Fatih Altaylı

Başbakanın tabanı kimdir

26 Aralık 2002
<B>BAŞBAKAN Abdullah Gül,</B> Irak meselesi ile ilgili olarak ana muhalefet partisi lideri <B>Deniz Baykal </B>ile bir araya geldi. İktidar son derece ‘‘doğru’’ bir hareketle, muhalefeti bilgilendiriyordu.

Tavrı alkışladık.

Ancak, görüşme sırasında kullanılan bir cümle, hayal kırıklığı yaratacak türdendi.

Başbakan Gül, Irak'a yapılması muhtemel harekátla ilgili olarak ABD'nin taleplerinden bahsederken, ‘‘Bunu tabanımıza nasıl anlatacağımızı bilmiyorum’’ gibisinden bir cümle kullanıyor.

Bu cümle bir başbakanın ağzından çıkması beklenen ve gereken son cümleden bir sonraki cümledir.

Partilerin tabanları vardır.

Ama başbakanların tabanı olmaz.

Başbakanlar tabansız olmak zorundadırlar.

Eğer başbakan bir tabandan söz edecekse, o taban ‘‘millet’’tir.

Bir parti yöneticisi tabandan söz edebilir.

Ama o parti yöneticisi başbakan veya bakan olmayı başarmışsa ‘‘taban’’ deme hakkını kaybeder.

Çünkü o benim, sizin, ona oy veren ve vermeyen herkesin başbakanıdır.

Başbakan Gül, Irak'a yönelik bir harekátla ilgili olarak sadece kendisine oy verenlere değil, oy vermeyenlere karşı da sorumludur.

Ve bu sorumluluğu tabanına kadar değil, iliklerine kadar hissetmesi gerekir.

Toplumsal meselelerde gazete dayanışması


SSK'nın ilaç paralarını ödememesinden dolayı, başta pahalı ilaçlar kullanmak zorunda olan ve ‘‘Önce öde, sonra SSK'dan alabilirsen al’’ diyemeyen başta kanser hastaları olmak üzere sigortalıların mağduriyetini burada defalarca dile getirdim.

Bakan Başesgioğlu aradı ve sorunu çözmeye çalıştıklarını söyledi.

Şimdi bu konuyu Sabah Gazetesi manşetten ele alıyor.

İyi de yapıyor.

Bir yanda devletin ödeyemediği para yüzünden mağdur olan sigortalı vatandaş, diğer yanda çoklu fiyatlar ve aşırı pahalı ilaçlar yüzünden mağdur olan devlet.

Sabah'a bir başka gazetenin yazarının başlattığı bir kampanyayı kompleksizce manşetine taşıdığı için teşekkür ediyorum. Benim uzun zamandan beri ‘‘takık’’ olduğum bir başka konu ise kamu hizmeti veren ve bunun bedelini benden ‘‘vergi’’ yoluyla alan kuruluşların ‘‘vakıf’’ adı altında yaptığı soygun.

Otomobile ruhsat çıkaracaksın, harçları ödüyorsun yetmiyor, ‘‘Zort Vakfı’’na 20 milyon bağış.

Nüfus káğıdı yenileyeceksin, değerli káğıt paralarını yatırıyorsun yetmiyor. ‘‘Zırt Vakfı’’na 5 milyon bağış.

Pasaport alacaksın, ‘‘Fort Vakfı’’na bağış.

Ulan ben bu hizmetler yapılsın diye vergi ödüyorum.

Devletin belirlediği tarife üzerinden harç, pul, damga bilmem nesi ödüyorum.

Vakıftan bana ne?

Benim vergimi banka batıran hortumcuyu kurtarmakta kullanan devlet, vergim karşılığı bana vermek zorunda olduğu hizmeti yapabilmek için para ayıramayınca iş vakıflara kalıyor.

Bu yüzden de, sizin benim gibi sıradan vatandaş bedelini ödediği hizmet için bir daha ekstradan bedel ödüyor.

İşte benim takık olduğum bu konuyu şimdi Vatan Gazetesi de ele aldı.

Onlar da bunu birinci sayfadan ‘‘patlatmaya’’ başladılar.

Hayırlısı ile birlikte bu işleri çözeceğiz galiba.

DYP'nin geçmişi çöpte


MEHMET Ağar'ın DYP genel başkanı olması ile birlikte, siyasette çirkinliğin ne olduğunu görmeye başladık. Yarın sıra ANAP'a, MHP'ye ve diğerlerine de gelecek mutlaka.

Çirkinliğin Mehmet Ağar'ın kişiliği, kimliği ile ilgisi yok.

Bu ‘‘çirkinlik’’ bizim genetik kodumuzla ilgili. Mehmet Ağar gelir gelmez, ‘‘yalak ve yavşak’’ alt kademe yöneticileri geçmişi yok etmeye başladılar. DHA'nın haberine göre, DYP Bursa İl Merkezi'nin çöp tenekelerinde Tansu Çiller'in fotoğrafları atılmış vaziyette. Ağar geldi ya, düne kadar Çiller'in önünde el pençe divan duran ‘‘güç yalakaları’’ şimdi fotoğrafını çöpe atıyorlar.

Mehmet Ağar eğer soyadı gibi ‘‘Ağar’’ bir adamsa bu ‘‘ayıbı’’ durdurur. Çünkü fotoğrafı çöpe attıranın, gün gelir fotoğrafı çöpe atılır. Kendi geçmişini çöpe atanın, geleceği olmaz.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Yavşakların, yavşadıkları kişinin kim olduğuyla ilgilenmediklerini anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Vergi iade edeceğine vergi alan devlet

25 Aralık 2002
<B>DEVLETE </B>ödediğimiz vergiler ve sigorta kesintileri ile bedelsiz olarak almayı hak ettiğimiz hizmetler var. Bunlardan biri eğitim, diğeri ise sağlık.

Ben devletin sosyal güvenlik kuruluşlarına ödediğim para ile sağlık, vergimle çocuğumun eğitim haklarını alıyorum.

Ancak devlet bunları hakkıyla yerine getiremediği için, parasını ödediğim bu hakkı kullanmıyorum.

Ve gidip özel okulda eğitim alıyor, özel hastanede tedavi oluyorum.

Devlet dönüp bana teşekkür edeceğine, yükünü hafiflettiğim için bana pirim vereceğine, bana indirim yapacağına tam aksini yapıyor.

Sırtından yük alana, bir yük daha bindiriyor.

Ve benden ‘‘fahiş KDV’’ alıyor.

Ayıptır, yazıktır, vicdansızlıktır.

Özel sağlık hizmetinde ve özel eğitim hizmetinde yüzde 18'lere varan KDV olur mu?

Bana vergi iadesi yapması gerekirken, benden bir de KDV almak hangi aklın, hangi mantığın işi.

Bu rezaleti neden kimse görmez?

Petrus şarabının haber değeri


İKİ gündür ‘‘ağır eleştiri’’ yazıları kaleme aldım.

Bazıları adrese ulaştı, bazıları anlamazlıktan geldi.

Birisi ise sadece tek satırı kendisine yönelik olan yazının tamamını üzerine alındı.

Ama ne demek istediğim genel olarak anlaşıldı.

Şimdi gelelim biraz da kapımızın önünü süpürmeye.

Hürriyet ben bildim bileli halk gazetesi.

Çocukluğumun gazetesi, bir mensubu olmak için yıllarca ter döktüğüm gazete.

Peki Hürriyet halk gazetesi mi?

Yer yer ‘‘müthiş’’ bir halk gazetesi.

Yer yer ise değil.

Çok geriye gitmeye, çok dehşetli analize gerek yok.

İki hafta önce bir sayfamızın konusu şarap.

Öyle herkesin alabileceği sıradan bir şarap değil.

Şişesi 2 milyarlık Petrus şarap.

Halk gazetesinin sayfasında manşet.

Yine bir ilavemizde tavsiyeler köşesi var.

Her bir tavsiye bir servet.

Gurmeler restoran önerir. 4 kişinin yemeği bir asgari ücret.

Diyeceksiniz ki, gazetelerde böyle şeyler de olmamalı mı?

Olmalı ama bu kadar ‘‘Kör gözüm parmağına’’ olmamalı.

Petrus şarap fiyatıyla haberdir.

Ama içerde de olsa sayfa manşeti değildir.

Kişiliksiz politikanın devekuşları


IRAK'a yönelik Amerikan operasyonu adım adım geliyor. Türkiye ise müthiş bir ‘‘devekuşu politikası’’ güdüyor. Bakanlar Kurulu toplanıyor, devletin zirvesi bir araya geliyor ve ‘‘ABD'ye yönelik şartlar’’ sıralanıyor.

Bunlar haklı veya haksız Türkiye'nin talepleri.

ABD bu taleplerle ilgili somut bir yanıt vermiyor. Türkiye de ‘‘resmen’’ bir ortaklık yapmıyor ve harekáta izin vermeyecekmiş gibi duruyor.

Ama diğer yandan Türk toprakları üzerinde ‘‘hummalı’’ bir faaliyet sürüyor. Amerikalı uzmanlar gelip üsleri denetliyorlar. Mersin Limanı'nda 6. Filo'ya bağlı gemileri ağırlamak üzere düzenlemeler yapılıyor. İncirlik şimdiden bir ‘‘köprübaşı’’ gibi çalışıyor.

Kuzey Irak'a Amerikan askeri malzemeleri Türkiye üzerinden yığılıyor.

Fakat Türkiye ABD'ye destek vermiyor. ABD de durmadan Türkiye'ye ‘‘Destek vermezseniz zararlı çıkarsınız’’ tehditleri savuruyor.

Anlayacağınız Türkiye, destek denilen şey her ne olabilirse, bu konuda tam bir işbirliği içinde davranmasına rağmen, bunun adını koymadığı için tam iki cami arasında beynamaz duruma düşüyor.

Komşumuz Irak ‘‘ABD'ye destek veriyorsun. Bunu unutmayacağım’’ diyor, ABD ‘‘Beni desteklemiyorsun. Seni buna pişman edeceğim’’ diye yükleniyor.

Bu öyle tutarsız, öyle kişiliksiz, öyle iğrenç bir politika ki, aynen 1. Körfez Savaşı'nda olduğu gibi bu kez de bu savaşın tek kaybedeni Türkiye olacak gibi duruyor.

Bu ‘‘ne idüğü flu’’ tavrı dış politika diye benimsemenin kimseye faydası olmayacağını göreceğiz.

Devekuşunun başını kuma gömmesinin, açıkta kalan kıçının görünmesini engellemediği gibi.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Haber televizyonları yalan yanlış haberlerle halkı panikletme televizyonları haline gelmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

AKP'nin manifestosunu arkama astım

24 Aralık 2002
<B>ABDULLAH Gül'</B>ün açıklamalarını <B>‘‘yürek ferahlatıcı’’ </B>bulduğumu itiraf etmeliyim.‘‘Kamu ihale yasası vaktinde yürürlüğe girecek...’’

Bu söz senet olmalı. Çünkü bu yasanın geciktirilmesi ve askıya alınması ‘‘Biraz da bizim hırsızlar çalsın sonra bu yasayı yürürlüğe sokarız’’ demekti ve moral bozucuydu.

‘‘Vergi affı projemiz yok.’’

Bu cümle pek çok insanın kendini enayi gibi hissetmesini engelleyecek kilit bir ifadeyi içeriyor.

‘‘Orta ve uzun vadede vergileri düşüreceğiz.’’

Türkiye'de illegalitenin en önemli kaynağı kurutulacak demek.

‘‘Bankalar düzgün çalışsın hatalarını ödemek istemeyiz.’’

Zaten ödedik. Dahasını kaldıramayız. Haklı Başbakan. Parasını getirip ödeyenin bankası verilsin. Tabii eğer suç işlemediyse. Ama yapılanların üzerine sünger çekilmesin. Yapılan yana kár kalmasın. Haksız rekabetle zenginleşenler, bu haksızlığı sürdürmesinler.

Bu bütün bu cümleleri kestim ve masamın arkasına yapıştırdım.

AKP iktidarının samimiyetini bu sözlere sadakatle ölçeceğim.

Hem de her gün.

Uzan'ın avukatı Cumhuriyetçiler'in ağır topu


İNGİLTERE Cem Uzan'a ve kız kardeşine 15 ay hapis cezası verdi. Sebep Motorola'nın ve Nokia'nın alacak davası. Cezanın veriliş nedeni, ‘‘iyi niyetli hareket etmemek’’.

Bu ceza Uzan'ı etkilemez. Ama hareket alanını daraltır. Avrupa'da ‘‘rahatça’’ gezemez, İngiltere'ye gitmek ise yürek ister. Bunun dışında bir önemi yok. İngiltere'deki davada durum bu. İşe büyük bir hızla başlayan New York'taki mahkemede ise müthiş bir yavaşlama var. Bunun nedeni ise Cem Uzan'ın, aynen Türkiye'de olduğu gibi, Amerika'da da sistemi ‘‘çözmüş’’ olması. Motorola'nın Amerikan siyasetindeki gücünü fark eden Cem Uzan, bu davayı ‘‘sıradan’’ bir şekilde götüremeyeceğini anlayınca müthiş bir atak yaptı.

Ve gitti, harika bir avukat tuttu.

Avukat, Amerika'da şu sırada iktidarda olan Cumhuriyetçiler'le çok iyi bir ‘‘bağlantıya’’ sahip bir kişi.

Baba Bush'un Dışişleri Bakanı James Baker'ın öz be öz oğlu.

Motorola'ya birkaç milyar dolar vermektense, James Baker'ın oğluna, ya da Cumhuriyetçiler'in ve Bush'un ağır topunun ‘‘evladına’’ birkaç milyon dolar vermeyi tercih etti. Uzan bu yolla davayı kazanamayacağını biliyor.

Ama Motorola'ya karşı zaman kazanıyor. Amacı işi uzatarak Motorola'yı bezdirmek ve Motorola'nın Telsim'den alacağı 2 milyar doları ‘‘Write off’’ etmek. Yani ‘‘Tahsili gayri kabil alacaklar’’ hanesine yazdırmak. İş bu hale geldikten sonra Uzan Motorola'nın CEO'suna gidecek ve ‘‘Şu sizin alamayacağınız alacak var ya. Hani tamamını zarara yazmıştınız. Ona 200 milyon dolar vereyim’’ diyecek. Motorola da sokakta para bulmuş gibi olacağı için bunu kabul edecek. Uzan'ın oyunu bu. Sahaya sürdüğü koz ise eski Dışişleri Bakanı'nın oğlu.

Anlayacağınız ha ABD, ha Türkiye.

Bu oyun böyle oynanıyor.

Etiğiniz kaç dolarlık?


‘MEDYA etikçisi’ kesilen ahlaksızlara dün hafif bir bindirdim. Sağ olsunlar aklı başında meslektaşlardan ‘‘ağır’’ destek geldi. Diyorum ya, bazıları ‘‘bok çukuru’’ içinden etik dersi veriyorlar.Şimdi bunların toplandığı bir gazete var. Bu gazete aylardan beri her gün BDDK aleyhine yayın yapıyor. Çünkü grubun bankasına BDDK el koydu. Gazete tetikçiliğe soyundu. Aylardır olmadık tehditlerle BDDK yıldırılmaya çalışıldı ve hálá bu durum sürüyor. BDDK'ya saldırılar yetmedi, bunların bankasıyla ilgili yargı kararlarının alınacağı günlerde gazetede olmadık şekilde ‘‘başyazı kılıklı’’ makalelerle yönlendirmeler yapıldı. Bu gazete, bankaya el koyulduğu günden başlayarak dönemin Ekonomiden sorumlu Bakanı Derviş için de ağza alınmayacak hakaretler etti. Demediğini bırakmadı. Hatta Derviş'e en ağır kim hakaret edebilecekse, onu da istihdam etmekten kaçınmadı. Fakat ilginç bir şey oldu. Geçen hafta Derviş'le bir röportaj yayınladılar. Çünkü Derviş, her nedense, bunların işine gelebilecek bir şeyler söylemişti. Ve aylardır ‘‘yerden yere vurdukları’’ Derviş'i alıp bu kez baş tacı ettiler. Ve bütün pisliğin içinden ‘‘etik dersi’’ veriyorlar. Gidin işinize Allah aşkına. Sizin etiğinizin kaç dolar ettiğini siz de biliyorsunuz, biz de.

3 puana aldanmayın


GALATASARAY maçı kazandı ya, rezalet görmezden geliniyor. Samsun'da yaşanan hakem faciası unutturuluyor. Oysa Samsun'da Metin Tokat Galatasaray'ı tokatlamak için her şeyi yaptı. Ümit Karan'ın bir önceki hafta başına gelen bu hafta yine tekrarlandı, Tokat izledi. Galatasaraylılara yapılan müthiş faullerde sarı kartlar bir türlü çıkamadı. Ama Galatasaraylıların yaptığı ‘‘faullüğü bile şüpheli’’ hareketlere sarı kartları dayadı. Fakat Galatasaray yönetimi, 3 puanın verdiği rehavetle çıtını çıkarmadı. Galatasaray'ı uyarıyorum. Bu yıl Galatasaray'ın üzerine büyük bir oyun oynanıyor. Bu oyunu bozmak için uyanık olmak gerek. Centilmenlik, hakların gaspına göz yummak değil. Adaleti sağlamakla hayata geçirilir. Galatasaray futbolda adalet istemelidir.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Sahtekárlık, yeniden utanılacak bir şey haline geldiği zaman.
Yazının Devamını Oku

Medya ahlakını, medya ahlaksızlarından öğreneceğiz

23 Aralık 2002
<B>TÜRKİYE'</B>de bir grup gazeteci var ki, bunlar mesleğimizin onurunun bugün iki paralık olmasının müsebbibleri. Yıllarca iş takip ettiler, siyasilerle ortaklık yaptılar, haber kaynaklarıyla yatağa girdiler, sınıf atlamak veya en azından öyle bir görüntü vermek için mesleklerini kullandılar, mesleki ahlaksızlık sonucu elde ettikleri ayrıcalıklı konumlarını yaşam tarzı gibi sunarak yazılar yazdılar..

Bunları izleyen ve aptal olmadığı için de gören okur, ne yazık ki, faturayı benim mesleğime çıkardı.

Bunların ‘‘kişilik ve ahlak zaafiyetleri’’ gazeteciliğin zaafiyeti gibi algılandı. Fakat bunlar o dönemde belirli çıkar çevreleri tarafından pohpohlandılar, zengin sofralarının soytarısı olarak alkışlandılar.

Bunlar aslında ‘‘uyanık’’ adamlar ve kadınlardı.

O furyada müthiş paralar kazandılar, mal mülk sahibi oldular. Fakat dediğim gibi bunlar uyanık kişilerdi.

O devrin bittiğini hemen fark ettiler. Ve benim mesleğimin bu en ahlaksız kesimi birdenbire ‘‘etikçi’’ ya da anlaşılabilir şekliyle ‘‘mesleki ahlakçı’’ oldular.

Ve başladılar ‘‘medya etiği’’ üzerine döktürmeye.

Konuya hákimdiler, çünkü işi çığrından çıkaranlar bizzat kendileriydi.

En lüks restoranlardan çıkmayan, şarap ahkámı kesen, first class'tan aşağı uçmayan bu yazarlar dönüp, ‘‘Medya halktan koptu’’ dediler. Oysa medya halktan falan kopmamıştı. Onlar kendilerini medya zannediyordu, o kadar.

Onlar bu saydığım işleri yaparken, biz ise hırsızlık, yolsuzluk yazdık.

İstisnasız bütün güç odaklarıyla kavga ettik. İşten çıkarılmamız için her gün patronumuza onlarca telefon geldi. Tehditlerle, kavgalarla yaşadık. Ailelerimiz paranoya krizlerine girdi. Onlar şarap degustasyonundayken, biz bazen Hakkari'nin dağında, bazen evde batık banka dosyaları içindeydik.

Onlar ‘‘Bu dönemde Türkiye'de yaşanmaz’’ diye New York'tayken biz meydanlardaydık.

Şimdi ‘‘o ahlaksızlar’’ etik üzerine yazı yazıyor.

Onlara kızmıyorum.

Çünkü bugün yaptıkları da başka bir ahlaksızlık türü ve kendilerine yakışıyor.

Ama size kızıyorum.

Çok çabuk unutuyorsunuz diye.

Unutmayın lütfen.

Belki de söyleyen sizin dedenizdi, ‘‘Ayinesi iştir kişinin’’ diye.

Ahlak üzerine yazı yazdılar diye ahlaklı olmadılar.

Unutmayın.

Sezer'den hatırlatma vetosu


CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer'in ‘‘hesapsız’’ hiçbir davranışına tanık olmadım bugüne kadar.

Bu kapsama sokamayacağım tek hareketi ‘‘Uçan Anayasa Operasyonu’’ olabilir ama orada da ‘‘başlama atışını’’ kimin yaptığı hálá bir muamma olduğu için yorum yapmam imkánsız.

Dediğim gibi Sezer'in ‘‘hesapsız’’ hiçbir hareketi yok bence.

Son veto da öyle bir ‘‘veto’’.

Pek çok yere mesaj gidiyor.

AKP iktidarının yapabileceklerinden ‘‘ürken’’ kesimlere çok üst tonda söylenmiş bir ‘‘Merak etmeyin ben buradayım’’ mesajı.

AKP'ye ‘‘Güçlüsünüz ama beni de bu hesabın içine katmalısınız’’ uyarısı.

CHP'ye ‘‘Adam gibi muhalefet yapacaksanız yapın, yoksa ülkeyi zora sokarsınız’’ fırçası. Askere ‘‘Günü geldiğinde veya o gün gelirse ben pes etmeden sizin konuşmanıza gerek yok’’ uyarısı.

Vatandaşa da ‘‘Türkiye'de sistem işliyor’’ hatırlatması.

Sezer'in Anayasa değişikliklerini veto etmesinin bence anlamı bu.

Yoksa o da bu değişikliklerin kişiye özel olmadığını, anormal bir durumu normalleştirme çabası olduğunu hepimiz kadar biliyor.

Ama uyarıyor: ‘‘Ben yemem’’.

Yasa önüne tekrar geldiğinde sorun çıkarmayacak. İmzalayıp geçecek.

Ama hep ‘‘orada’’ olacak.

Medyatik ve sosyetik gurmeler


KEBAP sever misiniz? Ben severim. Bence herkes sever. Bazıları burun kıvırır ama bilirim ki, onlar da bayılırlar. Hürriyet'in Cuma ekinde bir grup ‘‘gurme’’ kebapçılara not verdiler ve kendilerince bir 10 yaptılar.

Büyük bölümü İstanbul'da ama bir ikisi de yurdun diğer köşelerinden. Okuyunca güldüm.

Çünkü bizim ‘‘gurme’’lerin kebapçılarından bazıları ‘‘kebapçı’’ bile değildi. Bizimkiler daha çok ‘‘sosyetik ve medyatik’’ İstanbul kebapçılarını sıralamaya koymuş ve araya bir iki tane de ‘‘gerçekten müthiş’’ kebapçı yazmışlardı.

Ama ayıp ettiler. Özellikle de İstanbul'un bence en ‘‘müthiş’’ iki kebapçısına. Ama galiba bizim gurmeler kendilerine ‘‘gurmelik vehmetmeden’’ önce benim adını vermediğim bu ikisi kebapçılık yapmaya başladığı için onları saymıyorlar. Ama o zaman da ‘‘gerçek gurme’’ olamıyorlar.

NOT: Bu iki kebapçının adını şimdilik vermiyorum. Belki siz tahmin edebilirsiniz.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Adam olmanın bir laf değil, hayata karşı bir duruş olduğunu anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Bırakın da çalışsınlar

21 Aralık 2002
<B>HÜKÜMETİN </B>ve AKP iktidarının işi zor. Çünkü Ankara <B>‘‘sivil toplumun’’ </B>işgali altında. Herkes Başbakan ve bakanlarla görümek için kuyrukta.

Kutlamalar, ‘‘Hayırlı olsun’’ ziyaretlerinin ardı arkası kesilmiyor.

Yeni iktidara ve ‘‘yeni döneme’’ kendini tanıtmak isteyenler ‘‘randevu’’ kuyruğunda.

İktidarın işi ise zor.

Randevu vermese ‘‘İktidar oldular, havaya girdiler. Randevu bile vermiyor’’ olacaklar.

Randevu verse ziyaretlerden başını kaşıyamayacak, iş yapamayacak.

AKP'li Başbakan ve bakanlar ikinci yolu seçiyorlar ve her türlü sivil toplum örgütüne ‘‘nezaket’’ adına randevu veriyorlar.

Hal böyle olunca günün en verimli saatlerini bu randevularla harcıyorlar.

Eğer gerçekten bu hükümetin bir şeyler yapmasını istiyorsanız, bir mesaj çekin, bir faks yollayın, bir kart atın yeter.

Seçilenlere başarı dilemenin en iyi yolu onlara başarılı olacak ‘‘zaman’’ı vermekten geçiyor.

Denktaş'a bir soru daha


KIBRIS sorununun çözümü için Kıbrıs içindeki ‘‘yurtseverlerin’’ de bir organizasyon içinde olduklarını duyuyorum.

Olumlu bir gelişme...

Bu arada haftalardır sormak istediğim ama bir türlü fırsat bulamadığım bir sorum var.

Gerçi diyecekseniz ki: ‘‘Ey Fatih, Denktaş'ın dünürünün batan bankasının 80 milyon dolarını Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve onun vergi mükelleflerinin ödemesini sordun da cevap aldın mı?..’’

Doğru alamadım ama ben yine de sorayım.

Sayın Denktaş, bankasının borçları Türkiye tarafından ödenen dünürünüzün Karpaz bölgesinde son yıllarda büyük araziler satın aldığı doğru mudur?

Bazı konulardaki uzlaşmaz tavrınızın arkasında bu arazilerin dünürünüze ait olmasının payı var mıdır?

Yanıt kolay olsun diye seçenekleri de yazayım:

A) Evet, dünürümün Karpaz bölgesinde büyük miktarda arazi aldığı doğrudur.

B) Bu iddia doğru değildir..

A mı, B mi?

Yasa varsa para ödenir


NEMALARIN ödenmesi ve ödenmemesi ile ilgili bir tartışma yürüyor.

Devlet Bakanı Ali Coşkun ‘‘Nemaları ödeyeceğiz’’ dediği için suçlanıyor.

Oysa Ali Coşkun dese de, demese de hükümet nemaları ödemek ‘‘zorunda’’...

Çünkü kanun ilk kesintinin yapılmaya başlanmasının üzerinden 15 yıl geçince, toplanılan paranın tamamının hak sahibine ödenmesini öngörüyor.

Bu durumda ilk ‘‘Zorunlu Tasarruf kesintisi’’, bu uygulamanın başladığı 1988 yılında yapılan ‘‘yasa gereği’’ çalışanların 2003 yılında paralarının tamamını almaları gerekiyor.

Bu nedenle Ali Coşkun dese de, demese de eğer Türkiye'de ‘‘yasaya saygı’’ var ise 15 yılını dolduranların nemaları da, ana paraları da ödenecek.

IMF istese de, istemese de!

Bu kimin dişi?


TÜRKİYE'nin kritik dönemeçlerinde hep önemli cinayetler oluyor.

Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanlığı koltuğuna çıktığı günlerde, Türkiye peş peşe önemli cinayetlerle sarsıldı.

Muammer Aksoy, Çetin Emeç ve Bahriye Üçok bu dönemde birbiri peşi sıra ‘‘karanlık eller’’in çektirdiği tetikler tarafından düşürüldüler.

Uğur Mumcu öldürüldüğünde yıllardan 93, aylardan ocaktı. Demirel başbakandı ve Özal'ın da son günlerine girildiğini kimse bilmiyordu. Demirel hükümetinin kimi konularda ilginç açılımlar yapmaya hazırlandığı bir dönemdi.

Ve bunun hemen ardından Eşref Bitlis gitti. Yaklaşık 3 hafta sonra. Kötü Kokular çıkaran bir uçak kazasında.

Ve son Ecevit hükümetinin payına düşen cinayet de Ahmet Taner Kışlalı cinayeti oldu.

Sanki birileri kritik dönemeçlerde ‘‘diş gösteriyordu’’.

Kesin bir diş.

Acaba gerçekten ıskaladı mı?

ERTUĞRUL Özkök, Necip Hablemitoğlu cinayeti sonrası yaptığı yorumda katillerin bu kez ıskaladığını söylüyor.

Çok o kanaatte değilim.

Türkiye'deki bütün büyük gazeteler bu cinayet sonrasında tam sayfa aynı manşetle çıktı.

Toplumda ‘‘pek de tanınmayan’’ Hablemitoğlu, bir anda ‘‘en tanınır’’ haline geldi.

Katil pek ıskalamış gibi durmuyor bence...

En azından ‘‘medya’’da...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Kaçmanın, korkmaktan çok, orada bulunmamak isteğinden kaynaklanabileceğini anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Destabilizasyon cinayetlerine devam

20 Aralık 2002
<B>BİLİM </B>adamı <B>Necip Hablemitoğlu </B>vurularak öldürüldü. Tipik bir <B>‘‘destabilizasyon cinayeti’’</B>. Yani maksat toplumda huzursuzluk ve kargaşa yaratmak.

Katilin kimliğinin önem taşımadığı, tetiği çektirenlerin ise hiçbir zaman yakalanmayacağı cinayetlerden biri daha.

Hablemitoğlu'nu hiç tanımadım.

Sözlerini hep ilgiyle izledim ama kendisini kendime yakın bulmadım.

Fikirlerini paylaşsam bile ‘‘şüphe’’ ile yaklaştım.

Çünkü onun ilişki listesi ve bilgi labirentleri benim ‘‘mesleki yaklaşımımla’’ örtüşmüyordu.

Ama bir şeyden emindim.

Hangi labirentlerde gezerse gezsin, Necip Hablemitoğlu bir ‘‘yurtseverdi’’.

Ve büyük bir ihtimalle bu yüzden öldürtüldü. Türkiye'yi ya çok fazla seven, ya da hiç sevmeyen birileri tarafından. Amaç ‘‘kargaşa’’.

Bu cinayeti ‘‘boşa çıkaracak’’ tek şey kamuoyunun ve Türkiye'yi ‘‘açıkça’’ yönetenlerin sağduyusu olacaktır.

Bunun yolu bu cinayeti önemsemek, ama ‘‘abartmamaktır’’.

Erdoğan Siirt’te seçime girmeyecek

BAŞLIK biraz iddialı gibi ama bana ulaşan hava böyle. Recep Tayyip Erdoğan, Siirt'te yenilenecek seçimlere girmeyecek. Bunu birkaç gün önce kendisine de sordum.

‘‘Bilmiyorum. Henüz kesin bir karar vermedik. Yetkili kurullarla konuşacağız. Ama doğrudur. Siirt'te yenilenecek seçimlerde aday olmayabilirim’’ dedi.

Bu sözlerden benim başlıktaki iddiam kadar kesin bir sonuç çıkmıyor ama Anayasa'da yapılan değişikliklere bakarsanız biraz daha ‘‘intiba’’ sahibi olabilirsiniz.

Erdoğan'ı Siirt seçimlerine sokabilmek için Anayasa'nın 76. maddesini değiştirmek yeterliyken, ara seçimlerle ilgili maddelerde de değişiklikler yapıldı. Bu önemli bir işaretti. Peki niye?

Burada etkili olan unsur AKP'nin nabız tutma konusundaki başarısı. Siirt'in ve Siirtlilerin nabzı kontrol edildi. Veriler olumlu değil.

Siirtliler verdikleri oyların geçersiz sayılmasından ötürü kırgın ve kızgın. Faturayı ise AKP'ye kesiyorlar.

Diğer yandan CHP ile DEHAP'ın bir seçim işbirliği olasılığı söz konusu. Böyle bir durumda Erdoğan'ın seçime girme ve seçilememe durumu bile ortaya çıkabilir. Ayrıca da ‘‘siyasi kurum’’ gibi hareket eden YSK'nın seçimin şartları konusunda bir türlü netleşmeyen tavrı da, AKP'yi ve liderini düşündürüyor.

Bu yüzden Erdoğan'ın Siirt'te aday olmama ihtimali çok yüksek.

AKP çevreleri ‘‘Bir ilde komple istifalarla bu işi hallederiz. Daha garanti olur’’ diyorlar..

Bakalım nasıl olacak!

Bu yazı Cumhurbaşkanı Sezer’in vetosundan önce kaleme alınmıştır.

Jet Fadıl'ın dosyası Yargıtay'da işlemde

GEÇEN hafta Jet Fadıl Akgündüz'ün dosyasının davasının mahkûmiyetle sonuçlanmasının ardından 8 ay Yargıtay'da beklediğini, daha sonra da Akgündüz'ün ‘‘dokunulmazlık’’ kazanması nedeniyle Yargıtay'ın davaya bakamadığını yazmıştım.

Ve demiştim ki: ‘‘Dosya Yargıtay'da 8 ay sürünmese parlamenter sistem böyle bir yara almayacaktı.’’

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu aradı.

Konuyu incelemiş.

Akgündüz'ün davası Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde 28.3.2002 tarihinde sonuçlanmış. Doğru. Ama dosya hemen Yargıtay'a intikal etmemiş.

Tebligat işlemleri nedeniyle dosya bir miktar sağda solda sürünmüş.

Ve Fadıl Akgündüz'ün mahkûmiyeti ile sonuçlanan dava dosyasının İstanbul'dan Ankara'daki Yargıtay'a gitmesi 5 ay sürmüş.

3. ayda sonuçlanan dava, 9. ayın beşinde postaya verilmiş.

Ve 9. ayın 16'sında Yargıtay'a ulaşmış. Yani anlayacağınız davanın sonuçlanmasından Akgündüz'ün seçildiği güne kadar geçen süre 8 ay ama, bunun 5.5 ayı yollarda geçmiş. Yargıtay 1 ay 15 günlük sürede dosya ile ilgilenecek fırsat bulamamış. Seçim olunca da dosya ‘‘dokunulmazlığın kaldırılması talebiyle’’ 19 Kasım tarihinde Adalet Bakanlığı'na yollanmış. Ve Akgündüz'ün milletvekilliğinin düşmesinden sonra geri gelmiş.

Fadıl Akgündüz'ün geri gelen dosyası dün Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından 7. Ceza Dairesi'ne yollandı.

Ara seçimden önce kararı çıkar inşallah.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Birileri vatanseverlik için Türk Standardı belirleme hakkını kendinde bulmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Laf üstüne laf gaf üstüne gaf

19 Aralık 2002
<B>‘DEVLET adamlığı ne söyleyeceğini değil, ne söylemeyeceğini bilmektir.’’</B> Türkiye'de yaşayınca bu sözü belirli aralıklarla hatırlatmak gerektiğini unutmuştum.

AKP iktidarı, ‘‘konuşma’’ konusunda çok kötü bir sınav veriyor.

Laf üstüne laf, gaf üstüne gaf yapıyorlar.

Seçilir seçilmez çok yoğun bir gündemin içine düştükleri doğru.

Pek çok temel mesele, ardı ardına Türkiye'nin tartışılan konuları haline geldi.

Avrupa Birliği, Irak'a yapılması düşünülen Amerikan operasyonu, Kıbrıs, yeni ekonomik politika, bütçe kanunu tasarısı üst üste hızla hükümetin önüne geldi.

Onlar da işe hızlı başladılar.

Ancak ne yazık ki, ‘‘çeneleri’’ de işe hızlı başladı.

Karşısında kamera veya mikrofon gören ‘‘Bakan’’ bakmakla yetinmedi, konuşmaya başladı.

Oysa bakmak gözle ve akılla yapılıyor, çeneyle değil.

Hükümet üyeleri daha konulara tam bir hákimiyet kurmadan konuşmaya başladılar.

Üstelik de müthiş bir koordinasyonsuzluk içinde.

Aynı anda basın toplantısı yapan iki ayrı bakan, aynı konuda iki hatta bazen nasıl başardılarsa üç farklı şey söylediler.

Eleştiri gelince her iki bakan da birer düzeltme yaptılar ama işin komiği ikisi de çark edince düzeltmelerde de iki farklı şey söylenmiş oldu.

Bir türlü ‘‘aynı telden çalamadılar’’.

Kabine bir anda yeni seçilmiş ‘‘spor kulübü yönetimi’’ haline geldi.

Ama devlet yönetmek spor kulübü yönetmekten daha ciddi bir iş. En azından başka ülkelerde öyle...

AKP yönetiminin, Erdoğan'ın ve Başbakan'ın hızla yapması gereken hükümet üyelerine acil bir ‘‘konuşma yasağı’’ getirmesidir.

Yoksa bu ‘‘kakafonik koro’’ Türkiye'nin ‘‘gayri ciddi’’ bir biçimde yönetildiği kanısı uyandıracaktır ki, bu durum bu iktidarla ilgili ‘‘ilk intibaı’’ oluşturacaktır.

Kimse unutmasın ki, ilk intiba, en kalıcı ve en zor düzeltilendir...

AKP dış politikasını anlatsın


RECEP Tayyip Erdoğan Teke Tek'e konuk olduğu akşam çok önemli bir laf etti.

‘‘Türkiye'nin geleneksel dış politika anlayışı ile AKP'nin dış politika anlayışı arasında farklılıklar var.’’

Doğrusunu isterseniz, benim dış politika anlayışımla, Türkiye'nin dış politika anlayışı arasında da büyük farklar olduğu için bu söz beni heyecanlandırdı.

Ancak AKP Genel Başkanı bu konuda toplumu bilgilendirmek zorunda.

AKP'nin dış politika anlayışının ‘‘ne olduğunu’’ günlük açıklamalarla ve Yaşar Yakış'ın ‘‘oynak’’ tavrıyla değil, birinci ağızdan öğrenmek istiyoruz.

Kime ne?


ŞENAY Akay son haftalarda oldukça gündemde olan bir manken. Çıplak ama edepli fotoğrafları, aşırı dekolte kıyafetleri ile sürekli konuşuluyor.

Onun da istediği bu galiba.

İşinin gereğini yapıyor.

Fakat her nedense Şenay Akay'ın kocası Şenay Akay'dan çok konuşuluyor.

‘‘Bu kızın kocası yok mu?’’ diye soranlar, kocası hakkında ileri geri konuşanlar.

Oysa Şenay Akay bir manken.

Dünyadaki bütün mankenler ne yapıyorsa onu yapıyor.

Esther Canadas'ın, Cindy Crawford'un kocaları yok mu?

Var.

Ama eşlerinin işini biliyorlar. Evlenirken de biliyorlardı, evlendikten sonra da.

Ve karışmıyorlar..

Ben Amerika gibi tutucu bir ülkede bile ‘‘Bu Cindy Crawford'un kocası yok mu?’’ diye bir haber görmedim.

Kocası da Şenay Akay'la İmam Hatip okulunda arkadaş olmadı.

Evlendikleri zaman da mankendi.

Ve hálá manken olarak işini yapıyor.

Bazı meslektaşları gibi fahişelik yapmıyor.

Her gece başka biriyle sokaklarda sürtmüyor.

Sadece işini yapıyor.

Kocası da zaten işini yaparken tanıştığı eşine karışmıyor.

Size ne?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bir durumu eleştirenler, o durumu değiştirmek için çaba harcayanları da eleştirmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Irak vurulacak ekonomi kurtulacak

18 Aralık 2002
<B>IRAK'</B>a operasyon <B>‘‘mutlaka’’ </B>yapılacak. Irak'ta kitle imha silahları bulunduğu için değil. Irak, dünya barışı açısından tehdit oluşturduğu için değil. Terörizm, ABD'yi tehdit ettiği için değil.

Amerikan ekonomisi bütün geleceğini buna bağladığı için Irak vurulacak.

Amerikan ekonomisi son 15 yılın en büyük durgunluklarından birini yaşıyor. Büyükler bir yana, Amerikan ekonomisinin belkemiği orta ve küçük ölçekli firmalar arasında çok sayıda iflas var.

İşten çıkarmalar had safhada.

İşten çıkarılanlar iş bulamıyor.

İşsizlik rekora doğru gidiyor.

Tüketim alışkanlıkları büyük ölçüde değişiyor. En tüketici toplum, giderek kendini kasmaya başlıyor.

Ve sokakta dış politikayla, uluslararası ilişkilerle, evrensel terörizmle hiçbir ilişkisi bulunmayan Amerikan vatandaşına bile sorsanız herkes, ekonominin düze çıkması için Irak'la yapılacak bir savaşı çözüm olarak görüyor.

Amerikan halkı buna inanmış veya inandırılmış. Irak bu yüzden vurulacak.

Bugün veya yarın.

Ama mutlaka...

Yakış daha ne kadar dayanır?


AKP'de kimse itiraf etmese de, kabinede ciddi bir ‘‘Dışişleri Bakanı sıkıntısı’’ yaşandığı kesin. Yaşar Yakış'ın fazla konuşması rahatsızlık yaratıyor.

Yakış'ın söyledikleri aslında doğrular.

Ama Dışişleri Bakanlığı, ‘‘doğrucu Davut'luk’’ makamı değil.

Bu durum hem bakanlığı, hem de hükümeti rahatsız ediyor. Yakış son söylenecek olanı, hatta bazen hiç söylenmeyecek olanı ‘‘pat’’ diye söylüyor. Bu durumu Tayyip Erdoğan'a sordum.

‘‘Sayın Yakış teknokrat kökenli olduğu için kullandığı dil farklı’’ diyerek kibarca yanıtladı. Ancak yanıtı kibarca verilse de, AKP ve hükümet içinden gelen hava, Yakış'ın Dışişleri Bakanlığı'nın fazla uzun sürmeyeceği yolunda. Kabinede yapılacak ilk revizyonda Yakış'ın başka bir pozisyona çekilmesi kesin gibi. Aslında kafalardan geçen, Tayyip Erdoğan'ın başbakan olmasıyla birlikte Gül'ün Dışişleri'ne, Yakış'ın da başka bir bakanlığa kaydırılması. Çünkü Erdoğan'ın çok sevdiği Yakış'ı bakanlıksız bırakmayacağı söyleniyor.

Şimdi soru şu:

‘‘Yaşar Yakış, Tayyip Erdoğan'ın seçileceği güne kadar dayanabilecek mi?’’

Duble yol tamam ya stadın yolu


İSTANBUL'daki Atatürk Olimpiyat Stadı kurtulabilir. Stadın inşaatını yapan firma, yan yollar ve bağlantı yollarının inşaatı için 20 milyon dolarlık bir kredi bulup getirdi. Bu 20 milyon dolarla, 120 milyon dolarlık stadın ‘‘işe yarar’’ hale gelme olasılığı var. Kredinin şartlarını bilmiyorum.

Ancak ‘‘uygun’’ olduğu söyleniyor.

Bu kredi uygun değilse, uygun olanını bulup bu işi bir an önce başlatmak şart. Koskoca stat, kelime anlamıyla yolsuzluktan heba olup gidecek. Binlerce kilometre duble yol yapılırken, şu stadın üç beş kilometrelik yolu da aradan çıkıverse iyi olacak.

AKP, Davos'a hazırlanıyor


ANKARA Sheraton Oteli'nde sabah çayımızı içiyoruz. Arka masada Tayyip Erdoğan'ın en güvendiği adamlarından Cüneyt Zapsu, yabancı birileriyle harıl harıl konuşuyor.

Konuşulan dil İngilizce. Bir süre sonra kalkarlarken merhabalaşıyoruz. Yanımıza geliyor. Yanındakilerle tanıştırıyor. Dünya Ekonomik Forumu'nun, ya da bilinen adıyla Davos Zirvesi'ni organize eden grubun temsilcileri.

Zapsu'nun basından uzak durma konusundaki tavrını bildiğim için ‘‘Ben gazeteci zannetmiştim’’ diye takılıyorum.

‘‘Hiç işim olmaz’’ diyor.

‘‘Hayırdır’’ diyorum.

Aydınlık'ın bu haftaki kapağına atıfta bulunuyor: ‘‘Vatanı satıyoruz.’’

Sonra anlatıyor:

‘‘Davos'a Turgut Özal'lı yıllardaki gibi bir dönüş planlıyoruz. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül'le birlikte müthiş bir heyetle Davos'a gideceğiz. Türkiye yeniden ağırlığını gösterecek orada. Yine damgamızı vuracağız.’’

Zapsu
harıl harıl AKP'nin Davos çıkarmasına hazırlanıyor.

Tayyip Erdoğan, Gül ve AKP bir kez daha görücüye çıkmaya hazırlanıyorlar.

İster misiniz bir de kayak derslerine başlamış olsunlar.

Şiir gibi kayan bir Türk heyeti, Davos'ta fena sükse yapmaz hani.

Davos'ta zirve bir gün, kayak her gün.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Gazetecilik için kurulan bağlantılar, güç simsarlığı yaparak zenginleşmek için kullanılmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku