‘SEÇİM Arenası’ adlı program cuma akşamı pek çok kişiyi ekran başına kilitledi.
Program tam benim beklediğim gibi oldu.
Sıkıldığım için tamamını izleyemedim ama izleyenlerin de benden daha fazla tatmin olduğunu zannetmiyorum.
Ne olacaktı yani, Baykal Erdoğan'ı ‘‘rezil etse’’ AKP'ye oy vermeyi düşünenlerden bir bölümü ‘‘Baykal bizim genel başkanı fena benzetti. Bizimki de pek bir kofmuş. Ben en iyisi oyumu AKP'ye değil, CHP'ye vereyim’’ mi diyecekti.
Elbette ki demeyecekti.
Tam tersi zaten hiç mümkün değildi.
Erdoğan yılların Baykal'ını ezip yoğursa herhangi bir CHP'li çıkıp da, ‘‘Vallahi bu Tayyip Erdoğan da yaman adammış. Ben en iyisi oyumu ona vereyim’’ mi diyecekti.
Bu ikilinin karşı karşıya gelmesi tam anlamıyla ‘‘abesle iştigal’’di çünkü bu ikilinin partileri ve tabanları arasında bir ‘‘geçirgenlik’’ yoktu.
Bu ikilinin açıkları ve zaafları ortaya çıksa bile bu tartışmanın diğer tarafına değil, o sırada orada bulunmayan partilere yarayacaktı.
Yani Baykal'ın Erdoğan'ı hırpalaması halinde Erdoğan'ı beğenmeyen oylar Baykal'a gelmeyecek, belki Saadet'e, belki ANAP'a, belki de DYP'ye veya BBP'ye gidecekti.
Aynı şekilde Erdoğan'ın Baykal'ın açıklarını ortaya koyması halinde Baykal'ın CHP'sinden kaçması muhtemel oylar YTP veya DSP'ye, bilemediniz İP'ye gidebilirdi.
Baykal ile Erdoğan bu durumun farkında oldukları için karşı karşıya gelmeyi kabul ettiler.
Ve yine bu durumu bildikleri için de, birbirlerine karşı hamleler yapmadılar.
O hamlelerin kendilerini hırçın gösterirken, bu hamlelerin olası getirilerinden faydalanacak olanların o sırada orada bulunmayan liderler olduğunu biliyorlardı.
Bu tartışmaların bir işe yaraması için tabanları arasında geçirgenlik olan partilerin aynı ekranı paylaşması gerek. Zaten onlar da bunu bildikleri için paylaşmıyorlar.
Asıl patron Ali Taran'mış
UZAN Grubu'nun ‘‘asıl patronunu’’ buldum. Patron Ali Taran'mış.
Diğerleri onun ‘‘emrinde’’.
Çünkü epey zamandır bana sataşmayan Uzan ‘‘kuçukuçuları’’ Ali Taran hakkındaki yazılarımın ardından yine ‘‘ulumaya’’ başladı.
Galiba Ali Taran içindeki bazı ‘‘kalmış’’ unsurları Uzanlar'ın parasıyla hayata geçirmeye çalışıyor.
Uzanlar'da babadan oğula kalan bir para, Ali Taran'da ise kötüye çalışsa da bir zeká var.
Bu ikisi bir araya geldi.
Ama görülüyor ki, asıl kontrol parada değil, zekádaymış.
Ona dokununca zıpladılar...
Röportaj
PAZAR günü vakit bol olunca abuk sabuk demeden gazetelerde ne varsa okuyor insan.
Bu pazar da öyle oldu.
Okudum ama okudukça öfkem kabardı.
Okuduğum röportajlardan ilki Cumhuriyet Gazetesi'ndeydi.
Kendimi hálá bir parçası saydığım, bir zamanların o harika gazetesi adına utandım ve o güzelim gazetenin neden bugün yerlerde süründüğünü bir kere daha anladım.
Tavşanoğlu, Karamehmet'le konuşmuş. Ama tek bir soru yok.
Karamehmet kendi anlatıyor, Tavşanoğlu aktarıyor.
Daha önceki röportajlarında ‘‘şahin’’ kesilen Leyla Hanım kuzu.
Bankadan uçurulan 2.5 milyar dolar sorulmuyor.
Wall Street'teki halka arz sırasında yapıldığı ileri sürülen üçkáğıtlar nedeniyle New York'ta açılan dava sorulmuyor.
Karamehmet efendinin yıllarca Türkiye'ye gelememesinin nedenleri sorulmuyor.
Kaçakçılık davası nedeniyle İsviçre'de neden yıllarca sıkışıp kaldığı sorulmuyor.
Karamehmet ‘‘Ben elimdeki medyayı silah gibi kullanmadım’’ diyor, Leyla Tavşanoğlu ‘‘Peki o zaman niye her gün Derviş'e ve BDDK'ya saldırıyorlar. Bankanıza el konmadan önce pek bir Dervişçiydiniz şimdi ise düşmansınız. Bankanıza el konulmasını engellemedi diye Ecevit'e bile hakaretler ettiniz’’ diye sormuyor.
Olan koskoca Cumhuriyet'e oluyor.
Bu kafalar yüzünden basında ‘‘gruplar dışı’’ bir gazete arandığı zaman bile tirajını artıramayan Cumhuriyet'e.
NOT: Yadırgadığım bir röportaj da Hürriyet’teydi. Bir yazarımız kendisiyle iki sayfa röportaj yapmıştı. Komik bile değildi.