<B>CUMA </B>günü Vatan Gazetesi'nin spor sayfasını okuyorum. Bence en iyi spor sayfalarından biri... 22. sayfasında Fenerbahçe Başkanı
Aziz Yıldırım'la ilgili bir haber var.
Habere göre
Aziz Yıldırım, yönetimden bir arkadaşının evindeki partiye katılmış.
Ve orada yine herkese çatıyor.
Şubatta başkanlığı bırakacakmış ve kendisiyle uğraşanlardan hesap soracakmış! Ne demekse...
Aziz Yıldırım devam etmiş:
‘‘Elimde 32 kişilik uzun bir liste var. Hepsini evlerinden aldıracağım...’’
Vay, vay, vay....
‘‘Evlerinden aldıracağım.’’
Ben bu lafı ilk kez duymuyorum.
Geçen yıl Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş arasında dostluk tesis etmek ve ortak çıkarları konuşmak üzere Galatasaray yönetimini önce Fenerbahçe'nin Kalamış'taki tesislerine oradan da Beşiktaş'ın Fulya'daki binasında
‘‘Vogue Restoran’’a götürmüştüm.
Üçüncü toplantı ise üç kulübün yöneticilerinin katılımıyla Galatasaray Adası'nda yapılmıştı.
O yemekte Galatasaray yönetiminden
Özer Saraçoğlu ve
Abdurrahim Albayrak, Fenerbahçe Başkanı'nın kardeşi
Ali Yıldırım'la aynı masaya oturmuşlardı. Yemekten sonra
Özer bana geldi.
‘‘Abi işimiz zor. Biz bunlarla baş edemeyiz’’ dedi. Morali bozuktu.
Yemekte
Ali Yıldırım Galatasaray tribünlerinin
Aziz Yıldırım'a küfretmesinden yakınmıştı. Bu normaldi. Ancak sonra anlattıkları biraz garipleşiyordu.
Ali Yıldırım'ın anlattığına göre,
Aziz Yıldırım kendisine küfreden Galatasaraylı amigoları akşam evlerinden aldırmış, ofisine götürtmüş ve bir güzel dövmüş veya dövdürmüştü.
Ali Yıldırım da bunları bizim yöneticilere anlatıyordu.
Belki uyduruyordu, belki doğruydu ama bunları anlatan
Ali Yıldırım'dı.
Açıkçası ben
Ali Yıldırım'ın bunları uydurduğunu düşünüyordum. Kendince hava atıyor, güç gösterisi yapıyor, Galatasaraylı yöneticileri gücüyle sindirmeye çalışıyordu. Fakat Vatan'ın spor sayfasını okuyunca birden afalladım.
Aziz Yıldırım ile
Ali Yıldırım aynı dili konuşuyorlardı.
‘‘Evlerinden aldırmak.’’
Bir spor yöneticisinin ağzından çıkan lafa bakın. Peki bir sonrası ne acaba. Kafalarına sıktırmak mı?
O yazı sizce kimi anlatıyor?
BAZI okurlar ve kimi dostlarım birkaç gündür internette ve faks yoluyla elden ele dolaşan bir
‘‘yazıyı’’ bana iletiyor ve
‘‘Bu rezalet ne?’’ diye soruyorlar.
Yazı dedikleri bir rezalet.
İnanılmaz ölçüde terbiyesiz, düşük üsluplu, pespaye bir rezalet.
Akit Gazetesi yazarı
‘‘dini bütün’’, kendini
‘‘ahlaklı bir Müslüman’’ olarak tanımlayan biri tarafından yaklaşık 4 yıl önce kaleme alınmış bir pislik.
Hıncal Uluç ‘‘Bunu aynen köşende yayınla da bunların kim olduğunu herkes görsün’’ dedi.
Haklıydı ama yazı o kadar düşük ki, okuruma haksızlık edemedim.
Ana avrat sülale bir yazı.
Ve bu rezil yazı 4 yıl önce şimdiki Vakit'in adı Akit'ken yazıldı.
‘‘Tüm Müslümanlar Hasan Karakaya'yı tanısın’’ diye herhalde.
Yazı üzerine ben de dava açtım.
Mahkemede hakim yazıyı okurken utandı. O kadar rezilceydi.
Sonunda mahkeme
Karakaya'yı mahkum etti. Bir de tazminat ödemesine karar verdi. Ancak o gün bugündür ben bu tazminatı alamadım. Sonunda avukatım icra yoluyla bunların üzerine gitti ve geçen hafta bunların sahip oldukları mallar haciz yoluyla satıldı. Bu yazı 4 yıl sonra galiba bu nedenle ortalıkta. Beni hiç üzmüyor.
Sadece yazarının
‘‘tıynetini’’ gösteriyor o kadar.
Bıktım ünlülerle yatmaktan başka işi olmayanlardan
YILLARCA ‘‘düzeysiz magazin’’le mücadele ettim. Ne demek istediğimi anlamayanlar eleştirdiler.
Magazine karşı olduğumu düşündüler.
Oysa magazine büyük sempatim olduğunu ama bunun
‘‘saygın’’ olabilmesi için düzeysiz olanın def edilmesi gerektiğini kavrayamadılar.
Kanal D'de iki kez 'yetkili' görevlere getirildim. İkisinde de
‘‘düzey sorunlu’’ magazin programlarının kaldırılması için çaba gösterdim. Yerlerine
‘‘adam gibi’’ magazin programları yapılması için uğraştım.
Yoz bir grubun yaşam tarzının, magazin adı altında pompalanmasının Türkiye'de siyaseti etkileyeceğini, radikal partilerin işine yaracağını, sistem düşmanlığını körükleyeceğini söyledim.
Hatta bu tarzı
'habercilik' haline getirenlerle uğraştım.
Bu tarzın en düzeysiz adamlarının hedefi oldum. Yıllarca bunları yazdım, bunları söyledim. İlginçtir, ben bunları yazarken bu meslekten kimse kulak asmadı.
Ta ki, konu artık Milli Güvenlik Kurulu'nun gündemine gelinceye kadar.
İş öyle bir noktaya geldi ki, MİT Müsteşarı medya yöneticilerini toplayıp, magazin ve düzeysiz habercilerle ilgili olarak
‘‘devletin şikáyetlerini’’ bildirmek zorunda kaldı.
Bunun sonucunda bazı gelişmeler olmadı değil ama hálá magazin içip, magazin yiyoruz..
Şöhretli insanların hayatı her yerde haberdir ama anlamsız haberlerle bazı
‘‘kevaşelerin’’ önce şöhret yapılıp, sonra bunların haberlerinin magazin haberi diye verilmesinden bıktım.
İpsiz sapsız, baba parası yiyen oğlanları, sadece ve sadece mankenlerle yatıyorlar diye tanımaktan, pahalı fahişeleri zaman zaman ünlü bir erkeğin yatağından da geçtikleri için haber diye okumaktan sıkıldım.
Tek özelliği
‘‘ünlü’’ biri ile
‘‘yatmak’’ olanlardan gına geldi.
Bu nedenle Hürriyet Gazetesi'nden bir ricam var. Benim başından beri karşı çıktığım şu
‘‘pazar dergileri’’ çılgınlığından ilk Hürriyet vazgeçsin.
Hürriyet gibi, Sabah gibi, Milliyet gibi, Vatan gibi gazetelerin
‘‘hafta içi ağırlığına’’ yakışmayan bu dergiler artık çıkmasın.
Kimse yapmıyorsa, basının
'ağabeyi' Hürriyet yolu açsın.
Çünkü ben bıktım. Galiba okur da bıktı.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Başkalarına edilen küfürlerden gizlice zevk almadığımız zaman.