Ferai Tınç

İlk sorgu kadın haklarında

23 Ocak 2005
<B>AVRUPA </B>Parlamentosu Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, bu ay sonunda Türkiye’ye geliyor. Komisyon’un Türkiye raportörü Hollandalı parlamenter <B>Emine Bozkurt</B>. Avrupalı parlamenterler, hükümete kadınların durumuyla ilgili sorular yöneltecek, bu arada sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ile de bir araya gelecekler.

Bu ziyaret, Avrupa Parlamentosu’nun bu yıl Türkiye ile ilgili olarak hazırlayacağı raporun kadın hakları bölümünün alt yapısını oluşturacak. Ve bu bölüm, Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun Türk asıllı Türkiye raportörü Emine Bozkurt tarafından kaleme alınacak.

Koşullu müzakere kararından sonra Türkiye’ye gelen ilk heyetin, kadınların durumuyla ilgili olmasına da ayrıca dikkatinizi çekmek isterim.

Türkiye, kadın hakları konusunda son yıllarda büyük bir atılım gerçekleştiriyor, Türk Ceza Yasası’nda olumlu değişiklikler sağlandı ama ya pratikte? Bu anlayış pratikte kadınların hayatına yansıdı mı?

İşte, Avrupalı Parlamenterler bunu öğrenmeye çalışacaklar. Yasal değişikliklerin uygulamaya yansıması hükümetin sorumluluğunda, bu yüzden de hükümete soracaklar:

Kadın haklarını geliştirmek için projeleriniz var mı? Bunlar nelerdir?

Kadın haklarını geliştirmek için bütçe ayırdınız mı? Bu bütçe yeterli mi?

Kadın örgütleri ve sivil toplum kuruluşları size düşüncelerini iletebiliyorlar mı? Önerilerini alıyor musunuz?

* * *

ALTI
aylık bir çalışma sonucu hazırlanan ve Avrupa Birliği Müktesebatı’nda kadın erkek eşitliğine ilişkin direktifler ile Türkiye’deki mevzuatı ayrıntılı biçimde karşılaştıran bir rapora göre, Türkiye’de kadın hakları için daha yapılacak çok şey var.

Ankara Üniversitesi AB ve Sosyal Politikalar hocası Dr. Selma Acuner’in editörlüğünü yaptığı raporun adı ‘AB’ye Giriş Süreci’ni İzleme Programı, Kadınlar ve Erkekler için Eşit Fırsatlar Türkiye.’

Avrupa, müzakere tarihini ileri atabilmek için, ‘önce tarama’ diyor ama işte bu rapor, kadın hakları açısından bu ‘tarama’yı yapmış bile.

Önümüzdeki ay, Brüksel’de, AB’nin 10 yeni üyesi ile, Romanya ve Bulgaristan ile birlikte bu rapor da Türkiye adına açıklanacak.

* * *

BU
rapor, Avrupa Parlamento heyetinin sorularına da yanıt niteliğinde Avrupa direktifleri dikkate alınarak Türkiye’deki durum incelendiğinde, yapılması gerekenleri şöyle özetlemek mümkün:

Kadına yönelik aile içi şiddeti önleyecek yasal, idari ve kurumsal düzenlemeler yetersiz.

Kadınların okuma yazma oranı çok düşük. Kız çocuklarının eşit eğitim olanaklarından yararlanmalarının sağlanması gerekiyor.

Okul kitaplarında, kadın erkek eşitliğine karşı, ayrımcılığı güçlendiren kalıplar var. Haklar ve eşitlik bilincini yerleştirmek için bunların temizlenmesi gerekiyor.

Kadın çalışanların etkili biçimde korunmalarına yönelik iş kanunu ve diğer yasal düzenlemeler yetersiz.

Eşit işe eşit ücret hayata geçemedi. İş yerlerinde ücret şeffaflığı yok. Kadınlara eşit olmayan ücret verilmesi yasak ama bunun cezası sadece 62 YTL. Kadınlarla erkekler arasında kazanç farkı, 2004 İnsani Kalkınma Raporu’na göre, kadın aleyhinde yüzde 40. Genç ve kadın işsizlik oranları yüksek.

Siyasette, kamuda, çalışma hayatında karar verme mekanizmalarında kadın oranı yükseltilmeli.

İş yasasının kapsamı genişletilmeli, tarım gibi dışarıda kalan sektörler ve işletmeler kapsama alınmalı.

Tabii bütün bunlar lafla olacak şeyler değil. Öncelikle Eşitlik Ombudsmanlığı da dahil, ulusal mekanizmalar oluşturulmalı, fırsat eşitliği politikaları üretilmeli ve yeterli bütçe ayrılmalı.
Yazının Devamını Oku

Avrupa için kadın müzakereciler

21 Ocak 2005
<B>BENİM</B>, Avrupa Birliği ile müzakerelere başlarken yapılması gerekenler konusunda, çok fazla bir önerim yok. Her ülke kendi durumuna en uygun bir çözümü sonunda buluyor. Biz de buluruz. Önerim yok ama bir arzum, bir ricam, bir isteğim var. Müzakere heyetinde, kendi konularında uzman kadınlara yer verilmesini istiyorum. Ama öyle göstermelik değil, erkeklerinkine eşit ağırlıkta kadın müzakereci de heyette yer almalı.

Hiçbir şey tesadüf değil. Bir seçim, tercih meselesi. Müzakere heyeti de bir tercih üzerine oluşturulmayacak mı?

O zaman bu da, Türkiye’nin eşitliğe verdiği önemi yansıtacak bir tercih olmalı.

* * *

DÜN Türkiye, Birleşmiş Milletler Merkezi’nde Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ni (CEDAW) izleyen komiteye Türk kadınlarının durumuyla ilgili raporunu sundu. CEDAW, kadınların insan haklarını koruyan ve bağlayıcı niteliği olan uluslararası bir yasa.

Ve Türkiye, CEDAW kapsamına kadına karşı şiddete karşı önemli maddeler önermiş ve kabul ettirmiş bir ülke.

CEDAW Komitesi, Türkiye’de kadın hakları ile ilgili mücadele eden örgütlerin hazırladıkları raporlara dayandırarak hükümete soru yöneltti.

Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Vakfı ve Türk Ceza Kanunu Kadın Platformu’nu oluşturan 27 örgüt ile Uçan Süpürge’nin hazırladığı ve 81 ilden kadın kuruluşunun temsilcisi 453 kadının çalışmalarını yansıtan raporlar önemli talepleri dile getiriyor. .

Anayasa’nın onuncu maddesi geçen yıl değiştirildi ama kadın erkek eşitliğinin hayata geçirilmesi için gereken, olumlu ayrımcılık anlayışını yansıtamadı. Siyasetten iş hayatına kadar kadının, eşit temsilini sağlamanın tek yolu, bunun yasal bir koşul haline gelmesi.

Avrupa Birliği’nde, yerel seçimlerde bu eşitlik belli ölçülerde sağlansa bile, orada da genel parlamento seçimlerine tam olarak yansımış değil. Bu, kadınların BM çatısı altında yürüttükleri ortak bir mücadele.

Ama bu mücadele etkili sonuç vermiyor değil. Fransa Cumhurbaşkanı Chirac, 4 Ocak’ta tüm iş yerlerine çağrıda bulundu. 2010 Lizbon kriterleri ışığında kadınların iş gücüne katılım oranını artırmak için harekete geçti. Ayrıca eşit işe eşit ücret ödenmesi için işverenlere çağrı yaptı. Başkandan gelen bu baskı yasal düzenlemelere yansıyacağı için, işveren örgütleri alarm durumunda şimdi.

Türkiye’deki eşitsizlik örnekleri çok. Evlilik süresinde edinilmiş malların ortak paylaşımı ilkesinin geriye dönük işletilmesi, kadınların siyasi hayata katılımı için yüzde 30’luk kota sisteminin getirilmesi, kadınların iş gücüne katılım oranını yüzde 60 artırmak için hükümetin gerekli önlemleri alması isteniyor.

Eşitlik Çerçeve Yasası’nın çıkartılması, Meclis’te Kadın Erkek Eşitliği Daimi Komisyonu Kurulması, Sığınma Evleri’nin yaygınlaştırılması ve bunların açılma kararının yerel yönetimlere bırakılmaması, hükümet tarafından üstlenilmesi, kadının eğitimine ve sağlığına önem verilmesi de talepler arasında.

* * *

KADIN örgütlerinin gündeminde artık ‘medya’ da var. Üstelik medya ve kadın ilişkisi, sadece Türkiye’de değil, uluslararası örgütlerin de gündeminde. Türkiye’deki örgütlerin BM için hazırladıkları raporda, ‘kadın cinselliğinin ön plana çıkartılarak kullanılmaması, kadının geleneksel rollerinin pekiştirilmemesi’ medya ana başlığı altında yer alan istekler arasında.

İlk kez kadın örgüleri medyayı muhatap alıyor, yakınlaşıyorlar. Onların medyaya düşman değil, müttefik olarak yaklaştıklarını görünce ‘bayram ettim.

Bu arada sevgili okuyucularım kurban bayramınızı kutluyor, huzur diliyorum.
Yazının Devamını Oku

Babil’in asma bahçeleri ve gazeteler

17 Ocak 2005
<B>ŞU </B>dertli gezegenimizde, yazacak hiçbir şey kalmamış gibi gazetecilerin birbirlerini yazmalarına hiç alışamadım. Ama bugün ben de bir meslektaşımızdan söz etmek istiyorum. Cuma günü onu dinlerken, bir yıl önce bir Alman gazetesinin İngilizce ekinde okuduğum haberi anımsadım. Ülkede, her şeyin altından onun çıktığını, Eurovizyon yarışmasına kimin katılacağına son iki yıldır onun karar verdiğini, onun istemediği bir kimsenin parlamasının mümkün olmadığını ileri sürüyordu haber. Alman basınında pek rastlanmayacak bir polemik yazısıydı.

Bu haberin nedenini Doğan Medya Holding’in düzenlediği ‘Medyada fark yaratmak’ konulu panelde anladım. Söz konusu gazeteci Bild Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Kai Diekman idi. Son yıllarda düşen tirajlara ve Die Welt gibi en ciddi gazetelerin bile kapanma ya da tabloidleşme seçimi arasında kalmalarına karşın, Bild’in 4 milyon tiraj ve 12 milyon okuyucuya ulaşması besbelli herkesin sinirini bozmuştu.

Diekman’ın sırrı ‘popülist olmadan popülerliği’ yakalamasından kaynaklanıyordu.

Yani halk kuyrukçuluğu yapmadan revaçta olabilmek.

Revaçta olmanın koşulları ise bir gazetenin, haberi en içinden en hızlı veren olması, gündem yaratması, halkın duygularını ve tepkisini aynı formatta yansıtabilmsi, meydan okuyabilmesi, insana odaklanması, yenilikleri tanıtması ve eğlendirici olabilmesiydi, hayat sürekli ‘buhran hali’, ‘olağanüstü durum’süreci değildi zaten.

Diekman’ın böyle özetlediği başarı formülü, Türk gazetecilik tarihinde denenmiş ve Hürriyet ile de başarıya ulaşmış bir formüldü. Bu formülün bana göre en önemli yanı, Diekman’ın, ‘Her şeyden önce gazetecilik rekabetine güvenin’ şeklinde ifade ettiği ‘iyi gazetecilik’ kalitesinden taviz vermemekti.

Bild bunu ne kadar uyarladı kestiremiyorum ama, popüler olurken popülist olmamanın iyi gazetecilikten geçtiğinin vurgulanması iyi bir tarifti.

*Ê* *

GELİRİNİN üçte ikisini gazete satışından, buna karşın sadece üçte birini reklamdan elde ederek kára geçmek, son dört ay içinde dört editör yardımcısını başka gazetelere daha üst sorumluluklarla kaptırmış olmayı övünçle anlattı Bild’in Genel Yayın Yönetmeni.

Bu kadar iddialı bir gazetede eski yıllarda olduğu gibi, halá ilk sayfada, çifter çifter çıplak kadın resimlerinin basılmasına anlam veremesem de Diekman ile hemfikir olduğum bir konu da, gazeteciliğin ‘mesafe’ mesleği olduğuydu.

Herkes bize ne kadar kızıyorsa, işimizi o kadar iyi yapıyoruz demektir.

Bu mesafe bugün, kendisini eleştirdiğimiz için fena halde sinirlenen başbakanın da, muhalefet liderinin de, ilanını haberle desteklemediğimiz için gücenen reklam verenin de çıkarına aslında. İyi gazetecilik herkesin yararına.

*Ê* *

AMA gazetecilik, bugüne kadar rastlamadığımız ciddi bir tehdit ile daha karşı karşıya. British Museum’un yayınladığı son rapor bu tehdide ışık tutuyor. Dünyanın yedi harikası içinde olan Babil, Amerikan askerleri tarafından üs haline getirilmiş ve tahrip edilmiş. Bağdat’ın 80 kilometre güneyinde, yıllara meydan okuyan bir duvar ile arkeolojik kazı alanında durup asma bahçelerini hayal etmiştim. Şimdi oraları tanklarla dümdüz edilmiş, toprağa karışarak zamana meydan okuyan kalıntılarla, siperlerdeki kum torbaları doldurulmuş. İnsanlığın feryadı yükseldi içimden. İyi bir gazeteci kalkar gider. Ama Irak gazetecilere kapalı. Yasak yok, fakat kime başvursanız, ‘önermiyoruz’ yanıtını alıyorsunuz. Irak ile ilgili her şey gibi seçimler de ancak kısıtlı kaynaklardan izlenebiliyor. Dünya basınının bugünlerde ciddi biçimde tartıştığı konu bu. Babil’in tahrip edilmesi gibi, gerçekler ortaya çıktığında iş işten geçmiş olacak. Yasak yok ama adı konmamış bir sansür bu.
Yazının Devamını Oku

Konferans tercümanları

16 Ocak 2005
<B>‘YAKINDA Türkler de gelecek, Hırvatlar da. Romanya ve Bulgaristan’ı hayda hay hesaba katmalıyız’</B> diye hayıflanan Brüksel, yıllık tercüme maliyetinin astronomik düzeye ulaşmasını tartışıyor. Avrupa Birliği geçen yıl 1 milyar 428 milyon YTL’yi çeviri için harcamış. Bazıları, her üyenin kendi dilinde konuşma özgürlüğünü ‘lüks’ bulup hemen, Avrupa’nın resmi dilini altı ile sınırlamayı önermiş. Öyle ya, yeni üyelerle birlikte Avrupa’nın tüm faaliyetlerinde tam 20 dil arasında çapraz çeviri yapılıyor.

abhaber.com’dan öğrendiğim kadarıyla büyükler dışında diğer üyelerin soğuk baktığı bu öneri için Avrupa Birliği Tercüme Genel Müdürlüğü yetkilisi Ian Andersen, ‘Hukuk toplumunda yaşamak istiyorsanız tercümeden başka çıkar yol yok’ demiş. Andersen’e göre, eğer AB vatandaşları Brüksel’de belirlenen düzenlemeleri yerine getirmek zorundaysalar, onları kendi dillerinde tartışabilmeleri gerekir.

İşte bu yüzden, tercüme günümüzde demokrasinin vazgeçilmez bir parçası.

Türkçe, Avrupa Birliği’nin henüz resmi dili değil ama, çeviri ihtiyacı her geçen gün artıyor.

Çok dil bilmek önemli. Üç dili akıcı biçimde konuşmak artık asgari sınır.

Ama, son zamanlarda dikkat ediyorum uluslararası toplantılarda herkes kendi dilinde konuşmayı tercih ediyor. Brüksel’deki son zirvede, dönem başkanı olarak söz alan Hollanda Başbakanı Balkanende, basın toplantısında, gazetecilerin isteği üzerine İngilizce konuşmaya başlarken, ‘Madem istediniz, katlanırsınız’ diye espri yaptı. Onu dinlerken ne kast ettiğini anladım. Ağır bir aksan, izlemeyi zorlaştırıyordu. Kulaklıktan gelecek düzgün bir çeviriyi tercih ederdim doğrusu.

* * *

BU hafta sonu Uluslararası Konferans Tercümanları Derneği ilk kez Türkiye’de toplandı. 1953’te kurulan ve 89 ülkeden 2 bin 686 üyeye sahip olan dernek, sadece Avrupa Birliği nedeniyle değil ama Türk ekonomisinin dışarı açılma hızının artmasını da dikkate alarak toplanmak için İstanbul’u seçmiş bu yıl.

Uluslararası Konferans Tercümanları Derneği, Özel Sektör Koordinasyon Sorumlusu Angela Keil, ‘Türkiye, her geçen gün özel sektör olarak da daha fazla önem kazanıyor. Toplantı ve konferans sayısı artıyor. Bizler, tercüme kabinlerinde Türk meslektaşlarımızla birlikte çalışıyoruz. Önümüzdeki döneme hazırlanırken, birbirimizi daha iyi tanımak zorundayız’ diyor. Toplantının önemli konuları arasında, ‘Türkçe tercüme pazarı’ ve ‘Avrupa Birliği dili olarak Türkçe’ de yer alıyor.

* * *

KONFERANS tercümanlığı çok zor bir iş. En gizli toplantılara katılan tercümanların, duyduklarını odadan çıkarken unutmaları en önemli meslek kuralı. Tercüme ettiği kişinin, konuşmasındaki tüm incelikleri, esprileri, provokasyonları, üslubu yansıtmak zorunda olmaları da bu işin, sadece iyi bir yabancı dil bilmek değil, derin bir kültür birikimi gerektirdiğini de gösteriyor. Angela Keil, kendi deneyimini aktarırken, ‘Almanya’da bu işin eğitimi çok zordur. Bizim sınıfta bulunan 15 kişiden sadece iki kişi gerekli sınavları verip konferans tercümanlığı belgesi alabildik’ diyor. Dünyada bile sayıları yetersiz olan bu meslek dalı, Türkiye’de 60 tercümanın sırtında. Ne kadar az.

Türkiye’deki Birleşik Konferans Tercümanları Derneği Başkanı Yiğit Bener, önümüzdeki dönemde, daha fazla sayıda tercümana gerek olduğunu hatırlatıyor. Avrupa Birliği ile müzakere hazırlığı gündeminin çok önemli bir maddesi de, tercüme meselesi. Unutmayalım ki, doğru anlamak ve anlaşılmak da profesyonellik istiyor.
Yazının Devamını Oku

Neden şimdi?

14 Ocak 2005
ABD-Irak ve Türkiye arasında Ankara’da yapılan üçlü toplantı, Türkiye’nin uzun zamandan beri dile getirdiği şikayetlerin ciddiye alınmaya başlandığını gösteriyor. Yani şu ana kadar söylenenlerin, vaatlerin ötesine geçen somut bir adım. Üst düzey bir Türk diplomat bu adımı şöyle tarif ediyor: ‘Bir toplantı ile tüm sorunların çözülmesi beklenmemeli. Bu mümkün değil. Biz iğne ile kuyu kazıyoruz. Ama unutmayın ki Öcalan’ın yakalanmasına giden süreç de bir iğne ile kuyu kazma süreciydi.’Bu toplantıya ilk kez Irak Yönetimi’ni temsil eden bir heyet katıldı. Toplantı için gelen Amerikan heyeti de, Dışişleri Bakanlığı’ndan Pentagon’a kadar çeşitli seviyelerde yönetimi temsil eden yetkililerden oluşmuştu. Bu katılım ve toplantıda alınan kararlar bundan sonra yeni bir dönemin başlayacağını gösteriyor.Evet, operasyon sözü verilmedi ama PKK terör örgütüne karşı bir süreç başladı. * * * KUZEY Irak’taki PKK’nın Mahmur kampında bundan böyle Irak Ulusal Güvenlik Güçleri’nin devriye gezeceği sözü verilmesi, tutuklanacak olan PKK’lıların Türkiye’ye iadesi konusunda yapılan çalışmalarla birleştirildiğinde, bu konuda bir kıpırdanma olduğunu gösteriyor. Amerikalılar, şimdiye kadar, ele geçirdikleri kişileri Irak makamlarına verdiklerini söyleyerek sorumluluğu onlara atıyorlardı. Kürt yönetiminin de temsil edildiği Irak heyetinin bu toplantılara katılması bu nedenle önemli. Sorumluların hepsi artık masada. Türkiye’nin talepleri arasında PKK’nın kurduğu iki partinin -Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi ve Irak Demokratik Yeniden Yapılanma Partisi- seçimlere girip kendilerini Irak siyasi partisi olarak tescil etmelerinin engellenmesi var. Seçim kurulu tarafından başvuruları kabul edildiği için şu aşamada bu konuda ne yapılacağı tam belli değil.Evet Türkiye, terör örgütüne karşı Irak’ta terörizme karşı savaştığını söyleyen Amerika’dan aktif bir tavır bekliyor. PKK’ya karşı operasyon konusunda ısrar ediyor. Ama ABD buna şimdilik yanaşmıyor. Neden? Belki Irak’ın tek istikrarlı bölgesi olan Kuzey’de istikrarı korumak için, belki de PKK’yı Kuzey’deki iki Kürt siyasi hareketine karşı alternatif koz olarak elde tutabilmek için. Her şey mümkün. Ama, kesin olan bir şey var ki, ABD PKK’ya karşı harekete geçiyor. Ankara toplantısı bunu gösteriyor. Pekiyi, Türkiye aylardan beri PKK’nın kuzey Irak’taki faaliyetlerinden, terörü Türkiye sınırları içinde tırmandırmasından şikayetçi idi, neden şimdi harekete geçildi? * * *SEÇİMLER, ABD’nin Irak macerasında çok önemli bir dönemeç. Bu seçimlerin ne getireceği hiç belli değil. Seçim öncesi, en büyük sorun güvenlik. Seçim listelerinde kimlerin olduğu, seçim sandıklarının yerleri bile son ana kadar gizli tutuluyor. Ya sonrası? Sonrası da tehlikelerle dolu. Bu seçimler, Irak Anayasası’nı yazacak olan Geçici Ulusal Konsey’in 275 üyesini belirleyecek. Irak Anayasası yazılırken, Kürtler, Araplar ve Türkmenleri karşı karşıya getirecek paylaşım kavgası çıkar mı? Bu durum iç savaşa yol açar mı? Seçimleri protesto eden Sünni gruplar seçim sonrasında silahlı mücadeleyi tırmandırırlar mı? İşte yeni dönem, tüm bilinmezlikleriyle karşımızdayken, Washington’un Türkiye ile ilişkileri değil kriz, pürüz hatta sıkıntı bile kaldıramayacak derecede kritik önem kazanıyor.‘Neden şimdi?’ sorusunun yanıtı da galiba burada yatıyor.
Yazının Devamını Oku

CHP’nin eksiği ütopya

10 Ocak 2005
KURULTAYLAR bir lideri kurtarabilir ama, bir siyasi partinin sürekli kriz üretmesini engelleyebilir mi? CHP’nin başın gelenler, bunun olamayacağını gösteriyor. Çünkü Türkiye’nin bu kadar önemli bir dönemden geçtiği süreçte CHP’nin liderlik krizleri içine düşmesinin nedenleri derinde. Ne yazık ki bugün Türkiye’de muhalefetin sesini parlamentoya taşıyacak tek alternatif durumunda olan CHP, Avrupa Birliği sürecinde gerçekleşen reformlarda katkısı olmasına rağmen, bu çalışmalarını siyasi aynaya ‘başarı’ olarak yansıtmakta çok ama çok yetersiz kaldı. Irak Savaşı sırasındaki net tutumu, Türk Ceza Yasası’nın hazırlanışında verdiği eşitlik mücadelesi, bazı dış politika girişimlerinde hükümete sağladığı destek, yolsuzluklar konusunda gösterdiği hassasiyet, dokunulmazlıkların kaldırılması için verdiği mücadele CHP için olumlu puanlardı.Ama CHP, başarısızlık imajından sıyrılamadı. Bunun nedeni olarak parti içi demokrasinin işlememesini gösterenler ilk bakışta haklı olabilirler ama ya AKP? AKP’de parti içi demokrasi çok mu canlı? AKP’nin başarısı Avrupa Birliği hedefini benimsemesi ve bu konuyu kitlelere benimsetmek için siyasi liderlik üstlenmesi oldu. CHP’nin sorunu ise ütopyasızlıktır. CHP yeni bir sosyal demokrasi ütopyası yaratamadı. Söylemini AKP karşıtlığı üzerine oturttu. Aslına bakarsanız, sosyal demokrasinin söyleyecek söz üretememesi günümüzde tüm sosyal demokrat partilerin sorunu. Blair’in İşçi Partisi’nin Avrupa’daki en yakın müttefiki Alman sosyal demokratları değil, Silvio Berlusconi. Fransız solu, kendi karamsarlık kozasında kavruldu kaldı. İtalyan solu kepenkleri indirdi. Avrupa’nın yeni üyelerinin seçenekleri ise, serbest piyasa ve din konularını ulusal gündemlerinin merkezine oturtan sağ partiler ile geçmişi diriltme hayaliyle ayakta kalan komünistler arasında. Aradaki renkler fazla ilgi çekmiyor. Temsili siyaset genel olarak bir kriz döneminde ama solun sorunları daha fazla. * * * MITTERRAND’ın danışmanlarından ve Avrupa Kalkınma Bankası kurucularından olan Fransız düşünür Jacques Attali geçen yıl yayınlanan ‘La Voie Humaine’ (İnsan Sesi) adlı kitabında, küresellik koşullarında sosyal demokrasinin de kendini yenilemesi gerektiğini tartışıyor. Attali, pazar ekonomisine karşı devletçiliğin savunulamayacağını ancak yeni sosyal demokrasinin insan sesinin duyulacağı, insani ilişkilerin gelişmesine olanak sağlayan bir cumhuriyet ütopyası geliştirebileceğini vurguluyor. ‘Sağdakiler gibi sol partiler de artık ne bir doktrin ne de bir dünya tahlili ya da ahlaki bir öncelikten söz etmek için bir neden görüyorlar. Çünkü onlar için bir sloganı parlatmak ve fotojenik bir yönetici seçmek yeterli’ diyor Attali. Sol, küreselleşmeden pazar ekonomisine, aileden dine, cemaatlerden ulusal bütünlüğün korunmasına, ortak dil yaratılmasından insanın gelişimi ve dayanışma ruhunun güçlendirilmesine kadar hayata ve insana ait ne varsa yeni söylem üretemiyor. Oysa, fotojenik liderlerler, ya da Rahşan Ecevit’in çıkışında izlediğimiz gibi reytingi yüksek konularda politika yaparak sosyal demokrasiyi gaflet uykusundan uyandırmak mümkün mü? * * * ÜTOPYA, gerçeğin içinden çıkar ve onu aşar. Sol da, tüm insanların ulaşabileceği ütopyasını yeniden yazmalı. Eğer CHP’nin ütopyası olsaydı, dünyayı sarsan deprem ve tsunami faciasında ortaya çıkıp yardım kampanyası örgütleyecek, insani duyarlılığı ateşleyecek yerde liderlik meseleleriyle mi uğraşırdı?
Yazının Devamını Oku

Liderliğin zararları

9 Ocak 2005
<B>BUGÜN</B> Filistin halkı sandık başına gidiyor. En zorlu silahlı mücadele deneyiminden geçen bu halk sandıkların karşısında ürkek. Silahlarla haşır neşir, tanklara göğüs germeye alışkın ama oy pusulasına karşı tedirgin.

Çünkü, demokrasi deneyiminden yoksun.

Bağımsızlık mücadelesinin lideri Yaser Arafat, Filistin halkının başında bu kadar uzun süre tek adam olarak kalmasaydı daha iyi olmaz mıydı?

Sadece devletin kurumlarının güçlenmesi açısından değil, toplumsal dokunun sağlamlaşması açısından da iyi olmaz mıydı?

Uzun süre iktidar koltuğunu ellerinde bulunduran liderler, zamanla içinden çıktıkları toplumun ‘sahibi’ gibi görmeye başlıyorlar kendilerini.

Yaser Arafat ile ilgili rüşvet iddialarının ardında da Filistin’e ait olan ne varsa, kendisini onların sahibi olarak görmesi yatmıyor muydu? İnsanların kaderinden, kasalara kadar.

* * *

MAHMUT Abbas (Ebu Mazen) seçimlerin en şanslı adayı. İki devletli çözüme yanaşan Mahmut Abbas, İsrail’e yönelik intihar saldırılarına karşı da sesini açıkça yükselten ilk siyasetçi. Silahlı mücadeleden yana olmadığını çeşitli fırsatlarda tekrarlamış olan bir aday.

Provokasyonlara karşı dikkatli. Ancak seçim günü yaklaştıkça o da Filistin toplumunu etkilemenin en kolay yoluna, kitleleri en kolay kabul edecekleri söylemlerle etkileme yoluna saptı. İsrail’den ‘Siyonist düşman’ diye söz etmekle kalmadı, silahlı grupların desteğini almak için onlarla birlikte gösterilere katıldı. Hepsinden daha önemli olanı ise gerçekleştirmesi çok zor olan bir şeyi halka vaat etti. Bütün Filistinli göçmenleri geri getireceğini söyledi.

Lider sultası altında gelişimleri engellenen her toplumda olduğu gibi, Filistin halkını şimdi bekleyen tehlike de ‘popülizm’. Halk kuyrukçuluğu.

Oysa, şimdi en çok gereken şey, Filistin-İsrail çatışmasına son verecek güçte bir siyasi iradenin sergilenmesi. Filistin devletinin ilk adımlarının sağlam biçimde atılması.

* * *

BU seçimlerden çıkacak en iyi sonuç, tabii ki Filistin halkını böyle bir devletleşme sürecine en kısa zamanda taşıyacak olan bir siyasi kadronun iş başına gelmesi olacaktır.

Filistin-İsrail sorununda çözüme doğru atılacak her adım, dini ve siyasi irticaya karşı mevzi kazanmayı sağlayacağından Ortadoğu coğrafyası kadar, Türkiye açısından da çok önemlidir. Filistin’de siyasi istikrar sağlanamazsa, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Ortadoğu ziyaretinde vurguladığı gibi, Türkiye’nin bölgede rol alma niyeti de suya düşer.

Irak’tan üç hafta önce gerçekleşen Filistin seçimleri, Ortadoğu’nun rüştünü ispatlama seçimlerinin ilki. Bu yüzden de çok önemli.

Bu gelişmelere dikkat

ONLAR
Türk vatandaşıdır. Yani Türk’tür. Türkiye Rumlarıdır. Her yıl olduğu gibi bu yıl da, Fener Rum Patrikhanesi’nin gerçekleştirdiği denizden haç çıkarma töreni için toplanan vatandaşlarımız, kendilerine ‘Türk milliyetçisi’ diyenler tarafından tedirgin edildiler. Sadece karadan değil, denizden de motorlarla törenin yapıldığı yere gelen gruplar, ‘Burası Türkiye’ sloganları atarak ve mehter marşları çalarak korku yarattılar. Dini merasimi engellemeye çalıştılar. Bu tavır ne Türkiye’ye ne de Türklere uygun bir tavırdır. Bu ne milliyetçiliktir ne de yurtseverlik.
Yazının Devamını Oku

Çocuklar seslerinizi yükseltin

7 Ocak 2005
<B>ÇOCUKLAR</B>, bugün sadece sizlerin sesi bizi kendimize getirebilir. <br><br><B>‘Asyalı çocuklar için biz ne yapıyoruz?’ </B>diye anne ve babalarınıza sorun. Çünkü biz, çocuklara önem veririz, onların her istediklerini yapmak isteriz.

Belki sizlerin sesleri, hayal kırıklıklarına, güvensizliklere, acılara karşı kendini korumaktan nasırlaşan yüreklerimize ulaşır da, bu gaflet uykusundan uyanırız.

* * *

ŞAŞTIK kaldık. Kendimizi merhametli bilirdik, yardımsever bilirdik, sevecen bilirdik, birinin derdi varsa onu paylaşmaya koşan bilirdik.

Ne oldu bize? Asya felaketine yardım için 100 milyar toplamışız sadece.

‘Semranım’ derinliklerinde kaybettirilen ruhlarımızın dramı bu.

Güvenmiyoruz ki. Yapılan yardımların, birkaç kişinin cebine gittiğini, gönderilen yiyecek ve giyeceklerin karaborsada satıldığını her felakette yaşamadık mı? Bugün yardım etmekte isteksiz isek eğer, yaşadıklarımızın hiç mi etkisi yok?

Ancak ‘arkası olanın, güce dayananın’ sesinin duyulduğu, sıradan insanların kendilerini bir hiç olarak hissettikleri ortamlardan başka ne sonuç beklenirdi? Bir hiçin yardımının değeri ne olabilir ki ‘bir hiç’. Diye düşündük.

* * *

HAYIR, çocuklar, siz bize hiç olmadığımızı hatırlatın. Çünkü bakın, dün konuştuğum UNICEF’in Türkiye Başkanı Talat Halman ne diyor:

‘Tsunami felaketi oldu ama, felaketin daha büyüğü gelmekte. Milyonlarca çocuğu salgın hastalıklar, psikolojik travmalar, suç şebekelerinin eline düşme riski bekliyor. Onların anne babaları, akrabaları yok artık. Kendileriyle ilgilenecek kurumlar da yok oldu. Hepsi bizim ilgimizi bekliyor. Çok küçük yardımlarla bu çocuklar kurtarılabilir.’

Bu küçük yardımlardan birkaç örnek:

İshal tehlikesi var. On binlerce çocuk ölebilir. İçinde ilaçlı su bulunan ishal poşeti gerekli. Bir paket bir çocuğu kurtarabilir. O paketin fiyatı 10 kuruş.

Bir sağlık kitini doldurmak için 40 kuruş yeterli.

Kızamık riski çok yüksek. Bir şişe aşı 120 kuruş.

Bir çocuğa 60 gün yetecek tedavi edici gıda, sadece 4.5 lira.

1 şişe penisilin 6 lira.

On çocuk için battaniye 60 lira.

Ayırabileceğimiz her kuruş felaket çocukları için kıymetli. Bizler ‘hiç’ değiliz, uzatacağımız ele değen her minik parmak için o destek çok büyük.

Yeter ki, hissedelim.

* * *

AMA hissetmek de yetmiyor. Günlerden beri Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül halkı yardıma davet ediyor. Banka numarası vermek yetmez. Felaket bölgelerine sağlık personeli göndermek için Sağlık Bakanlığı’nın, yardım kampanyasının okullara yayılması için Eğitim Bakanlığı’nın bir şeyler yapması gerekmez miydi?

Ama iyi bir şey yapmak için hiçbir zaman geç değildir. Tarkan, Türkiye UNICEF’in kampanyası için bugün çağrıya başlıyor.

Çocuklar siz de sesinizi duyurun. Bizler sizlerin sesine kulak veririz.
Yazının Devamını Oku