Ferai Tınç

Adı konulmamış seçim hazırlıkları

16 Haziran 2002
<B>‘ENİŞTE buradayız işte!’</B> Böyle yazıyordu pankartlarında. <B>‘‘Kız tarafı’’</B> Şebinkarahisarlıların dün Başbakan<B> Ecevit</B>'i ziyaretiyle birlikte DSP'de de erken seçim için düğmeye basıldığı anlaşılıyor. Daha doğru ifade ise şu: DSP Genel Başkan Yardımcısı Rahşan Ecevit'in de erken seçim için düğmeye bastığı anlaşılıyor.

Görüntü buydu. Rahşan Ecevit, Şebinkarahisarlılara, her parti liderinin, her seçim öncesi, her ilçede yaptığı konuşmada verdiği sözü verdi otobüs üzerinden yaptığı kısa konuşmada.

Cumhuriyet tarihinin başından beri vaatlerle oyalanan Şebinkarahisar il olmalıydı!

Ecevit'in başbakanlık görevini sürdüremeyeceğini söyleyenlerin başlattığı ‘‘iftira kampanyası’’na karşı ‘‘Enişte buradayız işte’’ pankartlarıyla Oran Sitesi'ne gelenlerle ilk seçim meydanı provası yapıldı. DSP'nin de yeni bir dönemin başladığı gerçeğiyle yüzleşmekte olduğu ortaya çıktı.

* * *

NE kadar inkar edilirse edilsin, bütün işaretler bir erken seçimin hızla ülke gündemine girdiğini gösteriyor.

MHP'nin, bir yıl önce altına imza attığı bir belgeyi yok farz edip, ‘‘idamdan da vaz geçmem, ana dil önündeki eğitim ve yayın engellerini de kaldırmam’’ netliğiyle ortaya çıkması seçim sath-ı mahalline girildiğinin ilk işaretiydi.

Mesut Yılmaz'da rotasını seçime çevirdi. Çok kısa süre önce, Başbakan'ın görevini sürdürmesinin önünde hiçbir engel bulunmadığını söyleyerek, hükümete karşı tüm eleştirilere göğüs geren Yılmaz, artık erken seçim tarihi veriyor. 2003'ün sonbaharını gösteriyor.

Seçim fikrinin kamuoyunda da benimsendiği anlaşılıyor. Yoksa DYP Lideri Çiller'in Cumhurbaşkanı'nın davetine katılmaması büyük bir skandal olarak nitelenir ve halktan öyle tepki görürdü. Seçime yönelik bir taktik olarak değerlendirilip geçiştirildi. Oysa, hepimizi temsil eden bir makamın davetinin geri çevrilmesi, sadece bir protokol skandalı değil, aynı zamanda millete hakaretti.

* * *

BU hükümetin görevde olduğunu söylemek artık zor. Birbirine karşı muhalefet yapma zorunluluğu ile karşı karşıya olan bir hükümetin ortak sorumluluk altına girmesi mümkün olabilir mi?

Her gün kürsülerden birbirini suçlarken, Türkiye'nin Avrupa Birliği ile ilişkileri açısından en kritik bir dönemden geçtiği bu günlerde siyasi yükümlülük getiren kararları alması mümkün mü?

Ekonomik kriz bahanesiyle statükoyu korumak da, gerçekleri gizlemek de mümkün değil artık.

Dünkü Radikal Gazetesi'nde yer alan habere göre, Başbakan Ecevit'in ilk hastaneye yattığı 3 Mayıs'tan bu yana faiz ve dolardaki artışın iç borca yansımasının faturası 9.2 katrilyon lira.

Belirsizliğin bedeli bu.

* * *

EVET, erken seçim talebi ile, bu yıl sonuna kadar Avrupa Birliği'nden tam üyelik müzakereleri için bir tarih alma hedefi birbiriyle çelişiyor.

Ama erken seçim tarihinin belirlenmesi ve hükümetin ne zamana kadar nasıl devam edeceğiyle ilgili senaryoların netleşmesi, her an seçime girilecekmiş endişesinin taşınmasından daha iyi olacak. Hükümete başladığı işleri bitirme fırsatı verecektir.

Eğer böyle bir niyetleri ve bizlere karşı sorumlulukları varsa tabii.
Yazının Devamını Oku

Ben bu takımı tutuyorum

14 Haziran 2002
<B>BU</B> takımı tutuyorum, Türkiye'ye güveniyorum ben. Brezilya'ya teşekkür etmiyorum. İnişleri, çıkışlarıyla yaşattığı gerginlikleriyle başarı bu takımın.

Ben bu takıma güveniyorum.

Dün sabah sekizde erkenden, Konya dönüşü, doğruca gazeteye gelip yukarı çıkıyorum.

Odaya sağ ayakla giriyor, televizyonu sağ elimle açıyorum.

Kendimi heyecana kaptırmıyorum. Maç boyu sakin ve ilgisiz davranıyorum. Gollerde sevinmemeye çalışıyorum.

Bütün büyülerimi yapıyorum.

Güvenmesem parmağımı kıpırdatmam, büyü filan yapmam.

Ben Türkiye'ye güveniyorum.

ANADOLU'NUN BAĞRINDA DEĞİŞİM

KONYA'da Hilton! Ege ve Akdeniz'in ardından Anadolu, tam ortasından, Konya ovasından dünyaya açılıyor.

Hilton Konya, bu medeniyetler başkentinin gerici, tutucu yobaz imajını değiştirecek mi?

Muhafazakar yaşam tarzına modernizm ve kaliteyi getirecek mi? 50 yıl önce İstanbul'da yaptığını, Konya'da yapacak mı?

Spor tesisleri, olimpik havuzları, kafeleri, barları, yerel mutfağın yanı sıra dünya mutfaklarının tatlarıyla Hilton Konya, Genel Müdür Demir Gürel'e göre, ‘‘Konya'da bir sosyal ve kültürel merkez hizmeti de görecek.’’

50'lerde İstanbul'da Hilton yeşili modası vardı. Şimdi Konya'da kadınlar evlerini Hilton tipi ‘‘light’’ döşemek istiyorlarmış. Kabul günlerinde, Hilton Cafe Cino'daki salatada mantarın sote mi, çiğ mi olduğu tartışılıyor, otelde açılacak dans kurslarına, kayıt yaptanların sayısı 100'ü geçiyormuş.

Konya Selçuk Üniversitesi Rektörü Abdurrahman Kutlu'nun, beş yıldızlı bir otel için yer arayan ancak zorluklarla karşılaşan Maser Holding'e, iki yıl önce kampüste yer göstermesiyle başlamış proje.

‘‘Hilton bize medeniyet getirecek’’ diyor Prof Kutlu ‘‘Bu otel Konya'ya çok şey kazandıracak, öğrencilerimiz burada her açıdan staj görecek. Uluslararası toplantıları yer yokluğu nedeniyle yapamazdık. Ulusal ve uluslararası birçok kongreyi kaçırdık. Şimdi Konya da, Selçuk Üniversitesi de daha fazla tanınacak. Esnaf ve diğer oteller de bundan yararlanacak, kendilerini değiştirecekler.’’

Maser Holding
80 milyon dolar yatırmış, Hilton International, işletmeyi üstlenmiş.

‘‘Konya'ya neden geldiniz?’’ Kasaba gazinolarının ötesinde hiçbir sosyal tesisi olmayan bir kentte başarısızlık riskini hesaba katmak gerekmez mi? Yanıtı, otuz yıldır Hilton'un üst düzey yönetim kadroları arasında yer alan Genel Müdür Demir veriyor:

‘‘Olay, Türkiye'ye güven olayı. Eninde sonunda Türkiye bu krizi atlatacak. Konyalı zaten gelmeye başladı bile. Biz de kazanacağız. Konya da kazanacak.’’

TÜRKİYE'NİN SİLİKON VADİSİ

GÜZEL bir haber de Konyalı sanayicilerden. ‘‘Konya krizi aştı’’ diyorlar. Enerji üretimi, ocak ayından bu yana, geçen yıla oranla yüzde 70 artmış. Sanayi Odası Başkan Vekili M. Ali Korkmaz ile Meclis Başkanı Av. Kerim Özkul iddialı konuşuyorlar. ‘‘Konya Türkiye'nin Silikon Vadisi olacak’’ Avrupa Birliği için hazırlıklarını sürdürüyor, idam ve diğer sorunların bir an önce aşılmasını istiyorlar.

Yapacağız. Grup atlayacağız. Ben Türkiye'ye güveniyorum.
Yazının Devamını Oku

Kriterleri yerine getirmek, Kıbrıs fırsatı yaratacak

10 Haziran 2002
<B>GENİŞLEME </B>kararı yaklaştıkça, Avrupa'da buna karşı çevreler de harekete geçti. Geçen hafta, Avrupa Parlamentosu'nda Hırvatistan ile sınır sorununu çözmeden, Slovenya'nın üyeliğinin kabul edilemeyeceğini içeren bir önerge imzaya açıldı. Oysa Slovenya, üyelik yolunda en fazla ilerlemiş olan adaylar arasında.

AB müktesebatıyla uyumu tamamlamak üzere. Kopenhag kriterleri konusunda ise - olayları bilmeden fikir yürüten ve AB'nin sadece Türkiye'ye bir şeyler dayattığını ileri sürenlerin iddialarının aksine - azınlıklarla ilgili çok ayrıntılı çalışmalar yapılmış.

Örneğin, İtalyan ve Macar azınlıkların hakları yasalar tarafından tamamen korunuyor. Anayasalarındaki 64'üncü maddeye göre, İtalyan ve Macar azınlıkları ana dillerinde eğitim yapabiliyorlar. Ama Avrupa ile yapılan müzakereleri tamamlamak için, bu iki azınlık için ülkenin hangi bölgelerinde 'iki dilde eğitim' uygulamasına başlanacağının yasal çerçevesinin tamamlanması gerekiyor.

Ayrıca, kendi ulusal kimliklerini gösteren sembolleri kullanma, dernek kurmak, ekonomik, kültürel ve bilimsel faaliyetler sürdürme haklarını garanti altına alacak yasal değişiklikleri tam üyelik öncesi tamamlaması gerekiyor Slovenya'nın.

Üstelik, devletten azınlıkların bu haklarını en iyi bir biçimde kullanmaları için maddi destek sağlaması isteniyor. Bununla da bitmiyor, özerk yerel yönetimler oluşturabilecek güce kavuşmaları için devlet desteği şartı da var.

Bir de azınlık statüsüne sahip olmayan etnik gruplar, Romanlar ve Almanca konuşanlar, ayrıca savaşlar sırasında ülkeye göç eden Hırvatlar, Sırplar ve Boşnaklar var. Onlar da ana dillerini kullanma ve eğitim hakkına sahipler. Ancak bu konuda, bazı eksiklerin olduğu kayda geçiyor.

Slovenya onurlu giriş-onursuz giriş tartışmaları yapmıyor. Bu yıl sonunda tam üyelik hakkını elde etmek için çalışıyor.

*

ANCAK
, geçen hafta Avrupa Parlamentosu'na verilen bir önergede komşusu Hırvatistan ile sınır sorunlarını çözmeden Slovenya'ya tam üyelik verilemeyeceği dile getirildi.

Bu, sıradan bir olay değil. Genişleme kararının, bir süre ertelenmesi olasılığını Avrupa'nın gündemine sokan bir girişim.

Henüz AB adayı olmayan Hırvatistan, Slovenya ile birlikte üyelik istiyor. Arkasına da Almanya ve Avusturya'nın desteğini aldığı söyleniyor. Zaten, önerinin altında da bir Alman ve bir Avusturya milletvekilinin imzaları bulunuyor.

Bu önerinin referansı ise Helsinki Zirvesi sonunda yayınlanan belgenin 4. Maddesi. Yani, Türkiye ile Yunanistan arasındaki Ege sorunlarının 2004 yılına kadar çözülmesini isteyen ve çözülmezse Lahey Adalet Divanı yolunu gösteren madde.

Yunanistan'ın isteğiyle kayda geçen bu madde, şimdi Avrupa genişlemesini riske atıyor. Çünkü, Avrupa on üye için birlikte karar alacak. Tek tek oylanmayacak adayların üyelikleri.

*

TABİİ
ki bu girişim, genişleme kararından vazgeçileceği ve sürecin tersine çevrileceği anlamına gelmiyor. Fakat, zaman daraldıkça tartışmalar boyutlanıyor. Ayrıntılar önem kazanıyor.

Bu, Kıbrıs için bir fırsat. Avrupa Kıbrıs konusunun karmaşıklığını yeni anlamaya başlıyor. Genişlemeye şüpheyle bakan çevreler, Kıbrıs'ı çözüm olmadan üyeliğe kabul etmenin büyük sorunlar yaratabileceğinin yeni farkına varıyor. Kıbrıs için, geniş bir kampanya ile atağa geçmenin tam zamanı.

Ama, demokratikleşme ve insan hakları konularında adım atmayacağını açıklamış bir koalisyon ortağı ile tartışmayı sadece bu noktaya odaklamak kolay değil. Avrupa hedefi zayıflamış görüntüsü veren bir Türkiye'nin Kıbrıs konusunda Avrupa ile 'ortaklar arası müzakere' zeminini yakalaması çok zor.
Yazının Devamını Oku

Kriterleri yerine getirmek, Kıbrıs fırsatı yaratacak

10 Haziran 2002
GENİŞLEME kararı yaklaştıkça, Avrupa'da buna karşı çevreler de harekete geçti. Geçen hafta, Avrupa Parlamentosu'nda Hırvatistan ile sınır sorununu çözmeden, Slovenya'nın üyeliğinin kabul edilemeyeceğini içeren bir önerge imzaya açıldı.Oysa Slovenya, üyelik yolunda en fazla ilerlemiş olan adaylar arasında.AB müktesebatıyla uyumu tamamlamak üzere. Kopenhag kriterleri konusunda ise - olayları bilmeden fikir yürüten ve AB'nin sadece Türkiye'ye bir şeyler dayattığını ileri sürenlerin iddialarının aksine - azınlıklarla ilgili çok ayrıntılı çalışmalar yapılmış.Örneğin, İtalyan ve Macar azınlıkların hakları yasalar tarafından tamamen korunuyor. Anayasalarındaki 64'üncü maddeye göre, İtalyan ve Macar azınlıkları ana dillerinde eğitim yapabiliyorlar. Ama Avrupa ile yapılan müzakereleri tamamlamak için, bu iki azınlık için ülkenin hangi bölgelerinde 'iki dilde eğitim' uygulamasına başlanacağının yasal çerçevesinin tamamlanması gerekiyor.Ayrıca, kendi ulusal kimliklerini gösteren sembolleri kullanma, dernek kurmak, ekonomik, kültürel ve bilimsel faaliyetler sürdürme haklarını garanti altına alacak yasal değişiklikleri tam üyelik öncesi tamamlaması gerekiyor Slovenya'nın.Üstelik, devletten azınlıkların bu haklarını en iyi bir biçimde kullanmaları için maddi destek sağlaması isteniyor. Bununla da bitmiyor, özerk yerel yönetimler oluşturabilecek güce kavuşmaları için devlet desteği şartı da var. Bir de azınlık statüsüne sahip olmayan etnik gruplar, Romanlar ve Almanca konuşanlar, ayrıca savaşlar sırasında ülkeye göç eden Hırvatlar, Sırplar ve Boşnaklar var. Onlar da ana dillerini kullanma ve eğitim hakkına sahipler. Ancak bu konuda, bazı eksiklerin olduğu kayda geçiyor.Slovenya onurlu giriş-onursuz giriş tartışmaları yapmıyor. Bu yıl sonunda tam üyelik hakkını elde etmek için çalışıyor. *ANCAK, geçen hafta Avrupa Parlamentosu'na verilen bir önergede komşusu Hırvatistan ile sınır sorunlarını çözmeden Slovenya'ya tam üyelik verilemeyeceği dile getirildi. Bu, sıradan bir olay değil. Genişleme kararının, bir süre ertelenmesi olasılığını Avrupa'nın gündemine sokan bir girişim.Henüz AB adayı olmayan Hırvatistan, Slovenya ile birlikte üyelik istiyor. Arkasına da Almanya ve Avusturya'nın desteğini aldığı söyleniyor. Zaten, önerinin altında da bir Alman ve bir Avusturya milletvekilinin imzaları bulunuyor. Bu önerinin referansı ise Helsinki Zirvesi sonunda yayınlanan belgenin 4. Maddesi. Yani, Türkiye ile Yunanistan arasındaki Ege sorunlarının 2004 yılına kadar çözülmesini isteyen ve çözülmezse Lahey Adalet Divanı yolunu gösteren madde.Yunanistan'ın isteğiyle kayda geçen bu madde, şimdi Avrupa genişlemesini riske atıyor. Çünkü, Avrupa on üye için birlikte karar alacak. Tek tek oylanmayacak adayların üyelikleri. *TABİİ ki bu girişim, genişleme kararından vazgeçileceği ve sürecin tersine çevrileceği anlamına gelmiyor. Fakat, zaman daraldıkça tartışmalar boyutlanıyor. Ayrıntılar önem kazanıyor.Bu, Kıbrıs için bir fırsat. Avrupa Kıbrıs konusunun karmaşıklığını yeni anlamaya başlıyor. Genişlemeye şüpheyle bakan çevreler, Kıbrıs'ı çözüm olmadan üyeliğe kabul etmenin büyük sorunlar yaratabileceğinin yeni farkına varıyor. Kıbrıs için, geniş bir kampanya ile atağa geçmenin tam zamanı. Ama, demokratikleşme ve insan hakları konularında adım atmayacağını açıklamış bir koalisyon ortağı ile tartışmayı sadece bu noktaya odaklamak kolay değil. Avrupa hedefi zayıflamış görüntüsü veren bir Türkiye'nin Kıbrıs konusunda Avrupa ile 'ortaklar arası müzakere' zeminini yakalaması çok zor.
Yazının Devamını Oku

Avrupa'nın itirafı

9 Haziran 2002
<I>MODENA</I><br><br><B>‘Bu yıl, şubattan mayıs sonuna kadar süren çalışmanın sonunda, Avrupa Birliği ve genişleme konusunda ne kadar bilgisiz ve hazırlıksız olduğumuzu anladık.’</B> Bologna Üniversitesi'nin Avrupa hukuku profesörlerinden Lucia Serena Rossi, cuma günü Modena'da düzenlenen panelde böyle diyordu.

‘‘Avrupa Birliği'nin genişlemesinin yararları ve riskleri’’ konulu panelde, Bologna ve Modena Üniversitelerinden 180 İtalyan öğrenci ile Slovenya, Slovakya, Romanya ve Kıbrıs Rum Kesimi'nden üniversiteli öğrenciler arasında gerçekleşen projenin sonuçları tartışıldı.

Avrupa Birliği Komisyonu'nun desteklediği proje, gençler arasında dört ay süren ‘‘chat’’leşmeler sonucu çok ilginç gerçekleri ortaya çıkartıyor.

Örneğin, aday ülkeler Avrupa Birliği gerçeğini, sorunlarını, işleyişini birçok Avrupa üyesinden daha iyi kavramış durumda.

Sadece kavramak değil, Avrupa kriterini hukuki olarak, üye ülkelerin bazılarından daha fazla benimsemiş biçimde üyelik sürecine girecekler.

Biz, Kopenhag Kriterleri'ne tam uyum konusunda zorlanırken, Slovenya, etnik gruplar, ana dil konularında şaşırtıcı adımlar atmış. Aslına bakılırsa ‘‘Bu kadarı bazı AB ülkelerinde bile yok’’ dedirtecek adımlar. Örneğin, azınlık statüsü tanınmayan etnik gruplar, kimliklerini ifadede hiçbir engelle karşılaşmıyor, ana dil öğrenimi ve her alanda kullanımı da buna dahil.

MHP çevrelerinde bazı ‘‘uzmanlar’’, Kopenhag Kriterlerinin ana dil konusunda açık bir yükümlülük taşımadığını, Kürtçe konusunun kasıtlı olarak gündeme getirildiğini söylüyorlar. Aday ülkelerin hazırlıkları incelendiğinde öyle olmadığı ortaya çıkıyor.

* * *

Modena, kuzeyde ‘‘Derin İtalya’’da bir ortaçağ kenti. ‘‘Pavarotti’’si kadar, sirkesiyle de ünlü. 25 yıl ve üzerindeki Balsamik sirkelerin yüz milyon liralık etiketlerle vitrinlere yerleştirildiği bu çok Avrupalı kentin belediye başkanı panelde, salondaki gençlere seslenirken, ‘‘Biz kent olarak, Avrupa'nın genişleme sürecinin dışında kalamazdık. O yüzden 'Euroad: Avrupa Yolu' projesini destekledik’’ dedi.

Avrupa Birliği'nin genişlemesi, merkezin, adaylar gibi üyelerin de hazırlığını gerektiren bir süreç.

İletişim bu süreçte çok önemli. Ama panele katılan AB Komisyonu'ndan ve parlamentosundan temsilciler, Avrupa medyasının AB haberlerine yer vermemesinden yakındılar.

Son yapılan araştırmalara göre, İtalyanların % 50'si ‘‘Genişleme’’den habersiz. Ve ilgisiz.

Aday ülkeler, AB'nin yeni ekonomik olanaklar yaratacağına inanırken, İtalyanların % 70'i aday ülkelerde çalışmak, ortaklık kurmak ve yatırımı düşünmüyor.

Ama bu noktada çok ilginç bir şey çıkıyor ortaya. Bu isteksizliğe rağmen, çalışmak isteyebilecekleri birkaç ülke arasında Türkiye var.

* * *

Eski Doğu Bloku'ndan 10 aday ülke, eğer genişleme süreci ertelenmezse ki bu yolda bazı girişimlerin başladığı söyleniyor. Aralık ayındaki Kopenhag Zirvesi'nde tam üyelik hakkını kazanacaklar.

AB müktesebatı ile tam uyum için çalışmalar, son hız devam ediyor.

Romanya ve Bulgaristan, ekonomik raporlarını tamamlayamadıkları için, ilk dalganın dışında kaldılar. Bu, kendilerine açıklandı.

Türkiye ise müzakerelere bile başlamayan tek aday.

Prof. Rossi, ‘‘Türkiye'nin işi daha kolay, ekonomik uyum zaten var. Siyasi reformlar tamamlandıktan sonra en kısa zamanda üyeliğe hazır hale gelir’’ diyor.

Ya Kıbrıs? O konuda kafalar karışık. Anlatmak, anlatmak, daha çok anlatmak gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

İş adamları uyardı: Yoksullaşırız

7 Haziran 2002
<b>DÜN</B> sabah, TÜSİAD'ın düzenlediği toplantıya katılmak için büyük bir otelin asansöründe yukarı doğru çıkarken birden bir sarsıntı ile yerimizden zıpladık. Asansör aşağı doğru düşüyordu. İlk tepki. Düşüşü fark etmiyorsunuz. Sonra hızla düştüğünüz duygusu hakim oluyor. Kurtulmak için çabalamak bile boş bir şey... Saliselik duygular. Düşüşe teslim oluyorsunuz.

Oysa, elektrikler kesilmiş ve asansör, bir sarsıntı ile geçmekte olduğu katta kalmış.

Durmanın da sonsuzluğu olmadığını anlıyorsunuz. Kapı açılana, ışığı görene kadar düşme duygusu devam ediyor.

Siz yerinizde dursanız bile, psikolojik irtifa kaybediyorsunuz.

Bu küçük deneyden sonra Türk iş dünyasının zirvesinden gelen sesin anlamını daha iyi kavrıyor insan.

Konumuz, bu yıl sonunda Avrupa Birliği'nden müzakere tarihi alınmaması halinde Türkiye'yi nasıl bir geleceğin beklediği.

* * *

BUGÜN, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in çağrısı üzerine toplanacak olan siyasi zirve toplantısı öncesinde Türk ekonomisinin zirvesi ilk kez bu kadar güçlü bir uyarı mesajı veriyor kamuoyuna.

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan ve Siyasi Kriterler Çalışma Grubu Başkanı Can Paker'in hazır bulunduğu toplantıda, Akademia'nın saygın isimleri Prof. Süheyl Batum, Prof. Asaf Savaş Akad ve Dr. Halük Tükel sunumlarını yapıyorlar.

Prof. Batum, Kopenhag kriterlerine Türkiye'nin hassasiyetlerinin de göz önüne alınarak uyulmasını sağlayan yasal değişiklik önerileri hazırlamış.

Bir hukukçu olarak, Avrupa Birliği hukuk alanına dahil olmanın Türkiye'nin geleceği açısından, hukuk devleti güvencesi açısından önemini vurguluyor.

İdam cezası sorununun Rudolf Hess yöntemi ile çözülmesinin mümkün olmadığını söyleyen hoca, Hess ile ilgili kararın ululararası mahkemede alındığını, böyle bir kararın iç hukuka referans teşkil ettiğini anımsatıyor. Ama, ulusal hukuk çerçevesi içinde alınacak böyle bir kararın belli bir zaman sonra bozulabileceğine dikkat çekiyor. O nedenle hocaya göre genel bir formül gerekiyor, indirilemeyen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını içeren bir değişiklik önerisi.

TÜSİAD buna sahip çıkıyor. Hoca ilginç bir noktayı daha açıklıyor. TÜSİAD, Kopenhag kirterlerine uyum ile ilgili yasalarda değişiklik önerilerini hazırlarken siyasilere danışmış. Ama siyasilerin 'Askerler bunlara karşı çıkarlar'' tepkisi ile karşılaşılmış. 'Oysa' diyor Prof. Süheyl Batum, 'Askerlere de önerilerimizi anlattık. Karşı çıkmadılar. Biz de paylaştıklarını düşündük.'

Oy hesapları ya da güvensizliklerden kaynaklanan korkular nedeniyle Türkiye'nin değişim projesinin önünü tıkayanlar, sıkışınca topu askere atıyorlar. Askerler ise anlaşılması güç, nereye çekersen oraya giden şifreli açıklamalar yapıyorlar.

Aslında zaman daralıyor. Karşılıklı paslaşmalar ağır faturalar hazırlıyor.

Türk iş adamları, bu yıl sonunda Avrupa Birliği, genişlemenin ilk üyelerini açıklarken, Türkiye'ye müzakere tarihini veremezse Avrupa perspektifinin hızla kaybedileceğine dikkat çekiyor.

O zaman?

TÜSİAD'ın kapsamlı çalışmasından sadece birkaç örnek:

Büyümenin tek yolu olan yabancı sermaye gelmeyecek. Ulusal sermaye kaçışın yollarını arayacak. Ekonomik büyüme olmayacak. Yoksulluk daha da artacak.

Asansörde dün sabah yaşadığım sürekli düşüş duygusu toplumsal psikolojimizi sarmalayacak. Bölünmekten, teröre kadar şimdi korkulan bütün riskleri barındıran bir durum.

Hangi siyasetçi bu sorumluluğu taşıyabilir?
Yazının Devamını Oku

Putin ve Sezer NATO'nun elçileri

3 Haziran 2002
<B>ROMA</B>'daki NATO Zirvesi'nden sonra Başbakan <B>Berlusconi</B>, İtalyan gazetecileriyle yaptığı basın toplantısında <B>'Putin ile Sezer'i büyükelçilerimiz olarak Orta Asya'ya gönderiyoruz' </B>dedi. Bu açıklama, yeni bir zihniyet coğrafyasına ilk yelken açışın habercisiydi.

Küreselleşme güvenliğinin örgütü haline dönüşmeye çalışan NATO, Hindistan ve Pakistan gerginliğinde Rusya ve Türkiye'yi seferber ediyordu.

Bu kararın perde arkasında Zirve sırasında düzenlenen çalışma yemeği var.

O yemekte ilk olarak söz alan NATO Genel Sekreteri Lord Robertson, gündemdeki en önemli güvenlik riskinden söz ederek konuşmasına başladı.

Hindistan-Pakistan arasında, nükleer çatışma olasılığını da barındıran gerginlik masaya yatırıldı.

İngiltere Başbakanı Tony Blair, Dışişleri Bakanı'nı bölgeye gönderdiğini anlattı.

Arkasından söz alan Putin, bugün başlayacak olan Asya'da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı Doruk toplantısında iki ülke liderlerini bir araya getirmeye çalışacağını söyledi.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer bu noktada söz aldı ve 'O toplantıya ben de katılacağım. İki liderle de görüşeceğim. Terörizme karşı verdiği mücadelede Pakistan Devlet Başkanı Müşerref'i özendirici olmalı, Hindistan tarafına da itidal tavsiye etmeliyiz' dedi.

Bu konuşmalardan sonra, NATO üyesi ülkelerin liderleri Sezer ve Putin'den, bugün Kazakistan'ın başkenti Almatı'da başlayacak olan Asya Güvenlik Zirvesi'nde NATO'nun görüşünü aktarmalarını istediler.

* * *

ANCAK Sezer ve Putin'in işleri kolay olmayacağa benziyor.

Pakistan'ın Keşmir'de, El Kaide'ye bağlı militanları barındırdığını iddia eden Hindistan, teröristleri desteklemekten vazgeçmedikçe Pakistan ile diyaloga yanaşmayacağını söylüyor.

1947'de Britanya'dan bağımsızlıklarını elde ettikten sonra üç kez Keşmir yüzünden savaşan iki komşu ülke arasındaki gerginlik, 14 Mayıs'ta Keşmir'in Hindistan denetimindeki bölgede bulunan bir askeri kampa girişilen saldırı ile doruk noktaya ulaştı.

Nükleer silahlara sahip olan iki ülke arasındaki bu gerginliğin, bölgesel yıkıma yol açma riski çok yüksek.

Her ne kadar Pakistan Devlet Başkanı Müşerref, 'Hiç kimse nükleer silah kullanma sorumsuzluğunu gösteremez' diyorsa da, batı gelişmeleri kaygıyla izliyor.

* * *

HİNDİSTAN ve Pakistan sınırına bir milyon asker yığılırken, Amerika, İngiltere, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, İrlanda, Güney Kore bu ülkelerde yaşayan vatandaşlarını geri çağırdılar. Onlara Japonya, Belçika ve Fransa da katıldı.

Önceki gün de Birleşmiş Milletler, buralarda görev yapan temsilcilerini boşaltma kararı aldı.

Gerginlik tırmanıyor.

İki ülke yetkilileri nükleer savaşı muhtemel görmediklerini söylüyorlar ama olayları yakından izleyen uzmanlar, durumun kontrolden çıkabileceğine dikkat çekiyorlar.

1962'de füze krizini unutmayalım. Koşulların kendilerini nükleer bir savaşın eşiğine o kadar büyük bir hızla taşıyabileceğine ABD de Sovyetler Birliği de hesap etmemişlerdi.

Şimdi de bir hesap hatasının, Asya'yı nükleer bir savaşla yüz yüze bırakma tehlikesi göz ardı edilebilir mi?

Asya'nın güvenliği, NATO'yu daha fazla ilgilendiriyor artık. Türkiye ve Rusya, Asya'ya 'partner' olarak çıkıyor.
Yazının Devamını Oku

Yasalardan da önemlisi kafaları değiştirmek

2 Haziran 2002
O gece, bir politikacının Avrupa Birliği konusundaki konferansını dinlemek üzere gittiğimiz toplantıda buluştuk. Çok sevdiğim kadın arkadaşımın sıkıntısı fark etmemek mümkün değildi. Sonunda anlattı, iş yerinde birlikte çalıştıkları bir şoför arkadaşı o gün sivil polisler tarafından fena halde dövülmüştü.

İstanbul'un göbeğinde yaşanan bu olay keyfini kaçırmış, kötümserleştirmişti.

O ruh hali ile, Kopenhag kriterlerine uyum için bugüne kadar hangi adımlar atılmış, demokrasi yolunda ne kadar ilerlenmiş, bütün bunları dinlemek ağır geliyordu ona.

Acaba hangisi daha zordu?

Kafaları mı yoksa yasaları mı değiştirmek?

* * *

OLAY 20 gün önce oldu. 33 yaşındaki Birol Yavuz, Taksim'den Aksaray'a giderken, Bozdoğan Kemeri'nin altında bir otomobille yan yana geldi. Trafik sıkışıklığında, otomobilinin aynası, yandaki aracın aynasına çarptı. Yandaki araç, derhal gaza basıp öne geçti ve siren çalarak Yavuz'un durmasını istedi.

Haşim İşcan geçidinin altında otomobilinden inen Yavuz'un yanına yaklaşan iki kişi, küfürler savurarak üzerine yürüdüler. Yavuz, araçlarında hasara neden olduysa, tazmin edebileceğini söyledi. Ama dinletemedi. İki kişiden feci halde dayak yemeye başladı.

Sonra bu kişilerin iki sivil polis olduğu ortaya çıktı. İki sivil polis, otomobillerinin aynasına çarpan sürücüyü yol ortasında tekme tokat dövüyorlardı. Halkın birikmesini fark eden trafik polisleri de olay yerine gelmelerine rağmen müdahale etmediler.

Birol Yavuz, Alman Hastanesi'nden darp raporu aldı, Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne şikayet başvurusunda bulundu. Adli Tıp, darp nedeniyle 5 gün çalışamaz raporu verdi.

Olay 20 gün önce oluyordu ve biz, evrensel insan hakları ilkelerinin milli onurumuzu çiğneyip çiğnemeyeceği konusunda derin bir tartışma içindeydik.

‘‘Kopenhag kriterlerine uyum için yasal değişiklik yapmak yeterli değildir. Önemli olan bunların uygulanması’’ koşulunu anımsatan Brüksel'e fena halde kızıyor, vatandaşların sokak ortalarında evire çevire dövülmelerini ‘‘Ne var bunda büyütecek? Dayağı hak edecek bir şeyler yapmıştır’’ tesellisiyle kılımız kıpırdamadan seyredebiliyorduk.

* * *

MİLLİ Güvenlik Kurulu toplantısı, Avrupa Birliği'ne tam üyelik hedefinin bir devlet politikası olduğunu ortaya koydu. Bu, stratejik bir karardır. Parti politikalarının üzerinde bir yol seçimidir.

Demokrasinin bir kültür meselesi olduğunu sindirmek, Avrupa Birliği'ne uyum sürecinin, kağıt üzerindeki değişikliklerle geçiştirilemeyeceğini anlamak zorundayız.

Uyum sürecinin amacı, sorunlarımızı demokrasi ve siyaset ile çözme alışkanlığını kazanmış bir toplum olgunluğuna erişmek değil midir?

İnsan Hakları konusunda yapılan tüm iyileştirme çalışmalarına rağmen, İstanbul'un göbeğinde insan dövmek, bazı yasakları kaldırırken, onları ‘‘ikame edici önlemler’’ arayışına girmek, henüz bu noktada olmadığımızın kanıtı.

Yasaları değil esas iş, kafaları değiştirmek. Kafaları değiştirmek artık devlet politikamız. Üstelik MGK damgalı.
Yazının Devamını Oku