Ferai Tınç

Bilin bakalım nereliyiz

6 Aralık 2004
ROMA’da, Türkiye-Avrupa ilişkileri üzerine düzenlenen konferanstan sonra akşam yemeği için gittiğimiz lokantada, yandaki masa bizi çok merak etti.Aynı şey birkaç gün sonra Amsterdam’da da başıma geldi. Garsonlarla İtalyanca’yı, İngilizce ve Fransızca’yı kendileri gibi konuşan kadın ve adamlar aralarında başka bir dil kullanıyorlardı. Neydi bu dil? Roma’da, yanımızdaki masada gençler yemeği bitirmeyi bile beklemeden bize doğru eğilip sordular, ‘Nerelisiniz?’ ‘Türküz. Sizin Avrupa’ya istemediğiniz Türkler...’‘O, a... Hay Allah hiç tahmin edemedik...’ Sonra bizi istememezlik gibi bir şeyin olmadığını anlattılar.Amsterdam’dan ayrılmadan önce dört kadın gittiğimiz lokantada, yandaki masa daha sabırlı davrandı. Yemeklerini bitirene kadar farkımızda değillermiş gibiydiler. Ayağa kalktıklarında, iş değişti. Gerçeği öğrenme anı gelmiş, herkes bize dikkat kesilmişti. Kim bu kadınlar?‘Türküz’ yanıtı onları şaşırttı. Hay Allah, onlar bizleri Yugoslavya’dan bir yerlerden sanmışlardı. Türk olacağımız hiç akıllarına gelmemişti. Çünkü, Türk deyince onların aklına, göçmen işçilerin yaşadıkları toplumla en uyum sağlayamayan kesimi geliyordu. Eğitimsiz, uyumsuz, gettolarda yaşayan, kokulu yemekler pişiren, kızlarını karılarını saklayan, mutaassıp bir tipti onların Türkü. İkinci sınıf vatandaş stereotipine uygundu. Birçok Avrupa ülkesinde toplumun kilit noktalarında yer alan başarılı Türkler, Türkiye’yi temsil etmiyordu onlara göre. Avrupa Parlamentosu’nun yeni Başkanı Borell, önceki gün İstanbul’da İktisadi Kalkınma Vakfı ve TOBB’un düzenlediği konferansta yaptığı konuşmada, Avrupa’nın önyargılarına değindi. Avrupa kamuoyu Türkiye’ye karşı ön yargılıydı. ‘Avrupa ile müzakere sürecinde ben İspanya’da bakanlık yaptım. 11 yıl sürdü bu. Sizinki de 15 yıl sürebilir ama bu süreyi zaman kaybı olarak görmeyin. Üyelik günü geldiğinde Avrupa’da Türk önyargısı da ortadan kalkmış olacak, Avrupa Türkiye’yi, Türkiye Avrupa’yı daha iyi tanıyacak’ diyordu. * * * GİTTİĞİMİZ her yerde karşılaştığımız, ‘Nerelisiniz?’ sorusu Avrupa’nın, 25 ülkeye çıkmasıyla da yakından ilgili. Avrupalılar, yeni üyeleri de tanımıyorlar. Genişlemenin kendilerine neler getirdiğini henüz fark etmiş değiller. Yeşiller Grubu’nun Hollandalı üyesi Joost Lagendijk, geçen gün bir konferansta, ‘Polonyalılar ile birlikte Avrupa Parlamentosu’na dinin geri geldiğini’ söyledi. ‘Polonyalılar, kürtaj meselesinin yeniden tartışılmasını istiyorlar’mış. Avrupa’da kadın hareketlerinin 70’lerdeki mücadelesi ile kapanan bir konu yeniden gündeme taşınmak isteniyor. Aşıldığına inanılan birçok konunun yeniden açılması herkesi şaşırtıyor. Avrupa’nın eski üyeleri yeni gelenleri hazmedemeden, onlarla çıkılan yolculuğun nereye varacağını fark edememişken Türkiye’yi düşünmek ağır geliyor. Önyargı ve bilgisizlik sadece Avrupa’da değil, bizde de var. * * *TEMPO Dergisi’nin son sayısında Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu ile yaptığı röportaj bu anlamda çok öğreticiydi. Prof. Bardakoğlu aydın, yol gösterici bir din adamı. Ama o bile Avrupa’nın ‘cinsel ahlakı’ndan söz ediyor ve bizim dinimize uymayacağını söylüyor. Eşcinsel evlilikleri kast ederek böyle bir karşılaştırma yapıyor. Ama, bugün Avrupalı çoğunluğun dini olan Hıristiyanlık da, aile, kadın, kürtaj, eşcinsel evliliklere İslamiyet’ten farklı yaklaşmıyor. Bütün dinlerde ahlak anlayışı benzerlik taşıyor. Avrupa Birliği’nin, dine ya da kültüre dayalı bir ahlakı yok. Bu alanı, bireysel haklar belirliyor. ‘Avrupa’nın cinsel ahlakı bize uymaz’ demek onun mezhebinin genişliğini ima etmekten başka alama gelebilir mi? Bu yaklaşım da, Avrupalı’nın önyargılarını besleyen, ‘kendi eşini saklarken benimkine sulanmayı hak gören adam’lara vize anlamını taşıyor. Sonra da, kendi Türk kalıplarına uymayanları gördüklerinde soruyorlar, ‘Siz nerelisiniz?’
Yazının Devamını Oku

Tanıyalım da hangisini

5 Aralık 2004
<B>AVRUPALILARA</B> diyorum ki, tamam Türkiye Kıbrıs’ı tanısın, ama hangi çerçevede? <br><br>Çünkü Avrupa kararlarında bile, Kıbrıs sorunlu bir üye olarak tanınıyor. Anımsayacağınız gibi, aday ülkelerin tam üyelik kararı Selanik Zirvesi’nde alındı.

Bu kararda yeni üyelerle ilgili bazı geçici önlemlere de yer verildi.

Örneğin, serbest dolaşım süreli olarak kısıtlandı, Almanların Polonya’dan toprak alımları on yıl için engellendi. Böylece, Avrupa Birliği müktesebatında bazı ayrıcalıklara yer verilmiş oldu.

Ama anlaşmanın ekinde Kıbrıs ile ilgili bir protokol yer aldı ki, bu ayrıcalık diğerlerine hiç benzemiyordu.

Selanik Zirve anlaşmasının ekindeki Protokol 10’a göre, Avrupa Kıbrıs’ı tam üyeliğe kabul ederken, Avrupa müktesebatının Kıbrıs’ın her tarafında uygulanamayacağını karara bağladı. Kuzey, Avrupa müktesebatı dışında bırakıldı.

Çünkü sorunlar vardı, çünkü güneydeki yönetim kuzeyi temsil etmiyordu, çünkü Avrupa kuzey ile müktesebatı müzakere edememişti.

Selanik’te Avrupa, bölünmüş Kıbrıs’ı tanıdı.

Şimdi, çözümden önce Türkiye’ye Kıbrıs’ı tanıması için yapılan baskıların, bu işte baştan beri hatalar yapan Avrupa’yı yeni hatalara sürükleyeceğini görmemek mümkün mü?

Türkiye de, AB müktesebatının geçerli olduğu Kıbrıs ile müzakere yaptığını tekrar edebilir isterse. İşte size tanıma.

* * *

PEKİYİ Türkiye, Avrupa’nın yaptığı gibi güneydeki otoriteyi tanıyorum, bu devletin kuzeyde otoritesi yoktur dese ne olacak?

Bu, bölünmüşlüğü daha da derinleştirmez mi? Ne yazık ki Avrupa’nın dış politikası, en küçük üyelerin bile dış politika öncelikleri tarafından rehin alınabiliyor.

Kıbrıs’ı tanıyın diye ısrar eden birçok Avrupalının, bunun arkasında Kıbrıs Türklerinin azınlık haline getirilerek, Rumların Ada’nın tek sahibi olma hesaplarının yattığının farkında bile olmadıklarına eminim.

Ama bu noktada bile artık durum eskisi gibi değil. Rum kesiminde farklı görüşler olduğu haberleri geliyor.

* * *

KKTC Ticaret Odası Başkanı Ali Erel, Kıbrıslı Rumların en büyük korkularından birinin refahı Türklerle paylaşmak olduğunu söylüyor. Eğer bazılarının istediği gibi olur da 60 anlaşmasına dönülürse, Türkler devlete yamalanacak ve güneyin refahına ortak olacaklar, üstelik de veto haklarına sahip olarak.

O nedenle bu tanıma baskısı Rumlar açısından da anlamını yitiriyor.

Annan Planı’na hayır diyenlere karşı çözüm isteğini dile getirenlerin oranı artıyormuş Kıbrıs Rum kesiminde. AKEL de bile çözümden yana bir eğilim baş gösterdiği söyleniyor.

Hollanda ile birlikte İtalya, 17 Aralık sonrasında çözüm sürecini yeniden canlandırmak için bir süredir temaslarda bulunuyorlar. Ama, Avrupa bastırdıkça çözüm dinamiklerinin önünü tıkadığını bir türlü fark edemiyor.

Bana göre, Kıbrıs hiçbir şekilde Türkiye’nin önüne yeni bir koşul olarak gelemez. Çünkü zaten var. Müzakere sırasında muhataplarımızdan birisi de Kıbrıs. Geçtiğimiz temmuz ayından beri, Avrupa Birliği Ankara Anlaşması’nı yeni üyelerle imzalaması için Türkiye’ye çağrıda bulunuyor.

Pekiyi çözümden önce Kıbrıs’ı tanımak mümkün mü? Değil, bu ne Türkiye ne de Avrupa açısından mümkün. Çünkü Kıbrıs devletinin, ülkesini tam otoriteyle temsil edebilmesi için önce sorunun çözümü gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

Avrupa, rüyasını arıyor

3 Aralık 2004
<B>‘BURADA her şey isminle başlıyor.’<br><br></B>Görünürde hiçbir engel yok ama eğer ismin <B>Ayşe</B>, <B>Fatma</B>, <B>Ahmet</B>, <B>Mehmet</B> ise artık iş bulma umudun çok zayıf. Amsterdam’da Hollandalı film Yönetmeni Theo Van Gogh’un vahşice öldürülmesi bir dönüm noktası. Liberalizmin kalesi Hollanda’da ırkçılık, ‘entegrasyon’ kalkanı arkasına gizlenerek adım adım ilerliyor.

Müslümanların, Avrupa toplumuna uyumunun zorluğundan, eğitim sorunlarına kadar her şey konuşuluyor ama yabancı düşmanlığının adı bir türlü konulamıyor tartışmalarda.

Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği’nde salı sabahı sohbet sırasında söz geliyor, ‘Burada her şey isminle başlıyor’ noktasında kilitleniyor.

Amsterdam Belediyesi Danışma Organı üyelerinden Bülent Okyay, Amsterdam’da 36 bin Türk yaşadığını söylüyor, yüzde 60’ı Hollanda Vatandaşı, ama sadece yüzde 10’u kendisini Hollandalı hissediyor. Neden? Çünkü ‘Misafir ev sahibi ilişkisi var.’

* * *

BİR gün önce ODTÜ Avrupa Araştırmaları Merkezi ile Hollanda Çok Kültürlü Gelişme Enstitüsü FORUM’un, Amsterdam’da düzenledikleri sempozyumda duyduklarımız da Avrupa’nın kendisiyle yüzleştiği çok kritik bir süreçten geçtiğini ortaya koyuyordu.

Amsterdam Üniversitesi öğretim görevlisi Paul Scheffer, Türkiye’nin Avrupa üyeliğini bu açıdan bakıldığında çok önemli gördüğünü anlattı. Eğer Türkiye dışlanırsa bu Avrupa’daki Müslümanlara ‘Siz Avrupalı olamazsınız’ demek anlamına gelecekti.

Aynı zamanda Hollanda Hükümeti’nin danışmanı da olan Prof. Scheffer bir beklentiyi de dile getirdi. ‘İslam dünyası içinde bir sorun olduğu’ görüşündeydi. Şiddete karşı Müslüman dünyası sorumluluğunu kabul etmeliydi ve ayrımcılığa karşı üzerine düşeni yapmalıydı. Bu noktada Türkiye de rol oynayabilirdi.

* * *

ON yıl önce Hollanda’ya ilk gittiğimde beni Rotterdam’da bir Türk okuluna götürmüşlerdi. Hükümet Türk çocuklarına Türkçe eğitim veriyordu. Her şey iyi güzeldi de aklıma bir soru takılmıştı, ‘Neden bu okulda sadece Türk çocukları vardı? Hollandalı çocuklar neredeydi?’

O çocuklar birbirlerinden kopuk olarak büyüdüler, kendi kültürlerini öğrendiler güçlendirdiler ama Hollandalılık ortak paydasını kazanamadılar.

Amsterdam Üniversitesi Siyasi Teori Profesörü Jos de Beus, konuşmasında açıkça söyledi: ‘Hollanda’da çok kültürlülük çökmüştür. Krizdedir. Paniktedir. Almanya’da da öyle. Güçlü bir demokrasi için alt kültürlerin zayıf olması gerekir. Alt kültürler kuvvetlendikçe demokrasi zayıflar. Amerikan rüyasına eş değer bir Avrupa rüyasından söz edebilir miyiz bugün? Hayır, yeniden bir Avrupa rüyası oluşturmak durumundayız.’

Avrupa’nın bugüne kadar söyledikleri ile yaşadıkları arasındaki makas açılıyor.

Amsterdam’daki toplantıda, Türkiye’de Kürtçe eğitimi ile ilgili şikayetlere, ‘Biz Türkçeyi yasaklarken nasıl okullarda Kürtçe eğitiminde ısrar edebiliriz’ yanıtı verilmesi son gelişmeler ışığında hiç de şaşırtıcı değildi.

Avrupa rüyası, Türkiye’nin üyelik tartışmaları sayesinde yeniden gözden geçiriliyor.

Bu rüyanın, Türkiyesiz yaratılamayacağını her gün, her olay daha belirgin biçimde ortaya koyuyor.
Yazının Devamını Oku

Ferai Tinc: From PM Erdogan to Europe: Do not Shift!

29 Kasım 2004
Commentary: “Going beyond the text of his speech in a meeting with the board members of the International Press Institute, Prime Minister Tayyip Erdogan invited Europe to sincerity.

“Erdogan said that Turkey had done all it should, and the reforms it passed were all like revolutions and that, it was the turn of the European Union now. “There is no reason to make a number of manoeuvres” said the Prime Minister, adding that “We have to be genuine to each other.”

“This stress of the Prime Minister is not in vain. In spite of the call that a positive answer should certainly be given to Turkey on December 17, certain countries are trying to insert the “Special partnership” option to the decision. This issue was allegedly voiced to FM Gul during

the Troika meeting of last week in The Hague.

“...The Turkish government had exercised political leadership and took the necessary reformation steps. Going one step ahead of their public opinion, do not European leaders have to make their people adopt the full membership perspective of Turkey? Is this not a requirement of even the most ordinary partnership, let alone a special one? ..”

Yazının Devamını Oku

Başbakan’dan Avrupa’ya ‘manevra yapmayın’

29 Kasım 2004
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, önceki akşam Sepetçiler Kasrı’nda, Uluslararası Basın Enstitüsü’nün Yönetim Kurulu üyelerine seslenirken, daha önce bize dağıtılan konuşma metninin dışına çıkarak Avrupa’yı samimiyete davet etti.Türkiye’nin üzerine düşeni yaptığını, gerçekleştirilen reformların devrim niteliğinde olduğunu hatırlattıktan sonra şimdi devrim sırasının Avrupa Birliği’nde olduğunu söyledi. ‘Çeşitli manevralar yapmaya gerek yok’ dedi Başbakan, ‘Birbirimize karşı samimi olmalıyız.’ Başbakanın bu vurgusu boşuna değil. Türkiye’ye 17 Aralık’ta mutlaka olumlu bir yanıt verilmesi gerektiği görüşüne rağmen, bazı ülkeler, tam üyeliğin yanı sıra ‘özel ortaklık’ seçeneğini de 17 Aralık kararına dahil etmek istiyorlar. Geçen hafta Lahey’de düzenlenen Troyka toplantısında bu konunun Dışişleri Bakanı Gül’e iletildiği ileri sürülüyor. Uluslararası Basın Enstitüsü’nün davetlisi olarak İstanbul’da bulunan İtalyan Radikal Parti Başkanı ve Avrupa Parlamentosu üyesi Emma Bonino da, önceki akşam sohbet sırasında aynı noktaya değindi. Avrupa Parlamentosu’nda önümüzdeki günlerde, Türkiye ile ilgili rapor yeniden düzenlenip onaylanırken bu konu geniş biçimde tartışılacak, . Anlaşılan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da, ‘manevra yapmayın samimi olun’ çağrısı bu gelişmelerle ilgiliydi. Gerçekten de hükümet bugüne kadar siyasi liderliğini ortaya koyarak gerekli reform adımlarını attı. Avrupalı liderlerin de kamuoylarının bir adım önüne geçerek Türkiye’nin tam üyelik perspektifini halklarına benimsetmesini beklemek, bırakın ‘ayrıcalıklı’ olanını, en sıradan bir ortaklığın bile gereği değil mi? * * *MANEVRA yapmayın, samimi olun derken Başbakan hepimizin duygu ve düşüncelerini ifade etti. Ama Başbakanın konuşmasında Afrika’dan Asya’ya, Avrupa’dan Amerika’ya kadar dünyanın her köşesinden gelen gazeteci ve gazete yöneticilerinin ilgisini çeken bir başka konu daha vardı. Erdoğan, ‘damdan düşenin halinden damdan düşen anlar’ derken ifade ve düşünce özgürlüğünün önemini çok iyi bilen bir başbakan olduğunun altını çizdi. Başbakanın yaklaşımı, yeni basın yasasında haber verme ve haber alma özürlüğünü kısıtlayan maddelerin düzeltilebileceği konusunda bizi de cesaretlendirdi. Örneğin, sürmekte olan bir dava sonuçlanmadan onunla ilgili haber yapmayı yasaklayan maddeler nedeniyle, bugün yolsuzluklarla ilgili haberler verilemiyor. Bunu yapan meslektaşlarımız ve gazeteleri hakkında davalar açılıyor. Çakıcı olayında olduğu gibi. Hakaret suçlarının kapsamı, en basit bir eleştirinin bile ağır para cezalarına çarptırılması sonucunu doğuruyor. Uygulamalarda, keyfilik ve hukukun objektifliği yerine, siyasi ön yargı hálá basın özgürlüğünü gölgeliyor. Kürtçe gazete ve yayınlardan bu konuda gelen şikayetler çok fazla. * * * ULUSLARARASI Basın Derneği, 1950’lerden bu yana Türkiye’de basın özgürlüğüne destek veren, uluslararası bir örgüt. Basın özgürlüğünün ihlal edildiği ülkelerin yer aldığı ‘izleme listesi’ BM dahil birçok uluslararası kuruluşta, o ülkeyle ilgili raporlar hazırlanırken referans olarak kabul ediliyor. Türkiye uzun yıllar bu listedeydi, artık değil. İPİ Yönetim Kurulu önceki akşam Başbakan’ın konuşmasını ‘etkileyici’ buldu. İsrailli bir meslektaşım, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinin kendi ülkesi açısından da önemli olduğunu söylerken, Finlandiyalı bir üye, ‘Bu konuşma bana Türkiye ile ilgili güzel bir makale yazdıracak’ diyordu.
Yazının Devamını Oku

Solun dili olsa

28 Kasım 2004
<B>SOLUN</B> dili tutuk. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinden tutun da terörizme karşı savaş, radikal dinci akımların güçlenmesi ve yükselen ırkçılığa kadar insanlığın karşı karşıya olduğu önemli konularda sol, etkileyici hiç bir politika geliştiremiyor. Sovyetlerin dağılmasının yenilgisini üzerinden atamayan sol siyasetin boş bıraktığı alanı muhafazakarlık alıyor.

Siyaset, din prizmasından bakılarak değerlendiriliyor. Bunu Türkiye açısından söylemiyorum. Her yerde böyle.

Terörizme karşı mücadelede, yoksulluk konuşulacağına din konuşuluyor. Ortadoğu’da eşitsizlik konuşulacağına, İslamiyet tahlilleri yapılıyor.

Avrupa’da yükselen ırkçılık masaya yatırıldığında, soruna yine din temelinde yorumlar getiriliyor.

Dergiler kapaklarına başörtülü kadın resimleri basıp ‘Avrupa’nın istenmeyen konukları’ başlığını atıyorlar.

Türkiye’nin üyeliği konusunda da Avrupa’nın toplumsal bilinçaltını, bu muhafazakar yaklaşım kilitliyor.

*

AVRUPA solu, bu rüzgára karşı günün koşulların uygun dinamik yorumlar getiremiyor. Ne yabancılar konusunda etkileyici bir söylem, ne aile, ne din konularında sözü yok solun.

Irak savaşını kınamak, Bush Yönetimi’ne eleştiriler yağdırmanın dışında, insanların hayattaki sorunlarıyla ilgili soldan bir yorum yapma yeteneği tamamen kaybolmuş durumda.

Solu, sadece bir şikayet ve ret cephesi haline getiren yaklaşımın yerine kalkınma, istikrar ve barış arayışının merkezine eşitliği oturtan bir sol rönesansa ihtiyaç var.

Sorunların temelinde binlerce yıldan beri yatan şey aynı. Eşitsizlik. Ama ayrıcalıklar temelinde etlenip butlanan sistemin katlanamadığı tek sözcük de bu değil mi? .

*

ROMA’da iki gün önce düzenlenen Türk-İtalyan forumunda, İtalya’nın ana muhalefet Partisi Sol Demokratlar’ın lideri Fassino, Avrupa kamuoyunun genişleme sürecini ‘bir lütuf’ olarak algıladığını anlattı.

Avrupalılar, üyeliğin sadece Türkiye’nin çıkarına olduğuna inanıyorlar. Avrupa’nın da bu üyelikten yararlanacağını düşünmüyorlar. Bu Türkiye ile sınırlı bir anlayış değil. Yeni gelen diğer ülkeler için de öyle oldu’ dedi Fassino.

Ama Türkiye’nin farkı ‘iki kimlikli olmasıydı’.

‘Türkiye, Avrupalı bir ülkedir ama Müslümanların çoğunlukta olduğu bir ülkedir. Avrupa, bu iki kimlik meselesini çözemiyor.’ Fassino’ya göre sorun buradaydı. Sol parti olarak, bu iki kimliklilikle yüzleşmek ve Türkiye’ye, etap etap ilerleyecek bir üyelik sürecini, net bir biçimde tanımak gerektiğini düşünüyorlardı. Ama Avrupa’da seslerini ne kadar duyurabildikleri belli değil.

*

AVRUPA kamuoyunun endişelerini üç noktada özetlemek mümkün. Türk akını. Üyelikten sonra Türkler serbestçe gelecek, zaten bozuk olan düzenimiz bozulacak, ucuz iş gücü yaratacaklar işlerimizden de olacağız; milyonlarca Müslüman gelecek ve bize kendi yaşam biçimlerini dayatacaklar; 25 üyeye çıktık, yeni gelenleri hazım etmeden bir de Türkiye’yi almak, dalgalarla boğuşan küçük bir tekneye bir fili bindirmek kadar akılcıdır.

Türkiye ile mutlaka müzakerelerin başlamasını istediğini söyleyen ve bununla da kalmayıp, sonrası için gösterilen hedefin de net olmasını isteyen İtalya’da ile getirilen endişeler bunlar.

Beni anlamalarını çok istediğim için, onları anlıyorum. Endişelerine hak da veriyorum.

Ama ayrımcılık, ırkçılık, muhafazakarlığın çok ötesindeki bu tutuculuk çoktan aşılmadı mıydı? Hortlayacaklarını hiç aklıma getirmezdim. Bunda bir terslik var. Belki de terslik, solun kitlelerden bu kadar kopmasında. Solun dili olsaydı ve halkların kardeşliğini, çağdaş yorumuyla anlatsaydı durum böyle mi olurdu?
Yazının Devamını Oku

Ferai Tınç: Heating Referendum In Cyprus

26 Kasım 2004
“The European Union started re-heating the issue of Cyprus. But when this dish will come to the table is unclear... Preparations indicate that it will come ahead after the decision of EU to begin talks but before commencing them.

“In a broad-based meeting aiming to further civilian social dialogue between Turkey and Italy, I witnessed the coming into existence, of certain development which I was suspecting for a week.

“The number-one topic of the Turco-Italian Forum was naturally December 17. Will talks with Turkey begin? Italians generally approach this issue positively. No negative message came from the Berlusconi government so far.

“Yesterday’s meeting aimed at expanding the good relations with the Italian Right-wing, to the Left. In his address, Italian Left democracy Party’s (PDS) Chairman Fassino said that they had spent efforts for Turkey’s integration with EU when he was the foreign minister of the left-wing government.

..There is a certain consensus not only in the Italian government but also in the Italian left about Turkey’s membership. But the extreme right and Lega supporters think differently.

Yazının Devamını Oku

Kıbrıs’ta referandum ısıtılıyor

26 Kasım 2004
<B> ROMA</B><br>AVRUPA Birliği Kıbrıs konusunu yeniden pişiriyor. Ama bu tabağın ne zaman masaya geleceği henüz bulanık. 17 Aralık öncesi mi, yoksa Türkiye ile müzakere kararından sonra ama müzakereler başlamadan önce mi? Hazırlıklar ikinci seçenek üzerinde çalışıldığı izlenimini veriyor.

Roma’da, Türkiye ile İtalya arasındaki sivil toplum diyaloğunu güçlendirmek amacıyla düzenlenen geniş bir toplantıda, bir haftadan beri kokusunu izlediğim gelişmelerin yavaş yavaş şekillenmekte olduğunu gördüm.

İtalyan jeopolitik araştırmalar merkezi Limes ve Türkiye Stratejik Araştırmalar Merkezi SAM tarafından düzenlenen Türk-İtalyan Forumu’nda tabii ki esas konu 17 Aralık’tı.

Türkiye ile müzakereler başlayacak mı?

İtalyanlar genel olarak bu konuya olumlu yaklaşıyor. Bu güne kadar Berlusconi hükümeti, yani İtalyan sağından olumsuz bir mesaj gelmedi.

Dünkü toplantı, İtalyan sağı ile olan iyi ilişkileri sola da yaymayı amaçlıyordu. İtalyan Sol Demokrat Parti (PDS) Başkanı Fassino da konuşmasında, Sol hükümetin dışişleri bakanıyken, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile entegrasyonu için çaba harcadıklarını söyledi, ‘Bu mesele bizim gündemimizin ana konularından biriydi’ dedi. Ona göre, Türkiye’ye sadece tarih vermek ve müzakereleri başlatmak yeterli eğildi. Bu sürecin adımlarının da net bir biçimde belirlenmesi gerektiğini savundu. Ucu açık bir süreç değil, Türkiye’nin önündeki adımları göreceği ve kendini ona göre ayarlayacağı bir süreç.

Evet İtalyan Hükümeti, Türkiye’nin üyeliğine karşı değil, solda da belli bir görüşbirliği var. Ama aşırı sağ ve Lega’cılar farklı düşünüyor. Onlar, Türkiye’nin Avrupalı olamayacağı sloganıyla yola çıkıp halktaki endişeleri, ‘Mamma li Turchi’ Türkler geliyor korkusuyla besleyerek muhalefeti seferber etmek istiyorlar. Bir de büyük miting düzenlemişler. Ama 17 Aralık öncesi değil, 19 Aralık’ta.

* * *

DÜN Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de İtalya’daki tolantıdaydı. İtalyan meslektaşı Gianfranco Fini ile birlikte dinleyicilere seslendiler. Gül, iyi bir konuşma yaptı. İki ülke arasındaki ilişkilerin Avrupa Birliği çerçevesinde Akdeniz dayanışmasını ve bölge istikrarını güçlendireceğini vurguladı. Fini de, hükümeti gibi Türkiye ile müzakerelerin açılmasından yanaydı.

İşte Kıbrıs, tam da bu noktada gündeme geldi. Türkiye’nin AB üyeliği için en sıcak mesajları veren ülke olarak, Avrupa içinde bu konuyu gündeme getirmek de ona düşmüştü herhalde.

Tabii geçen hafta Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Papadopulos’un Roma ziyaretini ve Berlsconi ile içeriği pek açıklanmayan görüşmesini de hesaba katarak dinledim Fini’yi.

‘Evet’ dedi Fini ‘Türkiye ve Kıbrıs Türkleri sorunun çözümü için ellerinden geleni yaptılar. Annan Planı’na referandumda evet dediler. Ama diğer taraf kabul etmedi. Bu sonuç bizim için şoktu.’

Fini’nin bundan sonra söyledikleri daha önemliydi:

‘Ama Avrupa Birliği, öyle bir alan ki üyeleri arasında sorunların sümesini kaldıramaz. Kıbrıs konusunda biz üzerimize düşeni yaptık diyerek, sorumluluktan kaçmak kabul edilemez. Bu sorun hala çözüm bekliyor.’

Herkes nasıl bir çözüm konusunda İtalya’nın düşündüğünü merak etti.

İtalya kesinlikle tek başına hareket etmeyecekti. Ve hiç kimseye bir şey dayatamazdı. Ancak Avrupa ile birlikte hareket edilebilirdi bu konuda.

Fini’nin ne söylediğini tam olarak anlayabilmek için birkaç soru daha gerekti. Ve ortaya çıktı ki, ‘İtalya, Kıbrıs sorununun Birleşmiş milletler Çatısı altında ve Annan Planı temelinde yeniden ele alınacağı bir süreci canlandırmak için üzerine düşeni yapacaktır.’

* * *

EVET Kıbrıs konusu yeniden ısıtılıyor. Eski EOKA’cının itirafları da belki bu çalışmaların sonucu olarak basına yansıdı. Rumları kendi haklılıkları konusunda şüpheye düşürmek için. Türk tarafının ‘evet’i masanın üzerinde kalmak koşuluyla Rumların yeniden referanduma giderek Annan Planı’nı kabul etmeleri bizim açımızdan olumlu bir gelişme sayılmalı. Böylece Türkiye, Kıbrıslı Türklerin eşit haklara sahip oldukları bir ortaklık devletini kabul etmiş olur. Ama, Kıbrıs Rumlarının ‘evet’ini garantilemek için müzakereleri yeniden açıp, tüm parametreleri değiştirmek mümkün değil. Süreci canlandırmak isteyenlerin bu gerçeği göz önüne aldıklarını umarım.
Yazının Devamını Oku