verme zamanı. Muş, Malazgirt, Patnos ve Van'da bir gece geçirdikten sonra kısa yolculuğumdan çıkardığım en güçlü mesaj bu.

Bir diyalog dönemine ihtiyacı var Türkiye'nin.

Güvensizlik bölgedeki en derin duygu olmuş. Devletle halk arasında da karşılıklı bir güven sorunu var.

Örneğin, köye dönüş projesi ile ilgili olarak 'başvurunuzu yapın' deniyor ama bazı dilekçelerin işleme bile konmadığı inancı yaygın. Hakkını aramaktan çekiniyor insanlar. Konuşmaktan korkuyor.

526 sayılı Dernekler Kanunu bir kabus. Sık sık yapılan aramalar, yasak ilan ediliveren bir yayın nedeni ile yüksek para cezaları, tutuklamalar.

İnsanlar, 'Ortam yumuşadı ama normalleşme olmadı' diyorlar.

Nasıl normalleşme olabilir ki? Siyasetin normal ağırlığına ve yönlendiriciliğine kavuşamadığı bir yerde hayat normalleşebilir mi?

Artık bir hareket gerekiyor. Anadil önündeki engellerin kaldırılmasını bu açıdan değerlendirmekte yarar var. Avrupa istedi diye değil, karşılıklı güveni ve normalleşmeyi sağlayacak zihniyet iklimini oluşturmak için atılacak bir adım olarak.
Yazarın Tüm Yazıları