Ferai Tınç

Avrupa için rekabet

23 Ağustos 2002
<B>SEÇİM</B> ortamı, Avrupa rekabetini kızıştırıyor. Avrupa Birliği hedefine ne adına olursa olsun sahip çıkılması sonuçta Türkiye'nin çıkarına olduğu için çok olumlu bir adım. ANAP Lideri Mesut Yılmaz, yıl sonundaki Kopenhag Zirvesi'nde Türkiye'ye müzakere tarihi verilmesi gerektiğini söylemek için Danimarka'ya gitti. YT Lideri İsmail Cem, en etkili AB üyesinin desteği için Almanya'daydı.

DSP'li Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Güler de çarşamba günü Ankara'da basın ve sivil toplum örgütü temsilcilerini toplantıya çağırdı.

Basın ve sivil toplum örgütleri ile ayrı ayrı yapılan toplantıda, Dışişleri Bakanı, uyum yasalarının Avrupa Birliği üyesi ülkelerde tanıtımı için sivil inisyatifin harekete geçmesi çağrısında bulundu.

Dışişleri Bakanlığı'nın bu girişimlere yardımcı olacağını da söyledi.

Uyum yasalarının Avrupa'ya anlatılması gerektiğini söylerken, ‘‘Biz ölçütlere ulaştık. Şimdi sıra AB'nin bunu takdir etmesinde’’ diyen Dışişleri Bakanı, yapılanların anlatılması Kopenhag Zirvesi'nde beklenen sonucu sağlayabileceğini söyledi.

Avrupa Birliği'ne karşı siyasetin ‘‘şüpheciler’’ sınıfında yer alan Gürel'in, Yılmaz ve Cem Avrupa ile tepeden ilişki kurarken politikacı olarak sivil toplumu harekete geçirme kararı farklı bir siyasi zihniyet sergileme niyeti taşıyabilir ya da taşımayabilir, sonuç olarak olumlu.

Ancak, Dışişleri Bakanlığı'nın eşgüdümü altında bir kampanya ne denli etkili olabilir?

Sivil toplum kendi inisyatifi ile zaten uzun bir süredir çaba harcıyor.

Böyle bir kampanyanın etkisi, bunun gerçekten sivil, yani hükümet dışı, kendiliğinden, güdümsüz olmasına bağlı.

Dışişleri Bakanlığı parlamento çatısı altında, siyasi partileri Avrupa'da tatilden sonra kendi muhataplarıyla ilişki kurmaya özendirse daha iyi olmaz mı?

Kaldı ki, Kopenhag kriterlerine uygun adımları konusunda en etkili lobiyi bu yasaların hayata geçmesi, özgürlüklerin yaşanmaya başlaması yapacaktır.

Yani uygulama.

* * *

DIŞİŞLERİ Bakanı Gürel, çarşamba günkü toplantıda ilginç mesajlar da verdi.

Bakana göre, Türkiye Avrupa'nın istediğinden de fazlasını yapmıştı. Uyum yasaları çıkmış, hatta daha ileriki bir dönemin işi olan uyum yasası bile Meclis'ten geçmişti. Ayrıca son altı aydan beri adı konulmamış tarama süreci başlatılmıştı AB ile.

Avrupa Birliği'nin uyum yasaları için ‘‘İyi oldu aferin. Ama uygulamayı da görmemiz gerekiyor’’ yaklaşımı ise kabul edilemezdi.

‘‘Uygulamadan kuşku duymak yersiz. Buna kimsenin hakkı yok’’ diyordu bakan.

Gürel'in tepkisi, Avrupa Birliği'nin uygulamayı bahane ederek Türkiye'yi entegrasyon süreci dışında tutma olasılığından kaynaklanıyor. Bunu anlamamak ve endişeyi paylaşmamak mümkün değil.

Ama, sivil toplum ve basının Avrupa nezdinde yapacağı lobinin etkili olmasının tek yolu, uyum yasalarının hayata geçmesi, siyasete ve zihniyetimize yansımasıyla mümkün olacak.

İTİRAZ

SEÇİM
öncesi durum değerlendirmesi için gittiğim Mardin'den yazdığım yazıya DYP Milletvekili Metin Musaoğlu'dan itiraz geldi. Parti merkezlerinde, sivil toplum kuruluşlarında ve sokakta, kahvelerde yaptığım görüşmelerde, DYP ile ilgili değerlendirmeleri aktarmış DYP Milletvekili Metin Musaoğlu'nun DYP Mardin teşkilatını bir aile teşkilatı haline getirdiği eleştirilerini de yansıtmıştım. Musaoğlu, buna itiraz etti.

‘‘Geniş sülalemizin DYP saflarında olmasının partimize güç kattığı aşikardır’’ diyen Musaoğlu İl yönetiminin gayrı ahlaki tutumları nedeniyle fesh edildiğini, ilçe yönetimlerine gelen heyetlerin de ilçe kongreleri tarafından seçildiğini açıklayarak eleştirilere itiraz etti.
Yazının Devamını Oku

Avrupa için rekabet

23 Ağustos 2002
SEÇİM ortamı, Avrupa rekabetini kızıştırıyor. Avrupa Birliği hedefine ne adına olursa olsun sahip çıkılması sonuçta Türkiye'nin çıkarına olduğu için çok olumlu bir adım.ANAP Lideri Mesut Yılmaz, yıl sonundaki Kopenhag Zirvesi'nde Türkiye'ye müzakere tarihi verilmesi gerektiğini söylemek için Danimarka'ya gitti. YT Lideri İsmail Cem, en etkili AB üyesinin desteği için Almanya'daydı.DSP'li Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Güler de çarşamba günü Ankara'da basın ve sivil toplum örgütü temsilcilerini toplantıya çağırdı.Basın ve sivil toplum örgütleri ile ayrı ayrı yapılan toplantıda, Dışişleri Bakanı, uyum yasalarının Avrupa Birliği üyesi ülkelerde tanıtımı için sivil inisyatifin harekete geçmesi çağrısında bulundu.Dışişleri Bakanlığı'nın bu girişimlere yardımcı olacağını da söyledi.Uyum yasalarının Avrupa'ya anlatılması gerektiğini söylerken, ‘‘Biz ölçütlere ulaştık. Şimdi sıra AB'nin bunu takdir etmesinde’’ diyen Dışişleri Bakanı, yapılanların anlatılması Kopenhag Zirvesi'nde beklenen sonucu sağlayabileceğini söyledi.Avrupa Birliği'ne karşı siyasetin ‘‘şüpheciler’’ sınıfında yer alan Gürel'in, Yılmaz ve Cem Avrupa ile tepeden ilişki kurarken politikacı olarak sivil toplumu harekete geçirme kararı farklı bir siyasi zihniyet sergileme niyeti taşıyabilir ya da taşımayabilir, sonuç olarak olumlu.Ancak, Dışişleri Bakanlığı'nın eşgüdümü altında bir kampanya ne denli etkili olabilir?Sivil toplum kendi inisyatifi ile zaten uzun bir süredir çaba harcıyor.Böyle bir kampanyanın etkisi, bunun gerçekten sivil, yani hükümet dışı, kendiliğinden, güdümsüz olmasına bağlı.Dışişleri Bakanlığı parlamento çatısı altında, siyasi partileri Avrupa'da tatilden sonra kendi muhataplarıyla ilişki kurmaya özendirse daha iyi olmaz mı?Kaldı ki, Kopenhag kriterlerine uygun adımları konusunda en etkili lobiyi bu yasaların hayata geçmesi, özgürlüklerin yaşanmaya başlaması yapacaktır.Yani uygulama.* * *DIŞİŞLERİ Bakanı Gürel, çarşamba günkü toplantıda ilginç mesajlar da verdi. Bakana göre, Türkiye Avrupa'nın istediğinden de fazlasını yapmıştı. Uyum yasaları çıkmış, hatta daha ileriki bir dönemin işi olan uyum yasası bile Meclis'ten geçmişti. Ayrıca son altı aydan beri adı konulmamış tarama süreci başlatılmıştı AB ile. Avrupa Birliği'nin uyum yasaları için ‘‘İyi oldu aferin. Ama uygulamayı da görmemiz gerekiyor’’ yaklaşımı ise kabul edilemezdi. ‘‘Uygulamadan kuşku duymak yersiz. Buna kimsenin hakkı yok’’ diyordu bakan.Gürel'in tepkisi, Avrupa Birliği'nin uygulamayı bahane ederek Türkiye'yi entegrasyon süreci dışında tutma olasılığından kaynaklanıyor. Bunu anlamamak ve endişeyi paylaşmamak mümkün değil.Ama, sivil toplum ve basının Avrupa nezdinde yapacağı lobinin etkili olmasının tek yolu, uyum yasalarının hayata geçmesi, siyasete ve zihniyetimize yansımasıyla mümkün olacak. İTİRAZSEÇİM öncesi durum değerlendirmesi için gittiğim Mardin'den yazdığım yazıya DYP Milletvekili Metin Musaoğlu'dan itiraz geldi. Parti merkezlerinde, sivil toplum kuruluşlarında ve sokakta, kahvelerde yaptığım görüşmelerde, DYP ile ilgili değerlendirmeleri aktarmış DYP Milletvekili Metin Musaoğlu'nun DYP Mardin teşkilatını bir aile teşkilatı haline getirdiği eleştirilerini de yansıtmıştım. Musaoğlu, buna itiraz etti.‘‘Geniş sülalemizin DYP saflarında olmasının partimize güç kattığı aşikardır’’ diyen Musaoğlu İl yönetiminin gayrı ahlaki tutumları nedeniyle fesh edildiğini, ilçe yönetimlerine gelen heyetlerin de ilçe kongreleri tarafından seçildiğini açıklayarak eleştirilere itiraz etti.
Yazının Devamını Oku

Derviş ve Özal modeli

19 Ağustos 2002
<B>TÜRKİYE</B> bugünden itibaren bir süre de <B>Baykal-Derviş</B> pazarlıklarına kilitlenecek. Masaya <B>Baykal</B> CHP'nin lideri olarak oturuyor. <B>Derviş'</B>in konumu ise muğlak. Ama işin ilginci her iki tarafın da müzakereye eşit ağırlıkta oturduğu izlenimi yaygın. Birinin ardında koskoca bir parti, bu parti için yıllarını vermiş politikacıları, bu partiye yeni ufuklar açmak için kolları sıvayan yönetimi ve muhalefeti var.

Diğerinin ise dayandığı kesim, gücü, oy potansiyeli belli değil. Birkaç seçkin ismin dışında.

Bazı çevreler, AKP'nin seçimlerde patlama yapma olasılığına karşı ordunun, ABD'nin ve Türkiye'nin AKP gerilimini kaldıramayacağını düşünen büyük sanayicinin de Derviş'in arkasında olduğunu ileri sürüyor.

Olabilir ama olmayabilir de.

Tek bildiğimiz ve kendisinin de söylediği, Türkiye'nin krizden bu yana aldığı dış borçları ödeyebilecek yapıya kavuşması için gereken siyasi yapıyı oluşturma kararlılığı.

Derviş'in siyasi misyonunda, 'Türkiye'nin borcunu geri ödemesinin garantörü' olma unsuru öne çıkıyor.

Eski dönemlerde Türkiye, dış borçlarını ödeyemez duruma geldiğinde darbeler olurdu. Böylece kitleler susturulur, sübvansiyonlar kısılır ve paralar ödenirdi.

Özal'ın köklü ekonomik reformları gerçekleştirmesini kolaylaştıran da 1980 darbesinin, muhalefetin ağzına kilit vurduğu ortam değil miydi?

Artık darbe dönemleri sona erdi. Ama Türkiye yine her kafadan değişik seslerin çıkmaması, IMF reçetelerinde öngörülen reformların savsaklanmaması gereken günlere geri döndü. Şimdi ne yapılacak?

* * *

DERVİŞ, eğiliminin CHP olduğu açıklamasını yaparken çok önemli bir noktaya değindi. Ekonomik reformların siyaseten de desteklenmesinin şart olduğunu, seçim sonrası siyaset sahnesinin şekillendirilmesi işine de bu nedenle soyunduğunu söyledi.

Bu kadar büyük bir iddiayla yola çıkan bir kişinin, herhangi bir siyasi partiye eklemlenmesi mümkün olabilir mi?

YTP macerasından sonra- ki yerinin YTP olduğu açıklamalarını kendisi yapmadı ama yapılanları da tekzip etmedi- CHP'ye yaklaşımında da pazarlık mesafesi bırakan Derviş'in farklı bir konum aradığı görülüyor.

Derviş, Özal'ın hem siyasi hem de toplumdaki iktidarına sahip olan bir pozisyon arıyor.

İş gelip, pozisyon arayışına dayandı mı o zaman söylenen güzel sözlerin, 'sol liberal' retoriğin de sihri bozuluyor.

Partileri için yıllarca neferlik yapmış olanların, siyaset koridorlarında dirsek çürütenlerin emeklerinin hiçe sayılmasını, milletvekili listelerinde yerlerini parti için bir çivi çakmamışlara bırakmak zorunda kalmalarını hiçbir zaman adalet duyguma sığdıramadım.

Tepeden inmeciliğin en tepe örneği olan bu uygulamayı içine sindiren bir sistemde gerçek demokrasi hele de sosyal demokrasiden söz edilebilir mi?

* * *

TÜRKİYE'nin her tarafından öfke yükseliyor. İşsizlik, önünü görememezlik, doğal felaketler, devlet hizmetlerinin yetersizliği ve daha birçok gerekçesi var bu öfkenin. İnsanlar bir an önce sorunlarına çözüm istiyor.

Umuyorum bugün Baykal ve Derviş bu öfkenin farkında olarak masaya oturup, uzlaşma zemini yaratırlar.
Yazının Devamını Oku

Üzümler ne diyor

18 Ağustos 2002
<B>BİZİM</B> sokaklar yine şarap kokmaya başladı. Bağlar bozuluyor. Fabrikalar üzüm almak için kapıları açtı, hazırlanıyorlar. Derin nefes alınca insanın ayaklarını yerden kesen bir şarap kokusu sarıyor sokakları. Az sonra, fermentasyon mevsimiyle birlikte üzümlerin fısıltılarını da duymaya başlayacağız geceleri. Sabahın ilk saatlerine, kuşlar uyanıncaya kadar fısıltıları yankılanacak duvarlarımızda.

Perşembe günü Kemal Derviş'in kararını duyduğumda, ‘‘Yaşasın’’ dedim içimden ‘‘artık Türkiye'de siyasetin dinamikleri yerine oturmaya başlıyor. Üzümlerden, şaraptan, şarapçılardan söz edebilecek, sorunlarını aktarabileceğim.’’

Öyle ya, Anadolu üzümün anavatanı. Ama kimse artık bu sese kulak vermiyor.

* * *

KEMAL Derviş'in nerede siyaset yapacağı, şahsen benim için fazla önemli değildi. Birçok konuda görüşlerini paylaştığım, samimi üslubuyla sempatik bulduğum Derviş'in, siyasi mücadelenin içinden gelen ve siyasi mücadele sonucu programını uygulama fırsatını bulan bir kişi olmadığı için performansını da abartmaktan yana değilim.

Ama siyasi dengeleri etkilediği için ittifak çabalarını dikkatle izledim. Kararından çok, karar vermiş olması ilgilendirdi beni.

Hatta daha da kararlı konuşmasını ve- madem CHP dedi- CHP'nin saflarında etkili olmak için bir an önce kolları sıvamasını tercih ederdim.

Tepede süren pazarlıklar, sorunlarının çözümü için neler yapılacağını duymak isteyen halkın beklentilerine hiç mi hiç cevap vermiyor.

Bu kadarla da kalmıyor, seçim kararı almış bir ülkede seçim yarışması bir türlü başlayamıyor.

Kim ne diyor belli değil.

Bir an önce esas gündeme dönmek, halkın sesinin dinlenmesine ve Türkiye'nin koşulları çerçevesinde bu isteklerin nasıl yerine getirilebileceğine ilişkin program tartışmalarına başlamak gerekiyor.

* * *

EVET üzümler ne diyor? Bozcaada'dayım. Burası Çavuş üzümünün vatanı. Çavuş'un soframızdaki yeri her zaman ayrıydı. Çekirdeksiz üzüm ancak, ayıklanıp kaselere doldurulursa yani hazırlop olursa yenirdi. Yoksa kimse itibar etmezdi. Koca çekirdeğine rağmen, incecik kabuklu Çavuş, üzümlerin şahıydı bizim için çocukluğumuzda.

'Çavuş pahalı üzümdür. Zengin üzümdür. Nazik üzümdür. Bağcılar eskiden, şaraplık çeşitleri ile bağ masraflarını çıkartırlar, çavuştan gelen para ise ellerine kalırdı. İyi para getirirdi. Ama artık İstanbul boşaldı. Çavuşu yiyecek insan kalmadı' diyor Sebati Talay.

Türkiye'nin ilk Müslüman şarapçı ailesinin birinci kuşak temsilcisi Sebati Talay. Ahmet Talay ikinci kuşak, ‘‘Artık şaraba talep arttığı için şaraplık üzüm yapıyor bağcılar' diyor. Türkiye'de şarap tüketimi 1999'dan sonra patlama yapmış. 35 milyon litreyken şimdi 60 milyon litre tüketiliyormuş bir yılda.

Buna rağmen son yıllarda Tekel'in tavan fiyatlarını çok düşük tutması birçok bağcıyı caydırmış. Hüseyin Türkmenli, tek başına uğraştığı bağlarından elde ettiği üzümün kilosunu 160 bin liradan satınca, bağcının eline bir şey kalmadığını söylüyor. Öyle zor işki bağcılık. Toprağından kütüğüne, yaprağından salkımına bütün yıl gözünüz üstünde olacak.

Anadolu üzümün anavatanı. Ege'nin çavuşu, kuntrası, kara lahnası, mavrellası, vasilakisi, Doğu'nun öküz gözü, vakkası, sincirisi vesaire. Başlıbaşına bir kültür. Üzümün de üreticisinin de söyleyeceği öyle çok şey var ki, derdine çare beklentisi de öyle yüksek.
Yazının Devamını Oku

Hayaller ve mevsim normalleri

16 Ağustos 2002
<b>NE</B> seçim tartışmaları, ne ittifak arayışları. Bugünlerde sadece 'mevsim normalleri' ile ilgileniyorum. Boğucu sıcaklar ve boğucu seller dünyayı altüst ediyor.

Dün biraz rüzgar çıktı da nefes alabildim. Boğucu sıcak tesellisi olmayan acı gibi çöküyor üzerime.

Avrupa'daki sel felaketlerinin gerçekten de tesellisi yok. Prag'ın ortasından geçen Viltava Nehri, seller yüzünden normal seviyesinin 7.5 metre üzerine çıkmış. Avusturya, bir haftadan beri sellerle boğuşuyor. 7 kişi hayatını kaybetmiş. Çeşitli bölgelerde binlerce kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı. Slovakya seller altında.

Almanya'da 11 ölü, 17 bin kişi oturdukları bölgeden tahliye edildi.

Avrupa'da yayınlanan gazeteler, sular altında kalan bölgeleri ziyaret eden Almanya Başbakanı Gerhard Schröder'i, 11 Eylül'ün ertesinde New York'ta İkiz Kulelerin enkazını gezen ABD Başkanı Bush'a benzetiyorlar. Almanya Başbakanı'nın yüzünden ve davranışlarında aynı psikolojiyi yansıttığını yazıyorlar.

Sel suları Rusya'da 59, Filipinler'de 16, Hindistan'da da 800 bin kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu.

Kuzey Avrupa ise bir haftadan beri sıcak dalgası altında. Bölgede hava sıcaklığı mevsim normallerinin üç derece üstünde seyrediyor.

Karadeniz'de ve de özellikle Rize'de sellerin yol açtığı sonucun deprem felaketinden farkı var mıydı?

Gözüm hava raporlarında, 'mevsim normalleri'ne dönüşü bekliyorum.

* * *

İNSANIN doğayla inatlaşmasının bedeli ağır oluyor.

On yıl önce Rio De Janeiro'da toplanan Çevre ve Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi'nde iklim değişikliği konusu da tartışılmış ve küresel ısınmanın önüne geçmek için karbondioksit emisyonunun aşağıya çekilmesiyle ilgili anlaşmalar imzalanmıştı.

Ama ne fayda. Gelecek nesillerin mutluluğundan söz etseler de, ulusal çıkarlarının üzerine titreseler de, dünya dediğimiz bu gezegen aslında umurumuzda değil. Gelecek nesiller, çocukların mutluluğu söylemleri de sadece lafta kalıyor.

İmzalanan anlaşmalara rağmen Rio Zirvesi'nden bu yana karbondioksit emisyonu azalmak şöyle dursun, dünyada yüzde on artmış durumda. ABD'deki artış ise yüzde 18.

Temiz enerji üretimi, çeşitli çıkar gruplarının engellerine takıldığı için tam olarak desteklenemiyor ve hayata geçirilemiyor.

Doğal kaynaklar, bilinçsizce değil, sorumsuzca tüketiliyor. Eğer söylenenler doğruysa, doğal kaynakların bir süre daha yetebilmesi için, dünya nüfusunun sadece beşte birinin bu kaynaklardan yararlanması lazım. Gerisi elini bile uzatmamalı.

Çünkü şu anda dünya nüfusunun sadece beşte biri su, ormanlar, deniz mahsulleri gibi doğal kaynakları tüketecek zenginlik düzeyine sahip.

Ve öyle büyük bir hızla tüketiliyor ki bu kaynaklar, eğer bütün bir insanlık aynı gelir düzeyine sahip olursa bu tüketim temposuna, bir dünya yetmeyecek.

O durumda bize dünya gibi dört gezegen gerekecek.

* * *

BU ay sonunda, devlet başkanlarından, dünyanın dev şirketlerinin yöneticilerine, sivil toplum örgütlerinden uluslararası örgütlerin üst düzey temsilcilerine kadar dünyanın her tarafından 65 bin kişi daha iyi bir dünya için yeni bir zirvede buluşacak. Bu kez yer Johannesburg, Güney Afrika.

Daha iyi bir dünya için hayata geçirilmemiş 246 anlaşma bir kenarda dururken yeni toplantılar, hiçbir şeyin artık mevsim normallerine dönmeyeceğini örtbas etmekten ve hayaller kurdurmaktan başka ne işe yarayacak?
Yazının Devamını Oku

Irak Kürtleri kimden korkuyor?

12 Ağustos 2002
<B>IRAK</B> Kürtleri kimden korkuyor? Öncelikli tehdit riskinin nereden geldiğini düşünüyor? Akla ilk gelen, en 'malum' olan, en 'makul' görünen yanıt, tabii ki Saddam Yönetimi, yani Bağdat'tır, değil mi?

Hayır, öyle değilmiş. Onbeş gün Kuzey Irak'ı ziyaret eden eski ABD Büyükelçisi, şimdi Washington Ulusal Savunma Üniversitesi'nde hocalık yapan Peter W. Galbraith'a göre Irak Kürtleri en fazla Türkiye'den korkuyor.

Hırvatistan'da büyükelçilik yapmış olan, Bosna-Hırvat savaşı sırasında arabuluculuk görevli de üstlenen Büyükelçi Galbraith, Kuzey Irak konusunda da uzun bir süreden beri çalışıyor.

Kuzey Irak dönüşünde Türkiye'ye de uğrayan Büyükelçi'nin bölgeyle ilgili fikirlerini aktarmak istiyorum.

Ne yazık, Türk gazetecilerinin Habur'dan Kuzey Irak'a geçişine Türk makamları tarafından izin verilmediği için, Türkiye'nin kaderini çok yakından ilgilendiren bir bölgeyle ilgili bilgilere hep başka kaynaklar aracılığıyla ulaşmak zorunda kalıyoruz.

Büyükelçi'nin izlenimlerini özetlemek gerekirse, öncelikle bölgede yaşayan Iraklı Kürtlerin, Körfez Savaşı'ndan sonra güçlenen siyasi özerkliklerinin derinleştiği anlaşılıyor.

BM'nin satışına izin verdiği petrolden de pay alan Kuzey Irak yönetimlerinin alt yapı harcamaları için önemli yatırımlar yaptıkları ve bölgenin yeniden inşa edildiği söyleniyor.

* * *

BÖLGEDE yeniden yapılanma ruhunun göze çarptığı haberleri zaten geliyordu.

Zaho'yu, Erbil'i birkaç yıldan beri görmüyorum. Anlatılanlara bakılırsa buraları tamamen değişmiş.

Otoyollar yapılmış, güzel evler inşa edilmiş. Üstelik bu inşaatlar hem estetik, hem de teknik açıdan kaliteliymiş.

Halkın geleceğe güveninin işareti olarak yorumlanıyor bu toparlanış.

Belirsizlik ortamlarının en önemli özelliği olan geçicilik duygusunun yol açtığı dağınıklık ve teslimiyetçi kaderciliğin yerini kalıcılık duygusunun aldığını gösteren belirtiler bunlar.

Önemli olan ikinci bir husus da, genç neslin artık Arapça'yı unuttuğu. Resmi dil Kürtçe'den sonra en çok öğrenilen ve konuşulan dil İngilizce olmuş.

Iraklı kimliğinin iyice aşındığı gözlemleri aktarılıyor.

Barzani'nin bölgesinde açılan Harp Akademisi, peşmerge gücünün yanı sıra daha düzenli bir gücün geliştiğini de gösteriyor.

* * *

KUZEY Irak'ta Kürt özerk yönetimlerinin sağladığı atmosfer, Washington'un Irak Kürt muhalefetine, Saddam sonrası yönetimde en güvenilir müttefik gözüyle bakması Bağdat'ı Kuzey Irak için ciddi bir tehdit olmaktan çıkartıyor.

Saddam, Kuzey Irak için bir tehdit değil artık. Kuzey Irak'taki insanların esas olarak Türkiye'den korktukları ileri sürülüyor. Türkiye'den yapılan açıklamaların, Kürt kimliğini yok etmek, yok saymak şeklinde algılandığı, Körfez Savaşı'ndan sonra kavuştukları güven ortamına, rahatlamaya yönelik tehdit olarak yorumlandığı belirtiliyor.

Oysa Türkiye ile ittifak, Kuzey Iraklı Kürtler için her zaman öncelikli bir konu olmuş, Bağdat'tan ziyade Ankara'nın kendileri için bir çekim merkezi olacağı işaretini ısrarla vermişlerdi.

Saddam sonrası Irak'ın toprak bütünlüğünün korunmasından yana olduklarını söyleyen, bağımsız Kürdistan kurulmayacağını tekrarlayan Kuzey Irak yönetimleri, Türkiye'den sert sözler değil, dostluk ve anlayış bekliyor.

İyi de, Türkmenleri neden yok saydıklarını, muhalefet toplantılarından dışladıklarını, yabancılarla konuşurken Türkmenleri, küçük bir azınlık olarak takdim ettiklerini anlamak mümkün değil.
Yazının Devamını Oku

Mezopotamya'ya yolculuk

11 Ağustos 2002
<B>BODRUM</B> ve Antalya havaalanlarından hiç farkı kalmamış. Tertemiz, düzenli ve kalabalık. THY ile sabah yedide yola çıkıyorum inişim sekiz buçuk filan. Diyarbakır.

Önce ılık sabah rüzgárı karşıladı.

Yıllar önce, ilk ya da ikinci kez Diyarbakır'a gelişimde tam bu noktada, uçaktan inip perona girmek üzere olduğum bu noktada kırmızı bayrağa sarılı bir tabut karşılamıştı beni. Ardından bir tane daha, bir tane daha, bir tane daha. Tam dört şehit. Dört cenaze.

Diyarbakır'a korkularla gelip acıdan katılarak döndüğüm günlerdi.

Geçmişe yolculuğu Naci Sapan'ın gülümseyen yüzü sona erdirdi.

Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı ve DHA bölge müdürü olan Naci ile dostluğumuz Hürriyet temsilciliği yaptığı günlere dayanıyor. Her türlü tehdide karşı doğruluğu ve düzgün gazeteciliği ile direnen Naci'nin yanında, Cemiyet'te görevli Süleyman vardı. Dünya devlet başkanlarının mektup arkadaşı.

Hep birlikte Mardin'e yola çıktık.

Eskiden durdurulup dakikalarca beklediğimiz kontrol noktalarını, vın vın geçiyoruz. Kimse kimlik sormuyor, silahlar, tanklar görünmüyor yol kenarlarında. Verimli ovalar, yemyeşil pamuk tarlaları arasından akıp gidiyoruz.

Olağanlık ne kadar güzelmiş!

* * *

SEÇİM öncesi nabız ölçmek için geldim Mardin'e. Ama o, öyküsünü öyle bir anlatmaya başlıyor ki insana, masalın dışında kalmak mümkün değil.

Mardin'i taş taş, sokak sokak gezmekten alakoyamıyorum kendimi.

Atukoğulları döneminde inşa edilen Sit Raziye Medresesi, Zinciriye Medresesi, Cihangir Bey türbesi, Melik Mahmut Camii ve eski bir güneş tapınağının üzerine yapılan Süryani manastırı Deyr-ül Zeferan.

Mardin'i, UNESCO'nun insanlık mirası kentler listesine aldırmak için uğraşan Vali Mustafa Temel Koçaklar kolları sıvamış, ilgisizlikten tam bir harabe haline gelen eserleri ortaya çıkartıyor. Süryani kiliseleri ile başlayan restorasyon çalışmaları şimdi medrese, cami ve külliyeleri de kapsıyor. ÇEKÜL de Mardin'deki restorasyonda rol oynuyor.

Dünya Bankası'ndan 12 milyar dolar altyapı projeleri için destek alınmış. Terör yıllarının geride kalması yepyeni ufuklar açıyor Mardinlilerin önüne.

* * *

MARDİN turizm patlaması yaşıyor. Bu yüzden yapılan hiçbir şey boşa gitmiyor. İnsanlar da bunun farkında. işgal edilen binaların boşaltılmasında fazla direnişle karşılaşılmıyor. Melik Mahmut Camii'ni gezerken, cemaat restorasyon çalışmalarına tam destek verdiğini görüyorum. Maksat, Mardin'in tarihi mirasını ortaya çıkartmak, değerlere sahip çıkmak.

Mardin Müzesi'ni 2001'de 18 bin kişi gezmiş. 2002'nin ilk altı ayında ise bu sayı 32 bine ulaşmış. Sadece Deyr-ül Zeferan'ı ziyaret edenlerin sayısı günde 600-700 kişiye ulaşıyor.

* * *

TAŞIN huyunu bilen, neresinden tutulursa uysallaşıp kıvrımlara izin vereceğini hisseden, eyvanlı evlerin, taş oymacılığının ustaları yok oluyor. Taş perileri can çekişiyor. Yusuf Usta, oymacılığın son örneklerden. Abdülcelil İldoğu ise nefis taş duvar örüyor. Ama ya ondan sonra?

Melik Mahmut Camii'nin taşları arasında rastladığım Yusuf Hıdır Usta, ‘‘Yazın, duyurun da bu meslek ölmesin’’ diyor.

Zerafetiyle Mezopotamya ovasını yeniden süslemeye başlayan Mardin'den ayrılırken, DHA Mardin temsilcisi Adnan Avuka'nın Halep ve Viyana'da sergilediği Mardin fotoğraflarına dalıp gidiyorum. Boynumda bir Mardin sanatı olan gümüş telkári kolyem, damağımda Mardin mutfağının en ince tadlarından kaburga ve tarçınlı zerde...
Yazının Devamını Oku

Sisteme isyanın engeli olamaz

9 Ağustos 2002
İTALYA'da merkez solun ittifakı Berlusconi'yi ancak beş yıl iktidardan uzak tutabildi. Beş yıl sonra, hakkındaki yolsuzluk dosyalarında, mafya ile ilişki iddialarında hiç bir eksilme olmamasına rağmen basın imparatoru Berlusconi daha güçlü bir şekilde geri geldi. Sol ittifakın iktidarı sancılı olmuş, kimse istikrarlı bir biçimde başbakanlık koltuğunda oturamamış, ortak bir vizyon oluşturulamamıştı.

Seçim döneminde de, beş yılın sorumluluğu top yekün sola yüklendi meydan sağa kaldı.

Önceden yapılan seçim ittifakları siyasetin risklerini öyle sanıldığı kadar kolayca sıfıra indiremez.

İşte İtalya örneği.

Riskleri azaltmanın en etkili yolu, nedenleri araştırmak, halkın ne istediğini anlamak.

Neden sol dağınık? Neden merkez çökmüş durumda? Neden bir partinin yükselişi, bütün engellemelere rağmen sürüyor?

* * *

TÜRKİYE'de AK Parti'ye karşı ittifak yapılması gerektiği tezini ortaya atanların yapmaları gereken de bu. (Bu ittifakın sadece AKP değil ama ikinci parti olma trendini yakalayan CHP'yi de hedef almaya başlaması bir başka ilginçlik. Bu da ayrı konu.)

Bunu yapmadan, siyasetin dinamiklerine müdahale edip tepeden inme ittifaklar, birleşmeler gerçekleştirerek kitleleri etkileme olasılığı yok.

Ama, bütün mesele bazı partilerin baraj engelini aşıp iktidara yakın durmalarını sağlamaksa eğer o zaman işin adını doğru koyup, kurtarma operasyonundan söz etmek gerekiyor.

* * *

AK Parti, Türkiye'nin yaşamsal sorunlarına ilişkin ne diyor belli değil.

Bir yandan demokrasiyi savunduğunu, Avrupa Birliği hedefinden yana olduğunu söylüyor, öte yandan uyum yasaları geçerken doğru düzgün kararlı bir tavır gösteremiyor.

Bütün bu muğlaklığa, zigzaglara rağmen sokağa çıkıyoruz görüyoruz. İnsanlar AKP diyor. Neden?

Oyunu AKP'ye vereceğini söyleyenler çok farklı kesimlerin insanları, öyleyse onları birleştiren ne?

Haksızlık, yolsuzluk, hukuksuzluk sistemine, dayatmacılığa tepki. Kitlelerin sisteme müdahale kararlılığı.

* * *

SADECE Türkiye değil, Türkler de kabuklarını kırıyorlar.

Bırakın Ankara'yı, dünyada neler olup bittiğini artık en ücra köşelerde, en cahil sanılanlar bile biliyor.

Bazı siyasi liderler, ‘‘geçmişi bırakıp geleceğe bakalım’’ diyorlar ama Anadolu'da parti örgütlerinde taban, Ankara'ya gönderdiklerinin ne yapıp ne yapmadığını tek tek kaydetmiş hesap defterlerine. Bunları görüyoruz gezilerimiz sırasında.

Anadolu, listeleri bekliyor. Üç dönemdir seçim öncesi nabız yoklama gezilerine çıkıyorum. İlk defa, parti örgütleri bile karar vermek için listelere bakacaklarını söylüyorlar.

Ekonomik kriz, Türkiye'ye ‘‘valör hesabı’’nı yani, ‘‘değer’’i öğretti. Emeğin de değeri var artık. Partileri için emek harcayan namuslu, güvenilir ve çevresine saygılı yerel unsurları görmek istiyor seçmen listelerde.

Halkın sisteme isyanını siyaset mühendisliği ile önlemek olanaksız.
Yazının Devamını Oku