Fatih Altaylı

Akçakoca Akçakoca'ya karşı

28 Temmuz 2003
BEN buralarda yokken, BDDK Başkanı çıkıp, İmar Bankası ve Uzan Grubu ile ilgili açıklamalar yaptı. İmar Bankası'nda çitfe kayıt varmış. Pek çok hesap bankanın resmi kayıtlarında görünmüyormuş. Kara para izleri varmış. Buna benzer daha pek çok ‘‘suçlama’’. Bu suçlamaları yapan BDDK Başkanı Engin Akçakoca. Size komik bir şey söyleyeyim mi, Engin Akçakoca denilen bu ‘‘zat’’, kendisi tarafından açıklanan bu ‘‘rezaletlerden’’ ötürü beni dava ediyor. Şaka değil. Engin Akçakoca'nın bütün bu söylediklerini ben bundan iki yıl önce yazmışım. Bankalarda çifte kayıt olduğunu, bankanın yükümlülüklerini yerine getirmemek için resmi kayıtların dışında kayıtlar tuttuğunu, kara para bağlantılarını, hepsini daha önce yazmışım ve hepsiyle ilgili olarak 2 yılı aşkın bir süredir BDDK'yı ‘‘göreve çağırmışım’’. Bütün bunlara karşılık BDDK Başkanı ne yapmış?Beni dava etmiş. Evet, evet, Engin Akçakoca şimdi açıkladığı gerçekleri daha önce yazan Fatih Altaylı'yı yargının önüne atmış. Ama aynı ‘‘zat’’ şimdi çıkmış benim söylediklerimi söylüyor. Hiç utanmadan, hiç sıkılmadan. Şimdi Engin Akçakoca'nın bana açtığı davalarda Akçakoca'nın ‘‘yalan suçlamalarla dava açtığını’’ kanıtlamak için Akçakoca'nın bugünlerde söylediklerini kanıt olarak sunacağım. Yani beni Akçakoca'ya karşı Akçakoca'nın sözleri savunacak.. İşin komiği, Engin Akçakoca'nın bana açtığı davalar da, Uzanlar'la ilgili davalar da Şişli Adliyesi'nde görülüyor. Zannediyorum, hákimler oldukça gülecekler. Ve Engin Akçakoca'nın kişiliği hakkında da fikir sahibi olacaklar. Ha bu arada unutmadan söyleyeyim. Ben de Engin Akçakoca'yı dava edeceğim. Benim hakkımda ‘‘haksız şikayetle’’ dava açtırarak basını sindirmeye çalıştığı için.Binali'nin binbir oyunu BEN yokken meydanı boş bulanlardan biri de, Başbakan Tayyip Erdoğan'dı. Memleketin iliğini kemiğini sömürenlere karşı tavrını çok beğendiğim Erdoğan, iş kendi çevresine gelince işi bir miktar ‘‘savsaklıyor’’. Bu da hoşuma gitmiyor. Kürsüden bana hitaben ‘‘Bazı köşe yazarları istiyor diye bakan harcamam’’ demiş.Güzel söylemiş. Ağzına sağlık. Daha önce de duyduk bu lafları. Şimdi ‘‘esamisi okunmayan’’ siyasetçilerden, liderlerden. Daha da duyarız. Erdoğan Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ı çok seviyor anlaşılan. Oğluna çıkar sağlamakla suçlanan ve bu suçlamayla ilgili ortada ciddi deliller olan Yıldırım'ın geçmişi de ‘‘benzer’’ vakalarla dolu. Yıldırım'ın İstanbul Deniz Otobüsleri'nin genel müdürü olduğu dönemde de vukuatları var. Yıldırım İDO'nun başındayken deniz otobüslerindeki büfelerin ve buralardaki temizlik işlerinin başına dayısı Yılmaz Erence'yi getirdi. Erence İDO'nun görevlisi olarak buraları işletmeye başladı. Ancak bir süre sonra Binali Yıldırım bu işin özel sektör tarafından yapılması gerektiğini söyleyerek işi Çağrı Temizlik ve Gıda Hizmetleri unvanlı bir şirkete verdi. Diyeceksiniz ki: ‘‘Ne var bunda?’’Ne olacak, ‘‘gelin-kayınpeder’’ olayı var. İşi alan şirketin sahibi görünen kişi Behice Erence. Yani İDO adına işin başında bulunan Yılmaz Erence'nin gelini. Yani Binali Yıldırım'ın dayısının gelini, kuzenin eşi. Yıldırım'ın olayları bununla da sınırlı değil. Başbakan Erdoğan bana kürsüden yanıt verdikçe bu dizi sürecek. NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Türkiye'de sadece İstanbul'da deprem olacağını zannetmediğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Ulaştırma Bakanı koltuğundayken AKP inandırıcı olamaz

19 Temmuz 2003
HER iktidarın sırtında ‘‘yumurta küfeleri’’ vardır. AKP iktidarının da var. İlk küfe bizzat Tayyip Erdoğan'dı. Belediye Başkanlığı döneminden kalan iddialar, yargıdaki dosyalar, davalar AKP'nin yumuşak karnıydı. Bu yumuşak karın şimdilik güçlendi. Bazı davalar düştü, bazıları askıda. Ancak hemen yeni bir ‘‘zayıf bölge’’ ortaya çıktı. Bunun adı Binali Yıldırım. Ulaştırma Bakanı. Ve daha iyisi, Erdoğan'ın Belediye'den alıp buraya getirdiği bir adam. Yıldırım'ın İstanbul'da İDO Genel Müdür olduğu dönemle ilgili de çeşitli iddialar ortaya atılmıştı. Bunların başlıcaları, deniz otobüslerinin çeşitli hizmetleriyle ilgili ihalelerde yapılan ‘‘kayırmalar’’dı. O günlerde bu konunun kokusu çıkmaya başlayınca, Yıldırım'ın istifası sağlanmış, konu kapanmıştı. Ancak Yıldırım şimdi bakan. Yine benzer iddialar ortada. Kamu kaynaklarını peşkeş çekip, oğluna imkan sağlatması gündemde. Ortada ciddi bir rezalet var. Bu durum ‘‘yolsuzluklarla mücadele’’ başlatan ve olumlu adımlar atan AKP'nin güvenilirliğini zedeliyor.. AKP'nin samimiyetini kanıtlaması için Yıldırım'ın istifası şart. Ancak Erdoğan'la da eski dost. Bakalım ne olacak. ABD Türk ordusundan niye rahatsız? AVRASYA Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Ümit Özdağ, Türk-Amerikan ilişkilerinin bozulması ve başta Pentagon olmak üzere Amerikan yönetiminin Türk ordusunu hedef alması ile ilgili olarak ilginç tespitlerini anlattı. Özdağ'a göre, Türk-Amerikan ilişkilerinin bozulmasını tezkerenin geçmemiş olmasına bağlamak yanlış. Özdağ, ‘‘Tezkere geçmiş olsaydı bile ilişkiler bir şekilde bozulacaktı’’ diyor.Bunun nedenini de Türk ordusunun son 10 yılda gerçekleştirdiği ‘‘yapısal değişikliğe’’ bağlıyor. Özdağ'a göre, Türk ordusunun ‘‘etkin bir güç’’ haline gelmesi Amerika'yı rahatsız etti. ASAM Başkanı bunu somutlaştıracak ‘‘gerekçeler’’ de ortaya koyuyor.Özdağ'a göre en önemli gestergelerden biri Michael Robert Hickok tarafından ABD Kara Kuvvetleri'nin resmi yayın organı olan ‘‘Parameters’’ dergisinde, 2000 yılında yayınlanan ‘‘Yükselen Hegemon: Türk Stratejisi İle Askeri Modernizasyon Arasındaki Uçurum’’ adlı makale. Dr. Hickok'a göre, Soğuk Savaş boyunca NATO stratejileri çerçevesinde silahlanan, eğitilen ve NATO konseptine bağlı olan Türkiye, NATO dışında ‘‘inandırıcı şekilde gücünü yansıtamadığını’’ gördü. Dr. Hickok'a göre ‘‘daha aktif politika izleme girişimi, büyük ölçüde orduya aittir ve eski Osmanlı toprakları üzerinde yoğunlaşmaktadır’’. Yazar, Türkiye-İsrail ilişkilerinin de bu iddialı politikanın bir parçası olduğunu ileri sürmektedir. 1990'lı yıllarda Türkiye'nin terörle mücadelesi sırasında ekstra kabiliyetler kazanması da Amerika açısından rahatsız edicidir ve bu durum da Amerikan Kara Kuvvetleri'nin dergisine yansır. ‘‘Amerika kendisi açısından büyük önem taşıyan bir bölgede, kendisi dışında bir ‘güç' istemez’’ diyen Özdağ, bu nedenle Türk ordusunun zayıflatılması için Amkerika’nın her yolu deneyeceğinden emin. Dr. Hickok'un makalesinin son cümlesi de, ASAM Başkanı'nı haklı çıkarır nitelikte:‘‘Türk ordusu, Türk halkından büyük askeri modernizasyon programı için fedákarlık isterken, halkın seçtiği liderlere de güvenmemektedir’’ dedikten sonra eklemektedir: ‘‘Modern silahlara ve gelişmiş kabiliyete sahip olan Türk ordusu, ülke içinde kültürel ve anayasal gücünde önemli değişiklikler yapılmadıkça, ne kısa vadede komşularına ne de uzun vadede Türkiye halkına rahat yüzü gösterecektir.’’ Cem bizi IMF'den yatlarda kurtaracakBİZİ IMF'den kurtaracak Cem Uzan'ın ne olduğunu dün Sabah Gazetesi ortaya koymuş.Dünyanın en büyük ve lüks yatlarından biri Cem Uzan'a ait. Dünyanın en havalı yatı olduğu ise kuşkusuz. Değeri sudan ucuz, yaklaşık 70 milyon dolar. Aileye ait 2 ‘‘mega yat’’ daha var. Onların da hediyesi büyüğünün 50, küçüğünün 40 milyon dolar civarı. Bir aile düşünün ki, 70 milyon dolarlık yata sığmıyor, her bir aile ferdi için birer tane alıyor. Senede toplasan 30 gün bineceği yat için 140 milyon dolar.Avrupa'nın çeşitli havaalanlarında ‘‘tedbirli’’ olarak yatan iki uçakları var. Biri dünyanın en pahalı özel jeti. Su içinde 45 milyon dolar. Diğeri ondan az ucuz. Bir seksen milyon dolar da uçaklara koyalım. Etti mi, 240 milyon dolar. Helikopterler falan derken en az bir 300 milyon dolar saçılmış durumda. Dünyanın en zengin adamı Bill Gates'in böyle bir lüksü yok. Ve bu adam meydanlarda ‘‘IMF'yi kovacağım’’ diyor. ‘‘Sen ve senin gibilerin yaptıkları olmasaydı, bu ülkede IMF diye bir şey olmazdı’’ diyecek bir babayiğit de ortaya çıkmıyor. NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Hak ile hukuk el ele yürüyebildiği zaman. Bazıları sevinsin tatile çıkıyorumSEVGİLİ okurlar, biraz tatile ihtiyacım var. Hem benim, hem de sevdiklerimin. Ama köşeyi 1 ay falan kapatmak gibi bir niyetim yok. Kimse sevinmesin. Ama bir hafta süreyle burada olmayacağım. İzninizle.
Yazının Devamını Oku

RTÜK'ü şaşırtan yargı kararı

18 Temmuz 2003
<B>UZAN </B>Ailesi'nin yargıdan aldıkları veya yargıdan çıkmasını engelledikleri kararlar dillere destandır. Adana ve Antalya'nın ‘‘bazı’’ mahkemelerinde 10 yılı aşkın süredir karara bağlanmamış Uzan davaları vardır.

‘‘Bazı’’ mahkemelerde Uzanlar'ın aleyhine sonuçlanması muhtemel davalar uzar da uzar.

Ancak yine bazı mahkemelerde Uzanlar'ın lehine olacak karar ‘‘aşırı’’ bir süratle alınır.

Benim gibi ‘‘Uzan uzmanı’’ olanlar bu durumu iyi bilirler. Hatta bu durum zaman zaman müfettiş raporlarına bile yansır.

Bu durum bizim gibileri şaşırtmaz ama bu kez RTÜK'ü şaşırtmış.

Biliyorsunuz, RTÜK, Uzan Ailesi'nin kontrolündeki televizyonlara yaptıkları yayınlardan dolayı 1 aylık kapatma cezası verdi.

RTÜK kararları yargı denetimine açık olduğu için Uzanlar bu cezalara itiraz ettiler ve bu itiraz sonuçlanıncaya kadar yürütmenin durdurulması istemiyle idare mahkemelerinde davalar açtılar.

Buraya kadar olan durum normal.

Bu mahkemelerden Ankara 1, 6 ve 10 numaralı İdare Mahkemeleri son derece sıradan bir hukuk prosedürünü izleyerek yürütmenin durdurulması talebini karara bağlayabilmek için RTÜK'ten ‘‘savunma’’ istediler. RTÜK bu mahkemelere gidecek ve neden bu cezayı verdiğini anlatacak. Mahkeme de RTÜK'ten aldığı savunma doğrultusunda yürütmenin durdurulup durdurulmayacağına karar verecek.

Ancak bir mahkeme farklı bir uygulamaya gitti.

Ankara 9. İdare Mahkemesi, RTÜK'ten savunma falan istemeden, kapatma kararlarının uygulanmasına 13 gün kala yürütmenin durdurulması kararını verdi. RTÜK'ten ise ‘‘laf olsun’’ diye bir savunma istedi.

İşin daha da komiği, savunma için verilen süre 15 gün.

Yani RTÜK kendini savunmayı, kapatma kararlarının mahkeme kararı nedeniyle zaten uygulanamayacağı 29 Temmuz'dan sonra yapacak.

RTÜK'ün hukukçuları şaşkın.

9 yıllık RTÜK tarihinde böyle bir karar yok. RTÜK'ten savunma almadan yürütme durdurulması hiç olmamış, cezasının uygulanacağı tarihten 13 gün önce böyle bir karar hiç verilmemiş.

Karar genelde kapatma kararının uygulanmasından 1, bilemediniz 2 gün önce verilmiş.

RTÜK şimdi Ankara 9. İdare Mahkemesi'nin bu kararının arkasındaki nedeni merak ediyor.

Doğrusu ben de...

Abizaid nereye bakacak?

GAZETE haberlerinin yazılış biçimi, bazı konuların kamuoyu tarafından tam olarak anlaşılmasına yardımcı olmuyor.

Bunlardan biri de, General Tommy Franks ve yerine gelecek olan General Abizaid'in görev bölgeleri.

Gazetelerin haberleri yazış biçiminden yola çıkanlar, General Tommy Franks'in görev alanının Irak olduğunu zannediyorlar.

Onun emekli olmasıyla boşalacak yere gelecek olan Abizaid'in de Irak'ta görev yapacağı zannediliyor.

Oysa durum bu değil.

General Tommy Franks ABD ordusunun uzunca bir süre önce oluşturduğu ‘‘CENTCOM’’ görev bölgesinin komutanıydı.

CENTCOM'un görevi ise Irak'ı ele geçirmek değildi. Daha doğrusu sadece Irak'ı ele geçirmek değildi.

CENTCOM, soğuk savaş sonrası dönemde oluşan Amerikan çıkarlarının korunması ve Amerikan ‘‘saldırı’’ stratejisinin gereksinimleri doğrultusunda kuruldu.

CENTCOM'un görev alanı Çin sınırından başlıyor, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Afganistan, İran, Irak, Suriye ve Yemen'i kapsayarak Kızıldeniz'e kadar uzanıyor.

Aylar önce yazdığım bu gerçeği bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyorum ki, değerlendirme yaparken kimse hata yapmasın.

Bu arada unutmadan, CENACOM'un görev bölgesinin genişletilmesini engelleyecek hiçbir şey yok.

Suriye operasyonu ders oldu

1998 yılını hatırlıyor musunuz? Hatırlarsınız çok eski değil. Abdullah Öcalan'ı bağrına basan Suriye, kararlı bir siyaset sonucunda köşeye sıkıştırılmıştı.

Diyarbakır'da yapılan bir toplantıda Türkiye'nin 7 günlük bir harekátla Suriye'yi güney sınırına kadar ele geçirebileceği hesaplanmıştı.

Ardından Türk ordusu sınırda ‘‘manevralara’’ başlamış, bölgenin ‘‘güçlü’’ devleti Suriye açık bir biçimde tehdit edilmiş ve bunun sonucunda Abdullah Öcalan'ın sınırdışı edilmesi sağlanmıştı.

Ardından Öcalan Kenya'da yakalanıp, İmralı'ya atılmıştı.

Türkiye'nin yapmış olduğu bu ‘‘müthiş’’ hareket şimdi İsrail Güvenlik Akademisi'nde ders olarak okutuluyor.

‘‘Güç kullanımı tehdidiyle uluslararası etkinlik’’ konulu derste ‘‘örnek vaka’’ olarak Türkiye'nin bu başarısı gösteriliyor..

Ancak o gün Suriye'nin başına çuval geçirebileceğini gösteren Türkiye'nin başına bugün Kuzey Irak'ta çuval geçiriliyor.

5 yılda nereden nereye.

Bravo İbrahim Kutluay

İBRAHİM Kutluay'ın ‘‘Dünyaları verseler Galatasaray'da oynamam’’ demesi kimi Galatasaraylıları kızdırmış. ‘‘Nasıl böyle konuşur’’ diyorlar. Şaşırdım. Tam aksine İbrahim Kutluay son derece ‘‘doğru’’ bir şey yapmış.

Diyor ki: ‘‘Ben Fenerbahçeliyim. Galatasaray'da oynayacak kadar profesyonel olamam.’’

Bu kızılacak değil, saygı duyulacak bir davranış.

Bu işten para kazanan bir profesyonel için müthiş bir yüreklilik.

Helal olsun İbrahim Kutluay'a.

İbrahim'e kızanlar, aynı soruyu kendilerine sorsunlar.

Hangi cevabı verirlerdi?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Ülkelerin paket açarak değil, zihinleri açarak ilerleyeceğini anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

İşte BDDK: Devlete para kazandır, işinden ol

17 Temmuz 2003
<B>AYLAR,</B> yıllardır BDDK denetlensin derken ne kadar haklı olduğum, her gün biraz daha ortaya çıkıyor. BDDK'nın tam bir çiftlik olduğu, buradaki suiistimallerin ‘‘Nasılsa bize kimse hesap soramaz’’ mantığı ile nasıl yapıldığı artık begeleniyor.

Devlet Denetleme Kurulu'ndan şimdilik ses yok ama iyi kötü bir şeyler yapmaya çalışan Meclis Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu en sonunda BDDK'ya da el atmaya karar verdi. Gerçi BDDK'nın ‘‘çok bilmişleri’’ bunu siyasetin müdahalesi olarak göstermek için her şeyi yapacaklar ama iş öyle değil.

Rezillikler bin. Ve alın size bir örnek.

TMSF tarafından daha önce el konulan Bayındırbank'ın Antalya Havalimanı şubesi 27.12.2001 tarihinde 25 milyar liraya ihalesiz olarak Denizbank'a satılıyor.

Satışı yapan BDDK'nın altındaki TMSF.

Bayındırbank Genel Müdür Yardımcısı Mahmut Şener satışa itiraz ediyor. Satışın hatalı olduğunu iddia ediyor ve ortada büyük bir haksızlık olduğunu söylüyor.

Şener söz konusu şubenin kárlı bir şube olduğunu ve ihale yoluyla satılmasının daha büyük para getireceğini belirtiyor. Kurulan komisyon şubenin aylık cirosunun 3-4 milyon dolarlık olduğunu da tespit ediyor.

Şener'in itirazları sonuç veriyor ve ihaleye çıkılıyor. İhaleyi yine Denizbank kazanıyor. Ama bu kez tam 1 milyon 400 bin dolara.

Yani ilk satıştaki fiyatın tam 79 misli bir fiyata.

Diyeceksiniz ki: ‘‘Ne güzel işte yanlıştan dönülmüş.’’

Dönülüyor ama kabak itiraz eden ve devletin kasasına fazladan 1 trilyon 935 milyar lira para girmesini sağlayan Mahmut Şener'in başına patlıyor.

Şener bu olaydan kısa bir süre sonra işsiz kalıyor. Çünkü BDDK Şener'in iş akdini feshediyor.

Ben kimseye geri zekálı demem


SEVGİLİ Hıncal Abi. Sana geri zekálı dediğimi iddia etmişsin. Ben ‘‘geri zekálı’’ diye hiç kimseye demem.

Çünkü ‘‘zeka geriliği’’ bir özürdür ve hayatta kimsenin özrüyle alay etmedim. Hiçbir özrü hakaret olarak kullanmadım.

Ben ‘‘aptal’’ derim ama senin öyle olmadığını da en iyi ben bilirim.

Beni üzen, senin milleti ve beni ‘‘aptal’’ yerine koyman.

Bu tartışmayı noktalamışsın.

Sen noktalamasan, dünkü yazından sonra ben noktalayacaktım.

Çünkü dün diyorsun ki: ‘‘Dinç Bilgin'in beş kuruşu yok. Hortumladıysa bu para nerede?’’

Ben bu cümle karşısında pes ettim. Neredeyse diyeceksin ki, Etibank'a nazar değdi o yüzden battı.

Oysa dünyanın en pahalı yatlarına, lüks jetlerden bir filoya, Adnan Kaşıkçı'yı bile gölgede bırakacak bir ihtişama harcanan parayı Türk halkı yıllarca izledi.

Bu arada o gazetenin çalışanlarından bazıları da çok ama çok zengin oldu.

Kalan var ise nerede olduğunu bana değil, o çok sevdiğin ama yaklaşık 1 milyar doları ne yaptığını senin de bilmediğin patronun Dinç Bilgin'e sor.

Bu konuda kimseye bilgi vermiyor ama belki sana verir.

Sabah'ı batırmaya gelince. Sabah'ın yaşamasını ben senden çok isterim.

Çünkü hepimiz için bir kapıdır.

Bak en iyisi şöyle olsun.

Başarılı bir işadamı, hesabını kitabını iyi bilen bir adam olarak tanıdığım Turgay Ciner, otursun BDDK ile anlaşsın.

Sabah ve ATV'ye rayiç değerler üzerinden bir fiyat biçilsin.

Turgay Bey bu parayı uygun bir vadede BDDK'ya ödesin.

Bu para borçtan düşülsün.

Kalan borcu da Dinç Bilgin ödemeye çalışsın.

Böylece Sabah Gazetesi de yaşasın, devlet de alacağının en azından bir bölümünü tahsil etsin.

Ben buna varım Hıncal Abi. Ama Dinç Bilgin'in paraları ne yaptığını bana sorma. Yıllardır onun yakınında sen vardın. Ben değil.

Kola savaşları


BAKAN, başbakan çocukları da iş yapabilirler. Yeter ki, babalarının forsunu kullanmasınlar, yeter ki yasal olmayan işlere tevessül etmesinler dedim dün.

İlk değil, buna benzer yazıları daha önce de yazmıştım.

Hatta bu çocukların ‘‘edepli’’ eğlencelerinin magazin basını tarafından berbat edilmesine de hep karşı çıktım.

Mesut Yılmaz ile ‘‘kanlı bıçaklı’’ olduğum günlerde bu nedenle oğlu Yavuz'u korudum.

Çünkü benim işim insanlarla değil. Takıntılarım yok. Sınır tanımayan kinlerle bu işi yapmıyorum.

Gün gelir Cem Uzan'ın doğrusu olur, onun hakkını da yine ben savunurum.

Bu arada dün hem Coca Cola'dan, hem de ColaTurca'dan aradılar.

Coca Cola Mesut Yılmaz'ın oğlu Yavuz'un İstanbul Anadolu yakasının başbayii değil, Anadolu yakasındaki 7 bayiden biri olduğunu, ciro açısından da 7. sırada olduğunu açıkladı.

ColaTurca ise Tayyip Erdoğan'ın oğlu Burak'ın babasının siyasete girince bıraktığı Emniyet Gıda'nın ortağı olduğunu, bu ortaklığın yüzde 10 mertebesinde bulunduğunu ve Anadolu yakasındaki başbayi değil 3 bayiden biri olduğunu bildirdi.

Galatasaraylı olmak zor zanaat


BİR okurdan haklı bir şikáyet. Galatasaray hazırlık maçı yapıyor ve kazanıyor. Hürriyet spor sayfasında 16 santime 22 santim bir haber.

Beşiktaş uçakla seyahate çıkıyor, tam sayfa.

Galatasaray Barcelona'dan Frank de Boer'i alıyor, yarım sayfa. Fenerbahçe adı duyulmamış bir Brezilyalı alıyor, tam sayfa. Oradan artan Hojdonk haberi de Galatasaray'a ayrılan sayfaya kaymış.

Okur bunları yazınca ben de dün gazeteye baktım. İlk dört sayfada Galatasaray haberi yok. Tam aksine ‘‘Ölsem Galatasaray'da oynamam’’ diyen Sevgili İbrahim Kutluay'ın haberi var.

Sporun en son sayfasında kerhen bir Galatasaray haberi.

Ve okurun da şikayet ettiği sayfaların sorumlusu Galatasaraylı Esat Yılmaer.

Spor müdürü olduğu gün ‘‘Bir Galatasaraylı spor müdürü oldu sonunda’’ diye mahkum edilen ve eli kolu bağlanan Esat Yılmaer.

Siz hiç onlarca Fenerbahçeli spor müdüründen birinin ‘‘Fenerbahçeli’’ diye afişe edildiğini okudunuz mu?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Taraf olmanın, adam gibi adamların adil olmasına engel olmadığını anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

BDDK'yı kim denetleyecek?

16 Temmuz 2003
<B>BDDK </B>rezaleti karşısında herkes sessiz.. <br> BDDK denetimindeki, hem de ‘‘yakın markajındaki’’ bir bankada ortaya çıkan rezalete karşın herkes suskun.

Binlerce mudi perişan.

BDDK'da ses seda yok. Sözde inceliyor ama ortada incelenecek bir evrak olmadığını açıklayan da yine BDDK.

BDDK inceliyor da, peki bu BDDK inceleniyor mu?

Bu ülkenin denetçileri ne yapıyor?

Türkiye'nin en saygın kurumlarından biri Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu.

Bu kurul ne yapıyor?

Türkiye'de, Türkiye'ye milyarlarca dolara mal olan BDDK denetlenmeyecekse, kim denetlenecek?

Bekçi Murtaza mı?

Bu ormanlar orman kalmalı

BODRUM yanıyor. Türkiye'nin en ‘‘şık’’ tatil beldesi yanıyor.

Dün muhabir arkadaşlar ağlayarak haberi anlatıyorlardı:

‘‘Abi inanılmaz bir şey. Yanan yerler hep tepeler. Deniz gören manzaralı yerler.’’

Belki fazla ‘‘komplo teorisi’’ gibi ama inanç bu. Göz böyle görüyor.

AKP'nin ‘‘orman vasfını yitirmiş arazilerin satışı’’ ile ilgili yasanın ardından ormanlar şimdiye dek görülmedik bir biçimde yanmaya başlayınca bu dedikodular çıkıyor.

Ben emin olmak istiyorum ki, bu yanan ormanlar hızla yeniden ağaçlandırılacak.

Ve buralardan bir tek metrekare yer bile birilerine satılmayacak, birilerine rant kapısı olmayacak. Bu kişi ‘‘şans eseri’’ bir bakan olsa bile.

Ben ve bu ülkenin vatandaşları bundan emin olmak istiyoruz.

Bu ülkede her şeyden şüphelenmekten bıktık çünkü.

Başbakan çocukları çalışmasın mı?

BAŞBAKAN ve bakan çocukları iş yapamaz mı?

Yapar elbet. Yapmalı da. Nüfuz ticareti dışında, hakkıyla, sıradan vatandaş çocuklarından ayrıcalıklı bir konum elde etmeden yapmalı.

Basın da buna saygı göstermeli.

Ama nerde.

Siyasetçi çocuklarının iş güç sahibi olmasının sürekli bir eleştiri konusu olması bir yana, bir de burada müthiş bir ‘‘çifte standart’’ hatta ‘‘alçaklık standardı’’ var.

Örnek mi?

Çooook!

Mesut Yılmaz başbakan yardımcısıyken, yurtdışındaki eğitimini tamamlayan oğlu Yavuz ülkeye dönüyor.

Bir Coca Cola bayiliği alıyor ve ticarete atılıyor.

‘‘Dinci basın’’ diye konumlandırılan gazeteler küfür kıyamet. Ne Cem Kozlu kalıyor, ne THY. İlgili ilgisiz herkese ve her şeye sövülüyor. Müthiş iddialar ortaya atılıyor.

Allah'ın işine bakın ki, aradan çok değil 2 yıl geçiyor, bu kez Başbakan Erdoğan'ın oğlu Ülker'in Cola Turca'sının bayiliğini alıyor.

Yavuz Yılmaz söz konusu olduğunda kıyameti koparan ‘‘basın’’dan ses yok. Bu kez de başta Star olmak üzere bir başka ‘‘basın’’ türü kıyamet koparıyor.

Bence iki çocuğun yaptığında da bir anormallik yok.

İş yapmaya, adam olmaya çalışıyorlar.

Ne yapsınlar yani. Boş mu otursunlar.

İş kurmayıp birinin yanında işe girseler başka dert.

Kendileri iş yapmaya kalkışsalar başka dert.

Vergi kaçırmıyorlarsa, babalarının gücü sayesinde haksız rekabet yapmıyorlarsa, siyaseti kendileri için bir avantaj haline getirmiyorlarsa yapsınlar.

İpsiz sapsız olmalarından, barlarda veya tekkelerde gezmelerinden iyidir.

Tabii bu yazdıklarım bu iki genç için geçerli.

Babasının bakanlık yaptığı iş kolunda, bakanlıkla iş bağlantısı olan bir şirketle iş yaparak zengin olmaya çalışan Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın oğlu için değil.

Oxford ve Cambridge değişir, YÖK değişmez

YÖK ile hükümet arasındaki gerginlik şimdilik atlatılmış gibi görünse de, gelecek yeni gerilimlere gebe.

İşin kötüsü, yıllardır tüm aydınlar YÖK Yasası'nın değişmesi gerektiğini vurguladılar.

Ancak bugünkü durumda aynı aydınlar YÖK Yasası'nın değişmemesinden yana.

Oysa YÖK Yasası değişmeli.

Hem de mümkün olan en hızlı biçimde.

Üzerinde uzlaşılarak. Kafalarda soru işareti uyandırmayacak bir biçimde.

YÖK'ün ‘‘derebeyleri’’ yasanın değişmesine karşı çıkarken ‘‘üniversite özerkliği’’nden dem vuruyorlar.

Oysa YÖK kurulduğundan beri ortada gerçek anlamda bir üniversite özerkliği yok.

Tam aksine müthiş bir YÖK tahakkümü var.

YÖK yönetiminin özerklik dediği, kendi derebeyliğinin sınırlarını koruma çabası.

Hükümet kanadı ise YÖK'ün ‘‘kötü niyetini’’ kullanarak, kendini haklı çıkarmaya çalışıyor ama o da inandırıcı değil.

Bana sorarsanız YÖK Yasası, Türkiye'nin geleceği açısından en az uyum paketleri kadar, hatta onlardan daha önemli.

Bu yasa MGK'da bile masaya yatırılmalı.

YÖK ise boşu boşuna ‘‘despotluğunu’’ savunmasın ve siyasetin üniversiteye müdahalesinden söz etmesin.

İngiltere'de hükümet Oxford ve Cambridge gibi iki büyük üniversiteyi uyarma kararı aldı.

Bu üniversitelerin çağa ayak uyduramadığını savunan İngiliz hükümeti ‘‘Çağın gerektirdiği yapısal değişiklikleri yapın. Yoksa diğer ülkelerdeki üniversiteler sizin üzerinizden geçecek’’ diyor.

Kemal Gürüz ise ‘‘çağdışı’’ bir üniversite anlayışını ‘‘laiklik’’ kaygısıyla korumaya çalışıyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Adam olmanın ulaşılması güç bir hedef ama kat edilmesi gereken bir süreç olduğunu anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Bu BDDK'dan hesap sorulmayacak mı?

15 Temmuz 2003
<B>İMAR </B>Bankası'nda ortaya çıkan rezalet karşısında bizim BDDK değil de, kuralların doğru düzgün işlediği, kurumların doğru düzgün işletildiği bir ülkenin bankacılıkla ilgili kurulu olsaydı, üyelerinin tümü topluca istifa ederlerdi. Ancak bizde böyle bir şey olmaz.

İmar Bankası örneği gösteriyor ki, BDDK dediğin laf ola beri gele bir kurum ve hiçbir haltı denetlemiyor, denetleyemiyor.

Bankalar Kanunu'nun 14. madde gereği yakın ‘‘denetim ve gözetim’’ altındaki bir bankada olanlar ‘‘dudak uçuklatacak’’ cinsten.

Kayıt yok, mevduatlar yok edilmiş, hazine bonoları ortada yok...

Tam bir pislik. Hem de BDDK'nın gözü önünde, BDDK'nın eli içerdeyken.

Haziran ayının 19'unda İmar Bankası'ndaki mevduatını çekemeyen bir vatandaş, BDDK'ya yazı yazmış ve sormuş.

Demiş ki, ‘‘Sayın BDDK, İmar Bankası'ndaki paramı devlet tahvili ve hazine bonosuna çevirirsem bu bankadaki mevduat gibi mi işlem görecek, yoksa devlet tahvili ve hazine bonosu olduğu için devlete borç verilmiş gibi mi olacak? Adı geçen banka sadece aracılık mı yapmış olacak? Bankanın kapanması durumunda mağdur olmaktan kurtulur muyum?’’

BDDK Kurumsal İletişim Daire Başkanı sıfatıyla M. Eren Öğretmen BDDK.KİD.Genel.555/7333 kayıt numarasıyla dört gün sonra bu soruya yanıt veriyor. Önce yasalardaki durumu aktarıyor, sonra da şöyle diyor:

‘‘TMSF, Bankalar Kanunu'ndaki yetkiler çerçevesinde şimdiye kadar olduğu gibi, kanunda yer alan hükümler gereği hisseleri kendisine devrolan bankalardaki bütün tasarruf sahipleri ve kreditörlerin fonlarını herhangi bir engel olmadan tam olarak kullanmasını sağlayacaktır.’’

Yanıt bu.

Ancak ortada kayıt olmadığı için şimdi her şey toz duman.

BDDK ise bugüne kadar işini yapmadığının ortaya çıkmasından şaşkın.

Bence İmar Bank'ta hesabı olanların Uzan Ailesi'ni güveni kötüye kullanmaktan, BDDK yönetimini de görevlerini savsaklamaktan dava etmesi lazım.

Ancak iş vatandaşın inisiyatifine bırakılmayacak kadar önemli.

Yok mu Türkiye'de bu BDDK'dan hesap soracak bir merci?..

Taraftara tavsiyeler


GALATASARAY'ın bu yıl Olimpiyat Stadı'nda oynayacak olması takım açısından büyük risk, büyük fedakárlık.

Taraftarın da bu fedakárlığa katkıda bulunması gerekiyor.

Rüzgár panelleri ve yol henüz yapılmamış.

Ancak yol eskisi kadar berbat değil. Yani iyi kötü ulaşılır. Genişletme çalışmaları da yapılacakmış ancak henüz başlamamış.

Stadın olanakları göz önüne alınırsa, taraftarların son dakikada değil, maçtan birkaç saat önce gelip, statta zaman geçirmeleri mümkün.

Maç seyretmek ve rüzgár altında kalmamak, hatta ıslanmamak için en uygun tribün kapalı tirbün. Çünkü numaralıya göre sahaya daha yakın ve arkası rüzgára dönük.

Taraftar şunu da bilmeli ki, geçtiğimiz yıllar ortalaması olan 15 bin izleyici, bu statta devede kulak bile olmaz... Bu statta seyirci var demek için en az 60 bin kişi gerek.

Ona göre organize olsunlar... Yoksa olmaz.

Taraftar bu stadı benimserse, kulübün kasasına da yüklüce bir para girer.

Ne olursa olsun Ali Sami Yen mezbeleliğinden ve orada yabancı takımları ağırlama utancından çok daha iyi bir ortam.Transferlere gelince...

Bedavaya Abdullah'ı almak çok akıllıca. Hakan Ünsal'a iyi bir alternatif. Hakan sakatlanınca Ergün gibi önemli bir orta saha adamını savunmanın soluna çekip kaybetmekten iyi.

Hakan Şükür pek çok pahalı Avrupalı santrfordan iyidir.

Frank de Boer, eksikliğini duyduğumuz bir yeri dolduruyor.

Şu an takım lig için hazır. Avrupa içinse orta sahaya bir oyun kurucu lazım.

Ancak ortalıkta onlardan çok fazla yok.

Şu ana kadar yapılan işler son derece akıllıca.

Açıkçası ben son derece iyimserim.

Biz de öyle başlamıştık


TÜRK-Amerikan ilişkilerinin geldiği nokta sadece bizde değil, dünyada da çok tartışılıyor. Aklıselim herkes, ilişkilerin bu hale gelmesinden rahatsız.

Bunun faturasının bölgeye çıkacağından kimsenin kuşkusu yok.

Ancak yine de işin bu hale nasıl geldiğini kimse kestiremiyor.

İşin özeti, kuzenim Cem Altaylı'nın bana yolladığı hikáyede saklı galiba.

Aktarayım... Bakalım katılacak mısınız?

Köyün etrafında dolaşan muhtar, ağaçların arkasından birtakım sesler geldiğini duyar ve o tarafa yönelir.

Yaklaşınca köyün iki çobanını uygunsuz bir şekilde yakalar.

Elindeki değnekle bir yandan çobanları döverken bir yandan da bağırır, ‘‘Ulan ahlaksız, namussuz herifler, ne yapıyorsunuz?’’

Çoban bir yandan toparlanırken bir yandan da muhtara meram anlatmaya çalışır:

‘‘Muhtar kızma, Ahmo kayadan düştü. Nefesi kesildi. Ben de ona suni teneffüs yaptırıyorum.’’

Muhtar daha da sinirlenir:

‘‘Ula heyvan, o iş öyle mi yapılır? Suni teneffüs ağızdan olur.’’

Çoban mahcup cevap verir:

‘‘Muhtar emmi, biz de öyle başlamıştık.’’

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Sevdiklerimizin alınganlığından şikáyet edeceğimize, dilimizin ayarsızlığından şikáyet ettiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

BDDK İmar Bankası'nı hiç denetlemedi mi?

14 Temmuz 2003
<B>İMAR </B>Bankası'nın altından çıkan rezaletin farkında mısınız? Banka kayıtları yok. Kim para yatırmış, kim para çekmiş belli değil. Kim bu banka aracılığıyla Hazine Bonosu almış, kim repo yapmış belli değil.

Kime kredi verilmiş, kim kredi almış belli değil.

Her şey keşmekeş.

Bu durumda o ‘‘her gün sorduğum’’ soruyu bir kez daha sorma hakkına sahip oluyorum.

Nerede bu BDDK?

Şaka gibi değil mi?

Zannediyoruz ki, ortada ciddi bir kurum var, bu kurum bankaları denetliyor, onların yasalara uygun hareket etmesini sağlıyor. Onların vatandaşın parasını yok etmesini önlüyor.

Yanılıyormuşuz.

Üstelik de İmar Bankası gibi, hakkında defalarca uyarılar yaptığımız, hatta IMF'nin bile defalarca BDDK'nın dikkatini çektiği bir bankada bile BDDK müthiş bir gaflet içinde.

Oysa bu banka yıllardır gözetim altında.

Yönetiminde bir Hazine murakıbı var.

Hatta son alınan bir kararla o Hazine murakıbının izni olmadan bankanın en küçük bir hareket bile yapması olanaksız.

Ama buna rağmen bankanın kayıtları ortada yok.

Olanlar da Uzanlar'ın yönetimden istifasından önce ortadan kaldırılmış.

Gerçekten soruyorum bu BDDK İmar Bankası'nı nasıl denetlemiş. Oradaki Hazine murakıbına bankada verilen oda ‘‘yatak odası’’ mıymış?

Ve tabii bu bankayı denetleyen ‘‘Bağımsız Denetim Kuruluşu’’ bu bankanın neresini incelemiş.

Bu rezaletin tek sorumlusu Uzanlar mnı?

Yoksa onlara meydanı boş bırakanlar mı?

Böyle banka sahipliği olur mu?


BİR bankada olabilecek en vahim olaylardan biridir, banka kayıtlarının ortada olmaması.

Kovboy filmlerinde gördüğümüz Vahşi Batı'da bile bankaların kaydı kuydu vardı.

Ama İmar Bankası'ndan ortada kayıt yok.

Buna rağmen BDDK hálá Kemal Uzan'ın bankacılık yapmasına izin veriyor.

BDDK Başkanı Sayın Akçakoca'ya soruyorum, Kemal Uzan ve mahdumlarının bankacılık yapma izinlerini ne zaman kaldırmayı düşünüyorsunuz?

Bunca rezaletten sonra bu ailenin hálá bir banka sahibi olması normal mi?

Beklemenizin bir nedeni var mı?

Nerede benim Hıncal Abim?


AH Hıncal Abi, ah... Nerede senin o keskin zekán. Nerede o müthiş mantığın. Nerede.

Dün yazında bana cevaplar yazmışsın. Ellerine sağlık, okudum.

Reklam eleştirmenlerinin, bu sektörde danışmanlık yapanların yazdığı yazıların inandırıcı olmadığını söylememden yola çıkmış, ‘‘Sen de basın sektöründesin. Basının bir başka kuruluşunu eleştiriyorsun. Sen de inandırıcı olamazsın’’ diyorsun.

Ah, Hıncal Abi ah. Ben eleştirmiyorum ki, ben bir vaka yazıyorum. Diyorum ki, senin patronun Dinç Bilgin sahibi olduğu bankayı hortumladı.

Bu eleştiri mi?

Yoksa Dinç Bilgin de senin gibi, ‘‘Benim gazetem var. Başka gazeteler benim rezilliklerimi yazarsa inandırıcı olmaz’’ diye mi düşündü.

Üstelik ben bu gazeteye gizliden mi yazıyorum. Herkes benim bu gazetede yazdığımı biliyor. Oysa senin örnek verdiğin reklam eleştirmenlerinin kime danışmanlık yaptıklarını hiçbirimiz bilmiyoruz.

İşin daha vahimi sen bir sonraki paragrafında reklam eleştirmenlerinin reklam eleştirmesinin ‘‘bir hak’’ olduğunu kabul ediyorsun ama benim senin patronun hakkındaki gerçekleri yazmamı ‘‘hata’’ olarak görüyorsun.

Olmuyor Hıncal Abi.

Benim yıllardır yazdıklarımı okuyanlar bilir.

Ben senin Dinç Bilgin'in yaptıklarını yıllardır yazdım. Dinç Bilgin'in, Aydın Doğan'la kartel oluşturduğu yolundaki iddialar varken, Dinç Bilgin'in yaptıklarını yazdım. Onu bunu bırak Hıncal Abi. Bana yanıt vereceksen de ki, Etibank'ı Dinç Bilgin hortumlamadı.

Bir dönem Sabah'ın yazar ve yöneticileri bu bankadan gelen trilyonlarla kral gibi yaşamadılar, de.

Diyebiliyor musun?

O zaman sus Hıncal Abi, susturmaya çalışma.

Ben hep doğruları yazdım Hıncal Abi.

Senin hakkındaki yalan yanlış ya da maksatlı söylentileri ise burada hiç yazmadım. Sen de başkalarının maksatlarına alet olma.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Geri geri sürmeye kalkıştığı otobüsün yol tabelasına çarpıp hasar görmesi Tayyip Erdoğan'ın aklından hiç çıkmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Bu stat TMOK'un başını yemeli

12 Temmuz 2003
TÜRKİYE Milli Olimpiyat Komitesi, bu ülkenin kıt kaynaklarını sokağa attığı için ‘‘mahkemeye’’ verilmeli. Şaka falan yapmıyorum aynen öyle. İnşaatı sırasında birkaç kez gittiğim ‘‘Atatürk Olimpiyat Stadı’’na dün bir kez daha gittim. Galatasaray maçları için ‘‘sezonluk bilet’’ alacağız ya, yerimizi görelim dedik. Stat tam bir facia. Tam bir ‘‘çağdışılık’’ abidesi. Olimpiyat için ‘‘iyi’’ bir stat olabilir. Ama o kadar. İstanbul'un ‘‘belki’’ bir gün düzenleyeceği olimpiyat için yatırılmış 150 milyon dolar. Başka. Başka bir işe yaramaz. İki üzeri kapalı tribün var, ama yağmuru durdurmaz, sadece gölgelik. Çünkü ‘‘yaz olimpiyatları’’ için tasarlanmış. Futbol oynanmaz, çünkü saha ile tribün arasında önce atletizm pisti, sonra da atlama braşlarının havuzları var. Yani saha ile numaralı tribün arası en az 50 metre. Seyirci desteği eğer stat dolup, herkes tam gücüyle haykırmazsa yok gibi bir şey. Tribünlere takılan koltuklar ilkel. Localar yetersiz ve kötü. Oysa böyle bir stat yapılırken, bunun ‘‘belki bir gün’’ düzenlenecek olimpiyat dışında amaçlara da uygun bir şekilde projelendirilmesi gerekirdi. Artık sahaya kadar inebilen portatif tribünler, gerektiğinde tamamen kapanabilen çatı gibi unsurlar modern stadyumların vazgeçilmez parçası. ‘‘Akıllı’’ milletler 150-200 milyon dolar yatırınca bunu rantabl bir şekilde kullanmak istiyorlar. Bir stadı rantabl yapmak için orayı yılda en az 100-150 gün çalışabilecek şekilde organize etmek gerekiyor. Futbol, müzik, otomobil, motokros, atletizm gibi pek çok farklı işleyişe uygun olmalı ki, mümkün olduğunca fazla müşteri gelsin. Ama bizde para bol ya. ‘‘Belki bir gün’’ yapılacak olimpiyat adına ‘‘ilkel ve çirkin’’ bir proje ile bu saçmalık yapılıyor. Eğer Galatasaray yönetiminin delice cesareti olmasaydı, bu stat önümüzdeki yüzyıllara kalacak bir beton çirkinlik abidesi olurdu. TMOK üyeleri oturup kalksın Galatasaray'a dua etsin. Bindiğiniz dalı kesinBİNDİĞİ dalı kesen Nasreddin Hoca boşuna bu topraklardan çıkmamış. Bizim dört yanımız Nasreddin dolu. Dünün Nasreddin Hoca'ları ise Kemer Kaymakamı ve Belediye Başkanı. Türkiye'nin turizm başkenti Antalya'nın bu turistik ilçesinin bu iki yöneticisi dün müthiş bir uygulama yaptılar. Sahillerde izinsiz şezlong kiralayanlarla mücadele başlattılar. Tam da gün ortasında ani bir baskınla şezlonglarda yatan turistleri şezlonglardan atarak. Kıyıdaki restoranlardan tam günün en kalabalık saatinde turistleri kollarından tutup çıkartarak. İlkelce. Demiyorum ki bu kanunsuzluğa göz yumulsun. Ama her şeyin bir şekli var.Şezlongları mı toplayacaksın. Gece yaparsın. Restoranları mı kapayacaksın, müşteriler çıktıktan sonra kapatırsın. Ama bin bir zorlukla bu ülkeye getirilmiş turistleri rahatsızlık vermeden, korkutmadan, geldiğine geleceğine pişman etmeden. O turistler olmasa Kemer halkı ne yer ne içer, hiç düşündüler mi? Enerji bürokratlarına Uzanlar'dan dava ENERJİ Piyasası Düzenleme Kurulu'nun işi zor. Herkes onlara düşman. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yıldızı bu kurulla hiç barışık değil. Bir önceki iktidar tarafından belirlenen kurula Erdoğan'ın kanı hiç ısanmadı. Ancak gel gör ki, Uzanlar'a ‘‘yasanın gereğinin yapıldığı’’ dönemde Erdoğan iktidardaydı. Erdoğan'ın ‘‘hazzetmediği’’ kurulun yöneticileri, şimdi mahkemelik oldular. Uzanlar, kurul başkanını, yardımcısını ve kurul üyelerinden birini mahkemeye veriyorlar. Daha doğrusu enerji konularıyla ilgili 93 bürokratı mahkemeye veriyorlar ve aralarında kurul üyeleri de var.Uzanlar'ın açtığı davaya göre bu bürokratlar ‘‘siyasi iktidarın siyasi emellerine alet olmakla’’ suçlanıyorlar. Bu bürokratları korkutmak veya sindirmek amacıyla noterden bir de ‘‘ihtarname’’ çekiyorlar.Türkiye'de ilk kez böyle bir durum oluşuyor. Siyasi iktidarın ‘‘hoşlanmadığı’’ bir kurulun üyeleri, ‘‘siyasi iktidara alet olmaktan’’ dolayı mahkemeye veriliyorlar. Yine de üzülmesinler. NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Kendi hatamızı kendimize bile itiraf edemeyip, bu nedenle başkalarına kızmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku