Fatih Altaylı

Neo Con dönemi ve Türkiye

6 Haziran 2003
<B>TÜRKİYE ‘‘tezkere’’ </B>ile ne kaybettiğinin hesabını Amerika'dan özür dileyerek değil ama kendi içinde tartışarak yapmak zorunda. Türkiye Büyük Millet Meclisi tezkereye hayır diyerek çok tarihi bir dönemeçte en azından kısa ve orta vadede büyük hata yaptı.

Bir an gözlerinizi kapayın, tezkerenin Meclis'te kabul edildiğini düşünün ve bugünkü Türkiye'yi hayal edin:

Hazinenin kasasında sıcak sıcak 30 milyar dolar vardı.

Irak'ın yeniden yapılandırılmasında kimlerin aktif rol oynayacağına, ihalelerin kime verileceğine ABD ile birlikte Türkiye karar veriyordu.

Kuzey Irak'taki sınırımız sonuna kadar açılmıştı ve Türkiye'den Irak'a doğru bir ticari akın başlamıştı.

Başkan Bush Ortadoğu gezisini Türkiye'den başlatıyordu.

Türkiye'nin Başbakanı Tayyip Erdoğan, ABD'de ağırlanıyor, bölgenin yeniden dizaynını Camp David'de Başkan Bush'la beraber planlıyordu.

Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği konusundaki karamsar ortam Türkiye'deki iş alemini germiyordu.

Kuzey Irak'taki Kürt gruplar küstah girişimlerde bulunamıyordu.

Senato ve Kongre gündemlerinde ayrı ayrı bekleyen Ermeni Soykırımı tasarılarını buralara sevk etmek hiçbir Amerikalı siyasetçinin aklından geçmiyordu.

Türkiye bu fırsatları tepti. Türkiye sadece bunları da kaybetmedi.

50 yıl boyunca sulayıp büyüttüğü bir ağacı, tam meyve vereceği gün, üzeri çiçeklenmişken ‘‘kesti’’.

50 yıllık Türk-Amerikan ilişkileri tarihinde ABD'nin ilk kez Türkiye'ye gerçekten ihtiyaç duyduğu ve Türkiye'nin de bu ihtiyaçtan fayda sağlayacağı dönemde ilişkiler bozuldu.

Bilmem bilir misiniz, Amerikalılar Türkiye'yi bilmezler. Türkiye'yi tanıyan Amerikalıların büyük bölümü Pentagon'dadır ve onlar Türkiye'yi severler, güvenirler.

Ama bu ‘‘di’’li geçmiş zamanda kaldı.

Türkiye Amerika'daki en güçlü lobisini, ‘‘Pentagon’’u kaybetti.

Üstelik de Pentagon'un Amerika'da etkinliğini arttırdığı dönemde.

ABD'de şimdi Pentagon'dan filizlenip yükselen yeni bir akım var: Neo Conservatives.

Bunlar kendilerini Neo Con olarak tanımlıyorlar. Esin kaynakları ise bir İngiliz devlet adamı: Churchill. ABD siyasetinde 11 Eylül sonrası güçlenen akım işte bu. Neo Con'lar ABD'nin güvenliği için dünyayı yeniden şekillendirmeye soyundular.

Bunun ilk iki adımında başarılılar.

Türkiye 1. adım olan Afganistan'da verdiği gerek askeri, gerekse istihbarat desteğiyle Ne Con'ların gözdesiydi. Ancak şimdi değil. Bunlar Türkiye'ye kırgınlar. Sanıldığının aksine AKP'den çok, CHP'ye ve askerlere kızıyorlar. AKP'nin acemi olarak hata yapabileceğini ama diğer ikisinin ABD ile ilişkilerinin köklü olduğunu ve hata yapmaya hakları olmadığını düşünüyorlar.

Ancak her şeye rağmen Neo Con'larla Türkiye'nin arası düzelebilir.

Bunları da bir başka yazıda aktaracağım.

Yılmaz Erdoğan meselesi

YILMAZ Erdoğan ile Hürriyet Gazetesi bir haber konusunda uzlaşamadılar.

Elele Dergisi'nin Yılmaz Erdoğan ile yaptığı röportajı haber yapan Hürriyet, bu röportajdan Yılmaz Erdoğan'ın bakire bir kız bulursa evleneceği sonucunu çıkarmış. Bunu da Yılmaz'ın sözlerine dayandırmış.

Günlerdir her iki taraf da haklılığını kanıtlamak için uğraşıyor.

Ben röportajı hem okudum, hem de ilgili bölümünü dinledim.

Açıkçası her iki tarafı da haklı buldum.

Yılmaz böyle bir şey söylemiyor. Orada Yılmaz haklı.

Yılmaz son dönemde röportajcılara hasıl olan bir hastalığın kurbanı oluyor.

Haberine başlık bulmak isteyen röportör tuzak bir soru soruyor.

Yılmaz da buna düşüyor.

Yılmaz'ın hatası ‘‘Böyle bir soru soramazsınız’’ dememek oluyor.

Ama yine de ben ‘‘kurban’’dan yanayım.

Röportajlar, konuşulan kişiye tuzak kurmak için yapılmamalı.

Röportajların başlığı sorulardan değil, yanıtlardan çıkmalı.

Beni değil, hortumcuları mahkemeye verin

BDDK'dan hálá bir ses seda yok. Çeşitli kanunların numaralarını sıraladıkları, görev ve yetkilerini hatırlattıkları (keşke bana hatırlatırken kendileri de hatırlasalar) içi boş yanıtları ben yanıt saymıyorum. Ben diyorum ki, kaç para tahsil ettiniz. Bazı borçluların mal kaçırmalarını ve devleti zarara uğratmalarını engellemek için ne yaptınız? Yanıt yok. Normal. Çünkü yapılan bir şey yok. Şirketlerin içi göz göre göre boşaltılıyor. Elinde her türlü kanuni yetki olan BDDK ise izliyor. Oysa borçlu şirketlere kayyum atamak, yönetiminin her kademesine kendi adamlarını getirmek ve bu yolla borçların ödenebilmesini sağlamak gibi yetkileri var. Ama kullanmıyorlar. Çünkü niyetleri borç tahsil etmek değil. Buna ‘‘Hayır. Tahsil etmek istiyoruz’’ diyeceklerdir ama değil. Çünkü lafa değil işe bakıyorum, öyle bir girişimleri yok. En basit örnek ATV. Şirket her ay milyonlarca dolar kár ediyor. Bir kuruş borç ödemiyor. Çünkü muvazaalı işlemlerle parayı kaçırıyorlar. Bunu benim kadar BDDK da görüyor ama kılını kıpırdatmıyor. BDDK Başkanı olacak zatı muhterem devletin parasını kaçıranlara dava açacağına BDDK Hukuk Dairesi'ne ha babam bana dava açtırıyor. Ama yargı kararları ‘‘tokat’’ gibi geliyor. Yüce Türk adaleti her defasında benim yazdıklarımın ‘‘gazetecilik mesleğinin sınırları içinde olduğunu ve kamu yararını savunduğumu’’ bildiriyor. Umarım BDDK Başkanı Engin Akçakoca ve arkadaşları da bir gün yargı karşısına giderlerse benim kadar rahat olurlar.

Güle güle

YAZILARIMA bir süreden beri konu olan BDDK 1. Tahsilat Daire Başkanı, mümtaz bürokrat Sayın Hasan Tengiz'in görevden alındığını az önce öğrenmiş bulunuyorum. Görevini yapmayıp kamuyu zarara uğratanlara iyi bir örnek olacağını umuyorum. İnşallah bundan sonra bu göreve gelecek olanlar Tengiz'in hatalarına düşmezler.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Siyasete soyunan bir adamın gazetesi, Türkiye'nin bir etnik grubuna kendi dillerinde ‘‘Eşek’’ diyerek hakaret etmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Doğruluğu nasıl savunacaksınız arkadaşlar!

5 Haziran 2003
<B>SABAH </B>Gazetesi'ndeki bazı sevgili meslektaşlarımın, benim <B>‘‘Batık bankaların devlete olan borçları ödensin. Kimse bunları kaynatmaya yeltenmesin’’ </B>dememden niçin rahatsız olduklarını anlamış değilim. Tam aksine, her gazetecinin bu konuda bana destek vermesi gerek.

Sonuçta bu para ‘‘halkın’’ parası ve gazetecinin görevi halkın çıkarlarını korumak.

‘‘Sabah gazetesi batmamalı’’ diyorlar. Yüzde bin katılıyorum. Sabah batmasın. Değil Sabah hiç kimse batmasın. Herkes işini yapsın, kimse işsiz kalmasın.

Ama Sabah'ın batmamasının formülü milletin parasının üzerine oturmak mı?

Ben de Sabah batsın demiyorum ki.

Sabah yaşasın. Yaşasın ki, borcunu ödesin diyorum. Hani Dinç Bilgin'in hapisten çıktığı gün söz verdiği gibi.

Dinç Bilgin, şirketleri batmak üzereyken, kendi bankasını boşaltırken bir yandan da dünyanın değme zengininde olmayan yatlarla gezmesini, kendine özel uçak filosu kurmasını biz mi söyledik ki, onun bu ‘‘zevklerinin’’ ceremesini biz, yani bu millet çeksin.

Ben diyorum ki: ‘‘ATV maşallah para kazanıyor. Sabah da iyi yönetilirse kazanır. Kazanın ve devlete olan borçlarınızı ödeyin.’’

Bunda rahatsız olacak ne var.

Ama anladığım kadarıyla siz bu borçların üzerine yatmak, borçlu şirketleri boşaltıp işi başka şirketler üzerinden yürütmek ve Türk halkının 1 milyar dolara yakın parasının üzerine bir çizik attırmak peşindesiniz.

Ayıptır.

Patronunuz bunu yapmak istese bile, siz meslektaşlarımın karşı çıkması lazım.

Sizin Dinç Bilgin'e gidip, ‘‘Patron bu yaptığımız ayıp. Siz böyle yaparsanız biz nasıl başkaları hakkında yazı yazarız. Birisi çıkıp da ‘Ele verir talkını, kendi yutar salkımı' demez mi! Şu borçları ödeyelim. Şerefli bir mesleğe leke düşürmeyelim’’ demeniz gerekmez mi?

Elbette Sabah yaşamalı. Ama namusuyla, şerefiyle, onuruyla. Halka borcunu ödeyerek.

Haklı olduğunuz bir yer var, Sabah hepimize lazım.

Ama bu şekliyle değil.

BDDK uyuyor, RTÜK uyumuyor


MARMARA TV üzerinden ATV'nin içinin boşaltılarak devlete olan borçlardan kurtulma operasyonu yapılabileceğini yazmış ve ‘‘hortumlanan’’ bankaların paralarını kurtarmakla görevli BDDK'yı uyarmıştım. BDDK'dan ve Tahsilat Dairesi'nden bir yanıt gelmedi. Gelmesi de beklenmezdi. Çünkü zaten onlar Tahsil Etmeme Dairesi gibi çalışıyorlar ve umut vermiyorlar. Ancak Türkiye'de işini büyük bir ciddiyetle yapan kurumlar da var. Benim geçen hafta yaptığım uyarı üzerine harekete geçen bu kurumlardan biri de RTÜK oldu. Benim hassasiyetimi ihbar kabul eden RTÜK, hemen konuyu incelemeye almış. Dün RTÜK Başkanı Fatih Karaca arayarak geniş bilgi verdi. Karaca, ATV'nin sahip olduğu frenkansların Marmara TV veya bir başka televizyon kanalına devrinin mümkün olmadığını çok net bir biçimde söyledi.Karaca 3984 sayılı kanunun çok açık bir şekilde buna izin vermediğini ve bu frekansların devredilmesine göz yummayacaklarını belirtti. RTÜK Başkanı, Marmara TV'ye verilen ‘‘Ulusal Yayın Yapma Hakkı’’nın Danıştay'ın aldığı bir karardan kaynaklandığını, ancak bu ulusal yayının il merkezlerini değil, 47 küçük ilçeyi kapsadığını ve bunların dışında bir yerde Marmara TV'nin yayın yapmasının mümkün olmadığını anlattı. RTÜK Başkanı Karaca bu konuyu çok önemsediğini de belirtti. ‘‘Yerel televizyonlara Danıştay kararı nedeniyle verilen bu hak, birileri için kazanç kapısı olmasın. Çünkü bu hakkı paraya çevirmek isteyenler olacaktır. Bir tür dolandırıcılık hesabı yapanlar olabilir. Kimse bu kanalların büyük kıymet arz eder hale geldiğini düşünmesin’’ dedi. ATV'nin frekansları konusunda hassas olduklarını ve bu yolla devletin zarara uğratılmasına izin vermeyeceklerini de söyleyen Karaca, ‘‘Gelişmeleri izliyoruz. Yazılarınız da bizim için uyarıcı oluyor. Çünkü yazdığınız meselede işin bir de BDDK yönü var. Kamuyu zarara uğratacak hiçbir şeye izin vermeyiz’’ dedi. Karaca bunun kamuoyuna duyurulması konusunda da çok hassas davrandı ve ‘‘Lütfen bunları yazın’’ diye bitirdi sözlerini.

Kaza ‘geliyorum’ der


BİR halk otobüsü aşırı sürat yaparken bir büfeye girdi. Can kaybı olmaması mucize. Böyle bir kazanın meydana gelmemesi ise mucizeden de öte bir şey olurdu. Olamadı.

Çünkü mucizeler zırt pırt meydana gelmiyor.

Şoförün iddiası ise bir yolcunun cep telefonunun açık olmasının kazaya sebebiyet verdiği.

Cep telefonu böyle bir kazaya neden olmaz. Herkes biliyor.

Halk otobüsleri uzun süredir İstanbul sokaklarında terör saçarak ilerliyorlar. Bir zamanlar İstanbul'un korkulu rüyası olan minibüs şoförleri vardı. Onlar şimdi daha tehlikeli, çünkü altlarında halk otobüsleri var. Birbirlerinin önüne geçmek için müthiş sürat yapıyor, trafik kuralı falan dinlemiyorlar.

Geçen gün bir tanesi Mecidiyeköy'de ortalığı birbirine katıyordu. Yetişip kırmızı ışıkta yanında durdum. Camı açıp otomotik kapısına vurdum elimle.

Kapıyı açtı. İçerde gençten bir oğlan. Ehliyeti var mı, yok mu şüpheli. ‘‘Kullandığın aracın boyuna posuna bak ve doğru düzgün git. Milleti ezeceksin’’ dedim.

‘‘Ha s....r lan’’ deyip kapıyı kapadı.

Bunları denetlemek trafik polisi kadar Büyükşehir Belediyesi'nin de işi ama denetleyen olmadığına eminim.

Ne araçlar, ne şoförler.

Yarın öbürgün bir halk otobüsü faciası ile karşılaşırsak kimse şaşırmasın.. ‘‘

Bu yazıyı geçen hafta yazdım. Yayınlamak kısmet olmadı. Ama olan oldu.

Ercan Arıklı gibi biri halk otobüsü altında kaldı.

Hem de yaya geçidinde.

Türkiye'yi Türkiye gibi olmaktan kurtarmaya çalışan bir adam tam bir Türkiyeli gibi öldü.

İnanılmaz. Bende ve pek çok gazetecide büyük emekleri vardı. Ondan çok şey öğrenmiştik. Komplekssiz, rahat, çalışanları ile dost bir patrondu.

Yöneticiliğin yumuşak bir yüzle nasıl yapılacağını bana öğreten iki kişiden biri de oydu.

Tek tesellim, yaşadığı hayatın hakkını vermiş olması.

Nur içinde yatsın.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Başarılı bürokratlardan rahatsız olan çıkar grupları, onları yemek için bahane üretmeye çalışmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

BDDK'daki namuslu çalışanlar korunmalı

4 Haziran 2003
<B>ERTUĞRUL Özkök </B>geçenlerde bir yazı yazdı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne 40 küsur milyar dolara mal olan banka rezaleti ile ilgili tek bir satır yazmayanları eleştirdi. Bu konuda kalem oynatmayanlar, daha da ötesi yıllardır banka hortumcularının ‘‘emrinde’’ kalem oynatmış olanlardan bir koro saldırıya geçti.

Özkök ne düşünür bilmem ama bunlar bana sökmez.

Yıllardır yazıyorum bunları.

Reklamcı Nail Keçili'nin Türkiye'de bir nevi dokunulmazlığı varken, Keçili-Egebank-Murat Demirel üçgenini yazmaya başladım.

Sonunu biliyorsunuz. Bu yazılar Kartal'da noktalandı, ak kara her şey ortaya döküldü.

Dinç Bilgin'i ve yaptıklarını 1990'ların başından beri yazıyorum.

Hak yerini bulana kadar da yazacağım.

Hortumcu emrindeki yazarlara da kulak asmayacağım.

Gelelim yine bizim şu meşhur BDDK'ya.

Günlerdir yazıyorum, tahsilat yapmıyorlar diye.

Cevap yok. Ne tahsilat yaptıklarını bildiremiyorlar.

Mal kaçırmaları engellemek için ne yaptıklarını söyleyemiyorlar.

Ama bunlar birkaç kişi.

Kurumun içinde işini yapmaya çalışan, bizim yani sizin, benim, bizim çocuklarımızın paralarını kurtarmaya çalışan şerefli, genç adamlar da var.

BDDK'nın ‘‘ensesi kalınları’’ işini yapmaya çalışan bu gençlere engel olmaya çalışıyorlar.

Önümde bir suç duyurusu var.

Müşteki Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu.

Suçlananlar: Dinç Bilgin, Önay Bilgin (babası hapisteyken, altında 200 bin dolarlık Hummer marka jeep ve Mercedes'li korumalarla gittiği motokrosta bacağını kıran çocuk), Esra Bilgin Polley, Clifford Holmes Poley, Selim Gülmen, Cüneyt Ortan, Emre Bilgin, Mustafa Dinçer, İbrahim Başol, Veli Ozan, Fercan Aykutlu, Naci Övünç.

Bunlardan son dördü hariç hepsi Sabah'ın orijinal sahipleri.

Sonuncusu ise Sabah'ı ve ATV'yi devlete kuruş ödemeden ve yüz milyonlarca dolar borcu devlete yıkarak almaya çalışan merkez şirketlerinin yöneticileri.

Suçlama: ‘‘Amme alacağının tahsil edilmesine engel olmak.’’

BDDK içinde ‘‘onurlu’’ birileri bu davayı açıyorlar.

Ama açtıklarına pişman ediliyorlar.

Birinci Tahsilat Dairesi Başkanı Hasan Tengiz bu davayı açan genç bürokratın ‘‘hukuk işleri’’ ile ilişkisini anında kesiyor ve yetkileri tırpanlanıyor.

Çünkü bu genç, devletin yüz milyonlarca doları uçmasın diye tedbir almaya çalışıyor.

Bu durum BDDK'nın ‘‘büyüklerinin’’ ve Hasan Tengiz'in hoşuna gitmiyor.

Çünkü suç duyurusunda yer alan sanıklardan biri İbrahim Başol.

Hani şu Hasan Tengiz'in İş Bankası döneminden iyi dostu olan ve Tengiz'in odasında saatlerce konuştuğu kişi.

Aslında bu ülkenin başbakanının, Recep Tayyip Erdoğan'ın BDDK'nın özerkliğine saygı göstermekle beraber bu kurumdaki ‘‘namuslu’’ insanları, kamunun yüz milyonlarca dolarını kurtarmaya çalışanları da koruması gerek.

Korusun ki, bu ülkede namuslu insanların kendilerine güveni gelsin.

Korusun ki, namuslular ezilmesin. Korusun ki, namuslular çoğalsın. Başbakan unutmamalı ki, bu iktidarın kendi tabanı tarafından en çok eleştirilen yönü hortumcunun üzerine gitmemesi.

En azından gideni korumak, bu iktidarın boynunun borcudur.

İki müthiş albüm


ESKİDEN ne güzel arada bir müzik yazardım, otomobil yazardım, keyifli şeyler yazardım.

Geçen gün bir dostum sordu: ‘‘Ne o, artık müzik falan dinlemiyor musun?’’

‘‘Nerden çıktı?’’
dedim. ‘‘Ne bileyim, eskiden yazardın. Uzun zamandır yazmıyorsun’’ dedi. Dinlemez olur muyum!

Son günlerde iki albümü öylesine takıntı halinde dinliyorum ki, galiba CD çalar ezberledi. CD'yi koymasam bile kendiliğinden çalacak.

Bunlardan biri Yaşar'ın albümü.

Diğeri ise Candan'ın Fransızca albümü: ‘‘Candan Erçetin chante hier pour aujourd'hui’’ yani ‘‘Candan Erçetin dünü bugün için söylüyor’’

Müthiş bir performans. Bir tek ‘‘Ne me quitte pas’’Jacques Brel'den başkasına yakıştıramadığım için beğenmedim. Gerisi harika.

Bir grup ‘‘çok bilmiş’’ Candan'ın Fransızcasını ‘‘mesele’’ yapmaya kalktı.

Gülünç oldular. Fransa'yı kasıp kavuran Cezayirli ve Faslıların aksanına bakan mı var da, Candan'ın aksanı konu oluyor.

Bu iki albümü mutlaka dinleyin.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Namussuzlar namusluları değil, namuslular namussuzları engelleyebildiği zaman.
Yazının Devamını Oku

Eski dostlar, eski dostlar

3 Haziran 2003
<B>‘Çeyrek milyar dolar uçuyor, BDDK izliyor’ </B>diye yazdım cumartesi günü. Karşılığını ‘‘küfür’’ olarak aldım.

Ama bilgi olarak da bazı önemli notlar geldi.

O yazının sonunda şu anda ATV'de yayınlanan programların ‘‘sözleşme sahibi’’ gibi görünen ve Marmara TV üzerinden ATV'nin ‘‘frenkans ve içeriğini’’ alarak bu kanalın işe yaramaz bir isim haline gelmesine neden olabilecek şirketin bir yöneticisine değinmiştim.

Söz konusu şirket Merkez Basın Yayın A.Ş.'nin bir üst düzey yöneticisinin, BDDK'da Tahsilat Daire Başkanı olan ama pek bir şey tahsil edemeyen Hasan Tengiz ile 1.5 saat süren bir görüşme yaptığını duyurmuştum.

İşte bu konuyla ilgili önemli bir bilgi geldi.

Merkez Basın Yayın A.Ş.'nin bu üst düzey mali işler yöneticisi ile BDDK Tahsilat Daire Başkanı Hasan Tengiz'in ‘‘dostluğu’’ çok eskilere dayanıyormuş.

Her ikisi de ‘‘İş Bankası’’ kökenli.

İş Bankası'ndan başlayan dostluk yollar ayrılınca da sürmüş.

Biri BDDK'da, diğeri ise BDDK ile ‘‘pazarlık eden’’ bir şirkette görevli ama hálá ‘‘dostlar’’.

Eminim ki, bu dostluk Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne vergi verenleri ‘‘zarar sokacak’’ boyutta değildir.

Laf salatasının adı yanıt mı BDDK


BDDK, gönderdiği yanıtı ben değerlendirmeyince ‘‘basın açıklaması’’ yapmış.

Güldüm.

Basın dediğinin yarısından fazlası BDDK'nın malı.

Yani TMSF'ye, yani bir anlamda BDDK'ya milyarlarca dolar borcu olan gruplar.

BDDK diyor ki, ‘‘Beyler, Altaylı bizi fena yakaladı. Bizim elimiz kolumuz bağlı. Şuna saldırın’’.

BDDK, ‘‘mal kaçırma’’ operasyonları konusunda kendilerini uyardığım, zarar etmelerini ve milletin paralarının ‘‘bir daha uçurulmasını’’ engellemeye çalıştığım için teşekkür edeceğine beni ‘‘hortumculara’’ şikáyet ediyor.

Hiç umursamam bilesiniz.

Yıllardır bunlarla uğraştım.

Türk basınında bunları korumaya çalışanlar bana tek kelime edemezler.

Çünkü bunlarla hep mücadele ettim.

Hiç yakalarından düşmedim.

BDDK, verdikleri yanıtı yayınlamadığım için beni ‘‘Türk basınına’’ şikáyet ediyor.

Yanıt elimde duruyor.

İçinde soruma yanıt göremedim.

Görsem seve seve yazarım. Ama bu köşeyi BDDK imzalı ‘‘laf salatasına’’ ayıramam ki!

Ben soruyorum: ‘‘Daha iyi para tahsil edebilmek için yurtdışına çıkış izni verdiğiniz Kamuran Çörtük'ten kaç Türk Lirası veya Amerikan Doları tahsil ettiniz?’’

BDDK yanıt veriyor, ‘‘abidik gubidik’’.

Soru basit.

Yanıtı da basit olmalı. Ne bileyim, ‘‘1 dolar!’’ veya ‘‘1 milyon dolar’’.

Böyle bir yanıt yok.

Laf ebeliğinin adı yanıt.

Buna kulak asmayınca da ‘‘Vay yanıtımız verilmiyor’’.

Beyler bana batık ve hortumcu gruplardan kaç para tahsil ettiğinizi bildirin. Mal kaçırmalarının önüne geçmek için ne gibi tedbirler aldığınızı açıklayın.

Ertesi gün yazmazsam beni mahkemeye verin.

Tamam mı, değerli Engin Akçakoca.

Kapiş!

Galatasaray direkten dönmüş


İNAN Kıraç'ın Galatasaray Pilavı'nda yaptığı konuşmayı basından okuyunca gözlerime inanamadım. Dinleseydim de, herhalde kulaklarıma inanamazdım.

Galatasaraylıların ‘‘değerli’’ İnan Ağabey'i, ‘‘Özhan Canaydın bayrağı devralmasaydı Galatasaray iflas ederdi. Canaydın, Galatasaray'ı yeniden borçlarını ödeyebilir hale getirdi. Canaydın olmasaydı 3. Lig'e düşerdik’’ diyor ve eski başkanlar Faruk Süren ile Mehmet Cansun'a da yükleniyor.

Ben, İnan Kıraç'ın söylediklerinin tek kelimesine bile katılmıyorum.

Öncelikle şunu söylemek isterim: Faruk Süren, Galatasaray başkanlığına aday olduğu zaman, en büyük destekçisi bizzat İnan Kıraç'tı.

Süren, takımı Avrupa Şampiyonu yaptı. Yaparken de büyük paralar harcadı. Avrupa Şampiyonluğu'na sahip çıkıp, işin pis kısmını Süren'in üzerine yıkmak en hafif tabiriyle ayıp.

Cansun ise kimsenin kulübe sahip çıkmadığı bir dönemde kulübü Cem Uzan tehlikesinden korudu ve bu dönemde kulübün büyük miktarda borcu eritildi. Cansun'un çok hataları oldu belki ama zor günlerde yaptıkları da unutulmamalı.

Eğer Cansun engel olmasa ve Uzanlar'ın adayı başkan olsaydı kulübün bugün ne durumda olacağını kimse tahayyül dahi edemezdi.

İnan Kıraç'ın söylediğinin aksine Canaydın döneminde Galatasaray borç ödeyebilir duruma gelmedi.

Tam aksine borç bulabilir duruma geldi. Bunda Canaydın'ın kişiliği kadar, Cansun döneminde banka borçlarının temizlenmiş olmasının da etkisi var.

Galatasaray'ın borçlarına gelince.

Suat Sucuka'nın hazırladığı kitapta açıkça görülüyor ki, Galatasaray'ın borçları 1996 yılında neredeyse 0. 2000 yılında ise yaklaşık 100 milyon dolar.

Ne demek istediğimi herhalde anladın Sevgili İnan Ağabey.

Ama İnan Kıraç'ın konuşması beni gerçekten üzdü.

Biz zor durumda İnan Abi gelir bizi kurtarır derdik.

Anladık ki, kurtarmazmış...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Her şeyi Türkiye'den isteyen AB ülkeleri, teröriste terörist demekten çekinmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Yakalanan soyguncu ya kaçar, ya saldırır

2 Haziran 2003
<B>İYİ </B>niyetle yazdığım, üstelik Sabah Gazetesi'nin de iyi niyetle yaptığını yazımda belirttiğim bir işi başka bir açıdan düşündüğüm için hiç de hak etmediğim, üstelik de hayli düzeysiz bir eleştiri aldım. Sabah Gazetesi'nin Bingöllü depremzede çocukları bir süre İstanbul'da okutmasının yanlış sonuçlar doğurabileceğini ve bu çocuklar üzerinde olumsuz etkiler yapabileceğini belirttim.

Üstelik de, Sabah'ın ve bazı vakıfların bu işi iyi niyetle yaptıklarını da belirterek.

Sabah'dan bir yazar, bu ‘‘düşünme davetime’’ günler sonra ‘‘terbiye sınırlarını aşan’’ bir karşılık yazdı.

Oysa bu yazımın temelinde bu işi daha önce yapmış bazı vakıfların deneyimlerinden çıkan sonuçlar yatıyordu.

Daha önce de Doğu ve Güneydoğu'dan öğrenciler birkaç günlüğüne İstanbul'a getirilmiş ve sonrası iyi gelmemişti.

Bu olumsuz sonuçları Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı'nın yöneticilerinden defalarca duymuştum. Benim bu ‘‘pedagojik sorgulama’’ girişimime ‘‘hakaretle’’ ve ‘‘günler sonra’’ yanıt verildi.

Bu yanıtın nedeninin benim bu yazım olmadığını herhalde tahmin ediyorsunuz.

Ben BDDK'ya mal kaçırma uyarısı yapınca, benim aleyhimde yazmak gerekiyordu.

‘‘Bizi iş üstünde yakalan Fatih Altaylı'ya yazıklar olsun’’ diyemeyecekleri için bu durumu benim ‘‘Sabah düşmanlığıma’’ bağlamak istediler.

Böyledir. İş üzerinde yakalanan hırsız ya kaçar, kaçacak yeri yoksa da saldırır. Bunların kaçacak yeri yoktu. Saldırdılar. Oysa benim Sabah'a hiçbir düşmanlığım yok.

Şerefli, banka hortumlamamış, bir yandan devleti, vatandaşı ve bankaları dolandırırken, diğer yandan milyonlarca dolarlık yatlara ve uçaklara binmemiş, devlete yüz milyonlarca dolar takmamış doğru düzgün bir adam Sabah'ın patronu olsa hiç itirazım olmaz.

Ama hem devleti, hem milleti soyacaksın. Sonra da bu borçların üzerine yatacaksın.

‘‘Ne oluyor orada?’’ diye sorana da söveceksin.

Bu yok işte.

NOT: BDDK yazılarına yarın kaldığımız yerden devam edeceğiz. Kimse ne meraklansın, ne de sevinsin.

Birinci sınıf manda köselesi


BAYINDIR Holding, bu gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'e bir mektup yazmış.

Altında adı yok ama herhalde mektubu yazan Kamuran Çörtük olmalı.

Yazılarım asılsız iddia ve iftira imiş. Bu Kamuran Çörtük yıllardır benim yazdıklarım için bu nitelemeyi yapar. Ama nedense bugün yargı karşısında hesap veremeyen, 30 yıl hapsi istenen ve devlete yüz milyonlarca dolar borcu olan o.

Kamuran Çörtük diyor ki: ‘‘Fatih Altaylı köşesini babasının malı gibi görmekte.’’

Gülüyorum.

Ben köşemi babamın malı gibi görüyorum hiç olmazsa. Kamuran Çörtük gibi devletin kaynaklarını babamın malı zannedip (ki bir ara durum üç aşağı beş yukarı buydu) ‘‘hortumlamıyorum’’.

Kamuran Çörtük'e göre ben Doğan Grubu Yayın İlkeleri'ni hiçe sayıyormuşum. Bak, bak, bak...

Kendisi bankacılık ilkelerine sonuna kadar bağlı olduğu için bankasını batırdı ona değinmiyor. Bırakın onu, Türkiye'de bile iş aleminin etik anlayışına uyamadığı için TÜSİAD'dan atıldı, şimdi ilke dersi veriyor.

Benim yazılar ortada. İsteyen incelesin. Doğan Grubu ilkelerine göre bir hatam var mı, yok mu? Çörtük'ünkileri zaten mahkemeler inceliyor.

Ve yine Kamuran Çörtük diyor ki: ‘‘Asılsız iddialar.’’

Onca banka hortumcusu arasında yurtdışına çıkış imkánı tanınan tek kişi Karuman Çörtük. Bütün BDDK biliyor ki, Kamuran Çörtük bu ‘‘yasal’’ imkánı, BDDK Tahsilat Daire Başkanı Hasan Tengiz ile kurduğu ‘‘iyi ilişkiler’’ sayesinde elde etmiş. Ve benim iddiam asılsız. Bunlar yakında çıkıp o bankaları biz batırmadık derlerse kimse şaşırmasın sevgili okurlar.

O bankalara para yatıran sizler suçlu olursunuz da, bunlar olmaz.

Buna yüz derler yüz.

4x4'lere müjde


DÖRT tekerden çekişli binek araçlarının ve jeep'lerin çilesi bitiyor. Cumartesi İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'dan bu ‘‘saçmalığı’’ halletmesini rica etmiştim. Halletmiş.

Emniyet Genel Müdürlüğü'nden arayıp bilgi verdiler.

Bu konuyla ilgili yönetmeliğin değişmesi için, İçişleri Bakanlığı üzerine düşeni yapmış. Ve arazi araçlarının hız limitlerinin, otomobillerle aynı seviyeye getirilmesi için gereken düzenlemeyi gerçekleştirmiş. Ancak bu düzenlemenin hayata geçmesi için, konuyla ilgili üç bakanın imzası gerekiyormuş.

Bunlar İçişleri, Ulaştırma ve Bayındırlık Bakanları.

İçişleri ve Ulaştırma Bakanları kendi imzalarını atmışlar.

Bayındırlık Bakanı da imzayı atar atmaz iş tamam. Hız limiti otomobillerle aynı. Teşekkürler Sevgili Abdülkadir Aksu.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Yazanın kimliği ile değil, yazılanın doğru olup olmadığı ile uğraşmaya başladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Çeyrek milyar dolar uçuyor, BDDK izliyor

31 Mayıs 2003
<B>ASLINDA </B>bugün yazacağım BDDK konusu bu değildi, ancak bir internet sitesinde gördüğüm ve daha sonra doğrulattığım bir haber bu yazıyı öncelikli hale getirdi. Marmara TV adlı minicik bir televizyon kanalı, Merkez Basın Yayın A.Ş.'ye satılmış ve devredilmiş.

Devir sırasında da televizyonun yayınları sona ermiş.

Önemsiz gibi görünen ama çok önemli bir haber.

Batık bir bankanın çok ciddi bir ‘‘devletten mal kaçırma’’ operasyonu.

Nasıl mı? Anlatayım...

Etibank'ın batmasıyla beraber ATV'nin de devlete, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na, bazı kamu ve özel bankalara yüz milyonlarca dolarlık borcu ortada kaldı.

Ancak ATV'nin bir değeri vardı.

Bugünkü piyasa şartlarında bu değer üç aşağı beş yukarı 250 milyon dolar olarak hesaplanıyordu.

İzlenen, hatta bu yılın en çok izlenen kanalıydı.

Yani aslında batan Etibank'ın patronundan BDDK'ya kalan, ‘‘para edecek’’ tek maldı.

BDDK, Etibank'la beraber ATV'nin de sahibi oldu ama nedense yönetimine hiç karışmadı.

ATV, BDDK'nın gözleri önünde on milyonlarca dolar kazandı ve bunu devlete yüz milyonlarca borç takan sahibinin cebine aktardı.

BDDK izledi, izledi, izledi. Ne parasını istedi, ne duruma el koydu.

Batık Etibank vasıtasıyla devleti yüz milyonlarca dolar dolandıranlar, devletin parasını almaya devam ettiler.

Ancak gözleri doymamış olacak ki, şimdi bir adım daha ileriye gidiyorlar.

Marmara TV'nin satın alınma gerekçesi de bu.

ATV'de yayınlanan programların anlaşmaları bir süredir Merkez Basın Yayın A.Ş. adlı bir şirket tarafından yapılıyordu.

Şimdi anlaşılıyor nedeni.

ATV'nin 250 milyon dolar eden içeriği, ismi, kurumsal kimliği ve sahip olduğu frekanslar ‘‘kaçırılıyor’’.

Bir gece ansızın bütün bu programlar Marmara TV'ye geçecek.

ATV, frenkanslarını da boşaltacak ve bu frekanslardan Marmara TV, Türkiye çapında yayın yapmaya başlayacak.

Sonuçta devlete milyonlarca dolar borçlu ATV, BDDK'nın elinde ‘‘olmayan bir televizyon’’ olarak kalacak.

Devleti soyanlardan biri daha mallarını kaçırmış olacak.

Hem de BDDK'nın gözleri önünde.

BDDK'da bu tezgáhı anlayacak benim kadar ‘‘kafası çalışan’’ adam yok mu?

Bence var.

Var ama kıllarını kıpırdatmazlar.

Çünkü bu işi planlayan Merkez Basın Yayın A.Ş.'nin üst düzey yöneticilerinden biri önceki gün öğle saatlerinde, daha kesin söyleyeyim saat tam 14.00'te Tahsilat Daire Başkanı Hasan Tengiz'in odasına geldi ve 1.5 saat kaldı.

Ortada bir ödeme olmadığına göre, ne konuştular dersiniz?

Bu işi İçişleri Bakanı düzeltir


SAYIN İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu. Bu işi düzeltse düzeltse sizin gibi halden anlayan bir adam düzeltir. Devletin ‘‘en lüks araç’’ sınıfına sokup yılda 10 milyar TL. vergi aldığı arazi özellikli 4x4 binek araçlarının trafikte ‘‘arazi taşıtı’’ ve ‘‘kaptı kaçtı’’ sınıfına sokulması uygulamasını lütfen ele alın. Bu araçların sahiplerine uygulanan zulme bir son verdirin. Millet bu araçları meraklı olduğundan değil, can güvenliği için alıyor. Tarla gibi yollarda, trafik terörü ortamında hayatta kalabilmek için. Vergi uygulamasında yeterince mağdur olan 4x4 sahiplerini hiç değilse ‘‘hız limiti’’ uygulamasında mağdur etmeyin.

Bu Cimbom’dan cacık olur mu?


HAGİ'nin Galatasaray'ı ne kadar iyi tanıdığı, Hürriyet'te yayınlanan röportaj ile belli oldu.Hagi, Galatasaray'ın şampiyonluğu kaçırmasını değerlendirirken ‘‘Galatasaray'da sevgi kalmamış’’ demiş. Son derece doğru bir tespit. Galatasaray'da müthiş bir negatif enerji var. Bu durum yönetim kurulu toplantı salonundan, futbolcuların soyunma odasına kadar böyle. Donuk, sıcaklıktan uzak, cansız, sevgisiz bir ortam. Gruplaşamayacak kadar birbirinden uzaklaşmış bir yönetim kurulu. Eskiler, yeniler, Almancılar, yabancılar olarak gruplaşmış futbolcular. Birbirlerine ve teknik direktörlerine inanmayan ‘‘eski şampiyonlar’’. ‘‘Terim gelsin’’ lobisinin öncüsüyken, ‘‘Niye geldi’’ lobisine transfer olan Terimciler. Sezon başında Ümit Davala ‘‘Bu Fener'den cacık olmaz’’ demişti. Bu işi bildiği kanıtlanan Ümit'ten rica ediyorum. Bu kafayla gidecek bir Galatasaray'dan bu yıl ne olacağını da söylesin. Çünkü cacık olmayacağı kesin.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Türkiye'nin bütün hassasiyetlerini üst üste koyunca ortaya çıkan duruma demokrasi denmediğinin herkes farkına vardığı zaman.
Yazının Devamını Oku

BDDK dosyasını açıyorum (2)

30 Mayıs 2003
<B>OKURLARDAN </B>müthiş tepki var ama <B>‘‘başına buyruk’’ </B>BDDK'dan ses seda yok. Sanırsınız ki, görev süreleri bitince Türkiye'den çekip gidecekler.

Ankara'dan bir okur şöyle soruyor:

‘‘Savurgan, iş bilmez, işten anlamaz, disiplinsiz, adaletsiz, çıkarcı, haksız olanın yanında yer alan, haksızlığın hesabı sorulmayan, inadına desteklenen, statüko düşkünü, bencil, gerici, küçük düşünen beyinlerle çalışan ve yönetilen bir ülke adam olur mu?’’

Olmaz.

BDDK gibi yönetilen kurumlar var oldukça olmaz.

İki gündür Kamuran Çörtük rezaletini soruyorum, ne BDDK'dan ne Tahsilat Dairesi Başkanı Hasan Tengiz'den çıt yok.

BDDK'nın ‘‘özerk’’ Başkanı Engin Akçakoca büyük ihtimalle beni mahkemeye verecek. Çünkü kendini ‘‘Tanrı’’ sanıyor ve ‘‘Bir gafil kul Tanrı'ya soru soramaz’’ diye düşünüyor.

Ama Türkiye'de adalet var ve BDDK'yı bir şekilde ‘‘bağlayanlar’’ adaleti bağlayamıyorlar.

Örnek mi?

İşte: BDDK'dan Hasan Tengiz'in koruduğu Kamuran Çörtük'e 30 yıl hapis istemiyle dava açıldı.

Kamuran Çörtük ve Bayındırbank'ı ‘‘şimdilik’’ bir kenara koyalım ve gelelim bir başka büyük rezalete.

Etibank rezaletine.

BDDK, belki de doğru bir kararla, batan bankalara borçlu kurumların üzerine gitmiyor.

Bunları yaşatmak istiyor.

Bu niyet ilk bakışta halisane. Ama ‘‘iyi niyetli’’ görüntünün arkasına saklanıp hırsızlığa göz yuman da yine BDDK.

Nasıl olduğunu anlatayım.

Etibank'a borcu olanlar arasında ATV ve Sabah Gazetesi de var.

BDDK bu iki kurum yaşasın diye bunların üzerine gitmiyor.

Bence de bu iki yayın kuruluşunun yaşamasında fayda var. Türkiye'de medya çok sesli olsun, meslektaşlarımız işsiz güçsüz kalmasın.

Ama ATV ve Sabah'ın sahibi aynı zamanda Etibank'ı batıran adam.

Bu adam ATV ve Sabah'ı yaşatacak ve kazandığı para ile borçlarını ödeyecek.

Sabah'ı bilmem ama BDDK'nın şansına ATV bu yıl çok iyi durumda.

Asmalı Konak, Çocuklar Duymasın gibi dizilerle müthiş reklam alıyor.

Geçen ay 14 milyon dolar reklam almış.

Masrafları ise 4-5 milyon dolar.

Demek ki sadece geçen ay ATV'nin kazancı en azından 8-9 milyon dolar arası.

Bu hesaba göre BDDK, ATV'nin biz Türk vatandaşlarına olan borcundan bu kadar bir kısmı sadece geçen ay tahsil etmiş olmalı.

Şimdi soruyorum BDDK'ya: Yaşamasını en az sizin kadar istediğim ATV'den geçen ay kaç para tahsil ettiniz?

Bir zahmet açıklar mısınız?

Ha, şunu da söyleyeyim, siz açıklasanız da açıklamasanız da ben bu işi yazacağım.

Bankalarını batırmadan önce bugün yargı önünde hesap verenleri yazdığım gibi.

Genç subaylar ne ister?

ÖNCEKİ akşam eski bir kuvvet komutanı ile karşılaştım. Tanıştırıldık ve epeyce sohbet ettik.

Üç kelimeyle ‘‘harika bir asker’’ olarak niteleyebilirim.

Onla konuşunca anlıyorsunuz ki, Türkiye'de bir daha darbe marbe olmaz. Darbe geleneğini sürdürmeye niyetli bir orduda böyle bir asker kuvvet komutanı yapılmaz. Haliyle gündemdeki meseleyi de konuştuk.

‘‘Ben genç subaylar rahatsız lafının Hilmi Paşa tarafından söylendiğine inanmıyorum’’ dedi.

Ve anlattı:

‘‘Türkiye değişti, ordu değişti, subay değişti. Ama galiba orduya uzaktan bakan kafalar bu değişimi algılayamadı. Genç subay kavramı bizim gençliğimizdeydi. Biz gençken oturur memleketi kurtarma planları yapardık. Şimdiki genç subaylar öyle değil. Hepsinin çok daha önemli konuları var. Memleketi lafla kurtarma peşinde olanı yok. Genç subaylar mastır yapma, üçüncü yabancı dili öğrenme, bilgisayar alanında uzmanlaşma, teknolojileri takip etme derdindeler. Oturup masa başında memleketi kurtarmak için değil, kendilerini geliştirip memlekete ve Silahlı Kuvvetler'e daha faydalı olmak için çalışıyorlar. Ben albay olunca otomobil almıştım. Şimdi hepsinin otomobili var. Hepsi dünyayı izliyor. Siviller ne kadar darbe karşıtıysa, genç subaylar da o kadar darbe karşıtı. Merak etmeyin.’’

Açıkçası benim merak ettiğim yoktu ama merak edenler için aktardım.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Bir ülkenin ne kadar adam olabileceğinin, o ülkeyi yönetenlerin ne kadar adam olduğu ile doğru orantılı olduğunu unutmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

BDDK’nın dosyasını açıyorum (1)

29 Mayıs 2003
<B>BDDK</B> ile ilgili olarak hükümetin duyduğu endişelerin benzerini duymaya başlıyorum giderek. Çünkü bu kurum ‘‘özerklik’’i ‘‘başına buyrukluk’’ olarak algılamaya başlamış gibi görünüyor.

Dün bu köşeden çok net bir soru sordum.

‘‘Tahsilat Dairesi Başkanı Hasan Tengiz, Kamuran Çörtük'e ayrıcalıklı bir muamele yaparak yurtdışına çıkma izni verdi. Buna gerekçe olarak da Çörtük'ün yurtdışından para getirecek olmasını gösterdi. Kamuran Çörtük BDDK'ya yurtdışından kaç para getirerek ödedi?’’

Basit bir soru.

BDDK'nın ilgili birimi bir bilgisayar tuşuna basarak bu miktarı bulur ve bildirebilir..

Ancak ses seda yok.

BDDK ‘‘babalarının çiftliği’’, bankalarda batırılan 40 küsur milyar dolar ‘‘babalarının parası’’ olduğu için bilgi verme lütfunda bulunmuyorlar.

Hasan Tengiz Tahsilat Dairesi Başkanı olarak, canının istediğinden para tahsil ediyor, istemediğinden etmiyor.

Bankacılıktan dostu arkadaşı olanlara ayrı, sonradan ‘‘bir şekilde’’ dostu haline gelenlere ayrı muamele ediyor.

Tek örnek Kamuran Çörtük değil.

Başka konularda da ‘‘pislik’’ diz boyu.

Devletin parası, vatandaşın vergilerine mal olan para ‘‘göz göre göre’’ kaçırılıyor.

Hasan Tengiz'den çıt yok.

Tam aksine ‘‘görevini yapmaya çalışan’’, ‘‘halkın parasını tahsil etmek için’’ girişimde bulunan ‘‘pırıl pırıl’’ bürokratlara kan kusturuluyor.

Haklarında soruşturma açılıyor.

Görev yapmaları bizzat Hasan Tengiz tarafından engelleniyor.

Hasan Tengiz ise kanatları altına sığındığı ‘‘hortumcular’’ ve onlardan para tahsil etmemekte direnen BDDK'nın başındaki Engin Akçakoca ile birlikte rezaleti seyrediyor.

BDDK'dan pis kokular geliyor.

Bu ‘‘irin’’ dosyasını açmaya başladım.

Bakın altından ne rezillikler çıkacak.

Yazacağım, yazacağım ve Türkiye'de şerefli denetçileri (hálá var olduğuna inanıyorum) bu rezaleti denetlemeye, BDDK çatısı altında çalışan ve tek suçları bu soygun düzenini bozmaya yeltenmek olan onurlu birkaç kişiyi korumaya çağıracağım.

Ta ki, bunlar benim, sizin ve çocuklarımızın 40 küsur milyar dolarını tahsil etmek ve soyguncuları ‘‘hálá ortada dolaşmaktan’’ alıkoyuncaya kadar.

Corç, Sertab'ı eleştiriyor


HAKAN Peker, Popsav Başkanı sıfatıyla Sertab Erener'e ve onu Türkiye'yi temsil etmekle görevlendirilenlere verip veriştirmişti.

Sertab'ın başarısından sonra da susmadı.

Hálá ‘‘Bu şarkı bizi temsil etmiyor. Anlamadığım şarkı beni temsil edemez’’ havasında.

Bir okurum, ‘‘Popsav başkanının müziğin evrensel dilini yadsıyarak İngilizce-Türkçe tartışması yapmasını müthiş bir hata olarak görüyorum’’ diye yazmış.

Okurum haklı.

Eleştirinin bir dozu, bir hududu var.

Ve tabii bir de eleştirenin kim olduğu önemli.

Türk popuna ve müziğin evrensel diline ‘‘Hey Corç versene borç’’ kıvamında müthiş bir ‘‘Türk kültür abidesiyle’’ katkı sağlayan Hakan Peker'in bu eleştiriyi yapmasını ‘‘saygıyla’’ karşılıyorum.

Akreditasyon


GENELKURMAY'ın ‘‘akredite’’ gazetecileri eleştiriliyor.

Türkiye'deki hiçbir siyasal, sivil veya askeri kuruma akredite olmayan biri olarak söyleyebilirim ki, bu beni hiç ama hiç rahatsız etmiyor.

Her kurumun ve kişinin kendi ‘‘akreditasyonları’’ olabilir.

Geçmişte, Necmettin Erbakan da zaman zaman kendine yakın bulduğu gazetecileri veya gazetelerin temsilcilerini çağırır, onlarla kahvaltı eder, yemek yer, mesajlarını onlar aracılığıyla verirdi.

Sadece Erbakan değil, pek çok başbakan kendilerine böyle ‘‘akredite’’ gazeteciler ‘‘yetiştirdiler’’.

Hatta bu tip gazeteciler zaman zaman gazetelerinin ‘‘gözdeleri’’ oldular, sonra devir değişince kovuldular. (Bakınız Mehmet Çetingüleç Ecevit döneminde her gün manşetteydi. Ecevit gitti Çetingüleç kovuldu.)

Kimse başbakanlara ‘‘Sizin nasıl akredite gazetecileriniz olur’’ demedi.

Basın Konseyi ve Gazeteciler Cemiyeti bunu başbakanlara sormadı.

Şimdi Genelkurmay'a soruyorlar.

Size ne kardeşim!

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Rahatsızlar, kendini genç subayların arkasına saklamadığı zaman.
Yazının Devamını Oku