Ferai Tınç

PR Türkiye’yi düşünme zamanı

20 Aralık 2004
BRÜKSEL, son üç ayda tarihinde görmediği kadar Türk gördü. Kadınlardan iş adamlarına, politikacılardan ilahiyatçılara kadar her kesimden insan buraya geldi.Müzakereleri 3 Ekim’de başlatma kararının, aynı günlerde kongresi olan İngiltere Başbakanı Blair’in talebi olduğu söyleniyor. Olabilir. Ama ayrıca 3 Ekim, Avrupa’nın kader günlerinden biri. Almanya’nın birleşmesinin yıldönümü. Sembolik bir tarih. Türkiye ile müzakere tarihi kararlaştırılırken, bunun ne kadar dikkate alındığını bilmiyorum ama bu kararın çağımızın en büyük tarihi mesajı olduğu konusunda herkes hemfikir. Karşı çıkanları ya da destekleyenleriyle Avrupa’da günün en çok konuşulan konusu hiç şüphe yok Türkiye. Hiçbir tanıtım kampanyası bu kadar etkili olamazdı. Bu atmosfer, uzun vadeli tanıtım stratejisiyle, hiç vakit kaybetmeden devam ettirilmeli. Nasıl yaparız bilemiyorum. En iyisi önce örnekleri bulmak ve onları incelemek. * * *MESELA İsviçre, Alman bankalarındaki Yahudilere ait altınların İsviçre bankalarında olduğu iddialarına karşı imaj kampanyası sürdürüyor. Çünkü imaj önemli. Siz ne kadar haklı olursanız olun, ya da dürüst davrandığınızı düşünürseniz düşünün, istediğiniz kadar uzlaşmalara hazır olun eğer uluslararası kamuoyunda olumlu bir imajınız yoksa, yalnız kaldığınızı, anlaşılmadığınızı düşünüyorsanız, sesinizi duyuramıyorsunuz demektir. Bir İsviçreli diplomat izledikleri yolu şöyle anlatıyor: ‘Nazilerden kaçan Yahudilere en fazla yardım eden ülkelerden biri olduğumuz halde, bu altın meselesi sırasında aleyhimizde uluslararası bir kampanya başladı. İmajımızı sarsan bu kampanya karşısında, parasını devletten alan ama bağımsız olarak iş gören bir şirket kuruldu. Presence Switzerland. Kısaltılmış ve yaygın adıyla PRSwitzerland. Amacı İsviçre’nin piarını yapmak.’ Bu kuruluşta, sivil toplum temsilcileri, bilim adamları da yer alıyor. Web sitesine girdiğimde, İsviçre’nin yenilikçiliğini vurgulayan haberlerle karşılaşıyorum. Buluşlar, yaratıcı çalışmalar vesaire. Kadınlara da hasseten yer veriliyor. Çıtırlık penceresinden değil eşitlik için verdikleri mücadeleler, kalkındırma hamlesi içindeki adımlarıyla yer alıyorlar bu haberlerde. Ve tabii ki, Amerika’daki Musevi lobisinin kayıp altınların peşine düştüğü dikkate alınarak, Amerikalı turistlere yönelik cazip promosyonlar var. İsviçre’yi ziyarete giden Amerikalılar, PRSwitzerland’ın doğal üyesi oluyorlar ve özel turizm hizmetlerinden yararlanıyorlar. * * * BİZ Türkiye’nin tanıtımını, hep büyük reklam şirketlerine işi ihale ederek yapabileceğimizi düşündük. Oysa bu daha derin bir konu. Tarihi kalıntılar, sıcak kumsallar, güzel vücutlar, lokumlar, kebaplar ile tanıtım yaptık da, şu BM ve Avrupa Birliği’nin öngördüğü doğrultuda Kıbrıs’ta çözüm için nasıl aylarca, gündüzler gecelerce emek sarf edildiğini kimseye anlatamadık. Kıbrıs Türklerinin, şimdi uluslararası dilin en değerli sözcüğü olan ‘barış’ için nasıl çalıştıklarını gösteremedik.Türkiye haberlerinde bıyıklı erkekler ve başı bağlı kadınlar kullanarak, ‘geri’lik imajını parlatan dünya medyasının, bu ‘barışçı medeni yüzü’ görmezden gelemeyeceği bir durum yaratamadık. Brüksel’de Kıbrıs pazarlıkları sürerken, Lefkoşa’da neden ‘Listen also to us be anam’ mitingleri yapılmadı bilemiyorum. Bakın 17 Aralık öğleden sonra ABC News’un İngiliz haber ajansı Reuters’e dayandırarak duyurduğu haberde ne deniyordu: ‘Alman Başbakanı Gerhard Schröder 25 ülkenin liderlerinin, gelecek yıl, Avrupa’nın güney doğusu ile Ortadoğu’nun kenarında yer alan 70 milyonluk, çoğunluğu Müslüman, köylü ulusla tam üyelik müzakerelerine başlama kararı almalarını beklediğini söyledi.’ Ajansın ‘Türkiye’ sözcüğünü kullanmak yerine tercih ettiği tanıma bakın. Bu ve bunun gibi yansımaları engellemek, kısmi çözümlerle, basın müşavirlerinin, basın yayının çabalarıyla mümkün görünmüyor. Belki de en iyisi Türkiye’nin yaratıcı kapasitesini seferber edebilmek için işe tanıtım projeleri yarışması ile başlamak.
Yazının Devamını Oku

Tarihin zirvesinden kesitler

19 Aralık 2004
1204 yılı başlarında Venedikli kör Dandolo, Haçlı ordularını Costantinopolis’e yönlendirirken, Haçlı seferlerinin sadece Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki çatışmayı temsil etmediği ortaya çıkmıştı. Aya Sofya’ya giren Haçlı orduları tüm kutsal olan her şeyi yakıp yıktılar. Hazreti İsa figürlerinin ayaklar altında parçalanması, Haçlı ruhunun sadece bir din çatışmasını değil Batı ile Doğu arasındaki uzlaşmazlığı da temsil ettiğini gösteriyordu.

Bu uzlaşmazlık, 17 Aralık 2004 Cuma günü, yani İstanbul’un Latinler tarafından işgalinden tam sekiz yüz yıl sonra Brüksel’de varılan ‘birleşme’ anlaşmasıyla geri sayıma başladı.

Bazı tarihçilere göre bu tarih, yeni bir çağın ‘uzlaşma çağının’ başlangıcıdır...

Asırların birkaç satıra sıkıştırıldığı, tarihi satır başlarında Avrupa Birliği’nin Türkiye ile üyelik müzakerelerine başlaması ileride de bu cümlelerle yer alacak belki de.

Ama biz Cuma gününü, o kadar uzun, o kadar ayrıntılara gömülmüş yaşadık ki, tarihin zirvelerinde dolaştığımızı fark etmemiz zordu.

Cuma akşam üzeri Kıbrıs krizinin aşıldığına dair ilk haberler, gazetecilik diliyle önce ‘söylenti’ formunda, ardından ‘duyum’ halinde, daha sonra resmen doğrulatılamayan haberler olarak dolaşmaya başladığında yabancı gazeteciler biz Türklerin etrafını sarmıştı bile. Yine aynı kaderi yaşadığımızdan bu zirvede de Türk tarafından hiçbir yetkili Konsey’deki basın merkezine uğramadığı için, Türk heyetinin kaldığı Conrad Otel ile zirvenin yapıldığı yer arasında mekik dokuyan biz Türk gazeteciler, yabancı meslektaşlarımızın kaynağı halindeydik.

* * *

TÜRKİYE ve Avrupa arasındaki 41 yıllık sürecin müzakerelere başlama kararı ile yeni bir döneme girdiği haberi kesinleştiğinde, yanımda Abu Dabi Televizyonu’nun Paris temsilcisi vardı. Nortine Bouziane. Beni hararetle tebrik ederken, ‘Türkiye için büyük gün ama tüm İslam dünyası için de büyük gün. Çünkü Türkiye İslam dünyasının imajını düzeltecek’ diyordu.

Türkiye’nin Avrupa ile yakınlaşmasının Arap dünyasında büyük etkisi olacağını düşünüyordu. ‘Bizim din ve demokrasi sorunlarımız var. Bunu kabil etmeliyiz. Türkiye’nin Avrupa ile bütünleşmesi Müslümanların başkalarıyla bir arada yaşayabileceklerinin en güzel örneği olacak. Araplar, ‘Müslüman olan Türkler demokrasi ile uyum sağlıyorlarsa, neden biz sağlamayalım’ diye düşünecekler.’ Arap meslektaşım, Türkiye’nin verdiği savaşın, mücadelenin Arap dünyasında gerekli olan zihniyet devrimi için de bir örnek olacağına inanıyordu.

Bu arada, Kıbrıs Rum liderinin koparttığı gürültüden yılan Konsey çevrelerine en son gösteri bir Rum gazeteci tarafından yapıldı. Zirvenin kapanışında Başkanlığın yaptığı basın toplantısında, bir Türk gazetecinin Kıbrıs ile sorduğu soruda ‘Güney Kıbrıs’tan söz etmesinden rahatsız olan Rum gazeteci, yüksek sesle müdahale edip ‘Türkiye’den işgalci’ diye söz edince salondan büyük bir itiraz dalgası yükseldi.

* * *

ÜSLUP Avrupa ilişkilerinde çok önemli. Biz, liderlerimizin masaya yumruk vurmasından çok hoşlanırız. Arkasına geçtiğimiz kişinin karşıdakini tehdit üslubuyla alt etmesini isteriz. Nitekim Kıbrıs pazarlıkları sırasında, Başbakan’ın liderlere benzer bir üslupla konuşmuş olduğu haberleri bir çoğumuzun içine su serpti. Ama AB dönem başkanlığını Hollanda’dan devralan Lüksemburg’un Dışişleri Bakanı Jean Asselborn, gazetecilere şunları söylüyordu: ‘Cuma günü zirvenin resmi kapanışından sonra aday ülkeler ve Türkiye ile yapılan toplantıda Erdoğan, Kıbrıs konusunu oldukça agresif bir biçimde yeniden gündeme getirdi. Ağzımız açık kaldı. Demek ki, Türk politikacıların daha öğrenecekleri çok şey olduğunu söyleyen Avrupa Konseyi’ndeki meslektaşlarımızın hakkı varmış. Burada, Avrupa’da bizler halı satıcısı değiliz.’
Yazının Devamını Oku

Davet ettiler ama kırmızı halı sermediler

18 Aralık 2004
<B> BRÜKSEL</B><br><br><B>AVRUPA</B> Birliği ülkelerinin liderleri, önceki akşam Türkiye’ye müzakere tarihi verdiler ama tam üyelik yoluna kırmızı halılar sermediler. Türkiye’ye dikenli bir yol gösterdiler. Bu yol öylesine dikenli idi ki, Brüksel’deki Türk heyeti, Başbakan Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile birlikte, kararın açıklandığı andan, dün öğleden sonra geç saatlere kadar, bu dikenleri ayıklamak için olağanüstü çaba sarf ettiler.

Şimdi önümüzde dikensiz bir yol olduğunu söyleyebilir miyiz? Hayır. Ama en azından yürüyecek bir yer var.

Avrupa Birliği, her ne kadar B planının olmadığını söylese de var.

Önümüzdeki yıllarda Sarkozy ve Merkel gibi liderler Avrupa’nın liderlik sahnesine tırmandıklarında bu B Planı’nı devreye sokmakta pek sıkıntı çekmeyebilirler.

Mutlaka öyle olacak değil tabii. Ama referans noktaları Türkiye ile ilgili Konsey kararında var. Üstelik bunlar yeni de değil. Büyük bir kısmı son İlerleme raporunda, bir kısmı da Helsinki’den bu yana alınan kararlarda zaten var.

Müzakere yeteneği bu B planını rafa kaldırmakta gösterilecek maharete bağlı bundan sonra.

23 MADDE EŞİTSİZLİĞİ

Sonuç bildirisinde bizim en fazla dikkat etmemiz gereken bir konu, buradaki diplomatların, ‘yanlışlık olmuş, düzeltiriz’ dediği bir konu.

Bu 23 numaralı madde.

Türkiye ile müzakerelerin nasıl yürütüleceği açıklanırken, sonuç bildirgesindeki 23 numaralı maddeye referans yapılıyor. Orada, müzakere sürecini özel ilişki temeline kaydıracak teorik temel var. Müzakerelerin sona erdirilmesi, aday ülkenin Avrupa kurumlarına demirlenmesi, önlemler gibi.

Önümüzdeki yıllarda Avrupa siyaset sahnesine Sarkozy ve Merkel gibi Türkiye ile ilişkileri entegrasyon değil de özel bir çerçeve içine hapsetme niyetindeki politikacıların iktidara gelebileceğini göz önüne alırsak, 23 madde dikenlerine karşı dikkatli olmak daha da önem kazanıyor.

Avrupalı yetkililer, Türkiye’nin Helsinki zirvesinde, diğer üyelere eşit temelde adaylık statüsüne sahip olduğunu söyleseler de, farklı bir müzakere yöntemi uygulanıyor. Bu bir gerçek.

Ama bu konuda, ‘Biz artık tüm adaylarımızla bu yöntem üzerinden müzakere edeceğiz’ deniyor.

Oysa belgeyi inceleyince, Hırvatistan ile 17 Mart’ta açılacak müzakerelerde 23’üncü maddeye referans yok.

Türkiye, bu farklı muamele, müzakere sürecine kadar ve de sonra Brüksel ile Ankara arasında mutlaka pazarlık konusu yapılmalı.

ORTAKLAR ARASI PAZARLIK

Brüksel ile ilişkilerimizde, en kritik pazarlıklar hep son ana kaldı. Helsinki de de böyleydi, Kopenhag’da da. Bu işin doğasında var. Ama artık ileriyi görerek çok daha önceden, şeytanın ayrıntılarda gizli olduğunu bilerek pazarlık tekniği geliştirmeyi öğrenmeliyiz.

Ortaklar arası bir üslup ile ulusal çıkarları korumak mümkün. Bu titizlik ile de tam üyelik yolunda ilerlenebilir. Diğer üyelerin de yaptığı bundan farklı değil ki.

Kırmızı halılar serilmese de Avrupa Birliği, evine hiç aklına gelmeyen bir konuğu misafirliğe değil, ilelebet birlikte yaşamaya davet ediyor.

Şimdi yollar çok dikenli ama ben inanıyorum, Türkiye ile Avrupa, yeni bir tarihe çocukları için kırmızı halılar döşüyor.
Yazının Devamını Oku

Davet ettiler ama kırmızı halı sermediler

18 Aralık 2004
BRÜKSELAVRUPA Birliği ülkelerinin liderleri, önceki akşam Türkiye’ye müzakere tarihi verdiler ama tam üyelik yoluna kırmızı halılar sermediler.Türkiye’ye dikenli bir yol gösterdiler. Bu yol öylesine dikenli idi ki, Brüksel’deki Türk heyeti, Başbakan Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile birlikte, kararın açıklandığı andan, dün öğleden sonra geç saatlere kadar, bu dikenleri ayıklamak için olağanüstü çaba sarf ettiler. Şimdi önümüzde dikensiz bir yol olduğunu söyleyebilir miyiz? Hayır. Ama en azından yürüyecek bir yer var. Avrupa Birliği, her ne kadar B planının olmadığını söylese de var. Önümüzdeki yıllarda Sarkozy ve Merkel gibi liderler Avrupa’nın liderlik sahnesine tırmandıklarında bu B Planı’nı devreye sokmakta pek sıkıntı çekmeyebilirler. Mutlaka öyle olacak değil tabii. Ama referans noktaları Türkiye ile ilgili Konsey kararında var. Üstelik bunlar yeni de değil. Büyük bir kısmı son İlerleme raporunda, bir kısmı da Helsinki’den bu yana alınan kararlarda zaten var. Müzakere yeteneği bu B planını rafa kaldırmakta gösterilecek maharete bağlı bundan sonra.23 MADDE EŞİTSİZLİĞİ Sonuç bildirisinde bizim en fazla dikkat etmemiz gereken bir konu, buradaki diplomatların, ‘yanlışlık olmuş, düzeltiriz’ dediği bir konu. Bu 23 numaralı madde. Türkiye ile müzakerelerin nasıl yürütüleceği açıklanırken, sonuç bildirgesindeki 23 numaralı maddeye referans yapılıyor. Orada, müzakere sürecini özel ilişki temeline kaydıracak teorik temel var. Müzakerelerin sona erdirilmesi, aday ülkenin Avrupa kurumlarına demirlenmesi, önlemler gibi. Önümüzdeki yıllarda Avrupa siyaset sahnesine Sarkozy ve Merkel gibi Türkiye ile ilişkileri entegrasyon değil de özel bir çerçeve içine hapsetme niyetindeki politikacıların iktidara gelebileceğini göz önüne alırsak, 23 madde dikenlerine karşı dikkatli olmak daha da önem kazanıyor. Avrupalı yetkililer, Türkiye’nin Helsinki zirvesinde, diğer üyelere eşit temelde adaylık statüsüne sahip olduğunu söyleseler de, farklı bir müzakere yöntemi uygulanıyor. Bu bir gerçek. Ama bu konuda, ‘Biz artık tüm adaylarımızla bu yöntem üzerinden müzakere edeceğiz’ deniyor.Oysa belgeyi inceleyince, Hırvatistan ile 17 Mart’ta açılacak müzakerelerde 23’üncü maddeye referans yok. Türkiye, bu farklı muamele, müzakere sürecine kadar ve de sonra Brüksel ile Ankara arasında mutlaka pazarlık konusu yapılmalı. ORTAKLAR ARASI PAZARLIK Brüksel ile ilişkilerimizde, en kritik pazarlıklar hep son ana kaldı. Helsinki de de böyleydi, Kopenhag’da da. Bu işin doğasında var. Ama artık ileriyi görerek çok daha önceden, şeytanın ayrıntılarda gizli olduğunu bilerek pazarlık tekniği geliştirmeyi öğrenmeliyiz. Ortaklar arası bir üslup ile ulusal çıkarları korumak mümkün. Bu titizlik ile de tam üyelik yolunda ilerlenebilir. Diğer üyelerin de yaptığı bundan farklı değil ki. Kırmızı halılar serilmese de Avrupa Birliği, evine hiç aklına gelmeyen bir konuğu misafirliğe değil, ilelebet birlikte yaşamaya davet ediyor. Şimdi yollar çok dikenli ama ben inanıyorum, Türkiye ile Avrupa, yeni bir tarihe çocukları için kırmızı halılar döşüyor.
Yazının Devamını Oku

Kıran kırana bir gece

17 Aralık 2004
BRÜKSELAVRUPA, tarihi bir fırsatı yaratmakla, kaçırmak arasında dün sabaha kadar gitti geldi. Son ana kadar süren pazarlıklarda öne çıkan konu, beş yıl önce hiç sorun olmayacağı güvencesi verilen Kıbrıs konusu olunca, sadece biz değil ama burada Brüksel’de bulunan gazeteciler bile Avrupa’nın samimiyetini sorgulamaya başladılar. Mısır kökenli Belçikalı bir taksi şoförü ise durumu ‘Bu tam bir tiyatro. Avrupa’nın Türkiye tiyatrosu. Skandal. Herkes bu durumu görüyor. Sizi Müslüman olduğunuz için istemiyorlar’ diyordu. Başbakan Tayyip Erdoğan, son günlerde telefonla sürekli temas halinde olduğu Yunanistan Başbakanı Karamanlis ile akşam toplantı öncesinde bir araya geldiği zaman, yine Kıbrıs konusu konuşuluyor. Papadopulos, Ankara anlaşmasının yeni üyeleri de kapsayacak protokolünün Brüksel’de imzalanması için ısrar etti. Hiçbir şey olmazsa Başbakan Erdoğan’ın, bir mektupla bu sözü vermesini istedi. Hatta Papadopulos, Brüksel’e gelirken ‘gizli formüllerinin olduğunu’ da söylüyor. Pazarlık marjını son ana kadar koruyor Papadopulos. Mektup bunun son noktası, eğer hiçbir şey olmazsa Türkiye’nin taahhüdünü içeren bir mektupla dönmek istiyor Ada’ya. Türkiye’nin bu konudaki tavrını ise Başbakan Tayyip Erdoğan her temasında tekrarladı: ‘Ek protokolü müzakereler sürecine bırakalım.’ Böylece, Kıbrıs’ta çözüm sürecinin canlanmasıyla birlikte, Türklerin de ortaklıkları garanti altına alınmış bir Kıbrıs’ı tanımak olanağı doğacak. Bu konuda geri adım mümkün görülmüyor. Başbakan, Erdoğan, dün sabah bizlerle yaptığı toplantıda, ‘Onlara çözüm için aktif politika izleyeceğimizi de söylüyoruz’ diyor. Türkiye, müzakereler başlamadan önce bile İtalya ve Hollanda’nın başlattıkları çözüm girişimini destekleyecek gibi görünüyor. * * *ÖNCEKİ akşam, Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’ın konuşmasından sonra Başbakan ve çevresinde artan iyimserlik, dün pazarlıklar sırasında zaman zaman tersine döndü. Kıbrıs konusunun bu kadar öne çıkartılmasının ardında, Avrupa’nın büyüklerinin kendi hesapları yatıyordu bana göre. Avrupa açısından daha önemli olan diğer pazarlık konularında Türkiye’ye geri adım attırmanın en kolay yolu Papadopulos’u öne itmekti. İmtiyazlı üyelik ikinci taktik adım oldu. Fransız ve Alman Hıristiyan Demokratların bu ısrarlarını geri çekmeleri, Avrupa’nın diğer öncelikleriyle ilgili ısrarını sürdürmesi için taktik fırsat yarattı. Tam üyelik müzakereleri başarıya ulaşamazsa AB-Türkiye ilişkilerinin komşular politikası çerçevesinde devam ettirilmesi önerileri gündeme geldi. * * *TÜRKİYE kararı yayınlanana kadar hiçbir şeyin belli olmadığı bir zirve daha. Ama iki tarafın da ipleri kopartmamak için son ana kadar çaba sarf ettikleri bir zirve. Genişlemeden yeni üyelere, para birliğinden Avrupa Anayasası’na kadar her kritik dönemeçte uzlaşma ile ileri adım atan Avrupa acaba Türkiye ile müzakere kararı sırasında aynı çizgiyi izleyebilecek mi? Avrupa’nın geleceği açsından da olumsuz bir işaret sayılacak bu noktaya gelmemek, ipleri kopartmamak için dün sabaha kadar müthiş bir diplomasi trafiği izledik Brüksel’de.
Yazının Devamını Oku

En etkili 500 kişiden biri

13 Aralık 2004
EVET, Cuma gününe kadar Brüksel’e kilitlenmiş durumdayız. 18 Aralık’tan itibaren de sonucun anlamını tartışmaya başlayacağız bir süre.Bunları Cuma günü gazetede ziyaretime gelen bir Amerikalıya, şu sıralarda Washington’un gündemin alt sıralarına kaydığını söylemek için aktardım. Aldığım yanıt, ‘Demek ki daha agresif davranmamız gerekiyor’ oldu. Bana iletilen cv’sinde, ‘ABD dış politikasının en etkili 500 isminden biri’ olarak tanıtılan Max Boot, Amerikan Dış İlişkiler Konseyi üyesi, güvenlik konularında uzman. Bir haftadır Türkiye’de, Ankara, İstanbul, Adana ve İzmir’de incelemelerde bulunuyormuş. Bush Yönetimi’nin yakın çevresinden olan Boot’un vermek istediği mesaj, beklendiği gibi son zamanlarda Ankara ile Washington arasındaki limonileşmeyle ilgili. Özetle söylemek gerekirse, Başbakan Erdoğan’ın Felluce’de, direnişten ve ‘şehitler’den söz etmesi, buna ek olarak savaşın soykırım olarak tanımlanmasına karşı hiçbir şey söylememesi gerginliğin görünürdeki kısmı. Bir de, ABD Büyükelçisi’nin randevu talebine yanıt vermede işi yavaştan alma gibi diplomatik kulislerde yaşananlar var. Türkiye kamuoyunda, Irak savaşına karşı tepkinin Amerikan aleyhtarlığı olarak ortaya çıkması da bir başka boyut. Bütün bu gelişmeleri, ‘Türkiye, teröristlere yanlış mesaj gönderiyor’ diye yorumluyor Boot. Ve Washington’daki rahatsızlığın ‘bizim düşündüğümüz kadar sıradan ve yüzeysel’ olmadığını söylüyor. Yaklaşım şu: ‘Eğer Irak’ın bölünmesini istemiyorsanız, bizim orada başarılı olmamız gerekiyor. Şu anda Amerikan askerleri geri çekilirse kaosun yaratacağı tek sonuç Irak’ın bölünmesi olacak.’Washington’un, sadece Türkiye’den gelen açıklamalar değil, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Irak’ta operasyonla ilgili eleştirilerinden de rahatsız olduğu anlaşılıyor. ‘Bu tip konuşmalar diğer tarafın işine yarar. Onları cesaretlendirir’ diyor. Irak’ta, demokrasi vaadiyle başlatılan ve şimdilik tam bir kaos getiren savaşla ilgili her eleştiri Bush Yönetimi’nin, ‘benden olmayan düşmandan yanadır’ çizgisini her sefer daha net ortaya çıkartıyor. Seçimlerden sonraki yönetim değişikliklerinin yönünü de belli ediyor bu durum. * * * SÖZ terör ve teröristlerden açılınca, konu Kuzey Irak’taki PKK varlığına geliyor. Amerikan dış politika argümanlarından en bilinen en kalıp haline gelen yanıtları alıyorum. ‘Askerlerimiz şimdi Sünni üçgenindeki teröristlerle ile ilgileniyorlar. Savaşın en sıcak noktası orası. PKK ile savaşacak güç ayıramayız. Ama PKK bizim terör listemizde yer alıyor. Türk hükümeti ile istihbarat alışverişi yapıyoruz!’Oysa, PKK’ya karşı pozisyon almak için mutlaka askeri operasyon gerekmiyor, baştan beri sözü edilen ‘siyasi irade’. Irak’ta onun üstünde siyasi irade mi var şimdi? Yok. Demek ki, Ankara’nın rahatsızlığı Washington’un bu konuda yeterince siyasi irade göstermemesinden kaynaklanıyor. Son günlerde, Türkmenler meselesi tamamen gündemden düştü. Amerikan askerleri peşmergelerle birlikte Musul’da operasyon düzenliyor. Bu konuda da görüşü gayet net Boot’un. ‘Bizim Irak’ta yeterince sorunumuz var. Kürtler bizim en büyük destekçimiz ve bizim bu desteğe ihtiyacımız var.’* * * HERKES gibi benim de aklımı kurcalayan soruyu sona bırakıyorum. Saddam’ın diktatörlüğünü devirmek için başlatılan savaştan, Irak, bir İslam Cumhuriyeti olarak çıkacak. ABD’nin istediği dönüşüm bu muydu? Aldığım yanıt: ‘Irak, bir Kemalist demokrasi olmayacak. Ne İran İslam cumhuriyeti kadar radikal İslamcı, ne de Türkiye kadar radikal laik olacak’ Ya demokrasi, kadın hakları? Eşitlik? ‘Halkın hassasiyetlerine saygı göstermek durumundayız.’Türkiye modelinin tutmayacağı anlaşıldı, şimdi Ortadoğu için demokrasi modeli Irak olacak. Siz ne diyorsunuz bilemiyorum ama bizim buralarda bunlara, ‘ham hayal’ denir.
Yazının Devamını Oku

Hiç olmaması gereken gündem

12 Aralık 2004
<B>TÜRKİYE</B>’de Kürtler ne istiyor başlıklı ilan en altta, bir grup insanın elinden tutan vasi pozunda Paris Kürt Enstitüsü’nün imzasını taşımasaydı belki daha fazla üzülecektim. Yurtsever bir inatçılıkla, Avrupa Birliği ile müzakerelerin adil bir zeminde başlaması için hep birlikte karşımıza çıkartılan haksızlıkların üstesinden gelmeye çalışırken, aramızdan bazılarının kulislerde kendi çıkarları için pazarlığa oturduklarını görmek canımı daha fazla sıkacaktı.

Neyse ki olay, daha sıradan bir ‘şark kurnazlığı.’

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın olayı yorumlarken kullandığı, ‘tırtıklama’, ‘post kapma’ ifadeleri olan bitene çok uyuyor.

Herkes istediği yere ilan verebilir. Ama ben, yine de böyle bir ilanın içeriğinde yer alan taleplerin önce burada, kendi aramızda en geniş biçimde tartışılıyor olmasını isterdim.

Benim bildiğim kadarıyla düşünülen de buydu zaten. Barış Girişimi’nin bu amaçla harekete geçtiğini söylemişlerdi bana, Kürt sorununda ortak bir uzlaşma platformunun yaratılmasıydı amaç.

Ama Leyla Zana ve onun gibi Barış Girişimi’nin başını çeken Hatip Dicle, Orhan Doğan ve Selim Sadak’ın açıklamalarından anlıyoruz ki, ilanda yer alan çözüm önerileriyle ilgili tartışma Kürtler arasında bile tam olarak yapılmamış.

Çünkü ‘bazı Kürtlerin aksine’ kendi temsil ettikleri ‘siyasi misyon’un farklı düşündüğünü söylüyorlar. Otonomi içeren federatif çözümlerin çağımız ve günümüz koşullarına uygun olmadığı düşüncesinde olduklarını belirtiyorlar açıklamada.

Demek ki, birileri çıkıp diğerleri adına konuşma hakkını kendilerinde görebiliyor. İmzalarını da istediği gibi kullanabiliyor. Paris Kürt Enstitüsü’nün yaptığı gibi.

* * *

İLANIN, üzerinde durulması gereken en tuhaf tarafı ise kendi çözüm önerilerini tüm bir halka mal etmekle kalmayıp bunu, Avrupa Birliği aracılığıyla Türkiye’ye dayatmak isteyen yaklaşım. Çünkü, ilanda AB’den, bu talepleri Türkiye’nin tam üyelik kriterleri haline getirmesi isteniyor.

Devletçi zihniyetin yansıdığı bildiride, sorunların halklar tarafından çözüldüğü anlayışı hiç yok. Bir otorite - Avrupa Birliği- diğer otorite ile -Türkiye Cumhuriyeti- karşı karşıya getirilerek sorun çözülmeye çalışılıyor. Böyle sorun mu çözülür?

* * *

BU mesele, muğlak açıklamalarla geçiştirilmemeli.

Zana ve arkadaşlarının dün basına gönderdikleri açıklamada, içeride ve dışarıda AB karşıtı güçlerin Türkiye’yi kaotik ortama sürüklemek istediğinden söz ediliyor, ‘AB-Türkiye ilişkilerini zedeleyecek, hiç olmaması gereken bir gündem oluşturulmaya çalışılıyor’ deniyor. Kim kaos yaratmak isteyenler belli değil. Yoksa biz miyiz, ilana yer verdik diye?

Dün görüştüğüm Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir de çok dikkatli konuşuyor, ‘Metinden haberim vardı. İmzamın olduğunu öğrendim’ diyor ‘ama çekmiyorum. Çünkü ben Kıbrıs ile ilgili kısmı, tam aynı çözüm olsun diye algılamıyorum, dünyada sorunlar çözülüyor, biz de Türkiye’de çatışma dışı çözüm üretebiliriz olarak algıladım’ diyor.

Birileri, birilerini zor duruma sokmuş besbelli.

* * *

AVRUPA süreci, hepimiz için çok değerli. Neden? Çünkü hukuk devletini güçlendiriyor. Yoksa sorunlarımızı Avrupa çözmeyecek. Sorunlarımızı da biz çözeceğiz, gündemimizi de biz yaratacağız. Ama iyi ve güzel adımlar atabilmek için önce şeffaflık şart.
Yazının Devamını Oku

Avrupa yorgunluğu

10 Aralık 2004
<B>ASLINDA</B>, genişleme sürecinde tüm aday ülkelerde bizimkine benzer tartışmalar yaşanmıştı, ama hiçbirinde gerginliğin bu derece arttığını anımsamıyorum. Ben kendi açımdan itiraf ediyorum ki, uçaklarda görülen metal yorgunluğuna benzer bir yorgunluk hissediyorum. Avrupa yorgunluğu. Türkiye ile ilgili kararın bu kadar zorluk yaratmasının ardında Avrupa ve dünyadaki değişimin etkisi büyük. Dünya, Avrupa’nın genişleme kararı aldığı 90’ların Avrupası değil artık. 11 Eylül’ün etkisinin kuvvetle hissedildiği, çok kültürlük politikalarının çöktüğü, yabancı düşmanlığının yükseldiği, ekonomik büyümenin durduğu bir Avrupa var bugün karşımızda.

Başkanlığı Hollanda’dan devralacak olan Lüksemburg, daha şimdiden iki konuyu kara kara düşünmeye başladı bile.

Birincisi, Avrupa Anayasası’nın önümüzdeki yıldan itibaren üye ülkelerde referanduma sunulacak olması. Her ülkede bu konu, iç politika malzemesi haline getirilecek ve Avrupa bu dönemde ileri adımlar atmakta çok zorlanacak.

25 üyenin iç politika önceliklerinin engelleri ile karşı karşıya kalacak Avrupa politikaları.

İkinci mesele ise Ukrayna. Avrupa Ukrayna’ya nasıl bir hedef gösterecek?

Lüksemburg Başbakanı Jean Claude Juncker’e göre, Türkiye’ye tam üyelik, Ukrayna’ya ise imtiyazlı ortaklık hedefi gösterilmeli.

Türkiye ile ilgili karar böyle bir döneme rastlamasaydı, işler bu kadar karışmayabilirdi. Buradan da çıkacak sonuç, son on yıl içinde Türkiye’nin Avrupa’nın bu beşinci genişleme dalgasını mutlaka yakalaması gerektiğini söyleyenlerin haklılığını kanıtlıyor.

İşi bugün sağlama bağlamadığınız takdirde, yarın hangi dinamiklerin ne gibi sonuçlar doğuracaklarını kimse bilemez.

* * *

İMTİYAZLI Ortaklık, Türkiye için geçerli olamaz, çünkü tam üyelik perspektifi kalktığında, Gümrük Birliği’nin devam edebilmesi bile artık çok zor. Siyasi karar mekanizmasında olmadan, sadece üyelere açık olan Avrupa hukukunun dışında kalarak bu anlaşmanın derinleşmesi mümkün değil.

Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac bu seçeneği, ‘Müzakereler tam üyelik perspektifi ile açılmalı ama eğer bu süreç yürümezse, o zaman Türkiye’nin Avrupa’dan kopmasının önüne geçmek için farklı bir statü seçeneği de sunulmalıdır’ şeklinde ‘a la fransez’ bir üslupla formüle etse de, tam üyelik hedefi gölgelendiğinde, bizim için Avrupa’nın fazla bir cazibesi kalmaz artık.

Üstelik bu sadece Türkiye için değil, Avrupa’nın özel statü önereceği diğer ülkelerin de ilgisini azaltacak bir gelişme olacaktır.

Verdiği sözlerin arkasında durmayan, yarı yolda oyunun kurallarını değiştiren Avrupa, sadece dış politikada değil, entegrasyon hedefinde de -Türkiye’siz olsa da- istediği sonuca ulaşamayacaktır.

* * *

KIBRIS’ın Türkiye konusundaki ısrarını veto şantajına kadar vardırması artık komik bir hal aldı.

Kıbrıs’ı, çözümden önce üye alma kararı verenlerin, en küçük üyelerden birinin vetosunu sineye nasıl çekeceklerini izlemek de tarihi bir deneyim olacak.

Önümüzdeki bir hafta, Avrupa’nın en tarihi pazarlıklarının yapıldığı günler olacak. Aslında, son an formülleri bulmak Avrupa Birliği’nin en önemli özelliğidir. Bu da pazarlıkların son ana kadar süreceği anlamına gelir.
Yazının Devamını Oku