Ferai Tınç

Annan'ın güçlü dostları devrede

15 Şubat 2004
NEW YORK'ta Perşembe gecesi saat üçte görüşme maratonundan çıkan herkesin yüzü bembeyazdı. Yorgunluk, tedirginlik ve tabii ki biraz kızgınlık. Gündüz üçten beri yemek bile yememişlerdi doğru dürüst. BM kafeteryası da saat 08.00'de kapatmıştı kapılarını.

Biz aşağıdaki gazeteciler için de durum farklı değildi. BM Genel Merkezi'nin girişindeki koltuklara yığılmış her çıtırtıda sağa sola koşuşarak saatleri sayıyorduk. Saat bir miydi iki miydi hatırlamıyorum. Bir kameraman arkadaşın aklına ‘‘lahmacun’’ ısmarlamak geldi ve lahmacunlar, kebaplar, kadayıflar, BM'nin kuş uçurulmayan o sıkı koruma duvarını aşarak kasalarla içeri taşındı. 12 saatlik sıkıntılı bekleyişin öyle bir tesellisi oldu ki, lahmacunlar, etrafı saran kesif soğan kokusuna bile kimse aldırmadı. Dünya milletlerinin parlamentosu altında, üstelik de hemen orta yerinde 30'a yakın Türk ve Rum medya mensubu, ‘‘batsın bu dünya’’, ‘‘sat anasını’’ ortak kültürüyle mermerler üzerinde gece yarısı pikniği yaptık.

Öylesine tutukluluk yaşandı o gece. Biz aşağıda, Kıbrıs'ın yaşlı liderleri yukarıda.

Üstelik de Kofi Annan, onları yardımcısı De Soto'ya emanet ederek evine gitti yattı.

HAYAT ÖPÜCÜĞÜ

Neden? Neden bu kadar ısrarlı biçimde ‘‘sizin peşinizi bırakmayacağız’’ dendi?

Çünkü Kıbrıs, Birleşmiş Milletler'e, Irak savaşı sırasında kaybettiği prestiji iade ettirecek çok etkili bir hayat öpücüğüydü.

Dünya, bu iksiri elinden kesinlikle bırakmamakta kararlıydı. Kofi Annan, yıllardan beri ilk kez Cuma günü, basının karşısına çıkarken dünyaya, ‘‘BİZ, BU KIRK YILLIK SORUNU ÇÖZDÜK. Çözüm şimdi daha yakın’’ diyebildi.

ABD, geçen yıl yol açtığı uluslar arası ittifaka meydan okuyan, kendini beğenmiş güç imajını, bu sürece elini koyarak ve Annan'ın önüne geçmemeye dikkat ederek onarma fırsatını yakaladı.

Avrupa Birliği, Annan'ın arkasında, istediği desteği sağlayarak (o gece İngiltere'nin yanı sıra Fransa ve Almanya da sabaha kadar devredeydi) ittifakın önemli aktörleri rolüne yeniden kavuştular. Kıbrıs, Birleşmiş Milletler'i, Kıbrıs uluslararası ittifakı hayata döndürdü.

ANNAN'IN GÜÇLÜ ARKADAŞLARI

Cuma günü, Annan'dan sonra Kıbrıs Özel Temsilcisi De Soto sorularımızı yanıtladı. Yapılacaklar belliydi. Şimdi taraflar perşembe gününe kadar, yasaları hazırlayacak teknik kadrolarını, en bilgili ve deneyimli uzmanlarını harekete geçireceklerdi. Ama ya bu üç ay içinde, öngörülmeyen bir yol kazası olursa ne yapılacaktı? Alvaro De Soto'nun bu soruma yanıtı bundan sonrası ne olabileceğini açıkça ortaya koyuyordu:

‘‘Bu süreçte bizim esas dayanağımız, Ada'daki iki halk. İki halkın çözümün kendi çıkarlarına olduğunu bilmeleri en büyük dayanağımız. Ayrıca, Genel Sekreter'in, yine çözümü kendi çıkarları açısından hayati gören güçlü arkadaşları var. Bir sorun çıkarsa, onlar devreye girecek.’’

Bu dostların kimler olduğunu tahmin etmek güç değil.

ABD'nin Kıbrıs özel temsilcisi Tom Weston, o uzun gece boyu Dışişleri Bakanı Colin Powell ile kaç kez konuştu bilemiyorum. Ama Güvenlik Konseyi katında sık sık telefonla konuştuğunu uzaktan gördüğümüz Bay Weston'un cep telefonun öteki ucunda Colin Powell'ın ya da onun adına ‘‘kolaylaştırıcı olarak’’ devreye giren bir başka ‘‘güçlü dost’’un bulunduğunu biliyorum.

Alvaro De Soto, bu kez görüşmeleri sonuca götürecek bir başka kozun da ellerinde olduğunu söyledi.

‘‘Bu sefer, görüşmelerdeki diplomatik araçlar farkı. Artık takvim unsuru etkili biçimde çerçeveye girdi. Ayrıca Türkiye ve Yunanistan da toplantılara katılacaklar. Bize göre bu da, Genel Sekreter'in elinde önemli bir diplomatik araç olacak.’’

BAŞARDIK

Buraya kadar, Kıbrıs'ta çözüme götüren süreçteki dış dinamiklerin etkisinden ve bu işin pşini bırakmayacaklarından söz etim.

Ama, bu süreçte en büyük başarı Kıbrıs Türk ve Rum liderliği ile Türkiye ve Yunanistan'ın.

Uzun yıllardan beri ilk kez, çok derin ve karmaşık bir sorunda, diplomatik araçlar ve siyasi kararlılık ile ve SADECE MÜZAKERE YÖNTEMLERİNİ kullanarak bir tıkanıklığı aştık. Başardık. Gururluyum. Hiç de kolay olmayacağını bildiğim yeni dönem için umutluyum.
Yazının Devamını Oku

Annan'ın güçlü dostları devrede

15 Şubat 2004
NEW YORK'ta Perşembe gecesi saat üçte görüşme maratonundan çıkan herkesin yüzü bembeyazdı. Yorgunluk, tedirginlik ve tabii ki biraz kızgınlık. Gündüz üçten beri yemek bile yememişlerdi doğru dürüst. BM kafeteryası da saat 08.00'de kapatmıştı kapılarını. Biz aşağıdaki gazeteciler için de durum farklı değildi. BM Genel Merkezi'nin girişindeki koltuklara yığılmış her çıtırtıda sağa sola koşuşarak saatleri sayıyorduk. Saat bir miydi iki miydi hatırlamıyorum. Bir kameraman arkadaşın aklına ‘‘lahmacun’’ ısmarlamak geldi ve lahmacunlar, kebaplar, kadayıflar, BM'nin kuş uçurulmayan o sıkı koruma duvarını aşarak kasalarla içeri taşındı. 12 saatlik sıkıntılı bekleyişin öyle bir tesellisi oldu ki, lahmacunlar, etrafı saran kesif soğan kokusuna bile kimse aldırmadı. Dünya milletlerinin parlamentosu altında, üstelik de hemen orta yerinde 30'a yakın Türk ve Rum medya mensubu, ‘‘batsın bu dünya’’, ‘‘sat anasını’’ ortak kültürüyle mermerler üzerinde gece yarısı pikniği yaptık. Öylesine tutukluluk yaşandı o gece. Biz aşağıda, Kıbrıs'ın yaşlı liderleri yukarıda. Üstelik de Kofi Annan, onları yardımcısı De Soto'ya emanet ederek evine gitti yattı. HAYAT ÖPÜCÜĞÜ Neden? Neden bu kadar ısrarlı biçimde ‘‘sizin peşinizi bırakmayacağız’’ dendi?Çünkü Kıbrıs, Birleşmiş Milletler'e, Irak savaşı sırasında kaybettiği prestiji iade ettirecek çok etkili bir hayat öpücüğüydü. Dünya, bu iksiri elinden kesinlikle bırakmamakta kararlıydı. Kofi Annan, yıllardan beri ilk kez Cuma günü, basının karşısına çıkarken dünyaya, ‘‘BİZ, BU KIRK YILLIK SORUNU ÇÖZDÜK. Çözüm şimdi daha yakın’’ diyebildi.ABD, geçen yıl yol açtığı uluslar arası ittifaka meydan okuyan, kendini beğenmiş güç imajını, bu sürece elini koyarak ve Annan'ın önüne geçmemeye dikkat ederek onarma fırsatını yakaladı. Avrupa Birliği, Annan'ın arkasında, istediği desteği sağlayarak (o gece İngiltere'nin yanı sıra Fransa ve Almanya da sabaha kadar devredeydi) ittifakın önemli aktörleri rolüne yeniden kavuştular. Kıbrıs, Birleşmiş Milletler'i, Kıbrıs uluslararası ittifakı hayata döndürdü. ANNAN'IN GÜÇLÜ ARKADAŞLARI Cuma günü, Annan'dan sonra Kıbrıs Özel Temsilcisi De Soto sorularımızı yanıtladı. Yapılacaklar belliydi. Şimdi taraflar perşembe gününe kadar, yasaları hazırlayacak teknik kadrolarını, en bilgili ve deneyimli uzmanlarını harekete geçireceklerdi. Ama ya bu üç ay içinde, öngörülmeyen bir yol kazası olursa ne yapılacaktı? Alvaro De Soto'nun bu soruma yanıtı bundan sonrası ne olabileceğini açıkça ortaya koyuyordu:‘‘Bu süreçte bizim esas dayanağımız, Ada'daki iki halk. İki halkın çözümün kendi çıkarlarına olduğunu bilmeleri en büyük dayanağımız. Ayrıca, Genel Sekreter'in, yine çözümü kendi çıkarları açısından hayati gören güçlü arkadaşları var. Bir sorun çıkarsa, onlar devreye girecek.’’ Bu dostların kimler olduğunu tahmin etmek güç değil. ABD'nin Kıbrıs özel temsilcisi Tom Weston, o uzun gece boyu Dışişleri Bakanı Colin Powell ile kaç kez konuştu bilemiyorum. Ama Güvenlik Konseyi katında sık sık telefonla konuştuğunu uzaktan gördüğümüz Bay Weston'un cep telefonun öteki ucunda Colin Powell'ın ya da onun adına ‘‘kolaylaştırıcı olarak’’ devreye giren bir başka ‘‘güçlü dost’’un bulunduğunu biliyorum. Alvaro De Soto, bu kez görüşmeleri sonuca götürecek bir başka kozun da ellerinde olduğunu söyledi.‘‘Bu sefer, görüşmelerdeki diplomatik araçlar farkı. Artık takvim unsuru etkili biçimde çerçeveye girdi. Ayrıca Türkiye ve Yunanistan da toplantılara katılacaklar. Bize göre bu da, Genel Sekreter'in elinde önemli bir diplomatik araç olacak.’’BAŞARDIKBuraya kadar, Kıbrıs'ta çözüme götüren süreçteki dış dinamiklerin etkisinden ve bu işin pşini bırakmayacaklarından söz etim.Ama, bu süreçte en büyük başarı Kıbrıs Türk ve Rum liderliği ile Türkiye ve Yunanistan'ın.Uzun yıllardan beri ilk kez, çok derin ve karmaşık bir sorunda, diplomatik araçlar ve siyasi kararlılık ile ve SADECE MÜZAKERE YÖNTEMLERİNİ kullanarak bir tıkanıklığı aştık. Başardık. Gururluyum. Hiç de kolay olmayacağını bildiğim yeni dönem için umutluyum.
Yazının Devamını Oku

İlk adım iyi gitti ya sonra

13 Şubat 2004
<B> NEW YORK <br><br>NEW</B> York'ta sevgililer günü öncesi vitrinler, kırmızılar, kalpler ve birbirlerini öpünce yanakları kızaran beyaz ayıcıklar tarafından kuşatılırken, East River'a bakan Birleşmiş Milletler binasının en meraklı gazetecileri bizler ve en aktif dosyası hiç şüphe yok ki Kıbrıs idi. Bu kez Türk tarafı, ‘‘masadan kaçan taraf olmamayı’’ aklına koymuştu. Onu da gerçekleştirdi. Hem de sadece taktik adımlarla değil. Çok radikal kararlarla.

KKTC, Annan Planı'nı, yeni devletin kuruluş takvimini, varılacak anlaşmanın referanduma götürülmesini ve 1 Mayıs'tan önce birleşik devletin kurulmasını kabul etti.

Ama burada, KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş'ın, önce ‘‘hayır’’ dediğini şimdi kabul ettiği yanılgısına düşmemek gerekiyor.

Denktaş, bu noktaya varışını şöyle açıklıyor: ‘‘Kofi Annan planda hiçbir değişiklik yapmayacağını söylüyordu. Ama baktık, esneklik göstereceğini söylemeye başladı. Biz de pekiyi dedik.’’

Denktaş
için yeni bir mücadele sayfası açılıyor. Şimdi o, yeni devletin kuruluş mücadelesine hazırlanıyor.

Kendisi belki, kalbinin derinliklerinden istemediği bir başlangıç yapıyor belki ama, geri dönüşü olmayan bir tünele girdiğini göre göre ilerliyor.

* * *

ANNAN'ın takvimindeki o ‘‘tarafların bir araya gelerek değişiklik önerilerini ortaya koymalarını öngören ilk aşamanın ardından çok kritik bir dönem başlıyor.

Kuruluş anlaşmasını hazırlamak için, Türkler ve Rumlar hukukçu, diplomat, siyasetçi, bürokrat, teknokratlardan oluşacak çalışma komiteleri oluşturacaklar. Şubat sonuna kadar çalışmaların başlaması öngörülüyor.

Bu arda bayrak tartışmaları, ulusal marş kararı, ortak anayasanın hazırlanması, kurucu devletlerin anayasalarının ona uyumlu olması için düzenlemeler. Bütün bunlar çok hassas konular.

Ve sadece Ada halkının değil bizim de kaderimizi ilgilendirecek olan biten. Dikkatle izlenecek bir süreç olacak bu.

Ama bu ilgi küçümsenir ve hafife alınırsa çok önemli bir sütun gözden kaçırılmış olur.

O da yeni devletin en temel dayanaklarından olan kamuoyu sütunu.

* * *

YILLARDIR Kıbrıs görüşmelerini izleyen bir gazeteci olarak şunu rahatça söyleyebilirim, bugüne kadar böylesi bir haber karartması ile ilk kez karşılaşıyorum. Aslında her görüşmede, kısıtlamalar vardır, pozisyonlar tam olarak açık edilmez, herkes eteklerindekini son ana kadar saklar ama yine de kamuoyuna bir şeyler söylenir.

Bu kez öyle olmadı. Çünkü, Türkler açısından olduğu kadar Rumlar için de çok sıkışık ve zor bir müzakere başlangıcı bu.

Dar alanda ilerleyen bir süreç. Her sözcük, her adım önemli.

Onları anlıyoruz ama biz gazetecilerin işi gerçekten çok zor oldu. Bu tip olaylarda, kamuoyunu bilgilendirmek de ayrı bir iş olmalı. Yoksa, dedikodular haber, senaryolar yorum olur.

Karmaşık işlerin çok kısa zamanda yapılması gereken kırılgan bir ortamın böyle bir şeye hiç tahammülü yoktur.
Yazının Devamını Oku

Yine ayın 10'u yine New York

9 Şubat 2004
<B> NEW YORK<br><br>YEDİ</B> yıl önce New York'ta, BM Genel Sekreteri <B>Kofi Annan</B> görüşmeyi açarken, <B>‘‘Güvenlik Konseyi'ne bir kez daha başarısızlık raporu vermek istemiyorum’’</B> demişti. Klerides ve Denktaş, üç yıl aradan sonra yine büyük bir baskı altında Kıbrıs sorununu çözmek için masaya oturmayı kabul etmişlerdi.

Yine New York'a gelinmişti. Ben yine onların peşinde, Kıbrıs meselesini izliyordum.

Oradan da bir buçuk saat uzaklıktaki Troutbeck malikanesine geçilmişti.

Büyük bir masa kurulmuş ve herkese siyah deri koltuklar verilirken Klerides ile Denktaş kırmızı koltuklara oturtulmuştu.

Annan, sayıp döküyordu, ‘‘33 yıl, dört ay BM çözüm için boşa uğraştı. Üç ay için Ada'ya gönderilen barış gücü 33 yıl kaldı. Yılda 50 milyon dolar harcandı, 13 özel temsilci görev aldı.’’

Artık, işi oracıkta bir sonuca bağlamaya kararlıydı.

Dün uçakta New York'a gelirken bunlar geldi aklıma. Yine ABD devredeydi, Clinton'ın Kıbrıs özel temsilciliğine atadığı Richard Holbrooke, görüşmelerden önce Klerides ve Denktaş ile ayrı ayrı bir araya gelerek anlaşmaları çağrısında bulunmuştu.

İlk gün öyle geçmiş ama ikinci gün Klerides ile Denktaş'ın önüne beş sayfalık bir çözüm belgesi konmuştu. Anayasa taslağı, toprak ve güvenlik konularının hangi ilkeler temelinde çözümleneceğini gösteren bir belgeydi. Bir ay içinde düşünün ve yanıt verin denmişti.

Yine New York'taydık. Yine ayın 10'uydu. 10 Temmuz 1997.

* * *Ê

YEDİ yıl sonra, Şubat'ın 10'unda, yine New York'ta, yine BM Genel Sekreteri Kofi Annan, yine Kıbrıs meselesini ‘‘bu kez son’’ şerhiyle çözüme kavuşturmak için Türkleri ve Rumları masaya oturtuyor.

Tabii arada yarım kalmış iki girişim daha var, İsviçre girişimleri. Aslında hepsi birbirinin devamı. Ama onları saymıyorum.

Bu seferkinin sonu nasıl gelecek? Şimdiden bir şey söylemek doğru olmaz.

BM Genel Sekreteri, bu kez işi sağlama bağlamak için ‘‘Davetimi kabul ettiğiniz takdirde bunu, görüşmelerin 31 Mart 2004 tarihine kadar başarıyla sonuçlanması ve ortaya çıkacak belgenin referanduma sunulması konusunda güvence verdiğiniz şeklinde algılayacağım’’ diyor. Böyle dediği için, Rumlar davete yazılı yanıt vermeden New York'a gidiyorlar. Böylece güvence vermediklerini düşünüyorlar.

Denktaş'ın daha fazla bir istekle New York'a geldiğini söylemek mümkün mü?

Ama önemli olan bir şey var, kimse gitmemezlik de edemiyor.

Avrupa Birliği takviminin, süreci sıkıştırmasını bir kenara bıraksak bile, kamuoyunun duyarlığı öylesine artmış durumda ki, kimse barışı engelleyen taraf olmak istemiyor. Haklı olarak, çözüm için bile olsa taviz veren olmak da istemiyor.

* * *Ê

BİRLEŞMİŞ Milletler'de yarınki görüşmenin çerçevesi konusunda henüz bir açıklık yok. Genel Sekreter Annan, Washinhgton'un ve Brüksel'in tam desteği ile bu kez karşısına sadece Kıbrıs Türk ve Rumlarını değil, Türkiye ile Yunanistan'ı da oturtuyor.

Bu bir anlamda çözüm için kararlılık ölçme oturumu. Planın altına herkesin elini koymasını isteyecek.

Eğer bu destek sağlanırsa kısa ama kıran kırana mücadeleli bir sürece adım atılacak.

Dönüp bakıyorum. Her girişim bir öncekinden daha zor koşulları dayatıyor.

Aklıma Annan'ın, yedi yıl önce söylediği sözler geliyor:

‘‘Bu kez uğranılacak başarısızlığın sonuçları, son yıllarda uğranılan öteki başarısızlıklardan çok daha korkutucu olacaktır.’’
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs takvimi bizden yana

8 Şubat 2004
BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın mektubu, herkeste hayal kırıklığı yarattı. Sadece Denktaş ve Türk Hükümeti'nde değil, Papadopulos ve Yunan Hükümeti de Annan'ın insafsızlık yaptığı görüşünde. Anlaşmanın takvime bağlanması, 21 Nisan'da taraflardan anlaşmayı referanduma sunmalarını istemesi, anlaşma sağlanamayan konularda kendisinin devreye girip boşlukları dolduracağını söylemesi en fazla tepki uyandıran noktaları mektubun. Sanki bu konular önceden hiç konuşulmamış, hiç öne sürülmemiş gibi bir sürpriz izlenimi yayılıyor.Oysa hiçbir şey sürpriz değil. Eğer öyle ise bu çok fena bunca aydan beri süren çalışmalarda gerekli senaryolar hazırlanmamış demek ki. Milli Güvenlik Kurulu'nda Kıbrıs ile ilgili tavsiye kararının alındığı 23 Ocak'tan sonraki gelişmelere bir göz atınca, koşulların pek de sürpriz sayılmaması gerektiği ortaya çıkıyor. AŞİKAR SÜRPRİZLER 28 Ocak: BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Davos'ta Başbakan Tayyip Erdoğan ile görüşmesinin ardından Brüksel'i ziyareti sırasında düzenlediği basın toplantısında şöyle diyor:‘‘Masadaki plan, taraflara müzakere ile değişiklik yapma olanağı tanıyor. Ayrıca anlaşma sağlayamadıkları yerde bana boşlukları doldurma yetkisinin verilebileceğini de öngörüyor. Böylece taraflar arasında Mart sonuna kadar bir anlaşma sağlayabilir ve 1 Mayıs tarihine yetişecek biçimde her iki tarafta da referanduma gidilmesini sağlayabiliriz.’’Annan, boşlukları doldurma yetkisinin de referandumun da masadaki planının bir parçası olduğunu daha baştan söylüyor. Takvimden bile söz ediyor. 30 Ocak: Washington'da Gül ile görüşmesinin ardından birlikte gazetecilerin sorularını yanıtlayan Powell, ‘‘ABD, Birleşmiş Milletler'in Kıbrıs vizyonunu ve Annan Planı temelinde çözümü destekliyor. Türkiye'nin Annan Planı’na uyum için gösterdiği çabalar nedeniyle Abdullah Gül'e teşekkür ettim. Daha yapacak çok şey var ama referandumları gerçekleştirdikten sonra 1 Mayıs'ta her şeyi sonuçlandırma olanağına sahibiz.’’Bu açıklama Washington'un tavrını net biçimde ortaya koyuyor. Annan'a destek, koşullarına destek. 3 Şubat'ta, Annan ile Bush'un Washington'daki görüşmeleri sırasında Beyaz Saray basın odasında gazetecilerin sorularını yanıtlayan sözcü Scott McClellan, Kıbrıs ile ilgili bir soruna şu yanıtı veriyor:‘‘Kıbrıs konusunda çok netiz. Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan geçen hafta ziyareti sırasında, Genel Sekreter'in formülü temelinde Kıbrıs'ta çözüm konusunda samimi bir biçimde ilerleme istediğini ifade etti. Bunu memnuniyetle karşılıyoruz. Bütün tarafları, Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye'deki dostlarımızı bir çözüm konusunda anlaşma sağlamaları, Genel Sekereter'in bazı konularda çözüm getirmesine izin vermeleri ve belli bir tarihte anlaşmayı ayrı ayrı referanduma sunmaları için teşvik ediyoruz.’’Bunlar, geçtiğimiz günlerde yapılan açıklamalardan sadece üçü. BM Genel Sekreteri'nin taleplerinin sürpriz olmadığını ortaya koyan üç örnek.ANLAŞMA OLMAZSA GÜVENCE GEÇERSİZ Ankara'nın sıkıntılarından biri de, BM Genel Sekreteri'nin mektubunda garantör ülkelerden, referandum konusunda önceden yazılı güvence istemesi. Ayrıca, anlaşma sağlanmasından sonra yeni devletin kuruluşuyla ilgili anlaşmayı imzalayacakları güvencesini beklemesi. Bu nokta, sanki Kıbrıs'tan önce anlaşmanın Türk ve Yunan parlamentolarında onaylanmasının beklendiği gibi algılanıyor. Ama mektupta öyle demiyor. Garantör ülkelerden kendi planına destek istiyor, anlaşmadan sonra itirazları önlemek için. Anlaşma sağlanamazsa tüm güvencelerin geçersiz sayılacağı da belirtiliyor. RUMLAR NEDEN İSTEMİYOR Annan'ın daveti malumun ilanı. Sürpriz tarafı yok. Ama sadece Denktaş ve Ankara'nın sıkıntılı olduğunu söylemek doğru değil. Yunanistan Hükümeti ve Rumlar da tepkili. Onların tepkisini anlayabiliyorum. Kıbrıs'ta 1 Mayıs'tan önce varılacak bir anlaşma Türkiye'nin Ada'daki varlığını yasalaştıracak; Kıbrıs Türk Yönetimi'ni, federasyonu oluşturan iki devletten biri konumuna getirecek ve en önemlisi, Türklerin ve Türkiye'nin garantörlük haklarını, Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'ne katılım anlaşmasına dahil edilecek, Rumların Kıbrıs'ı Avrupa hukuku ile çözüme kavuşturma planları suya düşecek.
Yazının Devamını Oku

Annan neler yazdı?

6 Şubat 2004
<B>BM</B> Genel Sekreteri<B> Kofi Annan</B>'ın, görüşmelerin başlaması için dün sabah taraflara gönderdiği mektubun detaylarını yazmamı beklemeyin. Çünkü bilmiyorum.

Benim söyleyebileceğim, mektubun on sayfa olduğu, görüşme takvimiyle ilgili teknik ayrıntıları öneri biçiminde sunduğu.

Ve tabii ki, Annan'ın ‘‘koşulları’’nı içermesi.

BM Genel Sekreteri, Kıbrıs'ta kesin çözüm için mart sonuna kadar masadaki planının müzakere edilmesini, anlaşma sağlanamayan konularda planda zaten var olan önerilerin tekrarlanacağı bir anlaşma metninine ulaşılmasını amaçlıyor.

‘‘Boşlukları ben dolduracağım’’ diye özetlenen koşulunun anlamı bu. Zaten plan masada, orada ayrıntılar var. Anlaşmaya varılamayan noktalarda Annan'ın önerileri geçerli sayılacak.

Yani tarafların önünde, asker sayıları gibi boş bırakılan birkaç madde dışında anlaşmaya varılmazsa, neyle karşılaşacakları da var.

Ancak anlaşıldığı kadarıyla Annan, taraflardan görüşmelere başlamak için tüm koşulları baştan kabul ettiklerini belirten yazılı açıklama istemekten vazgeçmiş görünüyor. Ama bu koşullardan vazgeçmek anlamına gelmiyor tabii.

* * *

BM Genel Sekreteri, Davos toplantısına katıldığında tarafların samimiyetinden emin olmadıkça görüşmelerin başlaması için hiçbir girişimde bulunmayacağını açıklamıştı.

Şimdi, tarafları 10 Şubat'ta New York'a davet etmesi sorunların tamamen aşıldığı anlamına mı geliyor?

Gördüğümüz kadarıyla hayır.

Ne Denktaş ne de Papadopulos bu işten memnun. Siyasi maharetlerini 30 yıldan beri hiçbir şeyi çözmemek ve durumu korumak üzerine kuran Kıbrıs Türk ve Rum liderliği bu durumdan tabii ki hoşnut olmaz.

Ama bu yıl başından itibaren başlayan ve giderek yoğunlaşan uluslararası baskı, kaçacak hiçbir delik bırakmıyor.

Özellikle Bush Yönetimi tüm ağırlığı ile devrede. Cumartesi günü Beyaz Saray'da Kofi Annan ile ABD Başkanı Bush görüştü. Arkasından yaptıkları açıklamada Annan, ‘‘Başkan Bush, çabalarımı destekliyor. Hazırladığımız ve masaya koyduğumuz plan temelinde tarafları müzakere ederek çözüme varmaları konusunda teşvik ediyor’’ dedi.

* * *

BEYAZ Saray, Kıbrıs'ta neden bu kadar ısrarla çözüm için devreye giriyor?

Daha önce Klerides ile Denktaş'ı ABD'ye çağırıp, ücra bir kasabada, Trautback'te bir motele kapattıklarında da, Bill Clinton Yönetimi, Holbrook'u devreye sokarak ağırlığını yoğun biçimde koymuştu ama olmadı. Denktaş, Avrupa Birliği'nin Kıbrıs Rum kesimini genişleme sürecine aday olarak kabul ettiği gerekçesiyle masadan kalktı.

Fakat durum o zaman farklıydı. Ne bu kadar sıkıştıran bir Avrupa Birliği takvimi vardı, ne de Beyaz Saray'ın Avrupa'ya ‘‘sizinle omuz omuzayım’’ mesajını göndermek için, Kıbrıs'a bugünkü kadar ihtiyacı.

Unutmayalım ki, Irak Savaşı nedeniyle gölgelenen transatlantik ittifakın, yeniden canlandırılması Bush Yönetimi'nin gündeminin en önemli konuları arasında.

Bu durumun Kofi Annan'ın elini ne kadar güçlendirdiğini, BM'ye ihtiyacı olan kanı tekrar verdiğini de hesaba katarsak 10 Şubat'ta başlayacak olan sürecin, geri dönüşü olmayan bir süreç olduğunu görmek doğru olmaz mı?

O zaman, böylesine sıkı ve ağır bir ittifak ortamında müttefikler arası müzakere ve pazarlık üslubunun öne çıkması gerekir.
Yazının Devamını Oku

Kadın hakları dinlerin yumuşak karnı

2 Şubat 2004
UZAKTAN, çok uzaktan izlediğimiz ama çok içinde olduğumuz Afganistan'da, uzun tartışmalardan sonra yeni Anayasa kabul edildi. Anayasa'nın en fazla gürültü kopartan maddesi hangisiydi biliyor musunuz? Cinsiyet eşitliği ile ilgili olanıydı. Kadınlarını Taliban'ın ilkel zihniyetine kılları kıpırdamadan terk edenler, yani aileden aşiretlerin tepesine kadar iktidarı ellerinde tutanlar yeni Anayasa'nın ‘‘kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptirler’’ diyen maddesini bir türlü içlerine sindirememişler, Anayasa tartışmalarında sıra eşitlik maddesine geldiğinde keskin tartışmalar çıkarmışlardı. Müslümanlık adına konuşma hakkını kendilerinden başka kimselerde görmeyenler, ulu ve ünlü kişiler fetvalar verdi, Afganistan'ın özel koşullarından, İslam Devleti gereklerinden dem vurdular. Kadınlar da susmadılar. Sonunda Anayasa 26 Ocak'ta, kadın erkek eşitliğini güvence altına alan bu en sıkıntılı maddesi ile birlikte, Loya Jirga'nın yani Parlamento'nun onayından geçti. Şimdi sıra, Taliban sonrası Afganistan'da ilk özgür seçimlerin yapılmasında. Haziran ayında Afganistan halkı sandık başına gidecek. * * *TALİBAN döneminde Afgan kadınlarının kurtuluş mücadelesinin en yakın takipçisi olan İtalyan kadın siyasetçi Emma Bonino, geçen hafta Corriera Della Sera Gazetesi'ne bu konuda çok ilginç açıklamalarda bulunuyordu. İtalyan Radikal Parti'nin liderliğinin yanı sıra Avrupa Komisyonu, ardından Avrupa Parlamentosu'nda bulunmuş olan Emma Bonino, ‘‘Müslüman kadınlar da, aynı bizim 70'lerde Avrupa'da yaptığımız gibi tabuları yıkacaklar, Feminizm, İslam dünyasında bizim 70'lerde Hıristiyan Demokratlara karşı verdiğimiz mücadeleye benziyor’’ diyordu ‘‘Bin kez söyledim, feminizm siyasi İslamın yumuşak karnıdır.’’Mısır'dan, Tunus'tan ve daha birçok İslam ülkesinden ilerici kadınlar şu sıralarda Avrupa'daki Hıristiyan Demokrat partilerin geçmişini inceliyorlar. Boşanma yasağı ya da bu süreçte kadınların uğradığı haksızlıklara, kürtaj yasaklarına karşı kadınların verdikleri mücadelelerin muhafazakar parti politikalarında yol açtıkları değişimler araştırılıyor. * * *BU araştırmaların odak noktası, Katolik Hıristiyan Demokrat partilerin ‘‘laikleşme süreci’’.Din ile siyaset arasındaki yol ayırımında, Batılı kadınların verdikleri mücadeleyi merak ediyorlar. Emma Bonino'nun sözünü ettiği İslam'ın yumuşak karnı da bu. Müslüman kadınların verdiği eşitlik mücadelesinde ‘‘laikleşme’’ süreci başlıyor.Çünkü Batı'da da Kilise'nin siyaset üzerindeki etkisinin yumuşak karnı ‘‘kadın hareketleri’’ olmuştu. Bonino'nun sözlerini tersinden okursak, din siyasette ‘‘görülür'' hale geldikçe, kadın, eşitlik, insan hakları ve demokrasi ‘‘görülmezleşiyor’’.
Yazının Devamını Oku

Mahrumiyette bayramlaşma

1 Şubat 2004
<B>BAYRAMINIZI</B> kutluyorum. Nerede olursanız olun, bayram özel bir duygu, özel bir gün. Burada bile. Bu mahrumiyet bölgesinde bile bayramı, bayram gibi yaşamak istiyor insan. Boşuna, dememişler-diyeni de hatırladım şimdi Leonardo Da Vinci'ydi- ‘‘Bilgi deneyimin kızıdır’’ diye.

Görmeden, buradaki afetin ağırlığını anlamak mümkün değil. Çanakkale'de yaşam günlerden beri normale dönmedi.

Bozcaada on günden beri karanlıkta, soğukta, dünya ile irtibatı kesilmiş halde. Kısa süren yaz sezonu dışında bayramlara bel bağlayan Ada turizmi, bilançoya bir eksi daha çekmenin hayal kırıklığı içinde.

Gökçeada öyle. Gelibolu'dakiler de dahil çevre köylerin sesleri bile duyulmuyor. Karanlıklarına gömülmüşler, bayrama hazırlanmaları gerekirdi. Ama bu kez programlar altüst.

Avrupa Birliği hedefine koşan Türkiye'nin Avrupa'ya en yakın noktası, mahrumiyet koşullarında bayramlaşıyor bugün.

* * *

NE Kıbrıs meselesi, ne Washington hikayesi ile ilgilenecek hali kalıyor insanların mahrumiyet bölgelerinde.

İnsanlarınıza, kendisini önemseyen bir devlet içinde yaşadıkları hissini veremedikçe, hangi başarı iddiası inandırıcı olabilir k? Dünyanın en güçlü başkanıyla diz dize resim çektirmenin bile faydası yok bu için için kaynayan öfkeye.

Günlerdir arayıp soruyorum. ‘‘Cereyanlar ha geldi, ha gelecek’’. Bir türlü gelemiyor. ‘‘Makineler çamura saplandı’’ gerekçelerine eklenen en son gerekçe aczi iyice gözler önüne seriyor: ‘‘Müteahhit kalın tel getirmiş, bağlantılar ters yapılmış...’’

Sahada 500 işçi, onların yanında devletin kaymakamları, vali.

Aslında kendi başlarına debelenip duruyorlar.

Nerede bu bölgenin milletvekilleri, AKP'lileri, CHP'lileri? Nerede bu ülkenin hükümeti?

Tamire giderken doğru tel bile götüremeyen müteahhitlerin becerisine terk edilmiş bu insanların karşısına bir ay sonra nasıl çıkacaklar? Nasıl oy isteyecekler?

* * *

BUGÜN neşeli, şöyle cıvıl cıvıl bir bayram yazısı yazmak isterdim. Biraz nostaljik, pembe ebruli. Hafif bir yazı. Duyulmak istenen, görülmek istenen gibi.

Ama burası öyle soğuk, öyle karanlık, öyle terk edilmiş ki beceremiyorum.

Var olanı bilmeden, görmek istediğimizi yaratamayacağımızı hatırlatarak, bu mahrumiyet bölgesinden bayramınızı kutluyorum.
Yazının Devamını Oku