Fatih Altaylı

Buradaki çocukları da Bingöl'e götürün

28 Mayıs 2003
<B>PEDAGOG </B>değilim ama bana yanlış geliyor. Doğu Anadolu'daki öğrencilerin şu veya bu vakfın, bazen Genelkurmay'ın, bazen de iyi niyetli kişilerin girişimiyle bulundukları kentlerden kaldırılıp, İstanbul'a getirilip, bir süre misafir edilip geri götürülmelerini doğru bulmuyorum. Bingöl'deki depremde enkaz altından kurtarılanlar, Sabah Gazetesi'nin iyi niyetli girişimiyle şimdi İstanbul'dalar.

Derslerine Darüşşafaka'da devam ediyorlar.

Girişim iyi niyetli, ama acaba yapılan iş doğru mu?

Bingöl nire, İstanbul nire?

Çeltiksuyu Yatılı Bölge Okulu nire, Darüşşafaka nire?

9-10 yaşında çocuklar müthiş bir ‘‘ortam değişimi’’ ile karşı karşıyalar...

Sonsuza kadar İstanbul'da kalacak olsalar sorun yok.

Ama yarın Bingöl'e dönecekler.

Akıllarında, hayallerinde İstanbul...

Damaklarında Boğaz'ın tadı.

Geçmişte benzer bir girişimi TEGEV yaptı.

Çocukları toplayıp toplayıp getirdiler.

Sonra geri götürdüler.

Ama çocuklar evlerinden kaçıp İstanbul'a gelmeye kalkıştı.

Otogar'dan TEGEV'i arayanlar şanslıydı. Tekrar evlerine gönderildiler.

Ya şanssız olanlar. Kimbilir belki de şimdi Beyoğlu'nun bir köşesinde tinerci oldular.

Bu iş doğru değil diyor sezgilerim.

Ve galiba asıl yapılması gereken Bingöl'den, Muş'tan, Hakkári'den çocukları buraya getirmek değil...

İstanbul'dan, Robert Kolej'den, Alman Lisesi'nden, Galatasaray'dan ve diğer okullardan çocukları yılda bir, 15 gün Bingöl'e, Hakkári'ye, Van'a götürmek.

Bu ülkenin ‘‘televole’’ olmadığını anlamaları için...

BDDK’da ‘tahsilat’ sorunu


BDDK ile ilgili yazmak neredeyse ‘‘ayıp’’ haline getirildi. Cumhuriyet tarihinin en büyük soygununu ‘‘çözmek’’ için görevlendirilen kurum, ne yazık ki soygun düzeninin parçası gibi.

Ama bunu yazmak ‘‘yürek istiyor’’; çünkü anında ‘‘medya savaşı’’ diye başlıyorlar vaveylaya.

Giden milletin parası, sizin, benim, çocuklarımızın parası ama yazmak zor.

Oysaki, bugün BDDK'nın ‘‘ilgi alanında’’ olan bu şahıslar yıllardır benim köşenin konuğu.

Kim ne derse desin, ben bugün şu BDDK dosyasını yeniden açıyorum.

Açıyorum ki, benim kızımın, sizin çocuklarınızın geleceğinden çalınan 40 küsur milyar doların hesabını sormakla görevlendirilen ama görevini yapmayanlar biraz kendilerine çekidüzen versinler.

İlk konuğumuz Kamuran Çörtük ve onun BDDK içindeki ‘‘hamisi’’ Hasan Tengiz Beyefendi.

Çörtük'ü biliyorsunuz.

Bu ‘‘vatandaşı’’ yıllarca bu köşede yazdım.

Yazdıklarımdan ders alsaydı bugün yüz milyonlarca dolar borçla batık olmazdı, ama batık.

Batırdığı para bizim paramız.

Fakat adamına göre muamele ustası haline gelen BDDK, Kamuran Çörtük'e pek bir ‘‘iyi niyetli’’.

Banka batıranların neredeyse tamamına ‘‘yurtdışına çıkış’’ yasağı getiren BDDK, her nedense Kamuran Çörtük söz konusu olunca böyle bir yasak getirmedi.

Kamuran Bey'in pasaportu cebinde...

Dünyanın neresine isterse oraya gidebiliyor.

Bunu öğrenince şaşırdım.

‘‘Bu adam nasıl oluyor da geziyor? Batan bankaların neredeyse odacılarına bile yurtdışına çıkış yasağı varken, bu adam niye dolaşabiliyor’’ dedim bir BDDK yöneticisine.

Güldü.

‘‘Onun BDDK'da amcası var’’ dedi.

Sonra öğrendim ki, Kamuran Çörtük'ün BDDK'daki amcasının adı Hasan Tengiz.

Tahsilat Dairesi Başkanı olarak ‘‘Kamuran Bey'in yurtdışı çıkış yasağını’’ kaldırtmış.

‘‘Ne ayrıcalığı varmış?’’ diye sordum.

Belli değil. Diyorlar ki, Tahsilat Dairesi Başkanı Hasan Tengiz'e kendini çok sevdirmeyi başarmış. Tabii bu ‘‘yasal olmayan’’ neden. Kılıf ise ‘‘yurtdışındaki işlerinden para getirecek’’.

Şimdi Hasan Tengiz Bey'e soruyorum.

Kamuran Çörtük, sizin sağladığınız olanaklarla rahat rahat gezdi. Bunun karşılığında siz, Kamuran Çörtük'ten ne kadar para tahsil edebildiniz?

Çörtük'e verdiğiniz izin, devletin alacağını tahsile mi yaradı, yoksa Çörtük'e mi?

Söyleyin Hasan Tengiz Bey, çekinmeyin.

Söyleyin...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Şehirleri köy haline getirmenin şehirleşmek anlamına gelmediğini anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Sadece gazeteciler mi yalan söyler?

27 Mayıs 2003
<B>GENELKURMAY </B>Başkanı <B>Özkök, </B>gazetelerin Ankara temsilcilerini topladı ve <B>‘‘Yalancısınız’’ </B>dedi. En azından ‘‘kabaca’’ görüntü böyle. İşin kolayı bu.

‘‘Basın zaten yalan söyler’’ deyip işin içinden sıyrılmak.

Yalancılıkla suçlanan gazetecilerden ikisini biliyorum.

Bu toplantıda suçlanan Mustafa Balbay'dı.

‘‘Genç subaylar rahatsız’’ haberiyle.

Daha önce de Fikret Bila yalanlanmıştı. Onun haberinin başlığı ‘‘Ordu tezkereye karşı’’ idi.

Oysa bilirim ki, ne Fikret, ne de Mustafa ‘‘yalan’’ yazan gazetecilerdir. Tam aksine ‘‘doğru’’ konusunda son derece ‘‘pimpiriklidirler’’.

Çok güvenilir olmadıkça kaynaklarına bile ‘‘tek başına’’ güvenmezler.

Bu yüzden de ben, en azından bu iki gazetecinin ‘‘yalan’’ yazmadığı düşüncesindeyim.

Ve galiba Genelkurmay Başkanı da bu iki gazeteciyi yalanlarken, bir yandan da haklarını teslim etti.

Ve her ikisinin de ‘‘yanıltılmış’’ olabileceğini söyledi.

Bu, şu demek: ‘‘Genelkurmay ve ordu adına benim söylemediğim hiçbir şeye itibar etmeyin. Beni zor durumda bırakırsınız ama sonra da siz zor durumda kalırsınız.’’

İkinci Başkan Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ı yanına alması da ‘‘Benim dışımda tek yetkili yanımda’’ mesajıydı.

Orgeneral Özkök gerçekten ‘‘müthiş’’ bir Genelkurmay Başkanı.

Türkiye'nin hassas durumuna uygun hareket etme konusunda eşsiz. Siyaset böyle bir Genelkurmay Başkanı'na sahip olma şansını iyi kullanmalı.

Başbakan Erdoğan ‘‘uyum tablosu’’ çizmektense, uyumu bozan unsurlar konusunda kendine iletilen mesajları iyi algılamalı.

İyi niyetli mesajları anlamazlıktan gelmek, iyi niyet suiistimali anlamına geliyor.

Kitle partisi genel başkanı olmak, bu mesajları iyi değerlendirmek demek, suiistimal etmek değil...

İngilizce şarkı hataymış!


SERTAB Erener, Eurovision Şarkı Yarışması'na İngilizce bir şarkıyla, üstelik de seçmesiz katılacak olunca Türkiye'de kıyamet koptu.

Önce ‘‘Türkçeciler’’ ayaklandılar. ‘‘Türküz, Türkçe konuşuruz. Türkiye'nin tanıtımı olacak bir yerde niçin İngilizce’’ dediler.

Buradan onlara yanıt, Sertab'a destek verdik, ‘‘Yapılan iş doğru’’ diye. Yılların dostu Sezen Cumhur Önal bile kızdı bana. ‘‘Türk popu nasıl olur da yabancı dilde temsil edilir’’ diye sitem ederek ve yabancıların Türkçe söylediği şarkılardan örnekler vererek.

Diğer ‘‘eleştirici’’ grup ise dikkate almaya değecek türden değildi. ‘‘Mesleki kıskançlık’’ için yapılabilecek bir şey yoktu. Her yerde vardı.

Sertab Erener'in ve ona destek verenlerin ne kadar haklı olduğu cumartesi akşamı ortaya çıktı. Sertab, Kıbrıs Rum Kesimi'nden bile 8 puan alarak ‘‘işi bitirdi’’.

Şimdi sorarım ‘‘Türkçe’’ diyenlere:

Türkçe bir şarkıyla sonuncu olarak mı Türkiye'nin daha iyi tanıtımı yapılırdı, yoksa İngilizce bir şarkıyla birinci olarak mı Türkiye'yi daha iyi tanıttık?..

Üstelik de önümüzdeki yıl Eurovision finali Türkiye'de yapılacak. Eğer olay tanıtımsa, bu seferki duble kaymaklı ekmek kadayıfı.

İşin ilginci, büyük uluslararası yarışmalar öncesi sertçe ve zaman zaman terbiyesizce eleştirilenler başarılı oluyor hep. 1998'de Fransa'da Milli Takım Teknik Direktörü Aimee Jacquet yerden yere vurulduğu döneminde takımını Dünya Şampiyonu yaptı. Türkiye'de Lucescu ‘‘Çeribaşı’’ olarak nitelendirilirken Süper Kupa'yı aldı, Şampiyonlar Ligi çeyrek finali oynadı, Türkiye Şampiyonu oldu. Şenol Güneş, teknik direktör olup olmadığı tartışılırken Türkiye'yi futbolda dünya üçüncüsü yaptı.

Eleştirilmek iyiymiş, bazen üzücü bir biçimde olsa da.

Beşiktaş yönetimi şampiyonluğu hak etmişti


BEŞİKTAŞ'ın şampiyonluğu hayırlı uğurlu olsun. Bence hak etmişlerdi. Yönetim olarak inandılar ve kilitlendiler. İç hesaplaşmaları bir kenara bıraktılar. Şampiyonluğu çok istediler. Ve oldular.

Pazar akşamı maç biter bitmez Beşiktaşlı dostlarımı telefonla arayıp bir bir kutladım. Kapımın önünden geçen komşuların korna seslerine ise tebessümle yanıt verdim. Şampiyonluğu Beşiktaş'a kaptırmak, Fenerbahçe'ye kaptırmanın etkisini yaratmıyor Allah'tan.

Şampiyonluk yolundaki rakibini iki kez yenen takımın şampiyon olması son derece ‘‘adil’’. Bunun dışında bir de ‘‘İlahi adalet’’ olmalı ki, Beşiktaş şampiyonluğa ulaşırken başında Galatasaray'ın ‘‘kovduğu’’ Lucescu, Galatasaray'ın şampiyonluk umutlarını söndüren golde Galatasaray'dan yollanan Sergen'in imzası vardı.

Aslına bakarsanız bu sezon şampiyonluk bu maça kalmazdı. Beşiktaş kendi hatalarıyla Galatasaray'ı potaya soktu. Beşiktaş'ın bu şampiyonluğu umarım Beşiktaşlı dostlarımıza da bir gerçeği öğretmiştir. O gerçek, takımlar rakiplerine üstünlük sağlar ve şampiyonluğa ulaşırken bazen hakem hatalarından da faydalanabiliyorlar. Ama bu durum ligin şaibeli olduğu anlamına gelmeyebiliyor.

Galatasaray ise geçen sezon sonundan beri müthiş bir hatalar zinciri içindeydi. Şampiyonluğun gittiği dakikalarda bile Galatasaray bu hatalarını sürdürmeye niyetli göründü.

Şampiyon olunsaydı bu hatalar yok sayılacak ve bu ‘‘yanlış’’ tutum sürecekti.

Şimdi Galatasaray yönetimi, şapkasını önüne koyup, hatalarını tartmalı ve önümüzdeki sezona bu hatalardan ders alıp başlamalı. Gerçi bu sezon yapılan hataların büyük bölümü gelecek sezonu da bağlıyor, ama yine de dönülebilecek hatalar. Galatasaray yönetimi bunu yapmazsa, Galatasaray'da gerileme dönemini de başlatmış olacak.

Sonrasını düşünmek bile facia...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Gerçeklerden kaçarak gerçekleri değiştiremeyeceğimizi anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

McDonald's var merak etmeyin!

26 Mayıs 2003
<B>GENELKURMAY </B>Başkanı Orgeneral <B>Özkök </B>bugün bir toplantı yapıyor. Muhtemelen, son günlerde askerin siyasetle birlikte anılır olmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirecek. Aslında durumdan ben de ‘‘rahatsızım’’.

Cuma günü Cumhuriyet Gazetesi ‘‘Genç subaylar rahatsız’’ manşetiyle çıktığı gün, haber toplantımızda Kanal D Haber'in Ankara editörü Metin Kayıhan'a ‘‘Bu haberi dikkate almayın. Büyük olasılıkla yalanlanacak’’ dedim.

Ancak saat 17.30'da haber hálá yalanlanmayınca Metin'i aradım ve ‘‘Haberi yapın. Cumhuriyet Gazetesi'ni kaynak göstererek yapın ve gün boyunca haberin yalanlanmadığını da belirtin’’ dedim.

Biz haberi aynen böyle kullandık. Ertesi sabah Hürriyet'in de aynen böyle yaptığını gördüm.

O gün de haberle ilgili bir yalanlama asker kanattan gelmedi.

Başbakan Erdoğan ise ‘‘Gerginlik yaratmaya çalışanlar var’’ diyerek haberi yalanlamadı ama habere yüklenen anlamı yalanlamış oldu.

Bence ‘‘genç subayların rahatsız’’ olması veya ‘‘yaşlı subayların’’ bazılarının benzer durumda olmaları önemli değil.

Bunun tersi bir durumun da çok önemi yok. Önemli olan Türkiye'nin doğru bir çizgi üzerinde ileriye doğru yol alıp almadığı.

Çünkü Türkiye'de genç veya yaşlı herkesi rahatlatacak tek şey Türkiye'nin hızla, büyüyerek, gelişerek ileri doğru gitmesi.

2500 dolar düzeyindeki milli gelirin katlanarak artması.

10 yıl içinde en az 3-4 katına çıkması.

Gündemin boş siyaset tartışmalarıyla değil, gelecekle ilgili planlarla doldurulması.

Demokrasi meselesine gelince.

Türkiye'de demokratik süreci rayından çıkarmak mümkün değil.

Ne gericiler, ne de statükocular Türkiye'nin demokrasiden uzaklaşmasını sağlayacak güçte değiller.

Darbelere gelince.

Taksim'de ilk McDonald's restoranı açıldığında bir siyasetçi dostum, ‘‘Yırttık’’ demişti..

‘‘Niye, Mc Donald's'ı çok mu seversin?’’ diye sormuştum.

Nedeni başkaymış.

Şimdiye dek McDonald's restoranı olan bir ülkede hiç darbe olmamış.

Arkadaşımın bu görüşü, dünyada da genel kabul gören bir görüş olmalı ki daha sonra Thomas Friedman'ın ‘‘Lexus ve Zeytin Ağacı'' kitabında da yeraldı.

Ne demekse.

Garantili ek gelir

YAKLAŞIK 10 yıldır Hürriyet'te bu köşede yazıyorum. Bunun için de, Hürriyet Gazetesi bana bir maaş ödüyor.

Öyle zannedildiği kadar çok bir maaş değil bu.

Nedense, doların dolar olduğu günlerde ‘‘dolar bazında’’ maaş alan yüksek kazançlı gazetecilerden olamadım hiç.

Olmaya da niyet etmedim.

Ama size ilginç bir şey söyleyeyim mi, ben Hürriyet'te çalışıyorum ama bana Hürriyet'ten daha fazla parayı Star Gazetesi ödüyor.

Şaka gibi ama değil.

Ben asıl parayı Star Gazetesi'nden kazanıyorum.

Star'ın sahipleri hakkındaki gerçekleri yazıyorum.

Star'ın patronu emrindekilere emir veriyor:

‘‘Fatih Altaylı hakkında karalama kampanyası açın.’’

Ortalıkta yazabilecekleri kara bir durum olmadığı için emir kulları başlıyorlar asılsız, yalan yanlış hakaret dolu yazılar yazmaya.

Ben de o ‘‘emir kulu zavallılara’’ karşılık vermektense, mahkemeye vermeyi tercih ediyorum.

Yalanları adalet karşısında direnemediği için de, her ay maaşım kadar hatta daha fazla bir parayı bunlardan alıyorum.

Hürriyet'te yazan ama asıl parayı Star Gazetesi'nden alan başka biri var mı bilmiyorum.

Ama benim bir şikáyetim yok.

Teşekkürler Cem Uzan.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Bizim düşüncelerimizi söyleyenlerle aynı siyasi çizgide olmadığımız için söylenenleri eleştirmediğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Türk-Amerikan dostluğu Kongre sınavında

23 Mayıs 2003
AMERİKAN Temsilciler Meclisi'nin yeni bir Ermeni oyununa alet olmaya hazırlandığını birkaç gün önce bu köşeden duyurduk.‘‘Son derece iyi kamufle edilmiş bir ‘Ermeni Soykırımı Yasası' Kongre Adalet Komisyonu'na geliyor’’ diye uyardık. Bilinen ve dünyaca kabul edilmiş soykırımların arasına gizlenerek önce Kongre, sonra da Senato’dan geçirilmeye hazırlanan bir yasa bu. Bu yasada ilk adım tamam. Adalet Komisyonu yasayı geçirdi ve Kongre'ye yolladı. Bu durum daha önce de oluşmuştu. Benzer bir yasa komisyondan geçmiş ve Kongre gündemine gelmişti. Ancak o zaman ABD'nin başkanlık koltuğunda Clinton vardı ve Türk-Amerikan ilişkileri bugünkü durumunda değildi. Türkiye'den gelen tepkiler, Amerikan Kongresi'ndeki Türk yanlısı milletvekillerinin baskısıyla Clinton devreye girmiş ve yasanın Kongre tarafından onaylanmasını engellemişti. Acaba şimdi aynı şeyi Başkan Bush yapacak mı?Yapmak isterse işi kolay. Zaten Kongre'de çoğunluğun sahibi. ‘‘Geçirmeyin’’ derse yasa gündeme bile alınmaz. Peki der mi?Orası muamma. Çünkü Bush da aynen tezkere döneminde Tayyip Erdoğan'ın veya Abdullah Gül'ün davrandığı gibi davranabilir. Yani Başkan Bush, ‘‘Bu yasanın geçmesini ben de hiç istemiyorum. Ama biliyorsunuz burası bir demokrasi. Kongre yasayı geçirirse ben nasıl elgelleyebilirim?’’ diyebilir.Nasıl ki, tezkere konusunda Tayyip Erdoğan Meclis'in yüzde 65'ine sahip partisini etkileyemediyse, Bush da Kongre'deki Cumhuriyetçileri etkileyemeyebilir. Bu yasa tasarısı Türk-Amerikan ilişkileri açısından çok önemli. Amerika ile hálá dost muyuz Pek yakında Amerikan Kongresi'nde. Vali, belediye başkanıyla küs olur mu?BİNGÖL'deydik. 22 gün önce depremle vurulan Bingöl'de. Bingöl'de depremin şiddeti 17 Ağustos'a göre düşük, tahribat daha az ama yaralar daha derin. Bingöl zaten az gelişmiş, hatta gelişmemiş bir ilimiz. O ‘‘az gelişeni’’ de deprem yıkmış. Zaten zor yaşayan Bingöllü, şimdi nefes bile alamaz olmuş. Bingöl çatlak patlak. Sağlam kamu binası yok gibi.Halk tedirgin. Esnaf dertli. Bingöllüye en acı gelen hálá ‘‘afet bölgesi’’ ilan edilmemiş olmak. Hükümet her nedense afet bölgesi ilan edilmenin avantajlarını Bingöl'e kullandırmak istemiyor. Oysa Bingöl deprem olmadan da zaten yeterince ‘‘afet bölgesi’’. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Bingöl'de devlet devlete, devlet millete küsmüş. Afete maruz kalmış bir kent düşünün ki, kentin valisi ile belediye başkanı ‘‘küs’’.Şaka değil. Bingöl Valisi ile Bingöl Belediye Başkanı birbiriyle konuşmuyor. Bırak konuşmayı el sıkışmıyor. Bingöl, Bingöl olmaktan çıkmış. Bin dert olmuş. Ama kimin umurunda. 5 milyon dolarlık manşetSTAR Gazetesi önceki gün Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın'a sürmanşetten saldırdı. Yılların ihracat şampiyonu Canaydın'ı yurtdışında şirket sahibi olmakla ve Türkiye'de vergi ödememekle suçluyorlar. Haberi gören güldü. Belli ki, Star Grubu Canaydın'dan bir istekte bulunmuş. Canaydın da yapmamış. Bu grubun tipik tavrı. Haberi ciddiye alan yok. Herkes bir tahmin yürütüyor.‘‘Maçların naklen yayınını bunlara ucuza vermemiştir’’ diyen var, ‘‘Havuzdan çıkmalarını istemişlerdir. Çıkmayınca kızmışlardır. Arkasından Fenerbahçe Başkanı'na da saldırırlar’’ diyen var. Ben ise eski bir yönetici olarak daha iyi bir tahmine sahibim ama önce Galatasaray Başkanı'na sorayım dedim. Canaydın'ı aradım. Galatasaray, Telsim'e açtığı bir davadan 5 milyon dolar kazanmış. Bunlar da ‘‘Bu parayı almayın. Vazgeçin’’ demişler. Canaydın da ‘‘Babamın parası değil. Böyle bir yetkim de yok. Vazgeçemem’’ deyince manşetten vatan haini ilan edilmiş. Yani tam benim tahminim. Çünkü geçen yıl bu davayı açtıran benim. Dava yeni sonuçlandı. Kabak Canaydın'ın başına patladı. Yıllardır üretiminin tamamını ihraç eden, Türkiye'ye yüz milyonlarca dolar döviz kazandıran, devlete değil vergi borcu olmak, 1 trilyona yakın vergi alacağı olan, bir söz üzerine birkaç ayda Diyarbakır'a beş okul yaptıran Canaydın'ın başına. Bu manşeti atan kafa bir de siyasette yer almaya çalışıyor. Tanrı Türkiye'yi korusun.NE ZAMAN ADAM OLURUZ?SİT alanlarını peşkeş çekmeye çalışan kafa, milleti saf zannetmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

En sağcı CHP başka sağcı yok

22 Mayıs 2003
<B>CHP, </B>merkez parti olacakmış. Solu şad etti, sıra merkeze geldi. Bu dönüşümle ilgili olarak ilk sinyali <B>Bülent Tanla </B>vermişti. Dün de Deniz Baykal, Hürriyet'te yer alan röportajında laf ebeliği ile ‘‘merkeze’’ doğru kayışı ‘‘rasyonel’’ hale getirmeye çalışmış.

Komik bir durum.

Soldaki tek ‘‘elle tutulur’’ partiyken, sol seçmeni toparlamayı beceremeyen bir parti, şimdi sağdaki ‘‘kalabalığın’’ ortasına dalıyor.

Baykal'ın yaptığı, boş otobüse müşteri bulamazken, dolu otobüse şoför olmak gibi.

Tabii o bunu, ‘‘Ben boş otobüsle dolu durağa yanaşıyorum’’ diye açıklayacaktır ama dolu durakta boş onlarca otobüs var.

Mehmet Ağar'ın DYP'si, Talip Özdemir'in ANAP'ı, MHP ve daha nicesi o durakta müşteri bekliyorlar.

Ve CHP işte bunların arasına dalıyor.

Beyhude bir uğraş.

Bunun tek etkisi, sol seçmenin kendisine yeni bir parti araması olur.

CHP'ye ise hiçbir şey getirmez.

Üstelik inandırıcı da olmaz.

İnandırıcı olması için CHP'nin yarından tezi yok Meclis'te 8 yıllık temel eğitimin ve meslek okullarının üniversiteye girmelerinin önündeki engellerin kaldırılması yönünde bir yasa teklifi verebilir.

Bu kafayla bunu yaparlar mı bilmem.

Ancak yaparlarsa da şaşırmam.

Deniz Baykal önceki gün AKP'yi eleştirirken, AKP'nin kendini Demokrat Parti'nin devamı olarak tanımlamasına çattı ve ‘‘Demokrat Parti'yi kuranlar, yaşayıp da bunları görseydi utanırdı’’ dedi.

Acaba bu söylemin rahatlıkla ortaya atılmasının nedeni, CHP'yi kuranların da bugün hayatta olmaması mı?

Nihat'ı Milli Takım'a almayın


İSPANYA 1. Ligi ‘‘Liga’’da Real Madrid, Barcelona gibi dünya devlerini peşine takıp şampiyonluğa koşan Real Sociedad Kulübü'nün Türkiye Futbol Federasyonu'ndan bir ricası var.

Sociedad'ın Başkanı Jose Luis Astiazaran, Türkiye Futbol Federasyonu'nu arayarak ligde kritik bir dönemeçte olduklarını, bu nedenle Nihat ile Tayfun'un Konfederasyon Kupası için Milli Takım'dan affını istiyor.

Federasyon bu konuda henüz karar vermemiş.

Sociedad'ın bu ‘‘ricası’’, iki Türk futbolcunun takım için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Gerçekten de özellikle Nihat, bu yıl Soceidad'ı sırtladı ve takımının başarısında payı büyük.

Biz de milletçe Nihat'la gurur duyuyoruz ve Sociedad'ın maçlarını yayınlayan TRT'nin bu yayınlarda yüksek reytingler alması Nihat'ı ne kadar sahiplendiğimizi gösteriyor.

Başta Başkan Şenes Erzik olmak üzere Futbol Federasyonu yönetimi, Sociedad Başkanı'nın bu isteğine ‘‘Hayır’’ dememeli.

Sociedad şampiyon olursa, ki bunun önünde artık büyük bir engel yok, bunu Türk futbolcularına borçlu olacak ve Nihat'ın bunda payı çok büyük.

İspanya Ligi'nde takımı şampiyonluğa taşımış bir Nihat'ın Türk futboluna kazandıracağı ‘‘onur’’, anlamsız bir turnuvada Milli Takım'dan ‘‘affedilerek’’ kaybettireceğinden çok fazladır.

Milli Takımlar Teknik Direktörü ve futbolcu dostu Şenol Güneş'in de bunu anlayışla karşılayacağını, Nihat'ın önünü açmak için elinden gelen gayreti göstereceğini düşünüyorum.

Derbi ‘Tatlı’ olsun


LİGDE bu hafta çok önemli bir maç var. Şampiyonluğu bile etkileyebilecek bu maç bir derbi.

Beşiktaş-Galatasaray derbisi.

Doğrusunu söylemek gerekirse Beşiktaş'ı çok severim.

Şampiyonluğu beni rahatsız etmez. Biz olamadıysak onlar olsun.

Ancak Beşiktaş yönetiminin bu yıl gereksiz polemikler yaratan tavrını bir miktar garip bulduğumu da söylemeliyim.

Fenerbahçe ortada yok.

Galatasaray'dan çıt çıkmıyor.

Buna rağmen gereksiz bir gerilim yaratılıyor.

Şimdi de bu haftaki maçı kimin yöneteceği konuşuluyor.

Bence bu maçı en iyi yönetecek hakem Serdar Tatlı'dır.

Kimsenin Tatlı'nın iyi hakem olduğu konusunda bir şüphesi yok.

Beşiktaş'ın da daha önce üst üste iki deplasman maçını yöneten Tatlı'ya itiraz edecek hali yok.

Tatlı'nın derbiye ‘‘tat’’ katacağını düşünüyorum.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Usta gazeteciler, pabuçlarını boyatmayacakları düzeydeki adamlarla polemiğe girmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Ali Babacan amortisör müydü?

21 Mayıs 2003
<B>EKONOMİDEN </B>Sorumlu Devlet Bakanı <B>Ali Babacan'</B>ın geçen hafta Bilderberg toplantılarına katılması, Türkiye'de hayli yankılandı. Daha önce bu toplantıları ‘‘sertçe’’ eleştiren İslamcı basın, olayı yorumlamakta zorlandı. Kimileri çark etti. Kimileri Babacan'ı yumuşakça eleştirdi.

Aslına bakarsanız Bilderberg toplantılarına katılacak asıl isim Ali Babacan değildi. Bu daha önce de yazıldı. AKP'den üst düzey bir kişinin bu toplantıya katılmasını, AKP'nin dış ilişkilerini yürüten ‘‘önemli’’ bir isim organize etti.

Bilderberg'e katılması planlanan kişi, doğrudan doğruya AKP Lideri ve Türkiye'nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'dı. Erdoğan burada dünyaya yön veren önemli isimlerin karşısında bir anlamda ‘‘görücüye’’ çıkacak, tanıtılacaktı. Aynı zamanda AKP'nin Batı'ya dönük bir bakış açısına sahip olduğu, önyargılardan arındığı da gösterilecekti.

Son ana kadar toplantıya gidecek isim Recep Tayyip Erdoğan olarak görünüyordu. Fakat toplantıya kısa bir süre kala Erdoğan vazgeçti. Dış politikada Erdoğan'a yakın isimler, bu toplatının kendisi için önemli olduğunu söyledilerse de Başbakan dinlemedi.

‘‘Meclis'te hızlı bir çalışma temposu tutturduk. Bunu sürdürmek gerek. Parti içi sorunların büyümesini de istemiyorum. Bu durumda yavaşlamak zorunda kalırız. Gündem de çok yoğun. Bu ortamda Türkiye'den ayırlmam doğru olmaz’’ diyen Erdoğan, toplantıya katılmayacağını söyledi. Israrlar sonuç vermedi. Başbakan gitmek istemiyordu.

En yakın danışmanına bile ‘‘Hayır’’ dedi.

Bunun üzerine Bilderberg toplantısına Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün gitmesi kararlaştırıldı.

Ancak Gül'ün de programı çok yoğundu.

Aynı tarihlerde önceden programlanmış bir dış gezi vardı. Gül de gitmek istemedi.

Aslında ne Erdoğan, ne de Gül ‘‘Bilderberg riski’’ni almak istemiyorlardı.

Bunun üzerine Bilderberg'e Ali Babacan yollandı.

Erdoğan da, Gül de oluşabilecek tepkilerin boyutunu hesaplayamadılar ve çekindiler. Ali Babacan bir anlamda ‘‘shock absorber’’ yani ‘‘amortisör’’ görevi gördü.

Pek de tepki olmadığına göre önümüzdeki yıl Erdoğan'ı Bilderberg'de görebiliriz.

Çiçek: Hedef yargı eğitim değil


ÇOCUKLARINI zorunlu temel eğitime yollamayanlara uygulanan hapis cezasının 300 milyon lira para cezasına çevrilmesine gösterdiğim tepkiye, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'ten bir yanıt gelmemesini eleştirmiştim. Milli Eğitim Bakanı Çelik yerine Adalet Bakanı Cemil Çiçek aradı:

‘‘Yazınızı sabah otomobilde okudum. Size yanıt vermesi gereken kişi Hüseyin Bey değil benim.’’

Adalet Bakanı Çiçek, ‘‘Bu değişikliğin arkasında herhangi bir kötü niyet aramayın. Burada yapılmak istenen tek şey, yargının yükünü hafifletmektir’’ dedi. Çiçek her yıl yargıya milyonlarca dava dosyasının yüklendiğini, bu dosyalardan bazılarının önünü kesmek için sonucu baştan belli olan yargılamalarda bazı suçların yargı kapsamından çıkarıldığını söyledi: ‘‘Sizin değindiğiniz konu da dahil, pek çok konu yargının önüne geliyor. Aylar süren yargılama. Müthiş bir gider. Sonuç ise belli. Para cezasına çevrilen hapis cezaları. Biz bunun önünü kesmek için bazı konuları ‘idari para cezasına' çevirdik.’’

Adalet Bakanı, son yıllarda bu suçtan dolayı verilmiş hapis cezası olmadığını, o nedenle bu kararın alındığını da kaydetti.

Kamufle edilmiş Ermeni iddiası senatoya geliyor


WOLFOWITZ'in istifası istense de, Amerika'da aklı hálá başında olan az sayıda ‘‘bakan’’ Türkiye ile ilişkileri ‘‘normalleştirme’’ çalışmaları yürütse de, ‘‘tezkere faturası’’ yavaş yavaş önümüze gelmeye başlıyor.

Hem de hiç sürpriz sayılmayacak bir şekilde.

İlk adım olarak Amerikan Kongresi'nin Adalet Komisyonu olarak nitelendirilebilecek bir birimi, bugün Ermeni soykırımıyla ilgili bir tasarıyı gündeme getirmeye hazırlanıyor.

‘‘H Res 193’’ sayılı karar tasarısı tarihteki soykırımlar konusunda kamuoyunu bilgilendirmek gibi ‘‘kutsal’’ bir işlevin arkasında Türkiye'ye yönelik bir tavrı gizliyor.

Tasarıda Hitler'in yaptığı Musevi soykırımı, Kamboçya ve Ruanda'daki soykırımlara atıfta bulunulurken, bir cümleyle sözde Ermeni soykırımı da vurgulanıyor.

Ermeni lobisi böylesine ‘‘evrensel’’ ve ‘‘idealist’’ bir tasarıya, bir tek cümle koyarak tasarının çok fazla dikkat çekmeden Kongre'den geçmesini planlıyor.

Eğer Ermenilerin planı tutarsa içindeki bu ‘‘tek cümle’’ ile Ermeni soykırımı, Amerikan Kongresi'ne kabul ettirilmiş olacak.

Bu ‘‘tek cümle’’ önemli görünmese, ilerde gündeme getirilebilecek ‘‘Ermeni tezlerine’’ kaldıraç vazifesi görecek.

Ah şu kız çocukları


MERAK ediyorsanız, Zeynep’le kısa tatilimiz iyi geçti.

İnsan çocuğuyla, hele hele kızıyla beraber olunca zaman geçmesin istiyor.

Geçen yıl Aydın Bey (Doğan) bana Kanal D'nin Genel Yayın Yönetmenliği'ni önerdiğinde önce kabul etmemiş ve ‘‘Aydın Bey, kızımı büyütmek istiyorum’’ demiştim.

O da gülmüş ve ‘‘Merak etme büyür’’ demişti.

Gerçekten büyüyorlar... Hem de çok hızlı...

Zeynep doğduğu gün Galatasaray'dan bir sınıf arkadaşım, Halil Cibran'dan bir dize göndermişti.

Şimdi o cümlelerin anlamını daha iyi kavrıyorum:

‘‘..... Kız evlat sahibi olmadan önce erkeklerin hayatı çöl gibidir.

Ve hatta şunu söylüyorum; kız evlat sahibi olmayanlar mutlaka bir tane evlat edinmelidirler. Çünkü zamanın gizi ve anlamı kız çocuklarının kalplerinde saklıdır.’’

Keşke çocuklarımızı sevdiğimiz kadar onların gelecekte yaşayacakları dünyayı da onlara layık bir yer olarak hazırlamaya çalışsak...

Onların bize layık birer evlat olmalarından çok, bizim onlara layık birer ana baba olup olamadığımızı sorgulasak...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Fikri söyleyenin kimliğini, fikirden daha fazla tartışmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Dolar bazında yıllık yüzde 50

19 Mayıs 2003
<B>KEMAL Derviş'</B>in <B>‘‘sıcak para’’ </B>uyarısına Ankara Ticaret Odası'ndan destek geldi. ATO bu konuda bir de hesap yapmış. 2001 yılı ekim ayında, yabancı bir yatırımcı, elinde bulunan 1 milyon doları, dönemin dolar kuru olan 1 milyon 590 bin liradan bozdurup, eline geçen 1 trilyon 590 milyar lirayı, ortalama yüzde 65 faizle bankalarda değerlendirmeye başladığında, 18 ay sonra bu parayı 4 trilyon 100 milyar liraya çıkarabiliyor. Bu para, doların 1 milyon 590 bin lira olduğu nisan 2003 tarihinde dolara çevrildiğinde, yatırımcının eline 2 milyon 578 bin dolar geçiyor.

Buna göre 1 milyon dolarla Türkiye'de 18 ayda dolar cinsinden yüzde 157.8 para kazanabilen bir spekülatör, ayda net 87 bin 670 dolar, günde 2 bin 922 dolar, saatte 122 dolar para kazanıyor. Bir spekülatör, Türkiye'de yaklaşık 7 günde elde ettiği rant gelirini Amerika'da ancak 1 yılda elde edebiliyor. Cuma günkü yazısında Ercan Kumcu sıcak paranın Türk vatandaşlarının parası olduğuna değiniyor ve önemsemiyordu.

Önemse veya önemseme, ne fark eder ki!

Sonuçta ortada bir kez daha ‘‘sağlıklı olmayan’’ bir yapı var.

Eğer bir ülkede dolar bazında yıllık yüzde 50 faiz alabiliyorsanız, o ülkenin ‘‘sağlıklı’’ bir ekonomik düzen tutturduğunu söyleyemezsiniz.

Encan Kumcu'nun ‘‘O para Türk vatandaşlarının’’ demesi bana yanlış hatırlamıyorsam 1996 yılında tanıştığım Vova adında bir Rus bankacıyı hatırlattı.

Bir yemekte tanıştığım Rus'a ne iş yaptığını sormuştum.

‘‘Bankam var’’ dedi.

‘‘Büyük mü?’’ diye sordum.

‘‘Büyük. 500 metre kare var’’ dedi.

‘‘Kaç şuben var’’ diye sordum.

‘‘Bir şube Moskova'da başka yok’’ dedi.

‘‘Nasıl bankacılık yapıyorsun?’’ diye sordum.

‘‘Dolar topluyorum’’ dedi.

‘‘Ne faiz veriyorsun?’’ diye sordum.

‘‘Yüzde 80 veriyorum’’ dedi.

Şaka gibi ama dolara veriyordu.

‘‘Nasıl verebiliyorsun bu faizi?’’ diye sordum.

‘‘Bazen veremiyorum’’ dedi.

‘‘Veremeyince ne yapıyorsun?’’ diye sordum.

‘‘Bankayı kapatıp yenisini açıyorum’’ dedi.

Sonuçta bir ülkede birileri eğer dolar bazında yıllık yüzde 50'lere yaklaşan faiz alabiliyorsa, birileri bunu kaybediyor demektir.

Bu kaybeden büyük ihtimalle Türkiye'nin ta kendisidir.

Yolu izi belirsiz Avrupa kenti İstanbul


YEREL yöneticilik farklı bir iştir. Bir kenti, bir ilçeyi, bir beldeyi yönetmek büyük sorumluluk ister. Yönetilen yerde yaşayan insanların yaşamlarını paylaşmayı gerektirir.

Günlük güçlüklerini görmek, bilmek ve onları azaltmaya yönelik hareket etmektedir başarılı yerel yöneticiliğin sırrı. Başta İstanbul, Türkiye'deki yerel yöneticiler arasında bunu yapabilen kaç kişi var acaba. Kenti yönetenler, kentte yaşayanları rahat ettirmek için değil, rahatsız etmek için iş yapıyorlar gibi bir izlenim ediniyorum zaman zaman.

Örnek mi?

Binlerce.

Son örnek Ihlamur'daki yol inşaatı. Topu topu iki, üç yüz metrelik yol yenileniyor.

Yol aylardır kapalı.

Medeni bir ülke belediyesinin 1 haftada halledeceği iş İstanbul'da aylardır sürüyor. Vatandaş mağdur. Yollar arapsaçı.

Bu arada bu yol inşaatı sürerken alternatif yollara bir yönlendirme de yok. Bilmeyen gelip kaybolsun diye umuyorlar.

Bugünlerde Ihlamur. Dün başka bir yerdi, yarın bambaşka bir yer böyle olacak. Kapanan, yıkılan, keyfe keder değişen yollar.

Avrupalıyız diyoruz.

Avrupa kim biz kim.

Gazetelerde ilanlarda lüks otomobiller var. Hani ‘‘Navigasyonlu’’ diye yazan. Bilgisayarla yol bulma sistemli.

İstanbul'da çalışmıyor.

Sözde Avrupalısın, ama en büyük, en Avrupalı kentinin yolu izi bilgisayar ortamına taşınamayacak kadar düzensiz. Tam bunları düşünürken Gülhane Parkı'nin önünden geçiyorum. Turizm sezonu başlarken, Arkeoloji Müzesi'nin de girişi olan parkın kapısı kapalı.

İnşaat sürüyor.

Üzülüyorum.

Zor iş bu ülkede yaşamak. Çok zor...

Oyun izni


YARIN yazı yok sevgili okurlar.

Zeynep'le birlikte iki günlük bir tatile çıkıyorum. Bir gün için onunla oynamayı yazı yazmaya tercih edeceğim.

Aslında galiba kız babalarına birkaç yıl ‘‘babalık izni’’ vermek gerekiyor, ama...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Ağzından çıkanı kulağı duymayanlar, bunun sorumlusu olarak gazetecileri görmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Dolar bazında yıllık yüzde 50

19 Mayıs 2003
KEMAL Derviş'in ‘‘sıcak para’’ uyarısına Ankara Ticaret Odası'ndan destek geldi. ATO bu konuda bir de hesap yapmış. 2001 yılı ekim ayında, yabancı bir yatırımcı, elinde bulunan 1 milyon doları, dönemin dolar kuru olan 1 milyon 590 bin liradan bozdurup, eline geçen 1 trilyon 590 milyar lirayı, ortalama yüzde 65 faizle bankalarda değerlendirmeye başladığında, 18 ay sonra bu parayı 4 trilyon 100 milyar liraya çıkarabiliyor. Bu para, doların 1 milyon 590 bin lira olduğu nisan 2003 tarihinde dolara çevrildiğinde, yatırımcının eline 2 milyon 578 bin dolar geçiyor. Buna göre 1 milyon dolarla Türkiye'de 18 ayda dolar cinsinden yüzde 157.8 para kazanabilen bir spekülatör, ayda net 87 bin 670 dolar, günde 2 bin 922 dolar, saatte 122 dolar para kazanıyor. Bir spekülatör, Türkiye'de yaklaşık 7 günde elde ettiği rant gelirini Amerika'da ancak 1 yılda elde edebiliyor. Cuma günkü yazısında Ercan Kumcu sıcak paranın Türk vatandaşlarının parası olduğuna değiniyor ve önemsemiyordu. Önemse veya önemseme, ne fark eder ki!Sonuçta ortada bir kez daha ‘‘sağlıklı olmayan’’ bir yapı var. Eğer bir ülkede dolar bazında yıllık yüzde 50 faiz alabiliyorsanız, o ülkenin ‘‘sağlıklı’’ bir ekonomik düzen tutturduğunu söyleyemezsiniz. Encan Kumcu'nun ‘‘O para Türk vatandaşlarının’’ demesi bana yanlış hatırlamıyorsam 1996 yılında tanıştığım Vova adında bir Rus bankacıyı hatırlattı. Bir yemekte tanıştığım Rus'a ne iş yaptığını sormuştum. ‘‘Bankam var’’ dedi. ‘‘Büyük mü?’’ diye sordum. ‘‘Büyük. 500 metre kare var’’ dedi. ‘‘Kaç şuben var’’ diye sordum. ‘‘Bir şube Moskova'da başka yok’’ dedi. ‘‘Nasıl bankacılık yapıyorsun?’’ diye sordum. ‘‘Dolar topluyorum’’ dedi. ‘‘Ne faiz veriyorsun?’’ diye sordum. ‘‘Yüzde 80 veriyorum’’ dedi. Şaka gibi ama dolara veriyordu. ‘‘Nasıl verebiliyorsun bu faizi?’’ diye sordum. ‘‘Bazen veremiyorum’’ dedi. ‘‘Veremeyince ne yapıyorsun?’’ diye sordum. ‘‘Bankayı kapatıp yenisini açıyorum’’ dedi. Sonuçta bir ülkede birileri eğer dolar bazında yıllık yüzde 50'lere yaklaşan faiz alabiliyorsa, birileri bunu kaybediyor demektir. Bu kaybeden büyük ihtimalle Türkiye'nin ta kendisidir. Yolu izi belirsiz Avrupa kenti İstanbulYEREL yöneticilik farklı bir iştir. Bir kenti, bir ilçeyi, bir beldeyi yönetmek büyük sorumluluk ister. Yönetilen yerde yaşayan insanların yaşamlarını paylaşmayı gerektirir.Günlük güçlüklerini görmek, bilmek ve onları azaltmaya yönelik hareket etmektedir başarılı yerel yöneticiliğin sırrı. Başta İstanbul, Türkiye'deki yerel yöneticiler arasında bunu yapabilen kaç kişi var acaba. Kenti yönetenler, kentte yaşayanları rahat ettirmek için değil, rahatsız etmek için iş yapıyorlar gibi bir izlenim ediniyorum zaman zaman. Örnek mi?Binlerce. Son örnek Ihlamur'daki yol inşaatı. Topu topu iki, üç yüz metrelik yol yenileniyor. Yol aylardır kapalı. Medeni bir ülke belediyesinin 1 haftada halledeceği iş İstanbul'da aylardır sürüyor. Vatandaş mağdur. Yollar arapsaçı.Bu arada bu yol inşaatı sürerken alternatif yollara bir yönlendirme de yok. Bilmeyen gelip kaybolsun diye umuyorlar. Bugünlerde Ihlamur. Dün başka bir yerdi, yarın bambaşka bir yer böyle olacak. Kapanan, yıkılan, keyfe keder değişen yollar. Avrupalıyız diyoruz. Avrupa kim biz kim.Gazetelerde ilanlarda lüks otomobiller var. Hani ‘‘Navigasyonlu’’ diye yazan. Bilgisayarla yol bulma sistemli. İstanbul'da çalışmıyor. Sözde Avrupalısın, ama en büyük, en Avrupalı kentinin yolu izi bilgisayar ortamına taşınamayacak kadar düzensiz. Tam bunları düşünürken Gülhane Parkı'nin önünden geçiyorum. Turizm sezonu başlarken, Arkeoloji Müzesi'nin de girişi olan parkın kapısı kapalı. İnşaat sürüyor. Üzülüyorum. Zor iş bu ülkede yaşamak. Çok zor... Oyun izniYARIN yazı yok sevgili okurlar.Zeynep'le birlikte iki günlük bir tatile çıkıyorum. Bir gün için onunla oynamayı yazı yazmaya tercih edeceğim. Aslında galiba kız babalarına birkaç yıl ‘‘babalık izni’’ vermek gerekiyor, ama... NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Ağzından çıkanı kulağı duymayanlar, bunun sorumlusu olarak gazetecileri görmediği zaman.
Yazının Devamını Oku