Fatih Altaylı

Hükümet yüzünden karanlıkta yol arıyoruz

16 Ocak 2003
<B>BAŞBAKAN Abdullah Gül, </B>Irak'a ABD'nin yapmayı planladığı operasyon ve bu operasyonla ilgili olarak ABD'nin Türkiye'den talepleri ile ilgili olarak Meclis'te bir <B>‘‘gizli oturum’’</B> yapılacağını söylemişti. Belli ki, ABD'nin Türkiye'den önemli talepleri vardı ve hükümet bu taleplerle ilgili olarak Meclis'i bilgilendirmek istiyordu.

Gül'ün tavrından anladığım kadarıyla, Türkiye'nin ve bölgenin geleceğini etkileyecek bir karar öncesi hükümet, ‘‘toplumsal bir uzlaşma’’ arayacaktı.

Aradan haftalar geçti, bu oturum hálá yapılmadı.

ABD'nin Türkiye'den talepleri ve Türkiye'nin bu konuda neler yapmayı planladığı basının sızdırabildiği ‘‘yarı doğru’’ haberler dışında tam bir ‘‘muamma’’.

Türkiye bir yöne doğru gidiyor ama, biz ne yönü, ne de o yöne neden gidildiğini biliyoruz.

Ya da tam tersi, dünya bir yöne gidiyor ama biz duruyoruz ve neden durulduğunu bilmiyoruz.

Kesin olan tek şey, tam bir ‘‘bilinmezlik’’ içinde olduğumuz.

İşin vahimi, Genelkurmay da hükümetin tavrıyla ilgili kesin bir şey bilmiyor.

Orgeneral Özkök bile Genelkurmay'da verdiği davette bu ‘‘bilinmezlikten’’ ve ‘‘kararsızlıktan’’ yakınıyor.

‘‘Acemi’’ hükümet bir büyük sorunla boğuşuyor belli, ama sorunu paylaşmıyor.

Bu yüzden de ülkede haklı bir tedirginlik oluşuyor.

Asker tedirgin.

İş dünyası tedirgin.

Halk tedirgin.

Bir yandan ABD'den ‘‘zılgıt yiyoruz’’, diğer yandan ABD'li uzmanlar askeri ve sivil tesislerimizi geziyorlar.

Savaş istememek elbette onurlu bir duruş.

Ama en azından bu ülkenin vekillerinin Türkiye'den ne beklendiğini bilmek gibi bir hakları var.

İş dünyasının bunu bilmek gibi bir haklı talebi var.

Hükümet bu haklı talebi yerine getirmiyor.

Ülkenin sosyal, siyasal, ekonomik ve askeri ‘‘karar vericileri’’ karanlıkta ilerlemeye çalışıyorlar.

Bu da yön duygusunu yitirmemize neden oluyor.

Akraba atamaları şaşırtıcı değil


HÜKÜMET üyelerinin eş, dost ve akrabalarını devletin önemli kurumlarında yönetime taşımaları gazetelerde haber olup duruyor.

Her yeni hükümet sonrası bunlar olur. Ne yazık ki, vakayı adiye. Yani sıradan.

Ancak Abdüllatif Şener bu konuda gerçekten ‘‘pir’’dir.

Refahyol dönemindeki Maliye Bakanlığı sırasında da, o sıralarda çok tartışılan Milli Gençlik Vakfı'nın (MGV) Başkanı Mecit Dönmezbilek'i Devlet Malzeme Ofisi Yönetim Kurulu üyeliğine getirmiş, bütün eleştirilere rağmen de bundan geri adım atmamıştı.

Avustralya buğdayı yerine Türk buğdayı


IRAK tarihinde ilk kez Türkiye'den buğday aldı. Burnumuzun dibindeki Irak, buğdayı yıllardan beri Avustralya'dan alırmış.

Bu yüzden de Irak halkında bu buğdaya karşı bir ‘‘lezzet alışkanlığı’’ oluşmuş.

Bu nedenle yılda en az 4 milyon ton Avustralya buğdayı, Irak'ta pazar bulmuş.

Ancak son dönemde Avustralya'nın ABD yanlısı tavrı Irak'ı yeni arayışlara itmiş.

Bu kapsamda Türkiye'den de ilk kez olarak sınırlı miktarda buğday aldılar.

Eğer ‘‘damak tatlarına uyarsa’’ gerisi gelecek.

Irak işi zor çamaşır


IRAK, çok kültürlü, çok dinli, çok etnik kökenli bir ülke. Bu nedenle de bölgesel farklılıklar çok keskin. Bağdat, modern bir ülkenin başkentinden farksız.

Kadın, erkek sosyal hayatın içinde. Laik bir ülkenin bütün izleri var Bağdat'ta.

Şii ağırlıklı Necef ve Kerbela ise birer küçük ‘‘İran’’.

Bağdat ile Necef'in aynı ülkede iki kent olduğuna inanmak zor değil, imkánsız.

Tüm ülkede geleneksel giysilerin üzerleri bilmeyenin fark etmeyeceği sembollerle dolu.

Bu fark etmesi zor semboller giyenin kabilesini, kabilesindeki yerini ve soyunu gösteriyor.

Hıristiyanlar ‘‘entelektüel’’ olarak güçlü bir grubu oluşturuyorlar.

Kabileler, ordu içi hiyerarşide bile etkililer.

Bu nedenle yönetilmesi zor bir ülke. Osmanlı döneminde de en fazla ‘‘vali’’ vilayette yenmiş.

İstanbul'a yakın olan Bağdat'ta öldürülmüş, Bağdat'a yakın olan İstanbul'da kelleden olmuş.

ABD Saddam'ı devirebilir.

Ancak yerine koyacağı adamın işi zor.

Tabii bölgenin de.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bizden farklı düşünenlere satılmış damgası vurmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

TÜSİAD savaş sonrası senaryoyu biliyor mu?

15 Ocak 2003
<B>TÜSİAD </B>nedense birdenbire <B>‘‘savaş yanlısı’’ </B>oluverdi. Önceki günkü açıklamaları <B>‘‘savaşçı’’</B>... Başkan Özilhan, Irak'a yapılan geziyi eleştiriyor ve ‘‘gereksiz’’ buluyor.

Şaşırdım.

Çünkü TÜSİAD eleştiriyor, TÜSİAD'ın en büyüklerinden Koç Grubu'nun bütün büyük şirketlerinden yöneticiler heyetle beraber Irak'ta.

Üstelik de hepsi ceplerinde yapılmış anlaşmalarla geri döndüler.

Sadece Koç değil, başka büyük grupların da üst düzey temsilcileri Irak'ta anlaşma yapıyor, onların anlaşmalarla döndüğü gün TÜSİAD Başkanı çıkıyor ve üyelerinin katılıp, milyonlarca dolarlık anlaşma yaptıkları geziyi eliştiriyor.

Bu nasıl dernek anlamak mümkün değil.

Irak'ın dünya ile ilişkilerinin normalleşmesinden en büyük faydayı sağlayacak ülke Türkiye.

Ama bir savaştan en fazla zarar edecek olan da yine Türkiye.

Türkiye'nin hassas ekonomik dengeleri Irak'a yapılacak bir operasyonla darmadağın olacak ama TÜSİAD Başkanı savaş çığırtkanlığı yapıyor.

Ve ABD'nin yanında yer almamız gerektiğini söylüyor.

İyi de, nasıl!

Var mı bir savaş sonrası senaryomuz.

Ya da ABD'nin ‘‘savaş sonrası’’ senaryosunu biliyor muyuz?

İlk körfez savaşından sonra olanlar ortada.

‘‘Kuveyt'in Yeniden İmarı Projesi’’nden pay alamayan tek ülke Türkiye.

Uğradığı milyarlarca dolarlık zarara rağmen, savaş tazminatlarında ‘‘çırak çıkan’’ ülke Türkiye.

Bırakın her şeyi, Irak'la olan petrol boru hattından en somut kayba uğradığı halde bunun tazminatını alamayan Türkiye.

Bu parayı istediği zaman, ‘‘Siz boru hattını ambargo kararından önce kapatmıştınız. Para veremeyiz’’ yanıtını alan Türkiye.

Şimdi ABD'ye destek vereceğiz.

Ne karşılığı.

Davul tozu minare gölgesi.

Türkiye, operasyon sonrası senaryoyu bilmeden, bu senaryonun ‘‘kárlı oyuncuları’’ arasında yer almadan bu filme girmez.

Girerse de yine ‘‘çırak çıkar’’.

Türkiye bölgenin çırağı değil, ustası olduğunu hatırlamak zorunda.

Irak'ta televole kültürü yok


IRAK içinde bir hareketle Saddam'ın devrilmesi pek de olacak şey gibi görünmüyor.

1000'i aşkın kabile ve aşiretin siyasal sistemin temelini oluşturduğu Irak'ta, Saddam'ın yeri sağlam.

Bunu bir dış müdahale ile değiştirmek imkánsız.

ABD'li ‘‘yarı gazeteciler’’ Irak'ın kabile sistemini inceleyerek, buralarda ‘‘Satın alma operasyonları ile siyasal dengeyi bozmak mümkün olur mu?’’ sorusuna yanıt arıyorlar.

Kabilelerin gücü, yaygınlığı ve çokluğu bu olasılığı zayıflatıyor.

İşin ilginci bizim ‘‘diktatör’’ olarak gördüğümüz Saddam'ı Irak halkı pek de öyle görmüyor.

Çünkü Saddam, daha doğrusu Baas döneminde Irak'ta müthiş bir orta sınıf yaratılmış ve toplumsal bir denge sağlanmış.

Irak halkı varlığı ve yokluğu paylaşıyor.

Ülkede ‘‘aşırı zengin’’ bir sınıf yok.

Zengin sınıf ile orta tabaka arasında da göze çarpan bir farklılık yok.

Zenginler de, orta sınıf da, fakirler de mütevazı bir hayat yaşıyor.

Özetle, Irak'ın Laila'sı, Reina'sı ve televolesi yok.

Halkın ihtiyacının tamamı devlet destekli. Devlet alıyor. Sübvanse ediyor ve halka satıyor.

Bu durumda ezilen bir orta sınıf oluşmuyor.

Bu da Saddam'ın en büyük dayanağı oluyor. Bu nedenle Saddam'ı içerden yıkmak zor.

Dış müdahale ile yıkılırsa da, Irak'ın karışık yapısı içinde yeni bir düzen kurmak zor.

Irak savaştan korkmuyor


IRAK'ta 3 gün kaldım. Bunun büyük bölümünde Türk heyeti ve işadamlarından ayrı olarak Bağdat'ta ve ülkenin iç kesimlerinde dolaştım.

İlginçtir, tek bir askeri hazırlık, hatta bırakın hazırlığı tek bir asker görmedim.

Oysa giderken her yerde yığınaklar, yollarda asker sevkıyatları, Bağdat çevresinde askerler görmeyi umuyordum.

Ya umurlarında değil, ya da çok iyi kamufle olmuşlar.

Halkta da ABD tarafından vurulmayı bekleyen bir ülkenin insanları havası yoktu.

Ya 20 yıldır savaşa alışmışlar, ya da bir bildikleri var.

Ama emin olun, Türkiye'de bile daha fazla savaş havası var.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bilgiyi paylaşmanın yöneticileri ve yönetimleri güçlendirdiğini anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

İyi ki Irak’a gitmişim

14 Ocak 2003
<B>ÇOK </B>gezi gördüm, çok bakan ziyaretinde bulundum ama bu kadar başarılısını pek az gördüm.Kürşad Tüzmen'in Irak'a yaptığı bence ‘‘muhteşem’’ ziyaretin tek başarısız tarafı bu gezinin tanıtımının yeterince yapılmaması ve bu kadar olumlu geçen bir gezi hakkında bu kadar ‘‘olumsuz eleştiri’’ yapılmış olmasıdır.

Kürşad Tüzmen, Irak'ta gerçek bir ‘‘dost’’ gibi karşılandı.

Gerçek bir dost muamelesi gördü.

Irak'ta üç günlük gezide 250 Türk işadamı yaklaşık 750 milyon dolarlık iş bağlantısı yaptılar.

Bu bağlantıların sağlanmasında Iraklı Bakan Salih ve Türk Bakan Tüzmen'in büyük rolü oldu.

Bakan Tüzmen, bir bakan değil Türkiye İhracatçılar Birliği Başkanı gibi 350 işadamıyla tek tek ilgilendi, hepsi adına pazarlık yaptı, mal sattı.

Otomobilden gıdaya, elektronikten keresteye, inşaat malzemelerine, sıhhi tesisata kadar yüzlerce kalemde bağlantı yapıldı, iş alındı.

Son gün iki ülke heyetlerinin ‘‘özel’’ yemeğinde gazeteci olarak sadeceMetehan Demir ile ben vardım.

Tüzmen ve Iraklı meslektaşıyla aynı masayı paylaştık.

Irak Ticaret Bakanı Mehdi Salih, ‘‘Ülkenizde bu geziyi eleştirenler olmuş. Ama bakın buraya 350 işadamı geldi ve 700 milyon dolarlık bağlantı yapıldı. Kişi başına 2 milyon dolar üç gün içinde. Bu çapta iş yapabileceğiniz başka yer var mı?’’ diye sordu.

Son gün, son yemekte bile hálá iş bitiriliyordu.

TOFAŞ'ın 1 yıldan beri bu ülkeye satmak için uğraştığı 2000 adet otomobilin satışını tam bu sırada Bakan Tüzmen bitirdi.

1 yıldır bitirilemeyen iş masada 5 dakikada bitti.

Üstelik tüm bu anlaşmalar Birleşmiş Milletler'in 13. faz olarak adlandırılan petrol karşılığı kontrollü ithalat izni içinde yapıldı.

Yani 6 aylık bir süreyi kapsıyor.

14. fazda da bir bu kadar, hatta daha fazla ticaret yapmak mümkün.

3 gün kaldığım Irak'ta epey bir gezdim.

Bu izlenimlerimi de size bu hafta boyunca aktaracağım.

Irak'a yapılan bu geziye iyi ki katılmışım diyorum.

Oturduğu yerden, etki altında yazanlara karşı, gerçekleri aktaracağım.

Bekleyin...

Bu gezi lüzumsuz muydu?


IRAK'a yapılan bu gezinin lüzumsuz olduğu ve katılan işadamlarının niyetinin iş yapmak değil, Bakan'a yakın olmak için uçağa bindiği yazıldı buralarda.

Açıkçası geziye katılmadan önce benim de fikrim bu yöndeydi.

Yokluklar ülkesi Irak'la, savaş arifesinde nasıl bir ticaret yapılabilirdi ki!

Ancak ticaretin ‘‘has’’ı yapıldı. Çünkü Irak, müthiş bir ithalat yapıyor. Dünyanın bütün ülkeleri orada.

Japonya Mısır üzerinden, pek çok Avrupa ülkesi Suriye ve Ürdün üzerinden Irak'a mal satıyorlar. Amerikan şirketleri bile Irak'ta.

Irak petrolünün yüzde 80'ini Amerikan şirketleri alıyor. Basra'dan kalkan tankerlerin neredeyse tamamı petrolü Teksas'taki rafinerilere taşıyorlar, çünkü bu petrol Teksas rafinerilerinin işlemesine en uygun petrol.

ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney'nin ortağı olduğu şirket, Irak petrolünün en büyük müşterileri arasında.

Bu gezi Türk-ABD ilişkilerini bozmakla kalmaz, savaş sonrası Irak'ta kurulacak yeni yönetimin Türkiye'ye soğuk bakmasına neden olur diye bir iddia var.

Bu iddia Irak'taki Türk diplomatlarca yalanlanıyor.

‘‘Savaş olsa ve yönetim değişse bile, yeni gelenler de Iraklılar olacak ve Türkiye bu yüzden Irak'ı kaybetmez’’ diyorlar.Bizim gördüğümüz kadarıyla bu gezi Türkiye açısından bir risk değil, bir kazanç oldu. Burada yaratılmaya çalışılan havanın tam aksine.

Bush’a basmadan giremezsiniz


BAĞDAT'ın en büyük ve en lüks oteli El Reşit'in giriş kapısında yeri bir ‘‘Bush mozaiği’’ kaplıyor. Altında da ‘‘Kriminal Bush’’ yazıyor.

Bu resme basmadan otele girmek imkánsız.

Ama bu Bush, baba Bush.

İlginç olan bu mozaiği yapan sanatçının öyküsü.

El Reşit'in girişine bu ‘‘sanat eseri’’ni yapan kadın sanatçı, eserini tamamladıktan bir süre sonra öldürülmüş.

Hem de nasıl!

Irak'taki askeri tesisleri vurmak için bombalarını fırlatan bir uçaktan atılan bombanın ‘‘yanlışlıkla’’ bir sivil hedefi vurması sonucu.

Şansa bakın ki, vurulan sivil hedefte mozaiği yapan kadın ve ailesi oturuyormuş.

Bu bir propaganda mıdır, yoksa gerçek midir öğrenemedim.

Ama Bağdat'ta anlatılan öykü bu.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Gerçekleri görmeden, gerçekleri yazamayacağımızı anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

THY, pilotları hataya mı zorluyor?

10 Ocak 2003
<B>HEP </B>pilotaj hatası. Son olarak <B>‘‘çok benzer’’ </B>bir kaza Van'da meydana gelmişti. Karlı ve görüş mesafesinin az olduğu bir gün, ‘‘ille de’’ inmek isteyen bir başka pilot THY'nin İstanbul-Van seferini yapan uçağını yaklaşma anında Edremit'te bir tepeye çarptırarak düşürmüştü.

O zaman da konuşulanlar bugünkünden pek farklı değildi.

Önceki akşam düşen uçak piste ‘‘metreler kala’’ yere çakılmıştı.

Van'da düşen uçak da yarım metre daha yukardan uçuyor olsa iniş takımı yere çarpmayacak ve düşmeyecekti.

THY'nin son iki kazasının ‘‘öyküleri’’ ne kadar da benzer değil mi?

Kötü hava şartları ve inmekte ısrarlı pilotlar. Peki bu pilotların yolcuların hayatlarına önem vermediklerini varsayın, ki mümkün değil, ama biz varsayalım, bunların kendi sevdikleri, eşleri, çocukları yok mu?

Var elbet..

Peki bu adamlar birer maceraperest mi?

Değil elbet. Peki bu ısrar niye?

Israrın nedeni THY'nin kuralları mı?

Konuştuğumuz pilotlar, ‘‘Pilotlar inmek için ısrarcı olmak zorunda. Çünkü yapılamayan her iniş THY'ye itiraz olarak geri dönüyor. Yolcular THY'yi suçluyor. THY de yapılmayan inişleri pilotların siciline işliyor. Yani bir anlamda inmeyen pilotun sicili bozuluyor. THY pilotları bu nedenle inmeyi sonuna kadar deniyorlar’’ diyorlar.

Bu iddia korkunç bir iddia.

Ve pilotların hava şartlarının getirdiği risklere rağmen inmeyi denemelerini ve bazen de başarısız olmalarını açıklayan bir iddia. THY, pilotlarının neden bu kadar riskli uçtuklarını bayrağını taşıdığı millete izah etmek zorundadır.

Dünyanın en iyi pilotları ile en fazla pilotaj hatası yapıyor olmak gerçekten zor bir iştir.

Hukuk Türkçesi

AŞAĞIDA yazacağım satırlar Türkiye'de hákimlik yapan bir kişinin ağzından çıkmış ve zabıt kátibi tarafından yazılmıştır. Okuyun ve ‘‘fenalık geçirin’’:

‘‘Mahkememizde bir davaya esas olmak üzere:

Ulusal yayın yapan Remzi ve Fatma'dan olma, 1968 doğumlu B.K. ile Mecit ve Elif'ten olma, 1973 doğumlu M.R'nin bilinen mesleki itibarı ile müdürlüğünüzde yayın yapıp yapmadığı ve tanındığı takdirde tebligata yarar açık adresinin etraflı bir şekilde tesbitle duruşmanın atılı bulunduğu ..... gününden evvel mahkememize bilgi verilmesi rica olunur.’’

Mahkeminin bu metninden çıkan sonuçlar şöyle:

B.K. tek başına ulusal yayın yapabiliyor.

B.K.'nın bu özelliği genetik. Ana babadan geçmiş.

Meslek itibarı ile müdürlüğümüzden yayın yapabiliyor.

Aynı durum M.R. için de geçerli.

Bu Türkçe ile bu mahkeminin alacağı kararı ve bu kararı nasıl yazacağını çok merak ediyorum doğrusu.

NOT: İsimler, kişilerin haklarının korunması amacıyla tarafımdan değiştirilmiştir.

İçerik gerekli, üslup ve bazı davetliler gereksiz!

GENELKURMAY Başkanlığı önceki akşam bir davet verdi. Kendi gazetemin haberi olmamış ve katılanlar listesine adımı koymamışlar ama ben de oradaydım.

İçeriğini okumuşsunuzdur.

Askerler ‘‘hassas’’ oldukları ve aslında ‘‘hepimizin’’ bu hassasiyeti paylaştığı konularda mesajlar verdiler.

Hem de 1. ağızdan.

Hem de ‘‘çok sert’’ bir tonda.

Umarım bu, sivil kanattan gelecek açıklamalarla polemik haline gelmez. Ben Genelkurmay Başkanı'nı içerikte haklı, üslupta sert buldum.

Bu açıklama için bir kokteyl düzenlemek ise bence ‘‘gereksiz masraf’’ olmuş.

Davetliler arasında ise basın patronları da vardı. Bazıları gelmişti, bazıları ise gelmemişti.

Fakat basın patronlarının ‘‘neye göre’’ çağrıldığını anlamadım.

Çünkü ‘‘devletin resmi belgelerinde’’ basın patronu olmayan ama basın patronu olduğu ‘‘tahmin edilen’’ bazıları da davetli listesindeydiler.

Yasalara saygılı askerlerin bu kişileri ‘‘neye dayanarak’’ çağırdıklarını anlamadım.

Açıkçası ben Genelkurmay'ın ‘‘açık açık’’ gazetecilik yapanları davet etmesini beklerdim.

‘‘Perde arkası’’ basın patronculuğu oynayanların değil.

Sıra sizde Hıncal Abi

BENİM eleştirdiğim, Hıncal Uluç'un bana destek verdiği ama bir yandan da ‘‘Ne oldu ilkelerinize’’ diye sorduğu Gözcü Gazetesi'nde yayınlanan fotoğraf Doğan Medya Grubu Yayın Konseyi'nin gündemindeydi.

Ve Konsey aldığı kararı bir yazıyla bana da iletti.

Hürriyet Gazetesi Konsey'in aldığı kararı haber yaptığı için, ben bu kararı kendi sütunuma taşıma gereği duymadım.

Sonuç olarak büyük bir hassasiyet gösterildi ve Gözcü Gazetesi'nin bu haberi ve haberi bu şekilde yapanlar kınandı.

Bildiğim kadarıyla bu bizim meslekte bir ilk ve memnuniyet verici bir gelişme.

Durum bu Sevgili Hıncal Abi.

Şimdi bir rica da benden sana. Lütfen senin içinde bulunduğun grup da ilkelerini ‘‘korkmadan’’ yayınlasın.

Ben de gerektiği zaman sana sorabileyim ‘‘Nerede ilkeleriniz’’ diye.

Olur mu Hıncal Abi?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Kararsızlığın ve gecikmenin de bir bedeli olduğunu unutmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Diyanet'ten sorumlu Bakan'dan yanıt

9 Ocak 2003
<B>DİYANET </B>İşleri'nden Sorumlu Devlet Bakanı <B>Mehmet Aydın</B> aradı. ‘‘Benim gibi tarikatçılıkla, cemaatçilikle alakası olmayan bir adamın Diyanet'i tarikatların emrine vereceğine nasıl inanırsınız?’’ diye sordu.

‘‘Parti politikası’’ dedim.

Karşılıklı güldük.

‘‘Yok, yok. Olmaz merak etmeyin’’ dedi.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yasasının değiştirilerek Diyanet'in tarikat ve cemaatlerin kontrolüne verileceği ve bunun bölünme yaratacağını yazdım dün.

Bakan Aydın ise ‘‘müsterih’’ olmamızı istiyor.

‘‘Söz ettiğiniz proje benim projem değil. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın hazırladığı bir taslak. 2 yıl önce hazırlanmış ama bir türlü hayata geçmemiş bir yasa taslağı. Diyanet İşleri Başkanı'nın bir komisyon tarafından seçilmesini öngören bir taslak’’ diye anlattı Bakan Aydın.

‘‘Taslağı biliyorum. Aynen Meclis'e getirecek misiniz?’’
diye sordum.

‘‘Hayır’’ dedi. Üzerinde çalışıyorlarmış.

Plana göre Diyanet İşleri Başkanı bir komisyon tarafından seçilecek. Komisyonda il müftülerinin ve ilçe müftülerinin temsilcileri, İlahiyat Fakülteleri'nden YÖK tarafından onaylanmış temsilciler olacakmış.

Bakan Mehmet Aydın, ‘‘Anglosakson modeli söz konusu değil’’ dedi.

Yapmaya çalıştıkları, Diyanet'in sadece tarikat ve cemaatlerin değil, siyasetin de etki alanı dışına çıkarılması imiş.

‘‘Merak etmeyin, yanlış bir şey yapmayız’’ dedi.

‘‘Merak etmeyin. İzliyorum’’ dedim.

Bakan Aydın başka konularda da bilgi verdi ama onları da başka bir yazıya inşallah.

Savaş havası rezervasyonu engellemedi


BİR yandan savaş havası var, bir yandan turizmde müthiş bir talep. Öger Tur'dan Hüseyin Baraner ile konuşuyor.

Olumsuz şartlara rağmen geçen yıla oranla Almanya'dan Türkiye'ye yönelik rezervasyonlarda yüzde 18'lik bir artış var.

Bunun daha da artması muhtemel.

Üstelik bütün bu durum Irak'la ilgili gelişmelere rağmen oluşuyor.

Eskiden bir Alman gazetesinde tek sütun 2 santim Türkiye hakkında olumsuz bir haber çıksa rezervasyon iptalleri başlardı.

Baraner'e soruyorum, ‘‘Gazetelerde savaş haberi çıkmıyor mu?’’ diye.

O da şaşkın:

‘‘Çıkmaz olur mu, her gün Türkiye haritaları, füzeler, bombalar ama galiba umursamıyorlar. Türkiye hakkında yıllarca öyle olumsuz bir tablo yaratıldı ve buna rağmen Türkiye öylesine güvenliydi ki, galiba Almanlar bu işi ciddiye almıyorlar’’ diyor.

Eğer Irak'a yönelik bir harekát olmazsa, Türk turizmi bu yıl müthiş bir sezon daha yaşayacak gibi.

‘‘Savaş çıkarsa ne olur?’’ diye soruyorum.

‘‘Vallahi mart ortasında yapılacak Berlin Fuarı'na kadar biter veya biteceği yönünde bir hava oluşursa etkilemez. Ama başlar ve belirsiz bir hale gelirse bu seneyi unutabiliriz’’ diyor Baraner.

Turizm şimdilik umut verici.

Bakalım mart sonunda tablo ne olacak!

Kaybeden biz olacağız


PAZARTESİ akşamı emekli büyükelçi Yalım Eralp ve emekli Korgeneral Hasan Kundakçı ile konuşurken, ikisi de çok önemli bir noktada fikir birliği içindeydiler:

‘‘Siz bakmayın Amerika'nın yapacağı operasyona karşı çıkıyormuş gibi duran AB ülkelerine ve Araplara. Operasyon kaçınılmaz olunca hepsi destek vereceklerdir.’’

Nitekim öyle oluyor.

İngiltere yoldan gönüllü çıkmıştı.

Almanya ‘‘Madem yapacaksınız, ne diyeyim’’ noktasında.

Operasyona ‘‘en karşı’’ ülke durumundaki Fransa önceki gün ordusunu alarma geçirdi ve ‘‘Hazır ol’’ emri Cumhurbaşkanı'nın ağzından verildi.

Suudiler ABD'nin Riyad'daki üssü büyütme çalışmalarını görmezden geliyorlar.

Bir tek Türkiye'de garip bir belirsizlik var.

İcraatta destek var gibi ama söylem müthiş anti-Amerikan.

Kararsız, kişiliksiz bir tavır.

Doğru, konum olarak en sıkıntılı yerde biz varız.

Bizden istenilen başkasından istenmiyor.

Bunlara eyvallah ama bu kadar da ‘‘tavşan pisliği’’ olabilecek bir noktada değiliz.

O kadar ki, belirsizlik artık kendi Genelkurmay'ımızı bile rahatsız ediyor.

Ve Türkiye 12 yıldır bir Irak politikası oluşturmamış olmanın bedelini ödüyor.

Gidişata bakılırsa bu kez de Körfez Savaşı'nın tek kaybedeni olmaya adayız.

Operasyon olsa da olmasa da, Saddam kalsa da gitse de, bu işten zararlı biz çıkacağız.

Bunun tek nedeni ise ‘‘politikasızlık’’.

Atatürk'ün ölümünden beri hiçbir politika üretememiş olmamız.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Seks manyaklarını televizyon eleştirmeni yapmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Doğrucu Davut'tan Dışişleri Bakanı olur mu?

8 Ocak 2003
<B>SEVGİLİ </B>kardeşim 2-3 yaşlarındayken, annemler onun yanında hiç <B>‘‘dedikodu’’ </B>yapmazlardı. Çünkü bir gün çok sevdiğimiz ama biraz kilolu komşumuz için annemlerin kendi aralarında ettiği sohbete tanık olmuş ve kadıncağız bize oturmaya geldiği bir gün ‘‘Anne bak şişko teyze geldi’’ deyivermişti.

Durumun daha vahim ortamlarda tekrarlanmasından korkan annem de, bir daha kardeşimin yanında dedikodu yapmama kararı almıştı.

Çünkü kardeşim 3 yaşın saflığı içindeydi. Duyduğu ve herkese duyurduğu sözlerin, aslında çok sevdiğimiz komşumuzla ilişkilerimizi bozabileceğinin farkında değildi.

Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ne zaman ağzını açsa, ben hep kardeşimin üç yaşındaki halini hatırlıyorum.

Sağolsun Yaşar Bey çok doğrucu bir adam.

Aklından geçeni, düşündüğünü, kendisine iletileni, yapmak istediğini veya yapılmak isteneni kıvırtmadan, saptırmadan söylüyor.

Politikacılar ve diplomatlar sözlerini söylemeden önce kıvırtırlar.

Yaşar Bey önce söylüyor, sonra kıvırtıyor.

Her seferinde de bir çuval inciri berbat ediyor. Haftalar önce Yakış'ın bu koltukta uzun süreli oturamayacağını yazmıştım.

1 ayını doldurmamış bir kabinede bakan değişikliği hoş olmaz ama Yaşar Yakış'ın bu ‘‘boşboğazlık’’ olarak nitelenebilecek ‘‘doğruculukla’’ orada oturması da hoş olmuyor.

Doğru adamı severim, Yaşar Bey'i de seviyorum.

Ama konuşmamak da bir yöntemdir. Oturduğu koltuk, istese de istemese de yalanı gerektirir.

Yok eğer yalan söylemek istemiyorsa sussun.

Ya da bu doğruculukla Dışişleri Bakanlığı'nı bıraksın, gitsin iyi bir ‘‘kadı’’ olsun.

AKP’nin tehlikeli Diyanet hamlesi


AKP iktidarı, bir yandan dış politikada yoğun bir gündemle boğuşuyor, bir yandan da içerde ‘‘hedefe doğru’’ ince hamleler yapıyor.

Bu hamlelerin en tehlikelilerinden birini Diyanet İşleri Başkanlığı'nda yapmak üzere hazırlanıyor AKP.

Herkes Irak'a ve olası bir savaşa kilitlenmişken, AKP sessiz sedasız bir biçimde ‘‘tehlikeli’’ bir değişiklik yapmak üzere.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın statüsünü değiştirmeye hazırlanıyorlar.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın statüsü Cumhuriyet'in kuruluşu ile neredeyse yaşıt.

Bu konudaki yasal düzenleme bizzat Atatürk'ün eseri.

Atatürk de bunu kafasından uydurmamış.

600 yıllık Osmanlı geleneğinin devamı olacak şekilde bir statü hazırlamış ve bunu yasalaştırmış.

O gün bugündür de buna dokunmaya kimse yeltenmemiş.

Çünkü o da bir ‘‘Pandora kutusu’’.

AKP şimdi bunu değiştirme hazırlığında.

Sözde ‘‘Anglosakson tipi’’ bir düzene geçecekler.

Bu şu demek, Diyanet İşleri Başkanlığı tarikat ve cemaatlerin oyun ya da çatışma alanına dönecek.

Herkes kendi etkinliğini artırmaya ve bunu ranta çevirmeye çalışacak.

Dini alanda müthiş bir bölünme yaşanacak.

Camiler kamplara ayrılacak.

Her tarikatın, her cemaatin camisi ayrılacak.

Namaz vaktinin geldiğini gören Müslüman gördüğü ilk camiye giremeyecek.

Kendi cemaatinin camisini arayacak.

Oysa bu ülkede Müslümanların büyük bölümünün bir tarikat veya cemaat bağlantısı yok. Dine ve Allah'a doğrudan bağlılar.

Bu kez bunlar da kendilerini bir tarikata veya cemaate yönlendirmek zorunda kalacaklar. Türkiye'de yeni bir bölünme sürece başlayacak.

AKP'nin bu oyunu çok ama çok tehlikeli.

Bu oyun oynanmamalı.

Yoksa hepimiz hükmen mağlup oluruz...

Hukuki olmayan karara hukuk uydurulur mu?


ANAYASA'da yapılan değişiklikler sonrasında Tayyip Erdoğan ‘‘seçilme’’ hakkına kavuştu. Hukukçuların yorumu bu. Şimdiki meselemiz Erdoğan'ın Siirt'te ‘‘yenilenecek’’ seçimlere girip giremeyeceği.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Kanadoğlu ‘‘Giremez’’ diyor.

Hukuken haklı olabilir. Yorum yapacak noktada değilim.

Ancak bence girmeli.

Çünkü işin ‘‘hukuk kısmı’’ zaten YSK'nın kararıyla ortadan kalktı.

YSK'nın Siirt'te seçim yenileme kararı hukuki mi ki, bundan sonra o kararın devamıyla ilgili herhangi bir şeyi hukuk çerçevesine oturtabilelim. Bence Tayyip Erdoğan bir an önce seçilsin girsin. Bu ıstırap bitsin. Akı karayı görelim.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


İktidarlar kendi hırsızlarını yaratmaya değil, hırsızlığa son vermeye niyetlendiği zaman.
Yazının Devamını Oku

900 bin kredi mağdurunun 1 hortumcu kadar değeri yok

7 Ocak 2003
KREDİ kartı borcunu ödeyemeyen ve aldığı az miktarda tüketici kredisini geri ödeyemeyen 900 bin kişi bir yandan bankaların kara listesinde, diğer yandan mahkeme kapılarında, icra dairelerinde.İş o hale geldi ki, artık Zeki Alasya'sından, Harun Kolçak'ına kadar ünlüler bile bu işten payını alıyor. Türkiye'nin çarpık düzeni bu işte. 900 bin adet sade vatandaş, üç beş kuruşluk kredilerini ödeyemedikleri, evlerine aş sokabilmek için yaptıkları alışverişin parasını kapatamadıkları için mahkemelikler.Ama devletten yüz milyonlarca hatta milyarlarca dolar götürenler kurtarılıyor. Beş para etmez şirketleri karşılığında borçları siliniyor, vatandaştan temerrüt faizi adı altında yüzde 300 faiz alınırken, bunların milyar dolarlık borçlarına yüzde 3.5 faiz uygulanıyor ve 10 yıla yayılıyor. 1 milyar borcu olan kara listeye alınıyor, birkaç milyar dolar borcu olan ise ‘‘aklanıyor’’. Hem de, o kara listede olan garibanların maaşlarından kesilen vergilerle, onların sırtına bindirilen borçlarla. Üstelik de o 900 bin vatandaşın toplam borcu üç beş hortumcunun taktığının onda biri bile değil. Yani bunlardan birini kurtarmaktan vazgeçilse, 900 bin vatandaş kurtarılabilir. Ama o gariban vatandaş ne İstanbul, ne Ankara yaklaşımına alınıyor. 900 bin garibana, 1 hortumcu kadar hoşgörü gösterilmiyor. Mehmetçik'le Coni Kuzey Irak'ta karşı karşıya gelir mi?BAŞBAKAN'a sordum: ‘‘Yarın öbür gün Kuzey Irak'ta Türkiye'nin çıkarlarına ve şartlarına aykırı bir gelişme olursa ve bu gelişme ABD tarafından desteklenirse, Türk askeri ile bölgede konuşlanacak ABD askerleri arasında bir çatışma söz konusu olabilir mi?’’ diye. Toplantıda karşımızda oturup ‘‘devleti temsil edenler’’ güldüler. Hem de yüksek tonda. Yani kibar kahkahalarla. Ve böyle bir şeyin söz konusu olmayacağını söylediler. Gerçeklerden mi hareket ettiler, yoksa ‘‘wishfull thinking’’, yani ‘‘iyimser düşünce’’ içinde miydiler bilmiyorum. Ancak ben bu durumu son derece ciddiye alıyorum. Kuzey Irak'ta Kürt gruplar ABD tarafından eğitiliyor ve silahlandırılıyor. Şimdilik hedef Saddam. Ancak Saddam meselesi şu veya bu şekilde tamamlandıktan sonra bu silahlar ve bu eğitim geri alınamayacak. Bu bir kenara, bugünlerde Kuzey Irak'ta bir ‘‘Irak Muhalefet Hükümeti’’ kurma çalışmaları başladı. Bunun içinde bir Kuzey Irak Hükümeti de yer alacak. ABD bir yandan savaş sonrası Irak'ın nasıl yönetileceğini simüle ediyor, bir yandan da bunların Irak içindeki gücünden faydalanmaya çalışıyor.Bu çalışmalar sonucunda Kuzey Irak'ta Türkiye'nin onay vermediği ve vermeyeceği ama ABD tarafından hoş görülen ve hatta desteklenen bir gelişme olursa ne olacak?Bu soru şaka değil!Ne olacak?Türk askeri Kuzey Irak'a müdahale edecek mi?Kuvvetle muhtemel edecek. Peki ya bölgede bulunan Amerikan kuvvetleri bu müdahaleyi engellemeye kalkışırsa ne olacak?Kuzey Irak'ta ya da Irak Kürdistanı'nda Mehmetçik ile Coni karşı karşıya mı gelecek?Böyle bir çatışmanın ‘‘hukuki statüsü’’ ne olacak?Böyle bir olasılık ‘‘gülünecek’’ şey değildir. Eğer gerçekleşirse, birileri halimize ağzıyla değil, başka yeriyle güler.Hıncal Uluç hiç merak etmesin!GÖZCÜ Gazetesi'nde yayınlanan bir fotoğrafa yönelik eleştirime sevgili ağabeyim Hıncal Uluç'tan bir destek, bir de ‘‘sitem’’ gelmişti. Uluç eleştirime katılıyor ancak bu fotoğrafın Doğan Medya Grubu'nun ilkeleriyle bağdaşıp bağdaşmadığını soruyor ve ‘‘Ne oldu o ilkelere’’ diyordu. O ilkelere bir şey olmadı Hıncal Abi. Taş gibi yerinde duruyor. Duruyor ki, siz bizi eleştirebilin ve biz de yolumuzu kaybetmeyelim. İşte o ilkeler doğrultusunda ben köşe yazımı kaleme almadan önce, bu haberin yapılış biçimini ve kullanılan fotoğrafı Doğan Yayın Konseyi Sekretaryası'na bir şikáyet dilekçesi ile bildirdim. Ve sekretaryadan bana verilen bilgiye göre, bahse konu fotoğraf Konsey'in bugün yapılacak toplantısında ele alınacakmış. Buradan çıkacak sonucu da sana bildireceğim.NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Köpekler insanlara hoşt demeye başlamadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Türkiye Hıristiyanlaşmazsa Huntington çuvalladı demektir

6 Ocak 2003
ABDULLAH Gül'ün ‘‘Ortadoğu turu’’nun iyi geçtiğini öğreniyoruz. Savaşı önler mi bilemem ama Suriye ile ilişkilerde yeni bir sayfa açıyor olması çok önemli bir adım. Çünkü Irak ve Suriye Türkiye'nin büyümesinin anahtarı olabilecek iki ülke. Eğer Irak'ın kendisi, Suriye ile ise ve bizim ilişkilerimiz iki ülke ile normalleşirse bu Türkiye için yıllık yüzde 5'lik estra büyüme demektir.Bunun üstüne bir de Rusya'yı gerektiği gibi değerlendirebilirsek Avrupa Birliği'ne girmeden bile, müthiş bir ivme yakalayabiliriz. Türkiye'nin çıkarı ‘‘yakın çevresini’’ normalleştirmekten geçiyor. Bu açık. Bu gezinin savaşı önleme ihtimaline gelince. Bence bu geziden böyle bir fonksiyon beklenemez. ABD Savunma ve Dışişleri Bakanları'nın iki kere turladığı bölgede, Türkiye ABD'nin söylemediği veya söyleyemediği neyi masaya koyacak!Daha önce de yazdığım gibi, bu gezide Gül savaşı önlemekten çok, bir savaş halinde Türkiye'nin buna sınırlı desteğinin neden kaçınılmaz olduğunu anlatmaya çalışıyor ve ortak çıkarlar bulmaya gayret ediyor. Bu da son derece akıllıca bir ‘‘amaç’’. ABD ise bu geziden memnun değil gibi görünse de aslında memnun. Çünkü Türkiye o meşhur ‘‘Medeniyetler Çatışması’’ tezinin antitezi olacak. Eğer ‘‘Müslüman Türkiye’’ ABD'nin yanında yer alırsa ve Müslüman diğer ülkeler bunu mazur görürse Huntington'ın kitabı ‘‘masal kitabına’’ dönüşür. ABD de bunu biliyor. Anladığımız kadarıyla ABD bir medeniyetler çatışması peşinde değil.O yüzden Türkiye'yi istiyor. Medyada yeni kartel: Hortumcular KarteliHER türlü ‘‘rezaleti’’ medya savaşı örtüsünün altına saklamak müthiş bir moda oldu. Uzanlar'ın rezaletlerini aylarca yazdım. Akıllı davranıp Doğan Grubu'na saldırdılar, yıllardır yaptıkları, herkesin asabını bozan olaylar birdenbire unutuldu. İş ‘‘medya savaşı’’na dönüştü. Kimse ‘‘Bu adamlar bunları yapıyor mu gerçekten’’ demedi. Medya savaşı diye geçiştirildi.Türkiye'nin bir büyük basın grubu (Sabah Grubu) yıllarca devlet kaynaklarından faydalandı. İnanılmaz krediler kullandı. Patronu ve üst düzey yönetimi krallar gibi yaşadı. Yetmedi, devlet bankası bunlara verildi. İçini boşalttılar. O bile yeterli olmadı. Sonunda banka battı. Grup battı. 1 milyar doları aşkın paranın uçurulduğu ortaya çıktı. Patron hapse girdi. Bunlar hakkında ilk günden bu yana yazdım. Öyle ki, patron hapisteyken yakınları haber yolladılar. ‘‘Lütfen yeter artık. Çok kötü durumda. Bir daha dışarıyı göremeyecek diye korkuyoruz.’’ Acıdık ama yine yazdık ve yazmaya devam ediyoruz. Diyorlar ki, basın kavgası. Basının banka hortumlama hakkı var da ben mi bilmiyorum?Banka hortumlayan basın da olsa, basmayın da olsa yazılır kardeşim. Bana ne bir yandan hortumculuk yapıp, yan iş olarak da gazete çıkardıysanız. Bana ne?Aynı şey Çukurova için geçerli değil mi?İki bankaya sahip ol. Bunları kendi şirketlerini finanse etmek için kullan. Kendi bankalarını ve kendi şirketlerini boşalt. Tek sağlam şirketini tehlikelerden uzak bir yere park et. Devletin 2 küsur milyar dolarının üzerine yat.Biz bunları yazınca ‘‘medya savaşı’’na sığın. Çıkar elinden zaten zarar eden gazetelerini ve televizyonunu o zaman. Para mı kazanıyorsun medya işinden. Yoo. O zaman yapma. Medya savaşıymış. Sen kim, medya olmak kim. Milyonlarca dolar zarar eden basılı káğıt parçalarına sahip olmak mı medya!IMF'den dilene dilene aldığımız ve neredeyse ulusal bağımsızlığımıza mal olan paranın yarıya yakınını tek başına iç eden iki grup, ortada medya diye geziyor. Ve bunlar hakkında yazınca ‘‘Tetikçiler medya savaşı yapıyorlar’’ diye bağırıyorlar. Elinde basılı káğıdı ya da káğıt basacak tesisi yok diye Hayyam Garipoğlu için yazmak serbest. Ama káğıt basabiliyor diye Çukurova ve Sabah hakkında yazmak yasak. Medyada yeni kartel bu olsa gerek. Banka hortumcuları karteli. Altına saklandıkları örtü ise medya savaşı. Savaşmayalım da, soyguna devam edin değil mi?Bir Etibank daha, bir Pamukbank daha. Doymak bilmezler sizi. NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Hırsızlığı yapanın kim olduğuna ve kiminle olduğuna değil, hırsız olup olmadığına baktığımız zaman.
Yazının Devamını Oku