Fatih Altaylı

Emanetçi mi, güldürmeyin beni!

18 Kasım 2002
<B>BAŞBAKANLIK </B>koltuğunda <B>Abdullah Gül </B>var. Saadet'te <B>Kutan'</B>a, daha doğrusu <B>Erbakan'</B>a karşı genel başkanlık yarışına giren ve ardından da AKP'nin kurucuları arasında yer alarak siyasette yeni rotasını belirleyen <B>Abdullah Gül</B>. Bu köşede Gül hakkında her zaman son derece ‘‘olumlu’’ cümleler kullandığım için, başbakan olmasından duyduğum memnuniyeti gizlemeyeceğim.

Çünkü Abdullah Gül, Milli Görüş'ün en keskin, en sekter, en uzlaşmasız günlerinde bile bu görüşün ‘‘gülen yüzü’’ydü.

Partinin Erbakan diktasıyla yönetildiği günlerde bile hiçbir zaman kendinden taviz vermedi.

Çok kritik noktalarda, hep doğru yerde, doğru noktada durdu.

Necmettin Erbakan başbakan olarak ‘‘tarikat şeyhlerini’’ Başbakanlık Konutu'nda ağırlarken, parti içinden ‘‘yapılanın yanlış olduğunu’’ söyleyen tek ses Gül'ünkiydi.

Gül, bu işin yapılmaması gerektiğini söylemiş, buna rağmen yapılınca tepkisini ‘‘Başbakan'ın davetine icabet etmeyerek’’ göstermişti.

Daha pek çok kritik dönemeçte Gül hep ‘‘doğru’’ davrandı.

Partilerini, partilerinin görüşlerini ve hatta kendisini ‘‘açık yüreklilikle’’ eleştirdi.

Başkalarının doğruları kendi doğrusu değilse onayladığına şahit olmadım.

Bütün bunlar Abdullah Gül'ün artıları gibi görünse de, Türk tipi siyasette bunlar aslında ‘‘eksi’’lerdi.

Liderine kayıtsız şartsız ‘‘biat etmeyen’’, korkmadan konuşan, eleştirel bakışa sahip bir siyasetçi.

Ben eminim ki, bu niteliklerinin farkında olan Abdullah Gül de ‘‘başbakanlık’’ görevinin kendisine verilmesini büyük ihtimalle beklemiyordu.

Ama verildi.

Çok da iyi oldu.

İyi oldu çünkü Abdullah Gül ‘‘emanetçi’’ bir başbakan olmaz. Doğrularından sapmaz.

Ve bir gün Tayyip Erdoğan başbakan olabilecek ‘‘hukuki’’ konuma gelirse, başbakanlığı bırakmasını gerektiren şartların oluşup oluşmadığını ayrıca değerlendirir. Bana ‘‘AKP'den birini başbakan olarak ata’’ deselerdi, ben de Gül'ü atardım. Çünkü yıllardır tandığım bu ‘‘adama’’ güveniyorum.

Haklı olup olmadığımı şimdi göreceğim.

Kendi düşen ağlamaz


ELİMDE yüzlerce faks birikti. İçerikleri benzer. Bir tanesini aktarayım:

‘‘Sayın Altaylı, 3 Kasım seçimlerinde Genç Parti tarafından sandık görevlisi olarak birtakım vaatlerle gönderildim. Bu hizmetime karşılık 400 milyon TL. para ve Telsim hatlı telefon verilecek dediler.

Seçimde barajı aşamadıkları için vaatlerini yerine getirmediler.

Hakkımı aramak için gittiğim Genç Parti ..... İlçe Başkanı ve görevlileri tarafından küfür, hakaret ve tartaklanmalarla dışarı atıldım. Barajı geçirseydiniz fazlasını verirdik, dediler.

Sizin bu kişiler hakkında yazdıklarınız doğru ve gerçekmiş. Şimdi anladık.’’

Bu neviden pek çok faks var elimde.

Çeşitli vaatlerle Genç Parti'ye hizmet etmişler.

Bayrak sallayın 10 milyon alın demişler, Cem Uzan'a dokunursanız para vereceğiz demişler, sandık görevlisi yapmışlar...

Hiçbirine karşı sözlerini tutmamışlar.

Şimdi onlar benden yardım istiyor..

Kusura bakmayın arkadaşlar, kendi düşen ağlamaz.

Üstelik az kalsın neredeyse bütün Türkiye düşcekti...

Başkan İsa Cim Bom çarmıhta


ÖZHAN Canaydın Hazreti İsa gibi. Bir yanağına vurulunca, öbürünü çeviriyor. Anlayana büyük hareket. Ama ne yazık ki anlaşılmıyor.

Korkum o ki, Canaydın'ın bu tavrından ‘‘yüz bulanlar’’ Galatasaray'ı İsa gibi çarmıha gerecekler.

Trabzon karşısında Selçuk Dereli adında bir ‘‘tetikçi’’ bunun girişimini yaptı.

Allah tarafından Trabzonsporlular müthiş centilmen, taraftar da her nasılsa sakindi.

Yoksa maçta müthiş olaylar olabilirdi.

Bu arada cumartesi günü Terim'in basın toplantısını öven bir yazı yazdım.

Fatih Hoca rahatsız olmuş.

‘‘Ben yönetimin üzerine çıkmak gibi bir girişimde bulunmadım’’ dedi.

Belli ki, Süren zamanındaki eleştirilerin hortlamasından çekiniyor.

Haklı.

Terim yönetimin üzerine çıkmak gibi bir şey yapmadı.

Tam aksine yönetim Terim'in altına saklanıyor

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Her lafında hukuktan söz edenler, kurunun yanında yaşı da yakan bir hukuk olmadığını öğrendikleri zaman.
Yazının Devamını Oku

Bir yayın yönetmeninin ayağındaki pranga

16 Kasım 2002
<B>SABAH </B>Gazetesi'nin Sevgili Genel Yayın Yönetmeni <B>Ergun Babahan </B>dün de <B>‘‘Temiz Medya’’ </B>çabasını sürdürmeye devam edeceğini yazmış. Sürdürmek zaten devam etmek anlamına geliyor ama o herhalde bu devamlılığı iyice vurgulamak istediği için böyle yazmış.

Kendisine katılıyorum.

Bu çabayı hep birlikte sürdürmemiz gerek.

Bu nedenle de ona destek olmaya karar verdim.

Elimde çarşamba günü görülmüş bir davanın zabıtları var.

Bunları Ergun Babahan'a göndereceğim. Belki ‘‘Temiz Medya’’ çabasını sürdürmeye devam ederken faydalanır.

Mahkeme tutanakları bir batık banka patronunun davasıyla ilgili.

Banka Etibank. Hortumlanmak suretiyle batırılan banka.

Sorumlulardan biri Dinç Bilgin.

Mahkeme tutanaklarına göre Dinç Bilgin'in devlete tam tamına 1.3 katrilyon borcu var.

Bu para ödenecek ki, Dinç Bilgin'in devlete borcu bitsin.

Mahkeme, devlet adına alacaklı durumundaki BDDK'ya soruyor, ‘‘Bu Dinç Bilgin borcunu ödüyor mu?’’ diye.

Çünkü Dinç Efendi demiş ki, ‘‘Beni serbest bırakın ki borcumu ödeyebileyim’’.

BDDK, mahkemenin sorusunu yanıtlıyor:

‘‘Kurumumuza tam tamına 1 katrilyon 300 trilyon lira borcu olan Dinç Bilgin bugüne kadar sadece ve sadece 10 trilyon lira ödemiştir.’’

10 trilyon, 1.3 katrilyonun yıllık faizinin bile 80'de biri.

Adam bırakın borcunu, faizini ödememiş.

‘‘Beni serbest bırakın ki borcumu ödeyebileyim’’ diyen ve bu sayede Kartal'dan çıkan Dinç Bilgin borcunun yüzde birinden bile azını ödüyor.

Gerisi!

Yaz tahtaya al haftaya.

Haklısın Sevgili Ergun Babahan. Bize temiz medya lazım.

Devleti soyup soğan çevirip, 1.3 katrilyonun üzerine yatan değil.

Keşke senin başında olduğun gazetenin sahibi Dinç Bilgin olmasaydı da, bu konuda gerekenleri birlikte yapabilseydik.

Ama senin ayağında böyle bir pranga var.

1.3 katrilyonluk bir pranga.

Öyle ki, haberini bile yapamıyorsun.

Gül olur, başörtüsü sorun olmaz


TAYYİP Erdoğan, Cumhurbaşkanı Sezer'e kaç isim verdi bilmiyorum. İki diyen var, üç diyen var, dört diyen bile var.

Erdoğan'ın birden fazla isim vermiş olması son derece zarif bir hareket.

Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı'nın seçimden önce, 29 Ekim günü sarf ettiği sözlere ‘‘değer verdiğini’’ gösteriyor..

‘‘Buyrun partimizin önereceği isimleri. Atama yetkisi sizde’’ diyerek seçenek bırakıyor.

Cumhurbaşkanı'na iki isim verildiyse, bunlardan biri kuşkusuz Gül. Çünkü Erdoğan'ın hafta başından beri yaptığı ‘‘yoklamalarda’’ Gül'ün adı hep önde.

Diğer isim ise büyük ihtimalle Vecdi Gönül.

Eğer üç isim bildirildiyse o zaman listeye Abdülkadir Aksu'yu da eklemek gerekir.

Ama ben listenin iki isimli olduğunu düşünüyorum.

Aylar öncesinden beri yazdığım gibi başbakanlık koltuğuna en yakın isim Gül.

Vecdi Gönül de başbakan olmaz ise bence Meclis başkanı yapılacak.

Açık baş, kapalı baş hikáyesine gelince.

Bu bizim ‘‘iç kompeksimiz’’.

Gül'
ün eşinin başının kapalı veya açık olması Türkiye içinde sorun olur, dışarda değil.

Başı kapalı bir başbakan eşinin Batı tarafından yadırganacağı yolundaki ‘‘inanış’’ hiç de yerinde değil.

Başımız açık da olsa, kapalı da olsa Batı bizim bir Müslüman ülke olduğumuzu biliyor.

Müslüman olmamız Batı'yla ilişkilerimizde ‘‘engelse’’ zaten engel.

Başımız açık olduğumuz zaman bir şey değişmiyor.

Eğer engel ise bu engeli aşmak için başımızı açmamız yeterli değil.

Dinimizi toptan değiştirmemiz gerekebilir.

O nedenle ‘‘başı örtülü’’ bir başbakan eşinin dışarda sorun yaratacağından korkmayın.

O bizim ‘‘iç’’ meselemiz.

İmparator


FATİH Terim dün Galatasaray'daki ‘‘rakipsiz hakimiyetini’’ ilan etti. Kulüp bir süreden beri ‘‘gereksiz’’ bir çalkantı içindeydi. Ancak başkan dahil hiçbir sorumlu çıkıp da meseleyi tartışmadı, gerekenleri söylemedi, kimsenin ağzının payı verilmedi.

Ve dün ortaya Fatih Terim çıktı.

Her kelimesi doğru, her kelimesi yerinde bir konuşma yaptı.

Yönetime sahip çıktı, takımına sahip çıktı, camiasına sahip çıktı. Sadece taraftarı es geçti ama onlara da gereken mesajı verdi.

Terim dün Galatasaray'ın gerçek ‘‘İmparatoru’’ olduğunu ilan etti. Tabii yönetimin iflasını da. Bundan böyle Galatasaray'ın aldığı her başarının sahibi Terim'dir. Tabii her başarısızlığın da.

Terim bu ‘‘ikilemi’’ yürekle kabullenmiştir.

Gelecek yürekli insanlarındır.

Sorumluluktan kaçanların değil.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Yönetmenin bir kazanış değil, bir hak ediş olduğunu anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Okumaz mısınız be bre megalomanlar

15 Kasım 2002
<B>BAZI </B>köşe yazarları ısrarla <B>Tayyip Erdoğan </B>ve AKP basın tarafından kayrılıyormuş gibi bir hava yaratmak istiyorlar.Fadıl Akgündüz meselesi hep gündemdeymiş de, AKP'nin ‘‘belediye’’ kökenli ‘‘davalılar’’ı gündeme gelmiyormuş.

Tayyip Erdoğan ile aynı davada yargılanan ama milletvekili oldukları için dokunulmazlık kazananlardan hiç bahsedilmiyormuş..

Bu satırları yazanlardan bazıları ‘‘megalomaninin’’ en yüksek tepelerinde dolaştıkları ve kendilerinden başkasını okuyup, kendilerinden başkasını dinlemedikleri için ‘‘olan bitenden’’ haberdar olmuyorlar.

Oysa Kanal D Anahaber seçimin ertesi günü Tayyip Erdoğan'la bir canlı yayın gerçekleştirdi.

Bu yayın sırasında Erdoğan'a sorduğum ikinci veya üçüncü soru buydu.

‘‘Tayyip Bey, dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda partinizin tavrı netleşti. Kürsü dışında dokunulmazlıkları kaldırmak istiyorsunuz ama acil bir mesele var. Fadıl Akgündüz'ün durumu toplum vicdanını rahatsız ediyor. Bunun yanı sıra sizin dava arkadaşlarınız var. Siz yargılanıyorsunuz ama onlar yargılanmayacaklar. Başta Fadıl Akgündüz, bu kişilerle ilgili fezlekeler Meclis'e geldiği zaman ne yapacaksınız?’’ diye sordum.

Erdoğan da çok net bir biçimde, ‘‘Bu konuda bir ayrıcalık söz konusu olmayacak. Fadıl Akgündüz'ünki de, benim arkadaşlarımınki de kaldırılacaktır. Dokunulmazlık zırhının arkasına kimse saklanmayacaktır’’ dedi.

Daha sonra bu konuyu ben de bu köşede defalarca dile getirdim. Ama bazı yazarlar ısrarla bu konuda AKP'ye bir ayrıcalık yapılıyormuş gibi bir hava yaratmak istiyorlar. Mesele daha kılını kıpırdatamadan AKP ve liderini ‘‘mıhlamak’’. Mantık şu: Ger, kavga gürültü çıkar, iş yapamaz hale getir, yolla gitsinler. Sonra da dön, ‘‘Bunlardan bir şey olmazmış’’ de.

Yemez. Bu iktidarın da, her iktidar kadar avansı var bende. Sadece benimle aynı dünya görüşünde değiller diye kimseyi ‘‘mıhlamak’’ niyetinde değilim.. Türkiye'yi yöneten kimse ben onun yanında olmak zorundayım. Ta ki, yanlış yapana, Türkiye'yi yönetemeyeceği kanıtlanana kadar.

Bizim Galatasaray'da bir ananemiz vardı.

Seçime kadar rakibiz. Ama seçimden sonra hepimiz Galatasaray için çalışır, yönetene destek veririz. Bunu yapmamızın temel nedeni Galatasaray'ı bireysel çıkarlarımızın üzerinde tutmamızdır. Galatasaray bu ilke nedeniyle bu ülkenin Avrupalısı olabildi. Türkiye'nin de Avrupalı olabilmesi için böyle olması şart.

Altına çamur bulamaya çalışanlar

‘‘KÖPEKSALIĞI’’ gibi kan kokusuna doğru ilerleyen Türk spor basını Galatasaray hakkında yine abuk sabuk şeyler yazıyor. ‘‘Efsanenin sonu’’ gibisinden. Neymiş; Galatasaray Şampiyonlar Ligi'nde bir üst tura ilerleyememiş. İki yıl önce Barcelona, geçen yıl Milan, bu yıl Bayern Münih gibi devler de, üst tura ilerleyemediler. Ama oralarda kimse kalkıp da ‘‘Efsanenin sonu’’ falan demedi. Şampiyonlar Ligi'ne en fazla katılan takımlardan biri olan Galatasaray da bir yıl erken elendi diye ‘‘madara olmaz’’. Yerel rakiplerinin ‘‘katılamadığı’’ bir ligden ilk turda elenmek ‘‘altından kalkılmayacak’’ bir ayıp değildir. Galatasaray bu yıl yaşadıklarını önümüzdeki yıllarda da yaşarsa elbette ortada bir sorun var demektir ama Şampiyonlar Ligi'nde bir yıl başarısız olmak Galatasaray'ın değerini ortadan kaldırmaz. Ama Türk spor basını böyle bir hava yaratmaya çalışıyor. Yıllarca birikmiş Galatasaray kompleksinin kusulmasına ‘‘aracılık’’ ediyorlar. ‘‘Artık siz de bizdensiniz’’ demenin yolu Galatasaray'ı aşağıya, kendi seviyelerine çekmek olduğu için bu tavrı benimsiyorlar. Sürekli bir dolmuşla şimdi de takımdan ‘‘kelle’’ istiyorlar. Amaç içeriyi karıştırmak, halen lider olan takımı bozmak. Emniyete ‘‘emir’’ veren güçler, Türk spor basınına da emir veriyorlar. Emniyetten ‘‘operasyon’’ isteyenler, basın aracılığı ile Galatasaray'da da operasyon peşindeler. Galatasaray idari ve teknik yönetimiyle bu tuzaktan uzak durmalı. Altının altın olduğunu göstermenin en iyi yolu üzerindeki çamuru silip parlatmaktır. Çamurlanmış haline bakıp yere atmak değil.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Devlet adamlığının ne konuşacağını değil, ne konuşmayacağını bilmek olduğunu taze siyasetçiler de öğrendiği zaman.
Yazının Devamını Oku

Türkiye yeni komedi yazarını buldu

13 Kasım 2002
<B>SABAH </B>Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni <B>Ergun Babahan'</B>la <B>‘‘akran’’ </B>sayılırız. Aynı yaşlardayız. Sevdiğim, çalışkan, başarılı bir gazetecidir.

Yıllardır Sabah'ta çalışmıştır.

Bir ara Zafer Mutlu'nun en yakın çalışma arkadaşlarındandı.

Dinç Bilgin ‘‘banka hortumlamaktan’’ içeri girince Babahan da Sabah'tan ayrıldı.

Nedenini bilmiyorum..

Döndü dolaştı Sabah'a geri geldi.

Şimdi, bence hak ettiği Genel Yayın Yönetmenliği koltuğunda oturuyor ve ‘‘canı çekince’’ medyada temiz olmak üzerine yazılar yazıyor.

Yani benim ve benim gibi gazetecilerin yıllardır savunduğu çizgiye geldi.

Ve Ergun Babahan köşesinden ‘‘kendince’’ diğer medya gruplarını suçluyor ve kendilerini ‘‘çok temiz’’ olarak lanse ediyor.

Tabii haliyle bu yazılar bizim Serdar Turgut'un en komik yazılarından bile daha komik oluyor.

Eğer yazılarında ‘‘şaka’’ yapmıyorsa Babahan'a birkaç ‘‘temizlik’’ sorusu sormak istiyorum..

Sevgili Babahan, gazeteninin künyesinde adı yazılı patronunuz Dinç Bilgin bugün sanık olarak mahkemeye çıkıyor mu? Dinç Bilgin hakkında bildiğim kadarıyla 55 yıl ağır hapis cezası isteniyor; bu kadar büyük ceza talep edilmesinin nedeni ne?

Gazetenizin, tabii eğer devleti dolandırmak için şirket boşaltma operasyonları yapmadıysanız, devlete olan borçlarının toplamı ne kadar?

Gazetenizin imtiyaz sahibi Dinç Bilgin'in devlete olan borçlarının miktarı ne? Yargılanmakta olduğu mahkeme, patronunuz Dinç Bilgin'den toplamı 1.1 milyar doları bulan borçları için bir ödeme planı istemişti. Bu ödeme planını verdiniz mi?

Grubunuzun Maliye'ye olan kesinleşmiş 60 trilyon lira vergi borcunu bir gün ödemeyi düşünüyor musunuz? Yoksa her gün katlanarak artan bu borcun üstüne bir bardak su içelim mi?

Bütün bunlar halkın gözü önünde yaşanırken, patronunuz yakın zamana kadar Kartal Cezaevi'nin konukları arasındayken ve belki de tekrar oraya konuk olacak bir haldeyken, temizlik konusunda konuşmak biraz komik olmuyor mu?

Gırtlağa kadar lağımda yaşayan birinin ‘‘Ortalıkta pis bir koku var, bu nereden geliyor’’ diye sorması komik değilse nedir?

Bütün bunları inandığın için mi yazıyorsun, yoksa ‘‘absürd’’ yazılar çok okunduğu için mi?

Bir yanıt istiyorum Sevgili Babahan.

Denizli'ye gelen de efendi oluyor


DENİZLİ Emniyet Müdürü Mümtaz Karaduman aradı. ‘‘Fatih Bey, bizim Denizli Stadı'nda değil önlem almak, sahayı ayıran tel örgü bile yok. Ama hiçbir şey olmuyor’’ dedi.

‘‘Denizlililer efendi insanlar, o yüzden bir şey olmuyordur’’ diye takıldım. Anlattı:

‘‘Denizlililer efendi olmasına efendi de bizim önlemlerimiz de iyi. Kontrole daha bilet satışında başlıyoruz. Kime bilet satıldığını, maça hangi grupların geleceğini, kimlerin nerede oturacağını önceden tespit ediyoruz.

Stada girerken çok sıkı bir üst araması yapıyoruz ve tehlikeli olabilecek hiçbir maddenin stat içine sokulmasına izin vermiyoruz.

Stada gelen taraftarların dikkatimizi çekenlerine alkol muayenesi yapıyor, stada alkollü girilmesine izin vermiyoruz. Bu yüzden de sadece Denizlililer değil, buraya gelen konuk taraftarlar da efendi oluyorlar.’’

Ne diyelim. Allah nazardan saklasın.

Darısı İstanbul'un başına.

NOT: İstanbul Emniyeti'nin holigan operasyonu tam bir başarısızlıktır. Tribünlerdeki katiller dışarda bırakıldı, tribünleri adam etmek için çalışan beyefendiler gözaltına alındı. Tabii sonunda hepsi serbest kaldı. Yazık...

Yalakalık mı, gazetecilik mi?


GAZETELERDE Tayyip Erdoğan'ın gençliğini, çocukluğunu, okulunu, ailesini anlatan haberlere yönelik olarak eleştiriler yapılmaya başlandı.

‘‘Tayyip yalakalığı yapılıyor’’ diye.

Hiç ama hiç katılmadım. Gazetelerin işi toplumun ‘‘merak duygusunu’’ tatmin etmektir.

Şimdi yeni bir başbakan var.

Ve okurlar merak ediyor.

Nedir, necidir, ne yapar, soyu sopu nedir, ne okumuştur?

Bütün bu sorulara yanıt arayanlar, şimdi bu meraklarını tatmin edebiliyorlar.

O nedenle bu haberlere toptan ‘‘yalakalık’’ demek yanlış.

İçlerinde üslubu kaçıran var ise onu zaten okur ayırt eder herhalde.

Yaslı gittim, şen geldim


NE kadar kızsak da, eleştirsek de serden geçiliyor, yárdan geçilmiyor. Lokomotif Moskova maçı sonrası, ‘‘Barcelona'ya gitmeyeceğim’’ demiştim. Sözümde duramadım.

Galatasaray bir tarih daha yazarken orada olmak istedim. Hayırlısı ile bugün Barcelona'dayım. Umarım marştaki gibi olur. Yaslı gidiyoruz, şen geliriz. İnşallah...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Vidanjör şoförleri kokunun kaynağını başka yerde aramadığı zaman...
Yazının Devamını Oku

Erdoğan'ın özü haklı tonu haksız

12 Kasım 2002
<B>TAYYİP Erdoğan'</B>ın <B>‘‘ipleri geren’’ </B>açıklaması içerik olarak <B>‘‘sert gibi’’ </B>görünse de, anlam olarak son derece <B>‘‘demokratik’’</B>tir. Erdoğan, Anayasa'da yapılacak değişiklikler için uyarıda bulunan Cumhurbaşkanı Sezer ve anamuhalefet lideri Baykal'a ‘‘sert’’ yanıtlar verdi.

Yetkinin kendilerinde olduğunu ve paylaşmaya niyetli olmadıklarını söyledi.

Tonlama dışında bu sözlerde ‘‘hata’’ yoktur.

Demokrasi ‘‘isteseniz de istemeseniz de’’ böyle bir şeydir.

Üstelik de Türkiye'de Anayasa'da kişiye özel ilk değişiklik girişimi bu değildir.

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in görev süresinin uzatılması söz konusu olduğu zaman da, Anayasa'da ‘‘Demirel'e özel’’ değişiklik girişimi olmuş ama bu girişim başarıya ulaşmamıştır.

Şimdi yapılmak istenen de odur. Üstelik de, bu kez ‘‘sevilmeyen birisi için değil’’, büyük bir çoğunlukla iktidarı alan bir partinin liderini başbakan yapabilmek için böyle bir değişiklik aranmaktadır.

Bu bir haktır.

Ancak mesele hakta değil, hakkın alınış biçimindedir.

Burada sorulması gereken, yüzde 35'lik oyla iktidar olan bir partinin, sistem açısından ‘‘bu kadar önemli’’ sayılabilecek bir değişikliği ‘‘kimseyle uzlaşmadan’’ yapmasının doğru olup olmadığıdır.

Erdoğan'ın önemli meselelerde Meclis dışındaki muhalefetin de fikrini alacağını söylediğini anımsıyorum.

Bunu söyleyen Erdoğan dünkü açıklamasının tonlamasını bence gereksiz yere yükseltmiştir.

Anayasa'nın birkaç maddesi dışındaki maddeleri elbette değişebilir.

Hatta değişmelidir de.

Ama ‘‘Yaptım oldu’’ diye değil, ülke menfaatine.

Siz Fadıl'la gurur duymaya devam edin


FADIL Akgündüz'ün Siirt'teki karşılanışı Siirtliler adına beni utandırdı.

Arkasında on binlerce mağdur, dolandırıldığını iddia eden binlerce vatandaş bırakmış, verdiği sözlerin hiçbirini tutmamış bir adam ve onunla gurur duyduğunu haykıran bir kent.

Olamaz... Olmamalı.

Ne Siirt, ne de ülkemizin bir başka kenti böyle bir ‘‘dosya’’ ile gurur duyamaz.

Ama duyduğunu söylüyor.

En azından bir grup Siirtli çıkıp böyle bağırıyor ve diğer Siirtliler bir açıklama yapıp, ‘‘Kentimiz böyle birisi ile gurur duymamaktadır. Akgündüz taraftarlarının sözleri kentimizi bağlamaz’’ demiyorlar.

Türkiye'nin bu haline inanamıyorum.

Siyasi tercihini belirten bir taksi şoförüne müşteri, ‘‘Kendisini tanıyor musun?’’ deyince şoför gayet sakin, ‘‘Tanıyorum. En büyük hırsız. Madem hırsızlara oy vereceğiz. En büyüğüne veririm’’ diyor.

Siirt, Fadıl'la gurur duyuyor.

Bazı ‘‘enayiler’’ de Türkiye ‘‘Büyüsün, gelişsin, insan gibi yaşanacak bir ülke olsun’’ diye uğraşıyor.

Fadıl gibilerden gurur duyan, ‘‘ülkeyi en büyük hırsıza emanet etmeyi düşünenlerle’’ bu ülke ancak bu kadar olur..

Halimize şükredelim.

Fadıl'ın Emniyet Müdürü


FADIL Akgündüz'ün Siirt'te türbe ziyaretini ve ‘‘şeref’’ turu atmasını görüntülemek isteyen gazeteciler Fadıl'ın adamları tarafından tartaklandılar, dövüldüler.

Kadın muhabirlere bile galiz küfürler edildi.

Gazeteciler de can güvenliklerinin sağlanması için Siirt Emniyet Müdürü Murat Karcıoğlu'na gittiler.

Tabii adres yanlıştı.

Çünkü Karcıoğlu'nun masasında Akgüdüz ile çektirdiği ‘‘şeref’’ fotoğrafı olduğu biliniyordu.

Ve Karcıoğlu gazetecilere ‘‘Kanımca medyada Fadıl Bey ile ilgili çok ağır haberler yapıldı. Taraftarları da bundan tahrik oldu. Kendisine tahrik edici sorular sormayın’’ diyerek akıl vermeyi, görevini yapmaya tercih etti.

Nitekim, bu görüşmenin ardından Fadıl Akgündüz taraftarları gazetecilere taşlarla saldırdılar...

Emniyet Müdürü olayları izlemekle yetinirken, ortamı yatıştırmak ise Fadıl Akgündüz'e düştü.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


İyi başlayıp kötü bitirmektense, kötü başlayıp iyi bitirmeyi tercih ettiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Erdoğan'ın özü haklı tonu haksız

12 Kasım 2002
TAYYİP Erdoğan'ın ‘‘ipleri geren’’ açıklaması içerik olarak ‘‘sert gibi’’ görünse de, anlam olarak son derece ‘‘demokratik’’tir.Erdoğan, Anayasa'da yapılacak değişiklikler için uyarıda bulunan Cumhurbaşkanı Sezer ve anamuhalefet lideri Baykal'a ‘‘sert’’ yanıtlar verdi.Yetkinin kendilerinde olduğunu ve paylaşmaya niyetli olmadıklarını söyledi. Tonlama dışında bu sözlerde ‘‘hata’’ yoktur. Demokrasi ‘‘isteseniz de istemeseniz de’’ böyle bir şeydir. Üstelik de Türkiye'de Anayasa'da kişiye özel ilk değişiklik girişimi bu değildir. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in görev süresinin uzatılması söz konusu olduğu zaman da, Anayasa'da ‘‘Demirel'e özel’’ değişiklik girişimi olmuş ama bu girişim başarıya ulaşmamıştır. Şimdi yapılmak istenen de odur. Üstelik de, bu kez ‘‘sevilmeyen birisi için değil’’, büyük bir çoğunlukla iktidarı alan bir partinin liderini başbakan yapabilmek için böyle bir değişiklik aranmaktadır. Bu bir haktır. Ancak mesele hakta değil, hakkın alınış biçimindedir. Burada sorulması gereken, yüzde 35'lik oyla iktidar olan bir partinin, sistem açısından ‘‘bu kadar önemli’’ sayılabilecek bir değişikliği ‘‘kimseyle uzlaşmadan’’ yapmasının doğru olup olmadığıdır. Erdoğan'ın önemli meselelerde Meclis dışındaki muhalefetin de fikrini alacağını söylediğini anımsıyorum. Bunu söyleyen Erdoğan dünkü açıklamasının tonlamasını bence gereksiz yere yükseltmiştir. Anayasa'nın birkaç maddesi dışındaki maddeleri elbette değişebilir. Hatta değişmelidir de. Ama ‘‘Yaptım oldu’’ diye değil, ülke menfaatine.Siz Fadıl'la gurur duymaya devam edinFADIL Akgündüz'ün Siirt'teki karşılanışı Siirtliler adına beni utandırdı. Arkasında on binlerce mağdur, dolandırıldığını iddia eden binlerce vatandaş bırakmış, verdiği sözlerin hiçbirini tutmamış bir adam ve onunla gurur duyduğunu haykıran bir kent. Olamaz... Olmamalı. Ne Siirt, ne de ülkemizin bir başka kenti böyle bir ‘‘dosya’’ ile gurur duyamaz. Ama duyduğunu söylüyor.En azından bir grup Siirtli çıkıp böyle bağırıyor ve diğer Siirtliler bir açıklama yapıp, ‘‘Kentimiz böyle birisi ile gurur duymamaktadır. Akgündüz taraftarlarının sözleri kentimizi bağlamaz’’ demiyorlar.Türkiye'nin bu haline inanamıyorum. Siyasi tercihini belirten bir taksi şoförüne müşteri, ‘‘Kendisini tanıyor musun?’’ deyince şoför gayet sakin, ‘‘Tanıyorum. En büyük hırsız. Madem hırsızlara oy vereceğiz. En büyüğüne veririm’’ diyor. Siirt, Fadıl'la gurur duyuyor. Bazı ‘‘enayiler’’ de Türkiye ‘‘Büyüsün, gelişsin, insan gibi yaşanacak bir ülke olsun’’ diye uğraşıyor. Fadıl gibilerden gurur duyan, ‘‘ülkeyi en büyük hırsıza emanet etmeyi düşünenlerle’’ bu ülke ancak bu kadar olur.. Halimize şükredelim. Fadıl'ın Emniyet MüdürüFADIL Akgündüz'ün Siirt'te türbe ziyaretini ve ‘‘şeref’’ turu atmasını görüntülemek isteyen gazeteciler Fadıl'ın adamları tarafından tartaklandılar, dövüldüler. Kadın muhabirlere bile galiz küfürler edildi.Gazeteciler de can güvenliklerinin sağlanması için Siirt Emniyet Müdürü Murat Karcıoğlu'na gittiler.Tabii adres yanlıştı. Çünkü Karcıoğlu'nun masasında Akgüdüz ile çektirdiği ‘‘şeref’’ fotoğrafı olduğu biliniyordu.Ve Karcıoğlu gazetecilere ‘‘Kanımca medyada Fadıl Bey ile ilgili çok ağır haberler yapıldı. Taraftarları da bundan tahrik oldu. Kendisine tahrik edici sorular sormayın’’ diyerek akıl vermeyi, görevini yapmaya tercih etti. Nitekim, bu görüşmenin ardından Fadıl Akgündüz taraftarları gazetecilere taşlarla saldırdılar... Emniyet Müdürü olayları izlemekle yetinirken, ortamı yatıştırmak ise Fadıl Akgündüz'e düştü.NE ZAMAN ADAM OLURUZ?İyi başlayıp kötü bitirmektense, kötü başlayıp iyi bitirmeyi tercih ettiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

109. madde yerine başkanlık sistemi

11 Kasım 2002
SEÇİM gecesi ve takip eden gün hem Tayyip Erdoğan'a, hem Abdullah Gül'e, hem de Mehmet Ali Şahin'e Tayyip Erdoğan'ın ‘‘Bir an önce başbakan olabilmesi için’’ yapabilecekleri Anayasal değişiklikleri sordum.Anayasa'nın 76. maddesinde yapılacak bir değişiklikle Erdoğan'a başbakanlık yolu açılabilirdi. Ancak bu maddenin değiştirilmesi ile açılacak yolda Erdoğan'ın milletvekili olması gerekiyordu ve bu bir ara seçime kadar mümkün olmazdı. Yani bir süreç gerektiriyordu. Diğer yol ise Anayasa'nın 109. maddesini değiştirmek ve başbakanın milletvekili olması zorunluluğunu ortadan kaldırmaktı. Bu madde değiştiği takdirde Tayyip Erdoğan ertesi gün başbakan olabilirdi.AKP'nin bu üç önde gelen ismiyle bu iki maddeyi konuştum. Seçim gecesi ve ertesi gün verdikleri yanıtlar çok ‘‘sakin’’ ve ülke açısından olumluydu. AKP'nin önceliğinin Tayyip Erdoğan değil, ülke sorunları olduğunu söylediler üçü de. Hele hele 109. madde değişikliği hiç düşünülmüyormuş gibi bir izlenim yarattılar. Şimdi ise ilk günkü tavırda bir miktar değişiklik varmış gibi bir hava oluşuyor. Bu havanın kaynağı parti mi, yoksa ‘‘goygoycular’’ mı bilmiyorum. Ancak eğer bu hava partiden yayılıyorsa, seçim gecesi ve ertesi günü ‘‘zafer sarhoşluğu’’na kapılmayan AKP, şimdi biraz ‘‘çakırkeyif’’ oldu demektir. Çünkü 109. madde değişikliği Anayasa'nın ruhuna aykırı bir değişiklik olur. AKP 109. maddeyi değiştirecek kadar cesursa, bence bir adım daha öne geçmeli ve başkanlık sistemini tartışmalıdır. Çünkü 109. madde değişikliği aslında başkanlık sisteminin ‘‘melezleştirilmiş’’ hali olacaktır. Melezindense, safkanı daha iyi olabilir. AB ülkesi genelkurmay başkanı gibi BU ülkede gerçekten ‘‘doğru düzgün’’ insanlar olduğunu gördüğümüz zaman ‘‘moralimiz düzeliyor’’, keyfimiz yerine geliyor. Bunlardan biri de Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök.Tam bir Avrupa Birliği ülkesi genelkurmay başkanı gibi davranıyor. Sanki Türkiye'nin değil de, yılların oturmuş bir demokrasisinin ordusunun komutanı. Seçim sonuçları belli oluyor. Sonuçlar hakkında fikri sorulunca, olması gerektiği bir biçimde yanıt veriyor. Amerika gezisinden dönüyor, ‘‘uygar bir ülke’’ Genelkurmay Başkanı gibi bir basın toplantısı düzenliyor. Geziyle ilgili sorulara yanıt veriyor.Siyasetle ilgili soru sorulmasını bile istemiyor. Askeri siyasetin içine çeken ve sonra da ‘‘Ne işiniz var burada’’ diyenlerin tuzağına düşmüyor. Olması gereken konumda duruyor. ‘‘Cumhuriyetin bekçisiyiz. Rejimi zorlamaya çalışanlar karşılarında bizi bulurlar’’ gibisinden bir demeç verme tuzağına atlamıyor. Bazıları gibi, ortada ne fol ne de yumurta varken, gıdaklamıyor.Bu iki şeyin göstergesi. Biri ‘‘demokrasiye saygı’’, diğeri ‘‘kendine güven’’. Özkök yerini biliyor. O yere uygun davranıyor. Ve aklı başında herkes de biliyor ki, Türkiye'ye içerden veya dışardan bir tehlike yönelirse Türk ordusu orada olacaktır.O gün, tabii eğer gelirse, gelmeden orta yerde ‘‘Ben buradayım’’ diye dolaşmak abesle iştigaldir. Görüyoruz ki, Özkök bütün zorlamalara rağmen ‘‘abesle uğraşmıyor’’. NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Şerefsizleri şerefli, şereflileri şerefsiz yerine koymadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Alman Büyükelçi: Hukuka saygılıyız ama hızlı lütfen

9 Kasım 2002
<B>ALMANYA'</B>nın Türk hukukuna <B>‘‘siyasi müdahale’’ </B>talebini eleştirdiğim yazıma, hem Almanya'nın Ankara'daki büyükelçisi <B>Dr.</B> <B>Rudolf Schmidt'</B>ten, hem de Konrad Adenauer Vakfı Türkiye temsilcisi <B>Dr. Wulf Schönbohm'</B>dan birer yanıt geldi. Büyükelçi Dr. Schmidt yorumumu ‘‘üzülerek’’ okumuş.

Ve şöyle diyor:

‘‘İki konuya açıklık getirmek istiyorum. Birincisi Alman siyasi vakıflarına ilişkin Ankara DGM eski başsavcısı Yüksel'in dava gerekçesinde yer verdiği suçlamaları gerçekten haksız, mesnetsiz ve abes buluyorum. Ancak hiçbir zaman Türk hükümetine ‘davayı geri çekmesi' gibi bir talebim olmamıştır. Bu şekilde bir anlamaya sebebiyet verebilecek manşet, aynı gün hem büyükelçiliğin basın bildirisi, hem de gazete tarafından 29.10 tarihinde düzeltilmiştir.’’

Büyükelçi Schmidt ‘‘böyle bir talepte bulunmadıysa’’ zaten benim yaptığım eleştirinin de gerekçesi ortadan kalkıyor.

Bu yüzden de ‘‘eleştirime’’ üzülmelerine de gerek kalmıyor.

Yapılmamış bir eylemin eleştirisi yapmayanı bağlamaz.

Ancak Büyükelçi Dr. Schmidt’in bir de ‘‘ikinci’’ konusu var.

Onu da aktarayım:

‘‘Türk adaletinin bağımsızlığına pek tabii ki saygılıyız. Ancak aynı zamanda şunu da açık seçik belirtmeme izin veriniz: Bu bağımsızlık, mesnetsiz kanıtlarla abes suçlamaları birbiri ardına sıralayan bir dava için açık çek niteliğinde olamaz. Türk hukukunun bu davayı bir an önce sonuçlandırmasını ve Alman vakıflarının tümüyle aklanmasını bekliyoruz. Bu arada, Türkiye'deki Alman vakıflarının çalışmalarını bilen, en başta Başbakan Bülent Ecevit olmak üzere, çok sayıda Türk'ün onlara saygısını dile getirmiş olması beni mutlu kılmıştır. Diğerlerinin de bu örneğe uyması temennimizdir.’’

İkinci bölümdeki tespitleri için Büyükleçi Dr. Schmidt'in haksız olduğunu söylemek isterdim.

Ama haklı.

Dava açma konusunda da, davaları sonuçlandırma hızında da ‘‘insan haklarına’’ uygun davrandığımızı söylemek pek mümkün değil.

Kim bilir belki de bizi Avrupa Birliği'ne almakla, haklı olarak talep ettikleri bu ‘‘durumun’’ sadece Alman vakıfları için değil, tüm Türk vatandaşları için geçerli hale gelmesini sağlayacak süreci hızlandırabilirler.

Adenauer Vakfı: Delilsiz 15 yıl hapis istenir mi?


KONRAD Adenauer Vakfı Türkiye temsilcisi Dr. Wulf Schönbohm'un yanıtı da ilginç.

Diyor ki: ‘‘Her Alman ve tabii ki Alman elçisi de bir hukuk devletinde davalıya ulaşan bir dava metninin geri çekilemeyeceğini bilmektedir.’’ Ve hukuk devletine uymayan noktaları sıralıyor: ‘‘Türk gazetelerinden aleyhime dava açılacağını öğrenebildim ancak bugüne kadar herhangi bir dava metni elime ulaşmadı. Yürütülmekte olan bir önsoruşturmaya veya davaya ilişkin bilgilerin davalının eline resmi bildirim gelmeden gazetelerde okunabilmesi bir hukuk devletinin temel prensipleri ve uygulamaları ile bağdaşmamaktadır. Ayrıca iddianamede bu ağır suçlamalara ispat olabilecek tek bir delilin bulunmadığına dikkatini çekmek isterim. Bir hukuk devletinde 15 yıla kadar ağır hapis cezası olan bir suçtan dolayı savcının herhangi bir delil gösterme zorunluluğu olmadan, biri aleyhine dava açabilmesi sizce mümkün müdür?’’

Dr. Schönbohm'
a yanıtım kısa olacak. ‘‘Evet Türkiye'de bu mümkündür.’’

Soruyu ‘‘Mümkün olabilmeli midir?’’ diye sorsaydı, ‘‘Hayır’’ derdim.

Bu önemli sorunu Türkiye kendi başına 50 yılda çözer.

Ancak AB içinde bir Türkiye'de bu sorun 6 ayda çözülür.

Bizim Avrupa Birliği'ni istememizin de en temel nedeni budur.

Başka bir şey değil.

Ben de Rizeliyim


BİRKAÇ yıl önce Rize'de ramazan ayında ezan erken okununca bütün Rize halkı orucu erken açmıştı. Daha sonra müftülük bir açıklama yapmış ve ‘‘Rizeliler bayramdan sonra bir gün daha fazla oruç tutacak’’ demişti. Rize Müftülüğü'nün bu açıklaması üzerine Almanya'dan bir Rizeli müftülüğü aramış ve sormuş:

‘‘Ben Köln'de oturuyorum ama Rizeliyim. Ben de bir gün fazla mı tutacağım?’’

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Toplum gözündeki saygınlıkla, gerçekte hak edilen saygınlık birbirine eşit olduğu zaman.
Yazının Devamını Oku