Fatih Altaylı

Bu hakemse Collina şimendifer

8 Kasım 2002
<B>BİRİSİ </B>size <B>‘‘I love you’’ </B>deyince mi kızarsınız, yoksa <B>‘‘O...pu çocuğu’’ </B>diyince mi? Sizce hangisi ‘‘hakaret sınıfına’’ girer.

Fenerbahçe-Galatasaray maçının hakemi Mustafa Çulcu'ya göre ‘‘I love you’’ hakaret, ‘‘O...pu çocuğu’’ değil.

Galatasaray seyircisi Diyarbakır kalecisine ‘‘I love you Şenol’’ dedi diye anons yaptıran Çulcu, Fenerbahçe seyircisi 10 dakika boyunca ‘‘Hepiniz o...pu çocuğusunuz’’ derken dinledi.

Sonrasında sinkaflar başladı, Çulcu onları da ‘‘olağan’’ karşıladı.

Sahaya bıçak bile atıldı. Tınmadı.

Hatta sahada Ogün'le ‘‘gizli gizli’’ bir şeyler konuştu.

Bu mudur hakemlik!

Bırakın hakemliği.

Bu mudur adamlık!

Ama Galatasaray sahipsiz olunca hakemlik bu oluyor..

Kim bilir sezon sonuna kadar daha ne rezaletler göreceğiz.

Futbola 10, ev sahipliğine 0

FENERBAHÇE Galatasaray'ı tarihi bir skorla yendi.

Sonucun tek adı var: Hezimet.

Hiçbir özürü de yok.

Fenerbahçe kazanmak istiyordu, iyi oynadı, futbol tanrısı da kazanmak isteyenin yanında oldu ve farka gittiler.

Bazen böyle olur. Her attığın girer, bazen de tersi.

Galatasaray tarafı da yenilmek için her şeyi yaptı.

Fenerbahçe'yi kutlamak gerek.

Galatasaray'ı sezon başından beri eleştiren tek kişi olarak, bugün bir eleştiri yapmayacağım.

Çünkü Galatasaray'ın bir maçta sahadan 7-8 yiyerek ayrılacağını sezon başından beri söyleyen tek kişi benim.

‘‘Tarihi fark olur’’ diye üç gün önce ortaya atılanlar, sezonun ilk haftalarında Terim'e ‘‘yalakalık’’ yapma yarışında önde giderlerken, ben yine bunu söylüyordum.

Ancak bu maç bir şeyi ortaya koydu ki, Türk sporunda artık ‘‘centilmenlik’’ten bahsetmek mümkün değil.

Galatasaray taraftarı ‘‘parasını ödediği’’ koltuklarda oturtulmadı.

Dövüldü, ezildi ve stattan atıldı.

Televizyonda olayı izledim ve hemen telefona sarıldım.

Ulaşabilseydim, yönetici arkadaşlarıma ‘‘Siz de şeref tribününe gitmeyin’’ diyecektim.

Ama onlar gittiler.

Gitmek bir yana, bir de her golden sonra ellerini sıktılar.

Yetmedi, bir de sahaya inip kutladılar.

Galatasaraylı futbolculara pet şişe, bıçak, sandalye, taş, kırık lavabo parçası, kısaca ne varsa atılmış, Hasan'ın kafasında yumurta patlamış bir sahaya inmek doğru değildi.

Bir statta size ‘‘Hepiniz o...pu çocuğusunuz’’ diye bağırılıyorsa, siz o tezahürata sessiz kalanların elini sıkamazsınız.

Çünkü siz orada Galatasaray'ı temsil ediyorsunuz.

Sizin biyolojik annenize değil, Galatasaray'ın manevi şahsiyetine küfrediliyor.

Orada bir centilmenlik kalmaz.

Fenerbahçe Başkanı önceki yıl kendisine söven Galatasaraylı amigoları toplatıp, gece yarısı ofisine götürmüş, Başkan'ın biraderi de bunu övünerek bize anlatmıştı.

Bu ne kadar doğru değilse, Galatasaray Başkanı'nın yaptığı da o kadar hatalı.

Centilmenlik ‘‘karşılıklı’’ olur.

Fenerbahçe yönetimi bu işlerle alakası olmadığını söylemesin.

Stada giren Galatasaraylıların başına gelecekler önceden planlanmış olmasa, biletlerinin tamamı ellerinden alınmazdı.

Kimse bir hak iddia edemesin diye, daha girişte biletlerin tamamı ellerinden alındı. Bu ‘‘boşaltma ve sindirme’’ hareketinin planlı olduğunu gösteriyor.

Sezon başında ‘‘centilmenlik’’ hareketini başlatan Canaydın'a düşen, şimdi ‘‘taraftarın hakkını’’ aramaktır.

El sıkmak değil.

Panik yok

GALATASARAY yönetimi panik yapmamalı. Geçen yıl Bursaspor'dan beş yedik. Bu yıl Avrupa'nın en güçlü kadrolarından birine sahip bir takımdan 6.

Futbol bu.

Geçen yıl Bursa'dan 5 yiyen şampiyon oldu.

Bu yıl da olabilir.

Ama teknik yönetim ve idari yönetim panik yapmamalı.

Çözülmeyecek sorun, elde edilemeyecek başarı yoktur. Yeter ki istensin ve çalışılsın.

Ayrıca ararsak bu zaferin Galatasaray açısından sevinilecek bir tarafını bile bulabiliriz.

Lorant'ın Fenerbahçe'nin başında kalmış olmasını sağlamak az buz iş mi?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

6 yemiş takımın taraftarı olan yazarların yazdıklarına, 6 atmış takımın taraftarları hoşgörü ile yaklaşabildiği zaman.
Yazının Devamını Oku

AKP yokken kadrolaşma yok muydu?

7 Kasım 2002
<B>BAZI </B>okurlar kaygılarını iletiyorlar: <B>‘‘Fatih Bey, biz de iyimser olmak, biz de önyargılı davranmamak istiyoruz ama yine de çekiniyoruz. Devletin içinde yavaş yavaş kadrolaşmalarından, gizli gizli sistemi ele geçirmelerinden kaygı duyuyoruz.’’<br><br></B>Duymayın. Ya da en azından ‘‘Dün duyduğunuz kaygıdan daha fazlasını duymayın’’ diyorum ben de onlara.

Türkiye'de pek çok bakanlıkta ‘‘kadrolaşma’’ olduğunu bilmiyor muyuz?

İçişleri, Milli Eğitim, Sağlık ve hatta Sanayi ve Ticaret gibi pek çok önemli bakanlıkta yıllardan beri ‘‘İslamcı kadrolaşmadan’’ şikáyet edilmedi mi?

Edildi.

Peki bütün bu kadrolaşmalar olurken AKP iktidarda mıydı?

Yooo, değildi.

Devlet içinde bütün bu ‘‘korkutucu’’ kadrolaşma Demokrat Parti, Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Anavatan Partisi, Doğruyol Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve hatta Demokratik Sol Parti iktidarlarında oldu.

Doğru Yol ve ANAP iktidarlarında ‘‘devletin ele geçirilmesinden’’ ne kadar korktuysanız bugün en fazla o kadar korkun.

Ben o kadar bile korkmuyorum.

Çünkü şimdi ‘‘gözler daha dikkatli’’ bakıyor.

Lider mi, cenaze levazımatçısı mı?


HERKESTE bir telaş. Merkez sağa lider arıyorlar.

Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller partilerine havlu attırıp ringi terk edince merkez sağa lider gerek diyenler kolları sıvadı.

Bence erken bir uğraş.

Çünkü şu anda ‘‘merkez sağın’’ bir lideri var.

Bir sağ parti ‘‘merkez sağ’’ diye adlandırılan iki partinin toplam oyunun neredeyse üç misli oy almışsa eğer, artık ‘‘merkez’’ orasıdır.

O ‘‘merkezin’’lideri de artık ‘‘merkez sağın’’ lideridir.

Mesele o merkezin gerçekten merkez olarak kalıp kalmayacağıdır.

O nedenle de bugün için merkez sağın bir lider sorunu yoktur.

Eğer Erdoğan başarısız olursa, o zaman merkez sağa elbette bir lider gerekecektir.

Ancak bugün için merkez sağa aranan kişi bir lider değildir.

Olsa olsa ‘‘cenazeyi kaldırmak’’ için birileri aranmaktadır.

Onun için de bir lider değil, her biri bir ucundan tutacak dört kişi gerekir.

Demirel DYP'yi destekleyince


DYP, çok az farkla baraj altında kaldı. Fatura ise Çiller'in elinde.

Oysa son haftalara gelinceye kadar DYP barajı aşar gibi görünüyordu.

Bana sorarsanız DYP'nin baraj altında kalmasının nedeni Süleyman Demirel.

Ne zaman ki Demirel çıktı, ‘‘Benim oyum DYP'ye’’ dedi ve bu partinin içine müdahale etmek istediğini gösterdi, DYP o zaman gitti.

Bir siyasetçi ‘‘neslini’’ tarihe gömmeye kararlı görünen seçmen, Ecevit ve Erbakan'a yapacağını zaten planlamıştı.

Demirel'in ‘‘Ben hálá buradayım’’ diye ortaya çıkması DYP'nin de ipini çekti.

Eğer birileri DYP'yi canlandırmak ve bir gün bir yere getirmek istiyorlarsa, Demirel'i o işin uzağında tutsunlar.

Çünkü vatandaş ‘‘bitpazarına nur yağdırmak’’ bir yana, ‘‘bit pazarının kapısına kilit vurdu’’.

Sana da teşekkürler Ali


ÖNCEKİ gün Bülent Ecevit hükümetine teşekkür ettim ama bir teşekkür de Ali Taran hak ediyor.

Milyonlarca dolar parasını sokağa attığı Cem Uzan'ı barajı aştığına inandırdığı, aynı şahsı akşam evde kurmaylarını toplayıp koalisyon hesapları yaptıracak kadar hülyalara daldırdığı, Dışişleri Bakanı olacağı konusunda kandırdığı ve bu sefer de çuvalladığı için teşekkürler.

Aferin Ali Taran. Sonuna kadar devam.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Hırsızın ‘‘genç’’inin ‘‘yaşlı’’sının fark etmediğini anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Bana benzemesi değil iyi yönetmesi şart

6 Kasım 2002
<B>TAYYİP Erdoğan'</B>la önce seçim gecesi, ardından da seçimin ertesi günü konuştum. Merak edilen soruları yönelttim.

Erdoğan'la görüşmeden önce Kanal D Ankara Bürosu'ndaki arkadaşlardan da sorular aldım.

Ve hemen hepsini Erdoğan'a yönelttim.

Biri hariç.

Oldukça kapsamlı o soru şöyleydi:

‘‘Askerlerle ilişkileri nasıl götüreceksiniz? Bir güven bunalımı olabilir mi? MGK ve Yüsek Askeri Şûra toplantılarında sorun yaşanır mı?’’

Soru pek çok kişinin aklından geçen konuları içeriyordu belki ama ben o soruyu sormadım.

Çünkü, ‘‘seçimin galibi parti lideri’’ olarak konuştuğum kişi AKP Genel Başkanı değil de, DYP, ANAP veya CHP Genel Başkanı olsaydı böyle bir soru sormak kimsenin aklına gelmeyecekti.

Bu, Recep Tayyip Erdoğan'a ve AKP'ye ‘‘özel’’ bir soruydu.

Ve sorunun nedeni AKP'nin yapmış olduğu bir icraat değil, AKP'nin kurucuları hakkında kafamızdaki ‘‘önyargıydı’’.

Oysa ben Türkiye'nin bu yeni dönemine kafamdan her türlü önyargıyı ‘‘atmış’’ olarak girmek istiyorum.

Türkiye'yi yönetmeye hazırlanan kadroları daha ilk günden ‘‘köşeye sıkıştırmak’’, kendilerini ‘‘farklı’’ ve ‘‘uzak’’ hissetmelerine neden olmak istemiyorum.

Meclis'in ‘‘önemli bir bölümünü’’ elinde tutan partiyle, toplumun sevgisini kazanmış bir kurumu ilk günden ‘‘karşıt unsurlarmış’’ gibi görmek, göstermek veya en azından böyle bir intiba oluşturmak istemiyorum.

Askerleri de, siyasetin ve seçimlerin bir parçası gibi göstermek, askeri bir şekilde işin içine çekmek ve sonra da ‘‘Bu askerler de her şeye maydanoz oluyorlar’’ diyen ‘‘polemik demokratı’’ olmak istemiyorum.

Yıllardır Süleyman Demirel'e, Mesut Yılmaz'a, Tansu Çiller'e ve hatta Bülent Ecevit'e verdiğimiz ‘‘krediyi’’, bu kez de AKP ve liderine kullandırmak istiyorum.

Önemli olanın bu ülkeyi görüntüde ‘‘bana benzeyen’’ insanların yönetmesinin değil, bu ülkenin ‘‘iyi yönetilmesi’’ olduğunu biliyorum.

En adil YSK, başka adil yok


GÖRÜYORSUNUZ şu Yüksek Seçim Kurulu'nun yaptığını değil mi?

Tam ‘‘çarıklı erkanı harp’’.

Ne dedik seçimden önce?

Uzanlar'ın televizyonları ve radyoları seçimden önce her şeyi yapacaklar ve kapatılmayacaklar.

Aynen öyle oldu.

Her şeyden ötesini yaptılar ve seçim gününe kadar kapatılmadılar.

Yüksek Seçim Kurulu'nun ‘‘hákimleri’’ seçime kadar Uzanlar'ın televizyon ve radyolarına dokunmadılar.

Seçim bitti, Uzan'dan hiçbir ‘‘şey olmayacağı’’ ortaya çıktı.

Yüksek Seçim Kurulu, Uzanlar'ın televizyonlarını kapattı.

Ve ‘‘adalet’’ dağıttı.

Sevsinler adaletlerini.

Bu kurula verilen ‘‘kapatma’’ yetkisinin gerekçesi ne?

Seçime giderken adalet.

Uzanlar seçim gününe kadar her türlü imkánı kullanıp, müthiş adaletsiz bir durum yarattılar ama cezasını seçimden sonra çekiyorlar.

Ne güzel adalet değil mi?

Yüksek Seçim Kurulu'nun yasayı uygulama anlayışına bakın.

Bu anlayışın kaynağını ben bilmiyorum.

Ama adalet olmadığı kesin.

Uzan'a destek, MHP'yi bitirdi


MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'ye buradan ‘‘babasının yapmayacağı’’ uyarılar yaptım.

‘‘Cem Uzan'a kucak açtın. Onun yüzünden sen de baraj altı kalacaksın’’ dedim, dinlemedi.

Dinlememek bir yana bana öfkelendi. Ama benim dediğim oldu.

MHP 1.5 puan farkla baraja takıldı. Oysa Cem Uzan'ın partisine giden oyların en az yüzde 70'i MHP'nin oylarıydı.

Bahçeli, Uzan'a yol vermese, desteklemese MHP bugün Meclis'teydi.

Bu büyük hatayı buradan ben gördüm, Bahçeli göremedi.

Ve ‘‘yerinde’’ bir hareketle istifa kararı aldı.

Bir grup ülkücü ise ‘‘Gitme kal’’ diyorlar. Eğer Bahçeli kalırsa bu kadar basit bir siyasi hesabı yapamayanla, ortada bir MHP kalmayacak farkında değiller!

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Basının işlevinin siyaseti köşeye sıkıştırmak değil, ülkenin önünün açılmasına yardımcı olmak olduğunu anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Teşekkürler Ecevit hükümeti

5 Kasım 2002
<B>HALK, Ecevit </B>hükümetinin bütün ortaklarını cezalandırdı. Dünün iktidarı bugün Meclis dışında.

Ama ben bu hükümete teşekkür etmek gerektiğini düşünüyorum.

Bir büyük deprem ve bir büyük ekonomik krizle boğuştular.

Türkiye'de şimdiye kadar yapılmamış bir ‘‘yapısal değişim süreci’’ni başlattılar ve bir bölümünü gerçekleştirdiler.

Çok önemli kararları, çok cesurca aldılar.

‘‘Siyaseten yanlış’’ ama ‘‘ülke için doğru’’ pek çok icraatı başlattılar.

Avrupa Birliği konusunda önemli adımlar attılar.

Ben bugünleri hatırlamayan çocuklara, Ecevit hükümetini ‘‘iyi’’ ama ‘‘şanssız’’ bir hükümet olarak aktaracağım.

Burada aslan payının da Bülent Ecevit'te olduğunu hiç unutmayacağım.

Teşekkürler Bülent Bey... Ve ortakları...

AKP'nin ipi kendi elinde


HAFTALARDIR ‘‘abuk sabuk’’ anketler yayınlanırken, hem liderlerle yaptığımız söyleşilerde, hem de bu köşede ‘‘en güçlü ihtimalin’’ iki partili bir Meclis olduğunu vurguladık.

Hatta Tayyip Erdoğan'la Ankara'da yaptığımız konuşmada canlı yayında ‘‘Meclis'e sadece siz ve CHP girer, milli iradenin yarıya yakını Meclis dışı kalırsa seçimi yeniler misiniz?’’ diye sorduk. Çünkü perşembenin gelişi belliydi.

Bütün ‘‘dandik anketçiler’’ Cem Uzan'ın partisinin barajı aşmasını ‘‘kesin gibi’’ gösterirken, burada bunun mümkün olmadığını da bağırdık.

Ve bu köşede AKP iktidarının Türkiye açısından ‘‘sıkıntı olmayacağını’’ belirttik.

Nitekim AKP'nin önde gelen isimleri ‘‘seçim gecesi’’nden beri son derece ‘‘mutedil’’ mesajlar veriyorlar.

Hem siyasi, hem de ekonomik konularda ‘‘radikal’’ bir söylem yok.

Ben böyle icraat içine gireceklerini de zannetmiyorum.

Hepsinden önemlisi toplumda, ‘‘AKP'ye oy vermemiş’’ kesimlerde de bir ‘‘infial’’ yok.

Bu da gösteriyor ki, ‘‘AKP ve lideri’’ kendini iyi anlatmayı başarmış ve anlattıklarına toplumu inandırmış.

Bu nedenle yüzde 35'le gelen yüzde 70'lik iktidar gücü ‘‘paniğe’’ neden olmadı.

Şimdi AKP, seçim döneminde ‘‘ürkütmediği’’ kesimleri, icraatıyla da ‘‘ürkütmemek’’ durumunda.

Ben dün ‘‘Bu seçim sayılmaz’’ diye yazarken seçim sonuçlarını bilmiyordum.

Hatta daha oy verme işlemi bile tamamlanmamıştı.

Ama bugün de bu fikrimin arkasındayım.

Bu seçim sayılmaz.

Türk siyasetinin geleceğini bir sonraki seçim ve o seçime kadar AKP'nin yapacağı işler belirleyecek.

Ya halkın kendilerine ‘‘ikram ettiği’’ gücü iyi kullanıp, siyasette istikrarı ‘‘kalıcı’’ hale getirecekler...

Ya da bir dahaki seçimde seçmeni ‘‘yeni arayışlara’’ itecekler.

Açıkçası ben birinci şıkkı tercih ediyorum.

Ülkem ve kızım için.

Yüksek limitli kredi kartı


SEÇİM gecesi başta genel başkan olmak üzere, birçok AKP yöneticisi ile konuştum.

İstedikleri ama ‘‘galiba’’ beklemedikleri bir zaferle çıkmışlardı seçimden. En azından benim edindiğim izlenim buydu.

Açıkçası hepsinin belli belirsiz bir ‘‘panik’’ içinde olduklarını hissettim. Anayasa'yı değiştirebilecek bir çoğunluk ile tek başına iktidar. Çekirdeksiz üzüm. Ama bir yandan da ‘‘bahanesiz’’ icraat beklentisi. Halk AKP'ye ‘‘Al bakalım. Ne yapacaksın görelim’’ diyor. AKP'de bunun paniği var. Çünkü ‘‘tecrübe eksikliğinin’’ onlar da farkındalar.

Seçim öncesinde bu noktada önemli ‘‘takviyeler’’ yaptılar ama yeterli olup olmadığından emin değiller. Büyük sorunlar, çok yakında önemli tarihler var.

AKP masaya oturdu ama hesap da yüklü. Seçimlerde halkın ceplerine koyduğu kredi kartı yüksek limitli. Ancak bu yüksek limitli kredi kartının bir sakıncası var. Kartı veren halk ama sonunda gelen hesap ekstresini parti ödeyecek.

Yani ya dengeli harcayacaksın, ya da iyi gelirin olacak.

AKP'de şimdi bunun sıkıntısı var.

İktidara gelmenin bir ‘‘son’’ değil, bir ‘‘başlangıç’’ olduğunun farkındalar.

En azından bu bile umut verici.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Halkın tercihini iki kap yemek, iki çeki odunla satın alabileceğini zannedenleri her seferinde eşekten düşmüşe çevirdiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Bu seçim seçim sayılmaz

4 Kasım 2002
<B>TÜRKİYE </B>dün seçimini yaptı. Bu yazıyı yazarken sonuçlar hakkında hiçbir fikrim yoktu. Açıkçası seçimi kimin kazandığını da çok umursamıyorum.

Çünkü benim açımdan bu seçimde ‘‘yeni’’ olan hiçbir şey yok.

Değişmiş gibi yapanlar, değiştiğini söyleyenler, değişmediğini bildiklerimiz, Türkiye'yi yönetemeyenler, yönetmeyenler, soyanlar, soğana çevirenler, soyguna aracılık edenler, bay ve bayan şaibeler... Hepsi hálá ortalıkta.

Yeni gibi görünen tek şey ise Türkiye'yi yıllardır soyan bir ailenin, ‘‘dibine kadar soygun’’ için siyasetle uğraşmaya başlamış olması.

Yani o da yeni değil. Tam aksine ‘‘Ya siyaset değişirse ve bizim düzenimiz bozulursa’’ korkusuyla ‘‘Kendin yönet kendin soy’’ hazırlığı...

Bu nedenle bu seçim benim için ‘‘hiçbir şey’’ ifade etmiyor.

Öyle görünüyor ki, bu seçimin sonuçları ‘‘çok uzun ömürlü’’ olmayacak.

Bundan sonra bir seçim daha gelecek.

Ve asıl değişim ‘‘o ikinci’’ seçimden sonra başlayacak.

O ikinci seçimden sonra Türkiye ‘‘gerçek seçimini’’ yapacak.

Türkiye'yi ‘‘Avrupa Birliği’’ne ve ‘‘geleceğe’’ kimin taşıyacağı o zaman ortaya çıkacak.

Ve o seçimin liderleri büyük bir ihtimalle bugün adını bile duymadığımız, ya da en azından bugün siyasette olmayan birileri olacak.

O nedenle ben bu seçimi ‘‘hiç ciddiye almıyorum’’.

Sonuçları da, ne olursa olsun bir anlam ifade etmiyor.

Çünkü bu seçimde ‘‘kimin, ne için oy verdiğini’’ üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyorum.

AB'nin liderinden hukuka müdahale talebi


SEÇİM hengamesinde yazamadık ancak Almanya'nın ‘‘küstahlığını’’ ve ‘‘Avrupa Birliği'nin ne kadar çifte standartlı ve samimiyetsiz’’ bir topluluk olduğunu ortaya koyan rezaleti de unutmadık.

Ankara DGM'nin ‘‘şehvet kurbanı’’ savcısı Nuh Mete Yüksel giderayak Türkiye'de faaliyet gösteren Alman vakıfları hakkında dava açtı.

Dava gerekçesi haklıdır, haksızdır bilemem.

Adaletin işidir.

Ama bu davaya Almanya'nın Ankara Büyükelçiliği tepki gösterdi onu biliyorum.

Almanya bu davanın ‘‘haksız olduğunu’’ öne sürüyor ve Türk hükümetinden ‘‘davanın geri çekilmesini’’ talep ediyor.

Küstahlığa bakın.

Avrupa Birliği olarak bir yandan ‘‘yargı bağımsızlığını’’ savunacaksın, diğer yandan yargıya ‘‘siyasi veya idari’’ müdahale isteyeceksin.

Bu mu Avrupalılık.

Eğer vakıflarına ‘‘güveniyorsan’’ bırakırsın yargılanır.

Yargılamayı beğenmedin mi?

Götürürsün temyize.

Orada da sonuç taraflı mı?

Götürürsün Avrupa'ya.

Ama yargıya müdahale isteyemezsin.

Bağımsız yargıyı ‘‘protesto’’ edemezsin.

Edersen ‘‘ne mal olduğun’’ ortaya çıkar.

Aslına bakarsanız fena da olmaz.

Adayken böyle ise


BİR okurum Antalya'dan Manavgat'a giderken, müthiş bir trafiğe takılıyor.

Turizmin en işlek yolu kilitlenmiş.

Biraz ilerleyince yolu tıkayanın bir parti konvoyu olduğunu görüyor.

La havle çekerek aralarında ilerlemeye çalışıyor.

Konvoyun başında siyah bir Mercedes.

İçinde bir milletvekili adayı propaganda yaparak ilerliyor.

Ama trafik kurallarını eze eze gidiyor.

Ne yoldaki şeritlere uyuyor, ne kırmızı ışıkta duruyor.

Okurum delirmiş.

‘‘Fatih Bey, daha adayken kural tanımamaya başlamış. Milletvekili olsa neler yapacağını siz tahmin edin’’ diyor.

Ediyorum ediyorum.

Benim korkum bir de bakan olması.

O zaman tam yandık.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Kendi seçtiklerimizden korunmamız gerekmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Lütfen sandığa

2 Kasım 2002
<B>YARIN </B>oyunuzu vermeyi lütfen unutmayın. Ve oyunuzu verirken öfkenizden arının. Öfkeyle kalkanın zararla oturduğunu unutmayın. Oyunuzla geçmişin hesabını sorarken, geleceğinizi karartmamaya gayret edin.

Vermediğiniz oyun, en beğenmediğiniz siyasi görüşe verilmiş oy olacağını da unutmayın.

YSK'yı engelleyen neydi?


SEÇİME 200 milyon dolar harcayan ve kendi televizyonunda ‘‘bedeli ödenmeyecek’’ miktarda reklam yaparak siyasette yükselen Cem Uzan'ın televizyonları nedense kapatılmadı.

Adam arasında propaganda yapmak için maç aldı, üç bölüm dizi aldı.

Bütün dünya, Uzan televizyonlarının Uzan'ın partisi lehine nasıl kullanıldığını gördü, Yüksek Seçim Kurulu görmedi.

Her konuda son derece ‘‘şahin’’ ve haktan yana görünen Yüksek Seçim Kurulu nedense bu konuda ‘‘süt dökmüş kedi’’ gibiydi.

Uydudan yayın yapan ve zaten kimsenin izlemediği üç dört dijital kanalı kapatmak dışında yaygın hiçbir Uzan propaganda aracı YSK tarafından engellenmedi.

Sevgili okurlar, size soruyorum:

Yüksek Seçim Kurulu ‘‘hangi nedenle’’ Uzanlar'a ait televizyonların seçim yasaklarını çiğnemesine izin vermiş olabilir?

Bunları görmemiş olabilir mi?

Olamaz!

Duymamış olabilir mi?

Olamaz!

Bunların yaptıkları seçim yasakları kapsamına girmiyor olabilir mi?

Olamaz!

Peki o zaman sizce YSK'yı ‘‘susturan’’ neydi?

Bir fikriniz varsa bana yazın.

Gönül: Cami değil derslik yaptırdım


AKP'nin Meclis'te çoğunluğu alması halinde başbakan olması muhtemel kişiler arasında adı geçen Vecdi Gönül, üçüncü gündür köşemin konuğu.

Vecdi Bey bürokrat ‘‘arkadaşlarının’’ kendisi hakkındaki ‘‘ithamlarını’’ okuyunca hemen aradı.

Vecdi Gönül ile Sayıştay Başkanı olduğu günlerden kalan muhabbetimize dayanarak ‘‘samimi’’ bir sohbet yaptık.

Gönül, ‘‘Devletin parasıyla yaptığım tek bir cami göstersinler’’ diye başladı söze. ‘‘Devletin parasıyla cami değil ama çok okul yaptırdım’’ diye ekledi.

İzmir Valisi olduğu dönemde bu kentte 5 bin 500 sınıf yaptırdığını da aktardı.

40 yaşına gelmeden Ankara Valisi olduğunu, kendisini bu göreve atayanın da ‘‘Süleyman Demirel’’ olduğunu hatırlatan Vecdi Gönül, CHP döneminde kısa bir süre için de olsa Emniyet Genel Müdürlüğü'ne getirildiğini söyledi.

Gönül, Oğuzhan Asiltürk'ün değil bakan, parlamenter bile olmadığı dönemlerde bürokrasideki yükselişini sürdürdüğünü ve bir üst düzey bürokrat olarak çeşitli dönemlerde değişik siyasetçilerle ve değişik fikirdeki insanlarla çalışmak durumunda olduğunu kaydetti.

Kendisinin görevden alınmasını istediği öne sürülen Recep Ergun'un ise ‘‘dostu’’ olduğunu hatırlatttı.

Ben de ona ‘‘Belki sonradan dost oldunuz, belki de her dost göründüğü gibi dost olmuyor’’ dedim.

‘‘Olabilir ama bürokraside yükseldiğiniz zaman, yükselemeyenlerin kıskançlığına uğradığınız da oluyor’’ diyerek hakkındaki iddiaların ‘‘kıskançlıktan’’ kaynaklanan iddialar olabileceğine de işaret etti.

Meclis Başkanvekilliği dönemindeki tarafsızlığını da hatırlatan Gönül, ‘‘Beni AKP'lilerden değil, DSP'lilerden, ANAP'lılardan sorun’’ dedi.

Ben de ‘‘cevap hakkına saygı’’ olarak Vecdi Bey'in sözlerini aktardım.

Terim hedef, yönetim kayıp


GALATASARAY'da Fatih Terim boy hedefi, yönetimden ses yok.

Gelen giden takıma ve Terim'e vuruyor, başkan dahil bir tek yönetici ortaya çıkıp takımı ve teknik direktörü korumuyor, kabahati üzerine almıyor.

Faturanın Terim'e kesilmesinden herkes memnun gibi.

Oysa Terim hatalıysa bile, transferler yanlışsa bile bunun suçlusu da yönetim.

Ama yönetim izliyor.

Terim saldırılarla boğuşuyor.

Olmuyor arkadaşlar, olmuyor!

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bayrağa saygı kadar bayrağa sevgiyi de öğrettiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Bürokratlar, Vecdi Gönül'ü anlatıyor

1 Kasım 2002
<B>BEN </B>AKP'li <B>Vecdi Gönül'</B>ün <B>‘‘lekesiz bir bürokratik dönem’’ </B>geçirdiğini yazınca, dün <B>Gönül'</B>le aynı dönemlerde bürokrasi içinde yer almış bazı bürokratlar aradılar. <br> ‘‘Fatih Bey, lekesiz bürokratik dönemden kastınız ne?’’ diye sordular.

‘‘Çalmamış, çırpmamış, suiistimal yapmamış. Bunu kastettim’’ diye yanıtladım.

‘‘Doğru, çalmadı çırpmadı ama lekesiz demek için bunlar yetmez’’ dediler ve Vecdi Gönül'ün bürokrasi dönemini anlattılar.

Ben de bir derleme yaptım.

Vecdi Gönül, görev yaptığı yerlerde okuldan çok cami yaptırmakla ünlü bir bürokratmış.

Bunun yanı sıra emrinde çalışan memurları, mesleki başarılarına göre değil, ‘‘ibadetteki istikrarlarına’’ göre değerlendirirmiş. Emniyet Genel Müdür Yardımcısı olduğu dönemde, emniyet mensupları hakkında ‘‘namaz-oruç’’ defteri tutmaya başlamış. Emniyette bugün hálá etkili olan ‘‘tarikatçı gruplar’’ teşkilatta onun döneminde çöreklenmeye başlamışlar.

Vecdi Bey'i ilk vali yapan kişi Milli Selamet Partili İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk.

Anlatılanlara göre 12 Eylül sonrasında Vecdi Bey, Milli Selamet'i bırakıp ANAP'a yaklaşmış. Daha doğrusu ANAP'ın ‘‘mukaddesatçı kadrolarına’’.

Korkut Özal'
la yakınlığı sayesinde ANAP döneminde de ‘‘bürokrasideki yükselişini’’ sürdürmüş Vecdi Bey.

Ardından ANAP'ın düşüşünü görüp, Fazilet'e yakınlaşmış.

Daha sonra da bölünenlerle birlikte AKP'ye geçmiş.

Ancak AKP'ye geçmek için son dakikaya kadar ‘‘tereddüt’’ ettiği de biliniyor Gönül'ün.

Vecdi Gönül'ün ‘‘Erdoğan'ın çekindiği çevrelerce tasvip gördüğü’’ meselesi ise bazı bürokratlara dokunmuş.

Arayanlardan biri, ‘‘12 Eylül'ü takiben Recep Ergun Paşa İçişleri Bakanlığı'ndan Gönül'ün valilikten alınması için talepte bulunmuştu. Kocaeli Valiliği sırasında dönemin Kocaeli Garnizon Komutanı Necdet Uruğ ile dost olmanın ötesinde askerlerle bir yakınlığı da yoktur’’ dedi.

Bütün bunları sizlere aktarmamın sebebi, adı başbakanlık için geçen ve kamuoyunun tanımadığı bir isim hakkında bilgi vermek.

Ne parlatmak, ne de karalamak...

SALAKÇA bir tartışma yürütüp duruyoruz. Hem de hepimiz.

‘‘Başbakanlık görevinin kime verileceğini nasıl olur da Erdoğan belirlermiş!’’

Salakça bir tartışma ki, ne salakça.

Başbakanlık görevinin kime verileceğini Erdoğan belirlemeyecek ki, halk belirleyecek. Daha ortada fol yok yumurta yok.

Millet sandığa gitmedi, oylar atılmadı. Halk tercihini yapmadı.

Ama biz medya galibi belirledik bile.

Ve ona göre de ‘‘nasıl olur’’ tartışması yapıyoruz.

Durun bakalım hele bir.

AKP'nin birinci parti olacağının garantisi mi var?

Hele bir halkın tercihi belli olsun, Cumhurbaşkanı'nın ve AKP'nin tercihlerini sonra tartışırız.

Rusya haklı

RUSLAR için ‘‘Çeçenler terörist’’.

Çeçenlerin ‘‘hareket tarzına’’ bakarsak, Rusya haksız değil.

Rusya, Çeçenlere destek verdiği için Türkiye'yi suçluyor.

Türkiye'nin Çeçenlere ‘‘devlet’’ olarak bir desteği yok.

Bunu Ruslar da biliyor.

Ama görüntü bozuk.

Belçika Devleti DHKP/C'ye destek veriyor mu?

Vermiyor.

Ama ülkesinde dernekler kurulmasına, o dernekler vasıtasıyla Türkiye açısından illegal faaliyet yürütülmesine, oradan Türkiye'deki terör olaylarına müdahale etmesine müdahil olmuyor.

Türkiye'nin ‘‘suçlu veya zanlı’’ olarak nitelendirdiği kişilerin ülkesinde barınmasına izin veriyor.

Bunları yakalasa bile bir süre sonra salıveriyor.

Bu yüzden biz de Belçika'ya çok kızıyoruz.

Belçika'nın bize yaptığı ile bizim Rusya'ya yaptığımız arasında sizce zerre fark var mı?

Bizim için PKK veya DHKP/C ne kadar teröristse, Rusya için de Çeçen gruplar o kadar terörist.

Bu yüzden Rusya, Türkiye'ye karşı tavrında haklı.

Hiçbir hoşgörü, himaye veya kardeşlik duygusu, terörü desteklemeyi veya ona göz yummayı gerektirmiyor..

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Oyumuzu kendi intikamımız için değil, çocuğumuzun geleceği için kullandığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Siyasallaşan hukuk

31 Ekim 2002
<B>DEMOKRASİYİ ‘‘hukuk yoluyla’’ </B>bu kadar zorlamak hiçbir zaman iyi sonuçlar doğurmaz. Tam aksine <B>‘‘hukukun üstünlüğünü’’ </B>zedeler... AKP'yi ‘‘engellemek’’ için Anayasa Mahkemesi'ni ‘‘kullanmak’’ sistemin kendini savunması açısından doğrudur.

Anayasa Mahkemesi'nin kararlarına saygı duymak gerekir.

Anayasa Mahkemesi dün olduğu gibi, yarın da bir partinin Türkiye'nin anayasal sistemine uymadığını görerek ‘‘geçici’’ veya ‘‘temelli’’ kapatma kararları verebilir.

Bu konuda talepte bulunmak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da, Anayasa Mehkemesi'nin de ‘‘hukuki yetkileri’’ arasındadır.

Ama bugünlerde yapılagelenler ne yazık ki ‘‘hak sahibi’’ kurumları ‘‘haksız’’ hale getirmektedir.

Seçime iki gün kala Anayasa Mahkemesi toplanacak ve Tayyip Erdoğan'ın genel başkanlığı ile ilgili karar verecek.

Karar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın ‘‘talep ettiği’’ doğrultuda olursa ortaya ciddi bir kaos çıkacak.

Ya Meclis toplanıp seçimleri erteleyecek, ya da seçmenin ‘‘AKP-Recep Tayyip Erdoğan’’ hanesine basılan mühürler geçersiz sayılacak.

Her ikisi de ‘‘ülkeyi sıkıntıya sokacak’’ gelişmelerdir.

İşlerin bu noktaya gelmesinde Recep Tayyip Erdoğan'ın suçu büyüktür. Anayasa Mahkemesi kararına uymamış, genel başkanlığı bırakmamış, bir anlamda ‘‘ipleri germiştir’’.

Erdoğan'ın bu ‘‘germe politikası’’ olası bir AKP iktidarı için de önemli bir işarettir.

Ama diğer taraftan da ipler gerilmektedir. Seçimden bir gün öncesine sıkıştırılmış ‘‘Anayasa Mahkemesi görüşmesi’’ herkes için sıkıntıdır.

Anayasa Mahkemesi giderek ‘‘siyasi karar alan’’ bir kurum haline dönüşmektedir.

Çünkü ‘‘hukuk gereği’’ Yargıtay Başsavcısı'nın talebi yerindedir. Mahkeme bu kararı almak zorundadır.

Ancak ‘‘siyaset gereği’’ bu kararın ‘‘hemen uygulanması’’ zordur.

Bu nedenle Anayasa Mahkemesi ‘‘politik’’ davranacak, karar Erdoğan'ın aleyhinde bile olsa resmi gazetede ‘‘seçim sonrası’’ yayınlanacak ve ‘‘seçimde AKP için kullanılan’’ oylar geçerli olacaktır.

Türkiye'de hukuk giderek ‘‘siyasallaştırılmaktadır’’.

Türkiye'deki rejim aleyhtarları bunu ‘‘bilerek ve isteyerek’’ yapmaktadır.

Türkiye bu tuzağa ne yazık ki düşmüştür.

Vecdi Gönül olursa şaşırmayın


SEÇİMİN ardından AKP'nin başbakan adayı kim olacak?

En çok konuşulan konu ve en çok sorulan soru bu. AKP içinde bu sorunun yanıtını bilen yok. İsim Tayyip Erdoğan'ın kafasında.

‘‘Partimizin yetkili kurulları bu konuda karar verecektir’’ lafı ise palavra.

Eğer başbakan adayı partinin yetkili kurullarında belirlenmeye kalkışılırsa, AKP seçimi takip eden 10 gün içinde parçalanır.

Bu nedenle Tayyip Erdoğan ‘‘kendi hakkını başkasına devreden’’ bir kişi olarak ‘‘kendi seçtiği’’ birine bu onuru ‘‘bahşedecek’’.

Erdoğan'a yakın, siyaset dışı çevrelerden gelen izlenim ibrenin eski Sayıştay Başkanı Vecdi Gönül'den yana dönmeye başladığı.

Çünkü Erdoğan'ın ‘‘en fazla çekindiği’’ çevreler açısından ‘‘en kabul edilebilir’’ AKP'li Vecdi Gönül gibi görünüyor.

Aracılar Erdoğan'a bu mesajı iletiyorlar. Devlet hizmetinde geçmiş bir ömür. Valilikler, müsteşarlık, Sayıştay Başkanlığı.

Lekesiz bir bürokratik dönem.

Üstüne üstlük valilik yaptığı dönemde şu an ordu içinde hálá çok sevilen emekli bir üst düzey komutanla kurulmuş ‘‘çok iyi diyalog’’.

Devletin en tepesi ile ‘‘asker arkadaşlığı’’.

Ve üzerine bir de AKP tabanında etkisizlik.

Bütün bunlar başbakanlık koltuğunu Gönül'ün altına doğru itiyor.

Ama yine de tilkiler Erdoğan'ın kafasında dolaşıyor.

Bakalım ‘‘takkesinden’’ kimi çıkaracak.

Anayasa neyin ‘şık’ olacağını söylemiyor ki!


CUMHURBAŞKANI son derece haklı.

Burada daha önce yazdık.

Anayasa başbakanı kimin atayacağını belirtiyor. Erdoğan bu yetkiyi kullanamaz diye.

Benim yazdığımı Cumhurbaşkanı ‘‘teyit’’ etti.

Sezer her gün gösteriyor ki, ‘‘Çankaya noteri’’ değil.

Üstüne üstlük yasaları, teamülleri çok iyi biliyor. Anayasa'ya dayanarak, milletvekillerinden birini atayacak.

Teamül, ‘‘en çok sandalyeye sahip partinin genel başkanı’’.

Ama o genel başkan parlamento içinden biri olmayabilir.

Bu duruma uygun bir teamül yok. Çünkü daha önce olmamış bir durumun ne teamülü olur, ne de içtihadı.

Sezer ‘‘yeni bir içtihat’’ oluşturacak.

İsterse ‘‘En fazla sandalyeye sahip partinin genel başkanı olmadığına göre, genel başkan yardımcılarından birini atayayım’’ diyebilir, isterse ‘‘En çok sandalyeyi almış partinin genel başkanı yok, ben de Meclis'e zaman tanıyayım kendi içlerinde bir uzlaşma sağlarlarsa ona göre bir atama yaparım’’ da diyebilir.

Hatta isterse genel başkanı olan ikinci sıradaki partinin genel başkanını da atayabilir.

Tayyip Erdoğan ise ‘‘Şık olmaz. Şık olan bizimle istişare etmesidir’’ diyor.

Benim okuduğum Anayasa'da başbakan atamasıyla ilgili bir ‘‘şıklık’’ maddesi yok. Yoksa benim aklımda ne şıklıklar var, bir anlatsam Tayyip Erdoğan bile inanmaz.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Ülkelerin liderlerin keyfiyle değil, anayasayla ayakta durduğu unutulmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku