Fatih Altaylı

Hukuksuzluğun ideolojisi olur mu?

14 Haziran 2003
<B>TAM </B>da tahmin ettiğim gibi gelişiyor olaylar. Olay <B>‘‘siyasi rekabet’’ </B>alanına dökülmeye çalışılıyor.Cem Uzan miting düzenliyor.

Bir grup ‘‘bihaber’’ de katılıyor.

Sanırsın ki, Uzanlar'ın yıllardır ÇEAŞ ve Kepez'den kazandığı yüzlerce trilyon bunların cebine girmiş.

Sanırsın ki, ÇEAŞ ve Kepez'in paralarının İmar Bankası ve İmar off Shore üzerinden yurtdışına gitmesiyle bu devletin uğradığı vergi kaybından dolayı her gün fakirleşenler o mitinge katılanlar değil.

Bu daha başlangıç. Cem Uzan elindeki medya gücüyle daha ‘‘çoook’’ saldıracak.

Bakın daha neler olacak.

‘‘Onlar dinci biz laikiz’’ diyerek kimi çevrelerin kendilerine destek olmasını isteyecekler.

Sanki yasalara uymamak ve haksız kazanç elde etmenin siyasi tarafı varmış gibi.

Ve ne yazık ki, bazıları bunların bu yaygarasına hak verecekler. Türkiye'de radikal unsurların yükselişinin ‘‘hırsızlık ve ahlaksızlık’’ ekonomisinin bir sonucu olduğunu unutarak.

Uzanlar şimdi aynen yaptıkları kaçak inşaatı yıktırmamak için çatısına minare, ya da önüne Atatürk büstü koyanların yaptığını yapacaklar.

Ve Türkiye'de hálá bu numaraları yiyenler olacak.

Üzücü ama durum bu.

Enerji müsteşar yardımcısı Uzanlar'ın Ankara temsilcisi


UZANLAR ÇEAŞ ve Kepez'de yıllardır bildikleri gibi at oynattılar.

Yüzlerce dava açıldı. Binlerce küçük yatırımcı mağdur edildi.

Ama hiç kimse cesaret edip de, bunlara el koyamadı.

Bunlar da ‘‘köpeksiz köyde değneksiz’’ gezmenin mutluluğunu yaşadılar.

Yanlarında mecburiyetten çalışan ve bugün hálá maaşlarında indirim yapılmak için baskıya maruz kalan meslektaşlarımı bu gruba katmam ama pek çok ‘‘önemli’’ gazeteci bile ‘‘Bir gün gelir bunların yanında çalışırım’’ diyerek satır yazmadılar.

Hatta bazıları, bunlar hakkında yazmak bir yana, hiç de ihtiyaçları olmadığı halde bunların yanına gidip, emirlerinde çalışmakta sakınca görmediler.

Ama sadece onlar mı! Normalde bunlarla çatışma halinde olması gereken, bunlar yüzünden zarara uğrayan devlet kurumlarının yöneticileri bile bunların ‘‘adamı’’ oldular.

İşte size örnek.

Bunlarla en fazla mücadele eden ve etmesi gereken kurumun, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın Müsteşar Yardımcısı Tevfik Ertürk bugün bu grubun, yani Rumali Holding'in Ankara Koordinatörü.

Bu büyük ve güçlü çarka iyi bir çomak sokuldu.

Bakalım geçen sefer Uzanlar lehine ‘‘önemli’’ bir karar çıkartan Danıştay, bu kez ne yapacak.

Halk Bankası kapanmayacak


KAMU Bankaları Ortak Yönetim Kurulu Başkanı Zeki Sayın ‘‘Halk Bankası’’ ile ilgili yazımı okuyunca hemen aradı.

‘‘Halkbank'ın kapatılması gündemimizde yok’’ dedi.

Zeki Sayın'a, ‘‘Bu yönde haberler ortalıkta dolaşıyor. Dolaşmak bir yana bütün gazetelerde yazılıp duruyor. Siz gündemimizde yok diyorsunuz’’ diye hatırlattım.

‘‘Bazı çevreler bu bankanın kapatılmasını istiyorlar. Doğrudur. Bu konuda baskı yapılıyor da olabilir ama bu konuda bir karar yok. Olmayacak da’’ dedi.

Zeki Sayın, Halk Bankası'nın kapatılmasının değil, satılmasının söz konusu olduğunu anlattı.

‘‘Bankayı özel sektöre, yabancı bir büyük gruba satabiliriz. Bunun için çalışmalar sürüyor. Pek yakında satışa çıkacak’’ dedi.

Bu bankanın bölünerek bölgesel Halk Bankaları'na dönüştürülüp dönüştürülemeyeceğini sordum. Bunun bu bankanın uzmanlıklarını geliştireceğini düşündüğümü söyledim. Fikrime katılmadı.

‘‘Esnaf Kredi Kefalet Kooperatifleri gibi başarısız bir maceraya dönüşebilir’’ dedi.

ATO Başkanı Sinan Aygün ise bir faks çekmiş. ‘‘Halkbank yönetimi büyük lokma yutanlara karşı sessiz, küçük esnafa karşı şahin politika izledi. 1.1 katrilyon liralık batık kredilerin yüzde 90'ı 203 firmaya kullandırılırken, 28 bin 418 gerçek küçük esnafa kullandırılan kredi toplamın yüzde 5.2'sidir’’ diyor ve Halk Bankası kapatılmasın mesajı veriyor.

Ben de aynı kanaatteyim.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Hukuksuzluk üzerine imparatorluk bina edenler, hukukla yıkıldıklarında çıkarılan yaygaraya hukuk adamları kulak asmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Yazmanın inanılmaz keyfi

13 Haziran 2003
<B>YAZARLIK,</B> gazetecilik böyle bir iştir. Karanlığa bir taş atarsınız. Hedef bazen uzaktır, bazen çok güçlü görünür. Ama siz taşı atarsınız.

Bazıları size güler, alay eder.

Ama siz yeterince iyi nişan almış, taşı hak edene atmışsanız o taş bir gün gider hedefini bulur. Yine öyle oldu.

Devlet ‘‘yasaların gereğini’’ yaptı ve Çukurova ve Kepez Elektrik'e el koydu.

Bunun böyle olması gerektiğini ben yıllarca yazdım.

Ama kimse gereğini yapmadı, yapamadı.

Hükümetler korktu, sindirildi. Bürokratların bazıları ‘‘bağlandı’’, bazıları ‘‘korkutuldu’’.

SPK'nın, devletin açtığı davalar hep ‘‘bazı’’ mahkemelerde bekletildi, uzadı gitti.

SPK'nın avukatları davalara yanlarında polis olmadan gidemez, giremez hale getirildi. Her hükümet döneminde bunların üzerine gidilmek istendi ama bir şekilde geri adımlar atıldı.

İlk kez bir hükümet bu kadar etkili ve güçlü bir adım attı.

Türkiye'de ‘‘hukukun herkese karşı işleyebildiğini’’ göstermesi açısından çok önemli bir adım.

Umarım gerisi gelir.

Hukuki karara siyaset kalkanı

UZAN Grubu Çukurova ve Kepez Elektrik'e el konulmasını büyük bir hızla siyasi platforma çekmek isteyecektir. Buna kuşku yok. Bundan hemen hemen 1 ay önce, bunu yazmış olduğum için bugün tekrarlamakta bir sakınca görmüyorum.

17 Mayıs günü ‘‘Devlete karşı siyaset kalkanı’’ diye başlık atmışım ve şöyle yazmışım:

‘‘Cem Uzan, elindeki bütün medya olanaklarını kullanarak AKP'ye saldırıyor. Ucuz muhalefet yapıyor... Bu iş tutar mı? Tutup tutmaması Uzan'ın derdi değil. İktidarın bu grubun yaptıklarına müdahale etmesi halinde buna siyasi kavga süsü vermek istiyorlar... Gül hükümeti Uzanlar'ın sözleşmelerden doğan yükümlülüklerini yerine getirmediği için bunların üzerine gitmeye başladı. Hemen saldırdılar. Devlet bunların yaptıklarına hukuk yoluyla müdahale etse bile kalkıp muhalefet olduğumuz için üzerimize geliyorlar diyecekler. Uzan bu yüzden siyasette. Kendine yeni bir kalkan oluşturmak için.’’

O gün bunu yazmışız.

Çünkü yıllardır yaza yaza bunların ‘‘ruhunu’’ öğrendim.

Şimdi emin olun ki, basın toplantıları yapacaklar ve işi siyasi platforma çekecekler.

Aynen ben bunların hakkında yazmaya başlayınca bu gazetenin sahibine saldırarak olayı ‘‘basın kavgasına’’ çevirdikleri gibi.

Oysa Türkiye'de her hükümet bunların üzerine gitti.

1995 yılında, Tansu Çiller Başbakan'ken bugün yapılanın aynısı yapılıyordu.

Bununla ilgili hükümet kararı bile alındı ama dönemin Cumhurbaşkanı Demirel engelledi.

Çünkü Demirel Kemal Uzan'ın kadim dostuydu ve bu grup zaten hep Demirel iktidardayken büyümüştü.

Ardından Ecevit hükümeti döneminde SPK bir şeyler yapmaya çalıştı ama engellendi.

Erdoğan hükümeti ise gerekeni yaptı.

Ne diyeyim, ‘‘Hukuka saygılı ellere sağlık’’.

Hani şirketleriyle ilgisi yoktu!

AH ah... Takkeler ne hızlı düşüyor. Keller ne büyük bir hızla ortaya çıkıyor. Yazdıklarımız nasıl gün geçtikçe ‘‘anlam’’ kazanıyor. Birkaç gün önce sordum, ‘‘Hani Cem Uzan şirketleriyle ilgisini kesmişti? Hani Uzan şirketleri devletle iş yapmayacaktı?’’ diye.

Uzan Grubu'nun devletten aldıkları Kepez ve Çukurova Elektrik şirketlerine el konulunca, ‘‘şirketleriyle ilgisi olmayan’’, ‘‘Bu kuruluşlarla bütün bağlarını kesen’’ Cem Uzan birdenbire bütün programını kesip İstanbul'a, ‘‘holding merkezine’’ döndü. Allah allah!

Oysa Cem Uzan beyefendinin artık bu şirketlerle bir bağı yok. O kendini halkına adamış bir siyasetçi.

Dün Eskişehir'de yurttaşlarıyla buluşacaktı sözde. Ama buluşamadı.

‘‘Hiçbir ilgisinin bulunmadığı’’ şirketleriyle ilgili işlemler yapılınca birdenbire halkını unuttu ve şirketlerine döndü. Demek ki neymiş: ‘‘Önce işim sonra, sıra gelirse halkım.’’

Demek ki yarın da böyle olacak. Haberiniz olsun.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Otomobil firmalarının verdiği garantiler káğıt üzerinde kalmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Halk Bankası'nın kapanışındaki mesajlar

12 Haziran 2003
<B>IMF'</B>nin emri doğrultusunda Halkbank kapatılıyor. Ziraat'e devredilerek ortadan kaldırılacak. Bu karar AKP'nin bitişinin de simgesi olacak ya da miladı olacak.

Halk Bankası önemli bir banka..

Sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada ‘‘halk bankaları’’ önemlidir.

Çünkü bu bankalar bir ülkenin ekonomisinin bel kemiğini oluşturan ‘‘orta sınıf’’ esnafın, sanayicinin var olmasını destekleyen bankalardır.

Çünkü bu ‘‘orta ve küçük ölçekli’’ yatırımcılar büyük bankalarla çalışamazlar.

Onlara onları anlayacak, ortakları gibi hareket edecek, anlayışlı bankalar gerekir.

Bu tip bankacılık ciddi bir uzmanlıktır.

Açıkçası ben AKP iktidarının bütün bankaları kapatabileceğini düşünürdüm de, Halk Bankası'nı kapatacakları aklımın ucundan geçmezdi.

Çünkü Halk Bankası'nın müşterileri, aynı zamanda AKP'nin sırtını dayadığı kesim.

Geçmişteki ekonomik politikalardan en fazla zarar gören, üretmeye çalışırken ezilen, büyük çıkar gruplarının baskısı altında bunalmış ‘‘orta boy’’ insanlar.

AKP'nin ‘‘lümpen’’ tabanı dışındaki en büyük destekçisi bunlar.

Ve bunlara gereken şey Halk Bankası tipi bankacılık yapan finans kurumları.

Şimdi AKP Halk Bankası'nı kapatıyor.

Bunun gösterdiği birkaç gerçek var.

Öncelikle şu kesin ki, AKP'nin bir ekonomi politikası yok. Kendinden önceki hükümetin başlattığını aynen uyguluyor. Ama bir adım öne götürecek bilgi ve deneyime sahip değiller. Bu yüzden de kendilerine göre bunu yönlendiremiyorlar.

AKP bilerek veya bilmeyerek önceliklerini değiştiriyor. Kendini daha yukarıya, daha önce lanetlediği çevrelere yaklaştırmaya başlıyor.

Eğer Halk Bankası'nı kapatıp, yerine ‘‘faizsiz bankacılık’’ yapan bir kurumu geçirmeyi düşünmüyorlarsa, bu kapanış AKP'nin de kapanışının başlangıcı olabilir..

Lümpen oyların Genç Parti'ye kaydığını biliyoruz.

Milli Görüş oyları ‘‘şefkatli babaları Erbakan’’a kayar.

Aklı selim sağ oylar ise ne yaptığını bilen bir sağ partiye.

Bilsinler. Ne yapacaklarsa ona göre yapsınlar.

NOT: Halk bankası kapatılırken, hükümet Yoksulbank, yani yaşayamayacak kadar fakir olanlara yaşama umudu verecek kadar düşük miktarda kredi sağlayan bir sistemi kurmak için BDDK'ya yasa hazırlattı, bunu da Meclis'e sevk ediyor. Hükümetin önümüzdeki yılları nasıl gördüğünü bu iki örnekle anlamak mümkün.

Umut kıran komedi


TÜSİAD'ın dünkü toplantısı eğlenceli geçmiş. Bir tarafta Türkiye'deki yolsuzluk ve hortumdan şikáyet eden işadamları, diğer yanda onları dinleyen Başbakan.

Hayli komik bir durum.

Çünkü Türkiye'nin ‘‘hortum ve yolsuzluk’’ olaylarında bizim mahalledeki bahçıvan Rıza'nın veya sizin komşunun tornacıda çalışan oğlunun imzası yok.

Bunları yapanların büyük bölümü şikáyetçi TÜSİAD'ın üyeleri.

Diğer yanda ise Başbakan.

Kürsüde TÜSİAD üyelerine bu konuda sorumluluk taşıdıklarını haklı olarak hatırlatan Başbakan.

Ama işe bakın ki, TÜSİAD'ın bu işlerden sorumlu olduğunu hatırlatan Başbakan da başbakan oluncaya kadar yargı karşısında ‘‘yolsuzluk’’ hesabı vermiş. TÜSİAD'ın onurlu üyelerinden biri tarafından 1 milyar dolar servet edinmekle suçlanmış biri.

Gerçekten komik ve eğlenceli bir toplantı.

Farklı bir komedi.

Bu güzellik Türkiye'ye yarar


İSTANBUL'un dünya çapında güzel eğlence mekanları bir dönem Türkiye'deki gelir adaletsizliğinin sembolü olup ‘‘tu kaka’’ ilan edildiler.

Neredeyse buralara gitmek ‘‘ayıp ve ahlaksızlık’’ ilan edildi.

Oysa bunlar İstanbul'un bir dünya kenti olmasına büyük katkıda bulunuyorlar.

Geçen yıl Galatasaray'a oyuncu transfer ederken, yönetici arkadaşlarım bir akşam Perez'i ve Mondragon'u Laila veya Reina'ya götürdüler.

Ertesi gün Perez Türkiye'ye gelmek istemeyen bütün yabancı oyuncuları arayıp, İstanbul'un ne kadar harika bir yer olduğunu tavsiye ediyordu.

Gerçekten de özellikle Boğaz kıyısındaki bu yerler, İstanbul'a büyük bir getiri sağlayacaklar.

Gün gelecek ki, aynen Paris'te, Londra'da olduğu gibi buralarda da yerlileri, yani Türk vatandaşlarını göremeyeceğiz.

Bu yüzden bari bu yıl buraları ‘‘lanetlemeyelim’’. Gelir adaletsizliğinin nedeni onlar değil.

Tam aksine onlar ilerde, İstanbul'a 20 milyon turist gelip, 20 milyar dolar bıraktığında çözümün bir parçası olacaklar.

Aman spora mafyayı sokmayın, çıkaramazsınız!


KULAĞIMA ilginç ‘‘gerçekler’’ geliyor. Türk futboluna birkaç yıl önce musallat olan ‘‘mafya belası’’ bugünlerde yine devreye girmiş.

Bundan birkaç yıl önce bazı futbolcular ve menajerler beni arayıp, kimi maçlar öncesi mafya tarafından tehdit edildiklerini söylemişlerdi.

Ben de onlara kulak asmamalarını, mafya dediğinin bir avuç çapulcu olduğunu anlatmıştım.

Ancak çocuklar gerçekten korkuyorlardı.

Şimdi yine mafyanın bu işe bulaşmaya başladığına dair bilgiler alıyorum.

Futboldaki büyük paralar burayı ‘‘mafya’’ için cazip hale getiriyor.

Bazı yöneticiler de ‘‘iş bitirme’’ operasyonlarında bunları kullanıyorlar.

Bunlar ne yazık ki dünyanın başka ülkelerinde de oluyor.

Ancak bu yolu deneyen yöneticilere bir hatırlatma yapmak isterim.

Mafyayı bu işe sokmak kolay, çıkarmak zordur.

Mafya ilişkileriyle belki geçici bir başarı elde edersiniz ama uzun vadede bundan zarar görüldüğünün örnekleri Türkiye'de de yaşanıyor.

Üstelik spora mafyayı bulaştırmak, mafyanın muhasebe işlerini yapmaya benzemez.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Ülkeleri yönetenler stratejiyi söylemesi zor bir kelime zannetmedikleri zaman.
Yazının Devamını Oku

Halk Bankası'nın kapanışındaki mesajlar

12 Haziran 2003
IMF'nin emri doğrultusunda Halkbank kapatılıyor. Ziraat'e devredilerek ortadan kaldırılacak.Bu karar AKP'nin bitişinin de simgesi olacak ya da miladı olacak. Halk Bankası önemli bir banka.. Sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada ‘‘halk bankaları’’ önemlidir. Çünkü bu bankalar bir ülkenin ekonomisinin bel kemiğini oluşturan ‘‘orta sınıf’’ esnafın, sanayicinin var olmasını destekleyen bankalardır. Çünkü bu ‘‘orta ve küçük ölçekli’’ yatırımcılar büyük bankalarla çalışamazlar. Onlara onları anlayacak, ortakları gibi hareket edecek, anlayışlı bankalar gerekir. Bu tip bankacılık ciddi bir uzmanlıktır. Açıkçası ben AKP iktidarının bütün bankaları kapatabileceğini düşünürdüm de, Halk Bankası'nı kapatacakları aklımın ucundan geçmezdi. Çünkü Halk Bankası'nın müşterileri, aynı zamanda AKP'nin sırtını dayadığı kesim.Geçmişteki ekonomik politikalardan en fazla zarar gören, üretmeye çalışırken ezilen, büyük çıkar gruplarının baskısı altında bunalmış ‘‘orta boy’’ insanlar. AKP'nin ‘‘lümpen’’ tabanı dışındaki en büyük destekçisi bunlar. Ve bunlara gereken şey Halk Bankası tipi bankacılık yapan finans kurumları. Şimdi AKP Halk Bankası'nı kapatıyor.Bunun gösterdiği birkaç gerçek var. Öncelikle şu kesin ki, AKP'nin bir ekonomi politikası yok. Kendinden önceki hükümetin başlattığını aynen uyguluyor. Ama bir adım öne götürecek bilgi ve deneyime sahip değiller. Bu yüzden de kendilerine göre bunu yönlendiremiyorlar. AKP bilerek veya bilmeyerek önceliklerini değiştiriyor. Kendini daha yukarıya, daha önce lanetlediği çevrelere yaklaştırmaya başlıyor.Eğer Halk Bankası'nı kapatıp, yerine ‘‘faizsiz bankacılık’’ yapan bir kurumu geçirmeyi düşünmüyorlarsa, bu kapanış AKP'nin de kapanışının başlangıcı olabilir.. Lümpen oyların Genç Parti'ye kaydığını biliyoruz. Milli Görüş oyları ‘‘şefkatli babaları Erbakan’’a kayar. Aklı selim sağ oylar ise ne yaptığını bilen bir sağ partiye. Bilsinler. Ne yapacaklarsa ona göre yapsınlar. NOT: Halk bankası kapatılırken, hükümet Yoksulbank, yani yaşayamayacak kadar fakir olanlara yaşama umudu verecek kadar düşük miktarda kredi sağlayan bir sistemi kurmak için BDDK'ya yasa hazırlattı, bunu da Meclis'e sevk ediyor. Hükümetin önümüzdeki yılları nasıl gördüğünü bu iki örnekle anlamak mümkün. Umut kıran komedi TÜSİAD'ın dünkü toplantısı eğlenceli geçmiş. Bir tarafta Türkiye'deki yolsuzluk ve hortumdan şikáyet eden işadamları, diğer yanda onları dinleyen Başbakan. Hayli komik bir durum. Çünkü Türkiye'nin ‘‘hortum ve yolsuzluk’’ olaylarında bizim mahalledeki bahçıvan Rıza'nın veya sizin komşunun tornacıda çalışan oğlunun imzası yok. Bunları yapanların büyük bölümü şikáyetçi TÜSİAD'ın üyeleri. Diğer yanda ise Başbakan. Kürsüde TÜSİAD üyelerine bu konuda sorumluluk taşıdıklarını haklı olarak hatırlatan Başbakan. Ama işe bakın ki, TÜSİAD'ın bu işlerden sorumlu olduğunu hatırlatan Başbakan da başbakan oluncaya kadar yargı karşısında ‘‘yolsuzluk’’ hesabı vermiş. TÜSİAD'ın onurlu üyelerinden biri tarafından 1 milyar dolar servet edinmekle suçlanmış biri. Gerçekten komik ve eğlenceli bir toplantı. Farklı bir komedi. Bu güzellik Türkiye'ye yararİSTANBUL'un dünya çapında güzel eğlence mekanları bir dönem Türkiye'deki gelir adaletsizliğinin sembolü olup ‘‘tu kaka’’ ilan edildiler. Neredeyse buralara gitmek ‘‘ayıp ve ahlaksızlık’’ ilan edildi. Oysa bunlar İstanbul'un bir dünya kenti olmasına büyük katkıda bulunuyorlar. Geçen yıl Galatasaray'a oyuncu transfer ederken, yönetici arkadaşlarım bir akşam Perez'i ve Mondragon'u Laila veya Reina'ya götürdüler. Ertesi gün Perez Türkiye'ye gelmek istemeyen bütün yabancı oyuncuları arayıp, İstanbul'un ne kadar harika bir yer olduğunu tavsiye ediyordu. Gerçekten de özellikle Boğaz kıyısındaki bu yerler, İstanbul'a büyük bir getiri sağlayacaklar. Gün gelecek ki, aynen Paris'te, Londra'da olduğu gibi buralarda da yerlileri, yani Türk vatandaşlarını göremeyeceğiz.Bu yüzden bari bu yıl buraları ‘‘lanetlemeyelim’’. Gelir adaletsizliğinin nedeni onlar değil. Tam aksine onlar ilerde, İstanbul'a 20 milyon turist gelip, 20 milyar dolar bıraktığında çözümün bir parçası olacaklar. Aman spora mafyayı sokmayın, çıkaramazsınız!KULAĞIMA ilginç ‘‘gerçekler’’ geliyor. Türk futboluna birkaç yıl önce musallat olan ‘‘mafya belası’’ bugünlerde yine devreye girmiş. Bundan birkaç yıl önce bazı futbolcular ve menajerler beni arayıp, kimi maçlar öncesi mafya tarafından tehdit edildiklerini söylemişlerdi. Ben de onlara kulak asmamalarını, mafya dediğinin bir avuç çapulcu olduğunu anlatmıştım. Ancak çocuklar gerçekten korkuyorlardı. Şimdi yine mafyanın bu işe bulaşmaya başladığına dair bilgiler alıyorum. Futboldaki büyük paralar burayı ‘‘mafya’’ için cazip hale getiriyor. Bazı yöneticiler de ‘‘iş bitirme’’ operasyonlarında bunları kullanıyorlar. Bunlar ne yazık ki dünyanın başka ülkelerinde de oluyor. Ancak bu yolu deneyen yöneticilere bir hatırlatma yapmak isterim. Mafyayı bu işe sokmak kolay, çıkarmak zordur.Mafya ilişkileriyle belki geçici bir başarı elde edersiniz ama uzun vadede bundan zarar görüldüğünün örnekleri Türkiye'de de yaşanıyor. Üstelik spora mafyayı bulaştırmak, mafyanın muhasebe işlerini yapmaya benzemez. NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Ülkeleri yönetenler stratejiyi söylemesi zor bir kelime zannetmedikleri zaman.
Yazının Devamını Oku

Biliyoruz ki, orası noterlik değil

11 Haziran 2003
<B>TÜRKİYE </B>müthiş çalkantılı günler geçirdi. Kritik MGK'lar yaşandı. Genç subaylar rahatsız oldu. Genelkurmay Başkanı çıkıp bunu yalanlayarak ‘‘orta yaşlı ve yaşlı subayların da’’ rahatsız olduğunu duyurdu.

AB 6. Uyum Paketi askerlerle sivillerin arasını gerdi.

Ortalık karıştı.

Demokrasinin üzerinde yine ‘‘grimtrak’’ bulutlar dolaştı.

Türkiye bütün bu kritik süreci yaşarken bir tek kişi hiç ortalarda görünmedi:

‘‘Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer.’’

Hiç sesini çıkarmadı.

Gerilimi yumuşatmaya veya daha da artırmaya çalışmadı.

Kendini nötralize etti.

Kayboldu.

Türkiye'nin ‘‘devletin başına’’ en çok ihtiyaç duyduğu günlerde ‘‘burnunun ucunu’’ dahi göstermedi.

Doğrusu bir yurttaş olarak, bir Cumhurbaşkanı'na sahip olduğumu böyle günlerde görmek, hissetmek istiyorum.

Cumhurbaşkanlığı demek sadece atamaları imzalamak veya imzalamamak değil...

O makamın Çankaya noterliği olmadığını yıllar önce öğrenmiştik.

Erdoğan’da peşrev var, güreş yok


TAYYİP Erdoğan'ı izliyorum...Her gün daha büyük bir endişeyle...

Seçimler 3 Kasım'da yapılmış, üzerinden 6 aydan fazla bir süre geçmiş. Tayyip Erdoğan hálá konuşuyor: ‘‘Yapacağız, edeceğiz, kuracağız, önümüzde duramayacaklar, aşacağız, geçeceğiz...’’ Allah var dinlerken tüylerim diken diken oluyor. Müthiş bir belagat. Ama boş konuşuyor... Çünkü ‘‘cağız’’, ‘‘ceğiz’’ bitmiş. 6 aydır iktidar. Hálá elle tutulur bir yasal düzenleme Meclis'e gitmemiş. Gidenlerin tamamı ya vergi borçlularını kurtarmaya, ya da SİT alanlarını ‘‘SİT'tirmeye’’ yönelik yasalar. Ama Türkiye'nin önünü açacak yasaların hiçbiri ortada yok. Bunların sadece lafı var. Belli ki tıkanmış. Yapamayacak. Anlamış. Bürokrasiye sallıyor. Oysa aylar önce yazmışım burada, ‘‘Yaptın şimdi yaptın. Yapamadın bürokrasi seni öyle bir esir alır ki, hiçbir şey yapamazsın’’ diye. Belli ki, durum ona gelmiş. Kendini ‘‘kurt’’ sanan Erdoğan, bürokrasinin çakalları tarafından sarılmış. Elini bile kıpırdatamıyor. Ama sallıyor: ‘‘Yapacağız, edeceğiz...’’ Yapamayacağını o da anladı aslında. Bu yüzden bağırıyor. Benim endişeme gelince... Ben AKP'den endişeli değilim. Benim endişem AKP'nin alternatifleri...

Tavsiye gibi uyarı


HINCAL Uluç dünkü yazısında, Fenerbahçe yönetiminin ‘‘kokainman’’ Daum'u takımın başına getirmesini eleştiriyor.

Türk gençliğine kötü örnek falan filan...

Spora mafyayı bulaştırmış, iki yıl önce ‘‘Kokainman birisi bu takıma gelemez’’ deyip, şimdi takımının başına o ‘‘kokainman’’ı getirmiş bir adama boşu boşuna yazılmış bir yazı. Ancak Hıncal Uluç farkında mı bilmiyorum, ama kendisi de müthiş bir ‘‘kokain reklamı’’ yapmış.

Çünkü Uluç kokainin ne berbat bir illet olduğunu anlatırken bakın neler diyor: ‘‘Kokain uyuşturucu değildir’’, ‘‘Kokain bağımlılık yapmaz’’, ‘‘Kokainle sekste başarısız olma ihtimali ortadan kalkar’’, ‘‘Kokain seks gücünü artırır’’, ‘‘ Kokain kadınları tahrik eder’’. Yazının, Daum'dan söz etmeyen ve sadece kokaini anlatan ilk bölümünü okurken sarsıldım. Kokain eleştirisi mi, kokain reklamı mı çözemedim. Hıncal Abi zaman zaman ‘‘tavsiyeler’’ yapar ya.

İlk bölüm aynen öyleydi.

‘‘Hıncal Abi galiba bu kez kokaini tavsiye ediyor’’ diye düşünmeye başlamışken, konu Fenerbahçe'ye ve Daum'a bağlandı da içim rahatladı.

Fakat yazının sonunu getiremeyenler, şimdi sağda solda kokain arıyor olabilirler!

Yurttaşına sahip çıkan büyüktür


PAZARTESİ akşamı, Amerikalı bir kadın Ataköy'de ‘‘tinercilerin’’ saldırısına uğruyor.

Tinerci çocuklar, kadının göz kapağını ısırarak parçalıyorlar, kaşını da koparıyorlar.

Feci ancak sıradan bir tinerci dehşeti.

Saldırıya uğrayan kadın hemen hastaneye kaldırılıyor.

Ve kadının tedavisi başlamadan Amerika Birleşik Devletleri Konsolosluğu'ndan bir görevli hastaneye geliyor.

Olay hemen konsolosluğa aksettirilmiş ve gece yarısı falan demeden Amerikan Konsolosluğu'ndan bir görevli hastanede.

Kadının tedavisi yapılıncaya kadar hastanede bekliyor.

Tedavi masraflarını ödüyor.

Daha sonra tutulan zabıtların bir kopyasını alıyor.

Sabah saatlerinde de yaralı kadını uçağına kadar götürüyor. Uçağa bindirip ülkesine yolluyor.

Aynı şeyin bir yabancı ülkede kendi başınıza geldiğini bir düşünün.

Böyle bir şey olma ihtimalini yüzde kaç görüyorsunuz?..

Başınıza bir iş gelecek ve Türk Konsolosluğu'ndan görevliler gelip size sahip çıkacaklar...

Hayal gibi bir şey.

Bir gün bizim konsolosluklarımız da böyle bir şey yaparsa, bilin ki Türkiye büyük devlet olacak.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bakanlar ve başbakanlar da başkalarının zamanına saygı gösterdiği zaman.
Yazının Devamını Oku

ABD karşısında iki koz

10 Haziran 2003
<B>SİZE </B>Amerika'da yönetimin kontrolünü ele geçiren Neo Con'larla ilgili birkaç yazı yazdım.. Bu yazılardan sakın ola ki, benim bu <B>‘‘Neo Con’’</B>lara sempati ile baktığım anlamını çıkarmayın. Ben sadece bir ‘‘durum tespiti’’ yapıyorum. Yani ‘‘vaziyet bu, işimize gelirse’’.

Şimdi gelelim, bu Neo Con'larla iyi geçinmenin yoluna.

Neo Con'lar, yani ‘‘Yeni Muhafazakárlar’’ın Türkiye'nin de içinde bulunduğu Ortadoğu'ya bakışlarındaki merkez nokta İsrail.

Bunlar için Amerikan çıkarları ile İsrail çıkarları birbirine son derece paralel. En azından paralel olmak zorunda.

Neo Con'lar Kazakistan'dan Kızıldeniz'e kadar olan bölgeyi, yani ‘‘CentCom'un görev bölgesini’’ ele alırken burada Amerika'nın çıkarları kadar İsrail'in de güvenliğini göz önünde bulunduruyorlar.

Atılacak hiçbir adımın İsrail'in güvenliğini tehlikeyi düşürmemesi birinci şart. Adımın İsrail'i rahatlatacak unsurlar içermesi ise ‘‘kaymaklı kadayıf’’.

Bu açıdan bakıldığında ‘‘Yeni Muhafazakár’’ görüş açısı, Türkiye'yi hiçbir şekilde göz ardı edemiyor.

Çünkü Ortadoğu nasıl şekillendirilirse şekillendirilsin, İsrail açısından bölgede güvenilebilecek tek ülkenin Türkiye olduğu konusunda kuşkuları yok. Yeni Muhafazakárlar, Türkiye'yi bir anlamda ‘‘Light Muslim’’ olarak görüyorlar ve İsrail'e karşı tehdit oluşturmayacağına inanıyorlar. Bunun dışında Türkiye'ye iki konuda daha inançları var.

Bunlardan biri ‘‘istihbarat’’.

11 Eylül'den bu yana MİT'in terör tecrübesinden çok faydalanmışlar. Ve hem Ortadoğu, hem de Orta Asya'da MİT'in CIA'dan çok daha üstün olduğunu düşünüyorlar. Türkiye'nin İsrail ile ilişkisi ve istihbarattaki başarısı, ABD ile ilişkilerin bundan sonraki anahtarı olacak gibi.

ABD ile ilişkilerin en bozuk olduğu günlerde Abdullah Gül'ün İsrail Dışişleri Bakanı'nı davet edip ondan yardım istemesi boşuna değil anlayacağınız.

PETKİM'i Star'ın belirlediği fiyattan satalım


STAR Gazetesi'nin, yani Uzanlar'a ait gazetenin ekonomi yazarı Mustafa Mutlu, bundan iki ay kadar önce PETKİM'in özelleştirilmesi ile ilgili bir yazı yazıyor.

Star yazarı Mutlu, PETKİM'in 2-3 milyar dolar değerinde olduğunu ve bu fiyatın altında bir değere satılmasının ‘‘peşkeş’’ anlamına geleceğini iddia ediyor. Ve işe bakın ki, bu yazının üzerinden iki ay geçiyor, ihale yapılıyor ve ihaleyi, Star yazarının belirttiği değerin yaklaşık dörtte birine Star'ın sahibi kazanıyor.

Bu durumu da Haberciler adlı internet sitesi hatırlatıyor.

Star yazarının suçu yok. Belli ki, o doğru bildiğini yazmış.

Zaten herkes ihalede ulaşılan fiyatın düşük olduğunun farkında.

Ama yine de bazıları bu durumu son derece tarafsız bir biçimde haber yapmayı bile bile ‘‘medya kavgası’’ platformuna çekmeye çalışıyor.

Uzanlar'la işbirliği içinde olup bu durumu alkışlayanlarla, değerli ve kárlı bir malın değerini bulamadığını yazanlar ‘‘medya kavgası yapıyormuş’’ gibi gösterilmek isteniyor.

Hem Star yazarının belirlediği 2-3 milyar dolarlık fiyattan söz ediyorlar, hem de bugün bunun dörtte biri olarak ortaya çıkan fiyatın düşük olduğunu söyleyene ‘‘husumet’’ suçlaması yapıyorlar.

Bu ‘‘hastalıklı’’ bakış açısının olduğu bir ülkede, ‘‘sağlıklı’’ olmak zor zenaat.

Transfer haberleri niye yalandır?


TRANSFER haberlerinin yüzde 99'u palavradır. Geri kalan yüzde biri ise ‘‘ihtimal’’ olarak gerçektir.

Bugünlerde gazetelerde yine transfer haberleri var.

Ve bazıları öylesine hayasızca palavra ki, insan okudukça midesi bulanıyor.

Galatasaray'ın transferde başarısız olduğu yolunda bir intiba yaratılacak ve yönetim karalanacak ya salla gitsin.

Galatasaray şunu elinden kaçırdı, bunu elinden kaçırdı...

Büyük bölümü yalan.

Bir tanesini size aktarayım, gerisinin doğruluğuna siz karar verin.

Galatasaray-Gençlerbirliği maçı öncesi...

Ali Dürüst, Temel Aksoy, ben ve Özer Saraçoğlu, Ali Sami Yen Stadı'nın yanına Carlsberg tarafından yapılan lokantada yemek yiyoruz.

Gençlerbirliği oyuncusu Ahmed Hassan, Galatasaray'a gelmek istiyor.

Her konuda anlaşılmış.

Ahmed Hassan'a tam 750 bin dolar verilecek. Beşiktaş biraz daha fazla veriyormuş ama oyuncu Galatasaray'a gelmek istiyor.

Yönetim kurulu işi bitirmeye hazır. Ancak Fatih Terim, Ahmed Hassan'ı istemiyor.

Yönetim ise en azından Gençlerbirliği-Beşiktaş maçı oynanana kadar ilişkiyi sıcak tutmaktan yana.

Tam bu sırada Ali Dürüst'ün cep telefonu çalıyor.

Arayan Ahmed Hassan'ın menajeri. Dürüst telefonu kapatıyor ve bize dönüyor: ‘‘Hiç boşuna konuşmayalım. Fatih Hoca, menajerini arayıp Ahmed Hassan'la ilgilenmeyeceğimizi söylemiş.’’

Ahmed Hassan
meselesi böylece kapanıyor.

Ama mümtaz ve ‘‘palavracı’’ Türk spor basınına bakarsanız Ahmed Hassan'ı yönetim elinden kaçırdı ve Fatih Terim çok kızgın.

Bilerek mi yalan yazıyorlar, yoksa üç beş menajerin oyuncağı mı olmuşlar doğrusu anlayamıyorum.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Yaşadığımız ülkenin sonunu, Asmalı Konak'ın sonundan daha fazla merak ettiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Hani Uzanlar devletle iş yapmayacaktı?

9 Haziran 2003
<B>CEM Uzan </B>katıldığı televizyon programlarında kendisine sorulan <B>‘‘çanak’’ </B>sorulara yanıt verirken <B>‘‘işadamlığını bıraktığını’’ </B>söylüyor. Diğer yandan da şirketlerinin devletle iş yapmadığını vurguluyor.

Onu konuk eden ‘‘sözde’’ gazeteciler de aval aval dinliyorlar.

‘‘Belki bir gün yanında çalışırız, belki bir gün bize de milyon dolar verir’’ umuduyla soru sormak, gerçekleri aramak akıllarından geçmiyor.

Hiçbiri ‘‘Yahu Cem Bey, özelleştirme ihalelerine en fazla giren sizsiniz. Türkiye'de kimse sizin kadar devletten iş almadı. Babanız Berke Barajı'nın töreninde daha fazla baraj ihalesi istedi. Üstelik de hem devletten mal alıyorsunuz, hem de devletle yüz milyonlarca dolarlık anlaşmazlıklarınız var. Devletle sizin kadar mahkemelik olan bir başkası yok’’ demiyor.

Cem Uzan da ‘‘uyanık’’, bunları soracak adamlara gitmiyor.

Ya yanında çalışan ya da yanında çalışmış ve milyon dolar götürmüşlerle konuşuyor.

Ama işte bir kez daha ‘‘takke’’ kendiliğinden düştü.

Cem Uzan ve ailesine ait şirketlerden biri, Petkim ihalesinde en yüksek teklifi verdi.

Hani Cem Uzan'ın şirketleri devletle iş yapmayacaktı.

Üstelik verilen fiyat, ederin yüzde 50 aşağısında.

Ya Cem Uzan çok hayal ettiği gibi şimdi başbakan olarak bu ihalenin sonucuna karar verecek noktada olsaydı!

Hiç bana hikáye anlatmasın, ‘‘Benim şirketlerle ilgim yok’’ diye.

Mesut Yılmaz'ın da şirketlerle ilgisi yoktu ama hem siyasetteyken, hem de şimdi hálá her taşın altından adı çıkıyor ve çıkartılıyor.

Aynı filmi, çok daha etkili versiyonuyla bir kez de Uzan soyadıyla mı göreceğiz.

Gece yaksınlar razıyım


BRIDGESTONE lastikleri, yıllardır trafikteki araçların farlarını gece güdüz yakmaları için bir kampanya yapıyor.

Bu uygulama bazı İskandinav ülkelerinde var. Ama oralarda havanın daha loş olduğu da bir gerçek.

Fakat bir başka gerçek yanan farların kaza oranlarını düşürdüğü. Bunu istatistikler doğruluyor.

Bridgestone bu kampanyayı başlattıktan bir süre sonra yöneticileri beni ziyarete gelmişlerdi (yaklaşık 2 yıl önce).

Sayım yaptırmışlar, gündüz farlarını yakan araç oranı yüzde 20'lere yaklaşmış. (Tam rakamı hatırlamıyorum.)

‘‘Siz bu sayımı gece yaptırmış olmayasanız’’ diye sordum.

Çünkü her gün yollarda en az 150-200 kilometre yapan ben, böyle bir oran görmemiştim.

Bridgestone bir süre ara verdiği kampanyayı bir süre önce tekrar başlattı.

Slogan aynı: ‘‘Farım da açık, yolum da.’’

Destekliyorum.

Ancak bizim ülkede bu kampanyayı biraz daha temel bir noktadan başlatmak gerek.

Bazı sürücüleri bırakın gündüzü, gece far yakmaya ikna etmeliyiz.

Çünkü akşamın ilk saatlerinde hava karardığı halde farlarını yakmayanlardan, karanlıklar prensi gibi dolaşanlar var.

Bazen bunları yolda durdurup, ‘‘Ne o usta, TEDAŞ elektrik mi vermiyor’’ diyorum, suratıma bön bön bakıyorlar.

Yine Bridgestone'u kutluyorum.

Gece bile farlarını yakmayan bir güruhu, gündüz far yakmaya ikna etmeye çalıştığı için.

Halk otobüsü değil TZ 6062 numaralı halk düşmanı


HALK otobüsü terörü bitecek gibi değil. Cuma sabahı TEM'i Okmeydanı'na bağlayan yolda ilerliyorum.

Trafik ortalama 60-70 kilometre süratle akıyor. Ben de sağ şeritte bu hızla ilerliyorum.

Birden sağ yan aynamda mavi yeşil bir dev beliriyor.

Bir ‘‘halk otobüsü’’.

Trafiğin 70 kilometre saatlik akış hızını beğenmemiş, en az 100-110 kilometre süratle emniyet şeridinden geliyor.

Ve yanımdan rüzgár gibi geçiyor.

Durdurmak mümkün değil. Önüne geçmek intihar gibi.

Sadece arkasından bakıp plakasını alabiliyorum: 34 TZ 6062

Plakayı yazıp önüme koyuyorum.

Bir gün bir yerde karşılaşmak ümidiyle.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Adam olmak için neye ihtiyaç duyduğumuzu kendimiz anlayabildiğimiz zaman...
Yazının Devamını Oku

BDDK'ya süre veriyorum

7 Haziran 2003
BDDK, ‘‘hortumculardan tahsilat yapma’’ konusundaki uyarılarımın ardından ‘‘küçük’’ ama ‘‘önemli’’ bir adım attı. Tahsil Etmeme Daire Başkanı gibi çalışan Hasan Tengiz'i bu görevden aldı.Yerinde bir hareket. BDDK'nın bu adımına karşılık ben de BDDK'ya bir süre daha tanımaya karar verdim. Tengiz'in kurumda yaptığı tahribatın giderilmesi, tahsilatların yeniden başlaması için gerektiği kadar bir süre. Çünkü Hasan Tengiz'in bazı operasyonları engellemeye çalışan tavrı tahsilatı kilitlemişti. Bunun yanı sıra, bazı ‘‘peşkeş’’ olayları da ‘‘tahsilat kılıfına’’ sokuluyordu. BDDK'ya geçen bazı mallar, değerinin çok altında fiyatlarla bazı gruplara devrediliyordu. Bütün bunlarla ilgili bilgi ve belgeler elimde. BDDK'nın Hasan Tengiz yönlendirmesiyle yapılan bu hataları düzeltmesi için biraz zaman veriyorum. Kısa süre içinde bir gelişme görmezsem, kaldığım yerden devam edeceğim. Bölgenin ‘abisi’ Türkiye olabilirAMERİKAN dış politikasını yönlendiren ve dünyaya yeni şekil vermeye soyunan Neo Con, yani ‘‘Yeni Muhafazakárlar’’dan dün söz etmeye başladım. ABD'deki çok uluslu petrol ve silah üreticisi şirketlerin desteklediği bazı ‘‘think tank’’lerde oluşmaya başlayan Yeni Muhafazakár konsepti 11 Eylül'den sonra ortaya çıkan bir hareket değil. Ancak ABD açısından ‘‘kabul edilebilirliği’’ bu tarihten sonra tartışılan bir hareket ve Afganistan ile Irak'taki başarılar sürdükçe de etkinliğini devam ettirecek gibi duruyor.Türkiye ABD ile ilişkilerini Neo Con konsepti iyice kavramadıkça düzeltme olanağına sahip değil. Türkiye, zor da olsa bundan böyle Amerika için ‘‘askeri stratejik ortak’’ olma özelliğini bir kenara bırakmalı. Bunun iki nedeni var. Birincisi, ABD bu konuda artık Türkiye'ye yüzde yüz güvenmiyor. İkincisi, ABD'nin artık buna ihtiyacı yok. Çünkü artık bölgedeki en güçlü ordu Türk ordusu değil, Amerikan ordusu oldu ya da yakında olacak. ABD, müthiş hareketli ordusunu bölgeye istediği gibi getirebileceği için burada silahlı ek güce gerek duymuyor. Fakat ABD'nin bölgeye getiremeyeceği çok önemli bir unsur Türkiye'nin elinde mevcut.‘‘Müslüman demokrasi’’ geleneğine sahip tek bölge ülkesi, hatta tek ülke Türkiye.ABD eğer bölgeye istikrar, barış ve antiterörist bir anlayış getirme isteğinde samimi ise, ki başka bir çaresi yok gibi görünüyor, Türkiye'nin elinde çok önemli bir ‘‘ihraç malı’’ ortaya çıkıyor. ABD'nin yeni konsepti doğrultusunda bölgeye ‘‘rejim ihraç’’ edebilecek tek ülke Türkiye. Yetişmiş insan potansiyeli, devlet geleneği, bölge vasatının çok üzerindeki demokrasisi ile Türkiye, bölgenin ‘‘yeniden şekillendirilmesinde’’ ABD'nin vazgeçemeyeceği tek unsur. ABD, Müslüman Türkiye'nin bölgedeki bu yöndeki etkisinin kendisinden de, İtalya'dan da, Polonya'dan da fazla olacağını biliyor. Türkiye'nin Irak'ın yeniden ‘‘demokratik bir devlet’’ haline gelmesinde aktif rol talep etmesi gerek. Polis teşkilatından sağlık örgütüne, eğitim organizasyonundan üretim kültürüne kadar Türkiye Irak'a çok şey verebilir. Bunu Neo Con'lar da görüyor. Türkiye Irak'ta etkili olacaksa Irak'a TSK'nın tankları ile değil, DSİ'nin iş makineleri ile girmek zorunda. Bunu kabul edersek, işbirliği umduğumuzdan da hızlı gelişir. Her şey satılık mı?AKP iktidarı SİT alanlarını imara açan, sadece bununla yetinmeyip, maden arama sahalarının SİT alanları ve koruma altındaki bölgelere kadar sirayet etmesine izin veren bir yasa çıkarıyor. SİT alanlarında kontrollü ve doğaya uygun yapılaşmaya karşı olanlardan değilim. Adam gibi projelerle bu iş yapılabilir ve doğnanın korunması sağlanabilir. Ama burası Türkiye. Böyle bir izin sonrasında neler olabileceğini hepimiz biliyoruz. Belediyeler, bakanlıklarda adamları olanlar müthiş bir talana başlayacak ve son kalan üç beş güzelliğimiz de rezil olacak. Oysa o alanlar bize emanet. Onları namusumuz gibi korumak ve çocuklarımıza devretmek zorundayız. Fakat AKP kaynak bulma adına buraları satmakta ve yok etmekte kararlı. Bu yasaya oy verecek AKP'li milletvekillerine sormak istiyorum. Para bulmak uğruna her şeylerini satmaya razı olurlar mı?NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Türkiye'ye 15 yıl kaybettiren terörün izlerini silmek için atılması gereken adımları atmaktan korkmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku