Ferai Tınç

Seçim sathı mahalline Avrupa'yı da alın

5 Ağustos 2002
<B>UYUM</B> yasalarının en önemlilerini bir gecede Meclis'ten geçirerek dünya aleme parmak ısırtan gözü karalığın yıl sonuna kadar devam etmesi halinde Türkiye, Ortadoğu ve yarınlarını tartışmakta olan Avrupa'nın değişim sürecinde çok ama çok etkili bir duruma gelecek. Türkiye'nin değişmesi, Irak ile başlayacak süreçte Ortadoğu ve genişleme ile birlikte 'Nasıl bir Avrupa?' sorusuna yanıt arayan Avrupa'daki dönüşümde rol oynayacak.

Türkiye'nin, istesek de istemesek de dünya dengelerinde Osmanlı'nın oynadığı rolün mirasçısı olma özelliği, Misak-ı Milli kavramının (sınırlarımın dışı beni ilgilendirmez anlayışının) kabuklarını zorlayarak, küresellik sisteminin güvencesi açısından Türk Barışı'nı yani Pax Turca'yı mecbur kılıyor.

Türk barışı, içeride ve dışarıda sorunlarını çözmüş bir Türkiye ile mümkün ancak.

Bu gerçek bazılarının hiç işine gelmiyor.

Pax Turca'nın bir numaralı düşmanları kimler biliyor musunuz? Varlıklarını çatışmalara borçlu olanlar.

Örneğin, idam konusunu Öcalan'a endeksleyerek, bunu bir seçim stratejisi haline getirmeye çalışan MHP gibi.

Meclis'teki görüşmeler sırasında, en sıradan fikirleri bile çakmak çakmak gözlerle, nutuk üslubuyla bağırarak ifade eden, kavgacı, intikamcı, şiddet duygusunu körükleyen konuşmaların MHP'li milletvekilleri tarafından yapılması bir tesadüf olabilir mi?

Ama artık bu üslubun alıcısı kalmadı. Radikal siyasi çizgilerin kemikleşmiş tabanları bile uzlaşmayı, anlaşmayı ve barışı savunan seslere daha fazla kulak veriyorlar.

* * *

UYUM yasalarıyla ilgili önemli adımın arkasından Avrupa'nın tepkisi şu anda sınırlı kaldı. Çünkü Avrupa tatilde. Herkes Ağustos tatili için yollarda. Esas tepki, eylül başında gelecek.

Türkiye ise o sıralarda seçim dönemi hazırlıklarıyla meşgul olacak. Büyük bir olasılıkla bugün öngörmediğimiz çok önemli değişikliklerin, ittifaklar ve birleşmelerin müzakereleri gündemi kaplayacak.

Oysa, Türkiye ile ilgili ilerleme raporunun hazırlanacağı, Kıbrıs konusunun Avrupa kulislerinde tartışılacağı bu günlerde, Meclis'teki iradeyi, çeşitli temaslarla Avrupa'ya taşımak çok iyi olur.

Sivil toplum örgütlerinin böyle bir hazırlık içinde olduğunu biliyorum, ama çeşitli siyasi partilerden oluşacak heyetlerin yapacakları görüşmeler de etkili olacak.

Avrupa Parlamentosu Başkanı Pat Cox, AB uyum yasalarının Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabulünden sonra yaptığı açıklamada, 'Bu reformlar, Türkiye'deki siyasi liderlerin çoğunluğunun Avrupa değerleri ve standartlarına ulaşmaktaki kararlılığını gösteriyor' demiş.

Bu kararlılığın sadece siyasi liderlerle sınırlı kalmadığı, halkın iradesini yansıttığını anlatmak gerekmez mi?

Siyasiler arası görüşmelerin çok önemli olduğunu DSP milletvekili gazeteci arkadaşımız Ahmet Tan, cumartesi sabaha karşı milletvekillerini'AB'ye doğru yola çıkmış TIR şoförleri'ne benzettiği konuşmasında dile getirmişti.

'Adam adama markaj'ın gerektiğini vurgulayan Tan, 'parlamento diplomasisi'nin Avrupa kurumlarında ne kadar önemli olduğunu söyledi.

Uyum yasalarının Meclis'ten geçirilmesiyle birlikte iki önemli adım var Türkiye'yi bekleyen. Birincisi bunları hayata geçirip, iç barışın, istikrarın refahın temellerini örmeye başlamak, ikincisi ise seçimler yüzünden Avrupa'yı ihmal etmemek. Avrupa'yı da seçim sathı mahalline katarak, Türkiye'nin iradesini Avrupa'ya aktarmak da siyasilerimizi seçim öncesi bekleyen önemli bir görev.
Yazının Devamını Oku

Türklerden korkulur, büyükelçi haklı çıktı

4 Ağustos 2002
<B>DÜN</B> sabahın ilk saatlerinde Türkiye, tabularıyla yüzleşme gücüne ulaştığını kanıtlayarak yepyeni bir ufkun kapılarını aralarken, Avrupalı bir büyükelçinin sözlerini anımsadım. Kıbrıs ve Malta dahil 12 ülkeye adaylık verilirken Türkiye'nin reddedildiği Lüksemburg Zirvesi'nde, Avrupa'nın Türkiye'ye neden adaylık statüsü tanımadığını anlatıyordu büyükelçi.

Türkiye Avrupa'yı korkutuyordu. Nüfusu çoktu, yoksuldu, dayatmacıydı, sorun çözmeyi bilmiyordu vesaire vesaire. O, herkesin bildiği gerekçeleri sıralıyor, ben ise, Türkiye'ye mutlaka adaylık verilmesi gerektiği, üyeliğin zaten hemen mümkün olamayacağı konusunda ısrarlı bir tartışma sürdürüyordum.

‘‘Sizden korkulur’’ diye kesti tartışmayı ‘‘Siz adaylığı alınca, diğer adayların hepsinden çok daha kısa zamanda hazırlıklarınızı tamamlayıverir ve kapıya dayanırsınız.’’

O zaman ‘‘Avrupa'nın tarihi paranoyası’’ diye geçirmiştim içimden. Dün 16 saat süren tartışmaları izlerken ona hak verdim. Biraz daha gayretle Kopenhag kriterlerini hayata da geçirecek ve kapıya dayanacağız.

* * *

UZUN yıllar PKK tarafından savunulduğu için terör örgütünün ipoteğine teslim edilen demokratik haklar ipotekten kurtuluyor.

Ortak doğrularımız var artık.

Meclis'teki tartışmalar Avrupa Birliği projesinin ortak ulusal bir hedef olduğunu bir kez daha kanıtlamakla kalmadı, demokrasi talebinin ne kadar güçlendiğini de gösterdi.

Ama daha da önemlisi köklü bir zihniyet değişikliğinin de habercisiydi.

İşte ortak doğrulardan örnekler:

'Özgürlüklerin parçaladığı bir ülke yok. Çağdaş dünya müzakereci demokrasiye dayanıyor. Bir milletin geleceğini temelsiz korkulara teslim edemeyiz.' ANAP İstanbul Miletvekili Nesrin Nas.

‘‘Bir insanın ana dili varsa eğer konuşacak. Siz neden ana dilin var diye soramazsınız. Ana dil öğrenildi diye ülke filan bölünmeyecek. Çok güzel bir şey olacak.’’ Saadet Partisi Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu.

‘‘Uluslararası sözleşmelere en çok çekince koyan ülke Türkiye. Bu çekinceler külliyatından artık arınmalıyız. Türkçe dışındaki dillerde yayın dahil kültürel faaliyetler, bizi zenginleştirici bir unsurdur. Daha çok üretmek için özgürlük alanını genişletmek görevimiz.'AKP Bursa milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır.

‘‘En temel kaygı ulus devletin sona ereceği kaygısı ama yersiz. Türkiye, Avrupa Birliği içinde Atatürk milliyetçiliğini sürdürecek.’’ DSP İstanbul Milletvekili Ahmet Tan.

‘‘Avrupa Birliği ortak tercihimiz, milli hedefimizdir. İnsan hakları, ekonomik haklar geleceğimizin teminatıdır.' DYP Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya.

‘‘Yasakların kaldırılmasından bütünleşme doğar, birlik doğar.'
YTP Hakkari Milletvekili Evliya Parlak.

MHP ise Türkiye'nin 20'inci yüzyılda kalan 'soğuk savaş günleri' yüzünü temsil ediyordu.

MHP'li milletvekillerinin, 'kendileri gibi düşünen Müslüman Türkler'in dışındaki bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını düşman ve potansiyel hain ilan eden yaklaşımları utanç vericiydi.

Kürtçe öğrenmenin Türkçe'yi zaafa uğratacağından ve ülkeyi böleceğinden, azınlık vakıflarına gayrı menkul edinme hakkının ise vatan toprağının Rumlar, Ermeniler ve Museviler tarafından parça parça satın alınacağından söz etmeleri onları, Meclis'in önceki günkü o güzel atmosferine fena halde yabancılaştırdı.

* * *

TÜRKİYE Büyük Millet Meclisi Avrupa Birliği yolunda önemli bir adıma imza attı. Daha yapılacak çok iş var. Ama zor olan başarıldı, tabular aşıldı.
Yazının Devamını Oku

Anahtar ülke Türkiye

2 Ağustos 2002
<bSON</B> aylarda Washington'dan kim geldiyse aynı şeyi tekrarladı<B>: ‘‘Irak'ta her hangi bir harekete girişmeden Türkiye'ye danışmamız gerekiyor. Buna kesin olarak inanıyoruz.’’ Söylenenlerle yapılanlar arasında öyle bir farklılaşma ortaya çıkmaya başladı ki, vaadler inandırıcılığını yitiriyor.

Ya da Washington, danışıyor danışmasına ama söylenenleri dinlemiyor.

* * *

DİNLEMEYİ bırakın, galiba gözdağları bile veriliyor.

Başbakan Ecevit, Leyla Umar ile yaptığı röportajda, Türkiye istemese de ABD'nin ‘‘yapacağım’’ dediğini vurguluyor ve Türkiye'nin operasyona izin vermemesi halinde ne olacağı konusunda şunu söylüyor:

‘‘O zaman durumun pek lehimize olmayacağını ima etmenin ötesinde açıklıyor.’’

Demek ki, Washington Ankara'ya ‘‘karşı çıkarsanız durum pek lehinize olmaz’’ mesajı verdi.

Başbakan söylüyor bunu. Artık anlaşılmadık bir nokta kalmadı ortada.

Demek ki, danışma demek Washington'da hazırlanan planların benimsetilmesi anlamına geliyor.

* * *

AMA hiç değilse Washington Türkiye'nin Türkmenler konusundaki hassasiyetlerine daha samimi bir yaklaşımla kulak vermeli.

ABD Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz Türkiye'yi ziyaret ettiğinde, Irak'ın geleceğinde Türkmenlerin de dikkate alınacağı mesajını net bir biçimde vermişti.

Ama bu görüşmenin üzerinden daha bir ay geçmeden ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlığı'nın, Irak muhalefeti ile yapacağı toplantıdan Türkmenler dışlandı.

9 Ağustos'ta yapılacak toplantıya Türkmenlerin davet edilmemiş olması konusunda Washington'dan yapılan açıklama şu: ‘‘Türkmenler 1998 yılında Kongre'de kabul edilen Irak'ın Kurtarma Yasası’’nda adı geçen gruplar arasında yoktur o yüzden çağırılmadılar.

Bu açıklamanın havada kaldığını görmüş olmalılar ki, Ankara'nın salı günkü Irak trafiği sırasında yaptığı itirazlar dikkate alınmış. Türkmen Cephesi'ne de davetiye gelmek üzere olduğunu öğrendim.

* * *

EVET Washington danışıyor ama dinlemiyor. Oysa, Ortadoğu'nun kaderinin Osmanlıdan sonra ikinci kez biçimleneceği bu dönemde, geçmişten kalan sorunların çözümü ancak Türkiye ile birlikte sağlanacaktır.

Ortadoğu'nun demokratikleşme sorunu Türkiye ile birlikte çözülecektir.

İşte bu yüzden Türkiye, yeni çağ oluşumlarının anahtar ülkesidir.

* * *

TÜRKİYE kendi tarihiyle birlikte yine bölgenin tarihini yazıyor.

Avrupa Birliği'ne uyum yasalarının kabul edilmesi sadece Türkiye'yi değil, bölgemizi de yeni bir geleceğe taşıyacaktır.

O yüzden de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde dün başlayan tartışmalar sadece Türkiye'de değil bölgemizde de, komşularımızda da dikkatle izleniyor.

‘‘Bab-ı Ali’’ tartışmalarının izlenmiş olduğu gibi.

Meclisimiz bugün, hem bizim hem bölgemizin geleceğinin sorumluluğunu taşıyor.
Yazının Devamını Oku

Anahtar ülke Türkiye

2 Ağustos 2002
aylarda Washington'dan kim geldiyse aynı şeyi tekrarladı: ‘‘Irak'ta her hangi bir harekete girişmeden Türkiye'ye danışmamız gerekiyor. Buna kesin olarak inanıyoruz.’’Söylenenlerle yapılanlar arasında öyle bir farklılaşma ortaya çıkmaya başladı ki, vaadler inandırıcılığını yitiriyor.Ya da Washington, danışıyor danışmasına ama söylenenleri dinlemiyor.* * *DİNLEMEYİ bırakın, galiba gözdağları bile veriliyor.Başbakan Ecevit, Leyla Umar ile yaptığı röportajda, Türkiye istemese de ABD'nin ‘‘yapacağım’’ dediğini vurguluyor ve Türkiye'nin operasyona izin vermemesi halinde ne olacağı konusunda şunu söylüyor: ‘‘O zaman durumun pek lehimize olmayacağını ima etmenin ötesinde açıklıyor.’’Demek ki, Washington Ankara'ya ‘‘karşı çıkarsanız durum pek lehinize olmaz’’ mesajı verdi.Başbakan söylüyor bunu. Artık anlaşılmadık bir nokta kalmadı ortada.Demek ki, danışma demek Washington'da hazırlanan planların benimsetilmesi anlamına geliyor.* * *AMA hiç değilse Washington Türkiye'nin Türkmenler konusundaki hassasiyetlerine daha samimi bir yaklaşımla kulak vermeli. ABD Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz Türkiye'yi ziyaret ettiğinde, Irak'ın geleceğinde Türkmenlerin de dikkate alınacağı mesajını net bir biçimde vermişti.Ama bu görüşmenin üzerinden daha bir ay geçmeden ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlığı'nın, Irak muhalefeti ile yapacağı toplantıdan Türkmenler dışlandı.9 Ağustos'ta yapılacak toplantıya Türkmenlerin davet edilmemiş olması konusunda Washington'dan yapılan açıklama şu: ‘‘Türkmenler 1998 yılında Kongre'de kabul edilen Irak'ın Kurtarma Yasası’’nda adı geçen gruplar arasında yoktur o yüzden çağırılmadılar. Bu açıklamanın havada kaldığını görmüş olmalılar ki, Ankara'nın salı günkü Irak trafiği sırasında yaptığı itirazlar dikkate alınmış. Türkmen Cephesi'ne de davetiye gelmek üzere olduğunu öğrendim.* * *EVET Washington danışıyor ama dinlemiyor. Oysa, Ortadoğu'nun kaderinin Osmanlıdan sonra ikinci kez biçimleneceği bu dönemde, geçmişten kalan sorunların çözümü ancak Türkiye ile birlikte sağlanacaktır.Ortadoğu'nun demokratikleşme sorunu Türkiye ile birlikte çözülecektir. İşte bu yüzden Türkiye, yeni çağ oluşumlarının anahtar ülkesidir.* * *TÜRKİYE kendi tarihiyle birlikte yine bölgenin tarihini yazıyor.Avrupa Birliği'ne uyum yasalarının kabul edilmesi sadece Türkiye'yi değil, bölgemizi de yeni bir geleceğe taşıyacaktır.O yüzden de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde dün başlayan tartışmalar sadece Türkiye'de değil bölgemizde de, komşularımızda da dikkatle izleniyor. ‘‘Bab-ı Ali’’ tartışmalarının izlenmiş olduğu gibi. Meclisimiz bugün, hem bizim hem bölgemizin geleceğinin sorumluluğunu taşıyor.
Yazının Devamını Oku

Kimse zaman kazanamayacak

29 Temmuz 2002
<B>BAŞBAKAN</B> <B>Bülent Ecevit</B>'in seçim korkusunu, AK Parti ve HADEP ile açıklaması büyük talihsizlik. Herhangi bir partili ya da sıradan biri olsa bu sözlerin sahibi üzerinde fazla durulmayabilir. Ama bunu söyleyen Başbakan. Partisine oy verenlerin değil, bütün Türkiye'nin temsilcisi.

İktidar partilerinden umudu keserek AK Parti ya da HADEP'e yönelecek oyları ‘‘potansiyel rejim düşmanı’’ ilan etmek başbakana yakışmaz.

Dışlayıcı üslupla Türkiye'de hiçbir siyasi parti bir yere gidemez. HADEP bile. Zaman artık toparlayıcı, birleştirici olma zamanı. Esas talep bu.

Dışlayıcı üslup tepki uyandırıyor.

Bakın, CHP Urfa İl Başkanı Vedat Melik, bu üslubun iticiliği konusunda neler söylüyor:

‘‘Biz Osmanlı'nın etnik yapısını devir aldık. Ya sev, ya git mantığı ne demek? Bu beni bile rahatsız ediyor. 20 yıl önce Rumeli'den gelmiş, beni tehlikeli ilan edecek. Ben de derim ki, köylü köyüne, evli evine. Bu vatan kimin? Eğer toprağın kara bağrında yatanların ise hepimizin dedesi yatıyor orada.’’

* * *

BAŞBAKAN
, DSP'yi kurtarmak ile Türkiye'yi kurtarmanın aynı şey olduğuna inanmaya başladı galiba. Ya da bir ‘‘büyük’’ olarak bu iddiayı kabul ettirebileceği kanısında.

Ben de bunu hiç içime sindiremiyorum.

Çünkü Türkiye'nin kurtuluş formülleri belli. Daha doğrusu iki reçete var. IMF ve Avrupa Birliği.

Kim onları hakkıyla uygularsa gerçek kurtarıcı o olacak.

Uyguluyormuş gibi görünerek yan çizenler ise kendilerini bile kurtaramayacaklar.

* * *

‘‘AVRUPA
Birliği'nin Kopenhag Zirvesi'ne kadar Ulusal Program'daki uyum yasalarından benimsemeye hazır olduklarımızı Meclis'ten geçirelim. İdam ve ana dili bir kenara bırakalım’’ diyenler var.

DSP'den ayrılırken Avrupa Birliği için yeterli adımların atılmadığı gerekçesini öne çıkartanların da bu kervana katıldıklarını hayretle izliyorum.

Oysa siyasi liderlik tam da bu noktada gerekiyor. Diğer aday ülkelerde işler böyle yürüyor. Siyaset önderlik yapıyor, halkı hazırlıyor.

Örneğin idam. Polonya'da halkın yüzde 75'i, Macaristan'da yüzde 65'ı, Çek Cumhuriyeti'nde yüzde 60'ı idam cezasının kalkmasını istemiyor. Ama bu ülkeler Kopenhag Kriterleri'ne uyum çerçevesinde idam cezasını kaldırdılar.

Çünkü Kopenhag kriterleri bir kalite garantisi. Demokrasi ve yönetimde ortak bir kalite tutturmanın garantisi.

‘‘Gönlümüzden bu kadar koptu, bununla yetinin’’ pazarlıklarıyla Avrupa kapısını aralamak mümkün değil. Bunun mümkün olacağını söyleyenler birilerini kandırıyorlar.

Ama Avrupa'yı değil. Orası kesin.

* * *

HALK
iktidar partilerinin üzerini çizip yeni arayışlara yöneldiyse eğer, seçimleri istediğiniz kadar ileriye atın sonuç değişecek mi?

Hayır, seçimlerin ertelenmesi sonucu değiştirmeyecek. Çünkü bu iktidar büyük bir kararlılıkla Türkiye'yi ‘‘zaman kaybetme’’ sürecine soktu. Seçimler ne kadar ertelenirse ertelensin kimse zaman kazanamayacak.
Yazının Devamını Oku

Yollar doğruyu söyler

28 Temmuz 2002
<B>BUGÜN</B> size yoldan yazıyorum. Yollardan. Dolaşıyorum. Konuşuyorum, sokakların sesine kulak veriyorum. Ankara'dan HADEP'li bir genç kız,<B> ‘‘yasaklı bir halkın illegal çocukları olmaktan kurtulmak için’’</B> başlattıkları kitap kampanyasına verdiğim desteğe teşekkür ediyor. Şanlıurfa Muhtarlar Derneği Başkanı Hüseyin Korkmaz, ekonomik krizin Ankara'da anlaşılmadığını söylüyor. Ay başında maaşların garanti olduğu başka neresi var Türkiye'nin?

Yollarda seçim havası hiç yok. Ankara'da birşeyler oluyor - daha doğrusu olmuyor - ama kimse ilgilenmiyor.

Her liderin, değişik bir gündemle yelkenine rüzgar doldurmaya çalışması, boş çabalar olarak değerlendiriliyor.

Liderlik pozları herkes tarafından fark ediliyor.

Güneydoğu'da düne kadar üretici pamuk fiyatlarını bilmezdi. Şimdi dünya fiyatlarını biliyor. Dünya pamuk borsasındaki oynamaları izleyen üretici, artık beş kuruşun pazarlığını çatır çatır yapabiliyor.

Ankara'dakilerin, siyasi çıkar hesaplarını hemen anlaşılıyor.

MHP'nin, Avrupa Birliği'ne karşı çıkışına, Türklüğün çıkarlarının korunması izlenimi verilmek isteniyor ama bunun demokrasinin yolunun tıkanması olduğu görülüyor sokaklarda.

Ecevit'in, kendisi olmazsa ekonominin batacağı açıklamaları ise, ‘‘zaten battık’’ karşılığı ile yanıtlanıyor.

Esnaf ve köylü DYP'ye sıcak.

Yolsuzlukların şaibesi ANAP'ın üzerine öyle bir sinmiş ki, Avrupa Birliği konusundaki girişimleri bile ‘‘samimi mi’’ sorusunu sorduruyor.

Yeni Türkiye'nin kaderi Derviş'e bağlı. Ama sokaklara ulaşamıyor. Yeni oluşum hakkındaki düşüncelerini sorduğumda aldığım yanıt: ‘‘N'oluşum?’’ oluyor.

CHP tırmanışta. Baykal, Derviş'e uyumlu bir çalışma güvencesi verebilir ve onu CHP'ye çekerse AKP ile yarışabilir.

HADEP, baraja takılacağı için ittifak peşinde. Ya ittifak ya da bağımsız adaylar çıkartacak. Doğu ve Güneydoğu'da oy potansiyeli yüksek. Ama orada da halk, partinin belediyelerdeki faaliyetlerine göre oy verecek.

* * *

GENÇLER ideoloji partilerine ilgi duysa da, uçlardan merkeze yolculuk dikkat çekiyor. Çatışma istenmiyor.

Avrupa'da, Amerika'da ya da Türkiye'nin zengin merkezlerinde gurbetçi olmaktansa, köklerinin bulunduğu toprakları zengin, yaşam kalitesi yüksek merkezler haline getirme isteği öne çıkıyor.

Yeter ki, insan potansiyelini harekete geçirecek sistem oluşsun.

Esas sorun işsizlik. Geleceği planlayamamak.

* * *

SOKAKLARIN sesine kulak verdiğimde, değişimin başladığını görüyorum. Türkiye'de bir ‘‘ilk’’ oluyor. Değişim tabandan başlıyor.

Bu değişim dinamiği, tüm engelleri aşarak siyasete yansıyacak.

Tepede tepişmeyi bırakıp, bu sese kulak verme zamanı geldi artık.
Yazının Devamını Oku

Yunanistan'da derin temizlik

26 Temmuz 2002
<b>YUNANİSTAN</B>, en büyük soğuk savaş sırrı ile yüzleşip, otuz yıldan beri sırtında taşıdığı 17 Kasım Örgütü'nden kurtuluyor. Bu gelişme Yunan dış politikasında çok önemli bir değişimin de habercisi, üstelik de Türkiye ile doğrudan ilintili.

Bundan üç yıl önce Avrupa Birliği'nin en iğreti üyesi olan Yunanistan, derin devletinde giriştiği ideolojik bir temizlik harekatı ile hem Avrupa ile entegrasyonunu tamamlıyor hem de, 'üçüncü dünya'cılığı geride bırakıyor.

* * *

BU süreçte Atina yalnız değil. Aslına bakılırsa Simitis Hükümeti bu adımı ABD'nin zoruyla attı.

Adını, cunta tarafından şiddetle bastırılan, 17 Kasım 1973'deki öğrenci eyleminden alan terör örgütü son yıllarda Washington'un merceği altındaydı.

Öcalan'ın, Yunanistan'ın Kenya Büyükelçiliği'nde yakalanması süreci ateşledi.

Bir yıl sonra, CIA tarafından yürütülen bir soruşturmada, PKK ile 17 Kasım arasında ilişki olduğunu gösteren bilgilere ulaşan Clinton Yönetimi Atina'yı uyardı.

O zamanki Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, soruşturmanın sonuçlarını Avrupa Birliği'ne iletiyor, ABD baskısına Avrupa'nınki de ekleniyordu.

Washington, PKK ilişkisini ortaya çıkartan iddiasını 10 kişilik bir isim listesi ile güçlendirdi.

Haziran 2000 tarihli Avriani Gazetesi'nde yer alan bir haberde Clinton Yönetimi'nin Yunan Hükümeti'ne, 17 Kasım Örgütü ile ilişkisi olan 10 kişilik bir isim listesi verdiği açıklandı.

Bu sırada, 17 Kasım, İngiliz askeri ateşe Saunders'i öldürüyor, Washington da çileden çıkıyordu.

Zaten, ABD'nin 2000 yılı terör raporunda Yunanistan, ‘‘Terörizmle mücadele konusunda Pakistan ile aynı kategoride’’ ilan edilmişti.

Suikastten sonra eski ve yeni CIA başkanları konuşmaya başladılar. CIA'nin eski Başkanı James Woolsey, ‘‘Yunan Hükümetinde yer alan bazı kişilerin 17 Kasım'ı tanıdığına inanıyorum’’ diyecek ve devam edecekti ‘‘25 yıldır Yunan hükümetlerini 17 Kasım'ı izlemeye ikna etmeye çalışıyoruz. Ama hiçbir yanıt alamadık. Yunan Hükümeti 17 Kasım'a yönelik soruşturmada ciddi değil.’’

CIA Başkanı George Tenet ise güvenlik konularından sorumlu bir Yunanlı bakan ile yaptığı görüşmede‘‘Yeter artık. Teröre karşı harekete geçin’’ diyordu.

* * *

17 KASIM, Türk-Yunan ilişkilerinin önündeki en büyük engel olan Megali İdea, yani büyük Yunanistan ideolojisi ile beslendi, solculuk kılıfına bürünerek dokunulmazlık kazandı.

1980'li yıllarda, Ortadoğulu ‘‘kurtuluş’’ örgütlerine kucak açarak petrol zengini Arap ülkelerinin yatırımlarını ülkeye yönlendirme hesabına giren Andreas Papandreu ‘‘anoigma’’ yani Arap dünyasına açılma politikalarını benimsedi. Kıbrıs harekatından sonra, Arap dünyasının Türkiye'yi ve Türk tezlerini desteklemesinin önüne geçmeye öncelik verdi. Suriye, Irak ve Libya ile ilişkiler kurdu. Ermeni teröristleri korudu daha sonra da PKK'ya kucak açtı.

17 Kasım, Türkiye karşıtlığının siyasi prim yaptığı bir dönemin ‘‘günahı’’.

Yunanistan'ın bu günahtan kurtulması, Türk-Yunan ilişkileri ve Kıbrıs'ın önüne yeni ufukların açılması demektir.
Yazının Devamını Oku

Muş'ta Irak tartışması

22 Temmuz 2002
<B>MUŞ</B> ile ilgili bu üçüncü yazı. Sıkılmış olabilirsiniz ama karşınızda bir Muş fahri hemşehrisi bulunuyor. Yıllar önce, Yemen türküsünün Muş'a ait olduğunu yazdığımda fahri hemşehri ilan edilmiştim. O günden beri ilk kez gitme fırsatı bulduğum Muş'ta Türkiye'nin tüm sorularına yanıtlar arayınca üç günü bile zar zor yettiriyorum.

İlk yazıda koruculuk sisteminin barış döneminde yeni bir sorun olarak ortaya çıkmasını ele almıştım.

İkincisinde yani dünkü yazıda, bölgenin Avrupa Birliği'ne bakışını yansıtmaya çalıştım. Kürt sorununun çözümü için değil -çünkü bunu ancak biz birlikte çözeriz diyorlar- Türkiye'nin yararına olacağı için AB üyeliğinin istendiğini aktardım.

Bugün de bölge halkının Irak operasyonru konusundaki düşüncelerini yazacağım. Bölge halkı Irak'a operasyon konusunda ne düşünüyor?

Washington'dan verilen mesajlar, Irak'ın toprak bütünlüğünün bozulmayacağı yolunda olsa da, bağımsız bir Kürt devletine yol açma ihtimalini taşıyan bir operasyon, etnik bir siyasi parti niteliğindeki HADEP çevresindeki halk tarafından nasıl karşılanıyor? Halk, böyle bir operasyon karşısında ne hissediyor?

* * *

KÖRFEZ
Savaşı'ndan sonra duygular çok değişmiş. O dönemde, yani 90 başlarında ABD operasyonunun yarattığı heyecanın yerini şimdi tepki almış.

İnsanlar tepkili. ‘‘Bak ne olacak sana söyliyim’’ diyor bir köylü, ‘‘bombaların ipini gevşek tutacaklar bizim başımıza düşecek, merminin barutu az gelecek bizi vuracak.’’

‘‘Irak'tan da, Türkiye'den de atılacak silahlar Kürtlerin üzerine düşecek!’’

Savaş denince tüyler diken diken oluyor buralarda.

Irak operasyonu ne Türkiye açısından ne Kürt kökenli Türkler açısından hiçbir yarar sağlamayacak. Muş'ta insanların duygusu bu.

‘‘Savaş kelimesi bile halkı tedirgin ediyor’’ diyor bir genç, ‘‘Biz savaşın içinde yaşadık. Savaşı bilen bir toplum, bile bile böyle bir şeyi kimse için istemez.’’

* * *

SAVAŞIN
yerine ‘‘aydınlanma’’yı koymak istiyorlar artık. HADEP Muş İl Gençliği bir kültürel atılım programı başlatıyor. İlk adım köylere kitaplıklar kurmak.

Ben de kitap göndereceğim. Kendilerine söz veriyorum. Siz de ‘‘hadep-49@mynet.com’’dan ilişki kurabilir ve kitap yollayabilirsiniz.

‘‘Biz HADEP Muş İl Gençliği olarak, tüm olanaklarımızı zorlayarak bölgemizde aydınlanma ve yeniden doğuşun gerçekleşmesi için harekete geçtik. Amacımız, halkımızın tarih, kültür, sanat ve doğa değerlerine sahip çıkmak’’ diyorlar. Bu ‘‘hümanist harekete’’ destek istiyorlar.

Kampanya ile ilgili bir bildiri de kaleme almışlar. ‘‘Bilim, bilgi ve uygarlıklar Mezapotamya'da otaya çıktı.. Grek uygarlığında okullarda gelişti, Rönesans sonrası Avrupa'sında ise üniversitelerde evrenselleşti’’ diyorlar. Hani Arap, İslam medeniyetleri ve diğerleri? Entellektüel gelişmeyi engelleyen, düşünce özgürlüğünü sınırlayan resmi tarih arayışı.

Aslında yapılacak ne kadar çok iş var. Özgür tartışma ortamlarında tartışılacak ne çok konu, birlikte bulunacak ne çok doğru, ortaya çıkartılacak ne çok zenginlik var.

Yapacak öyle çok işimiz var ki. Gençlik de bunun farkında ve artık savaş, nerede olursa olsun kimsenin istemediği bir şey.
Yazının Devamını Oku