Fatih Altaylı

BDDK, İmar Bankası'nda bono olmadığını biliyordu

8 Ağustos 2003
<B>BDDK'</B>nın İmar Bankası rezaletini çözemeyeceğini, bu işe Maliye Bakanlığı'nın bakması gerektiğini yazdım. BDDK'da bu yönetim oldukça Maliye değil, kim bakarsa baksın bu iş çözülmez. Nedeni anlatayım da ağlayın...

Biliyorsunuz, İmar Bankası'ndaki en mağdur kesim, bu bankadan hazine bonosu ve devlet tahvili alanlar. Parayı bankaya vermişler ama ortada ne bono var, ne tahvil. Banka parayı almış, tahvilleri, bonoları almamış.

Dolandırıcılık mı desem, hırsızlık mı desem siz karar verin. BDDK bu olaydan dolayı şaşkın görünüyor ve çözüm arıyor değil mi?

Siz öyle sanın.

BDDK bu durumu uzun süredir biliyordu ve her zaman olduğu gibi hiçbir şey yapmadan bekliyordu. Çünkü 2002 yılının 11. ayında Maliye Bakanlığı, bankalardaki devlet tahvili ve hazine bonolarının durumunu incelemek üzere bir müfettiş görevlendirdi. (Adı bende saklı.)

Bu müfettiş de, denetlemeye başlamadan önce bütün bankalara resmi bir yazı yazarak ellerindeki hazine bonosu ve devlet tahvili miktarını sordu.

Bütün bankalar cevap verdiler.

İmar Bankası ise ‘‘Bankamızda hiçbir şekilde devlet tahili ve hazine bonosu bulunmamaktadır’’ şeklinde bir yanıt yolladı. Maliye müfettişi şaşırdı ve durumu hemen resmi bir yazı ile 2003 yılının Mart ayında BDDK'ya bildirdi:

‘‘İmar Bankası, elinde hazine bonosu ve devlet tahvili olmadığını bildirmiştir. Buna mukabil televizyon ve gazete reklamlarında hazine bonosu ve devlet tahviline en yüksek faizi verdiğini söyleyen de aynı bankadır. Durumun incelenmesini rica ederim.’’

BDDK'dan gelen Başkan Yardımcısı Teoman Kerman imzalı yanıt komikti:

‘‘Bu durumun yerinde incelenmesi gerekir. Bununla ilgili yetki bankalar yeminli murakıplarındadır. Konunun Maliye'yi ilgilendiren boyutu da vardır.’’

Bankalar yeminli murakıbı dedikleri BDDK'ya bağlı, üstelik de o tarihte bir tanesi bankanın yönetim kurulunda görevli.

Ama BDDK işi başından atıyor, devletin yaptığı ihbarı dahi inceleme zahmetine katlanmıyor.

Aradan aylar geçiyor ve bankaya ‘‘mecburen’’ el koyulunca rezalet patlıyor.

BDDK ise sanki durumu bilmiyormuş gibi şaşkın bir ifade takınıyor.

Hep diyorum ‘‘Bu BDDK'nın yatacak yeri yok’’ diye ama kimse dinlemiyor.

BDDK, bu hesapları nasıl verecek çok merak ediyorum.

Tribün terörü haber değil midir?

İZMİR'de aynı kentin iki takımı, aralarında ‘‘hazırlık’’ maçı oynuyorlar. Turnuvayı düzenleyen TSYD. Maçta olaylar çıkıyor. Olay dediğim gerçek bir ‘‘tribün terörü’’.

Stat talan ediliyor, bütün oturaklar kırılıyor ve dahası bir genç dört yerinden bıçaklanarak öldürülüyor, onlarcası yaralanıyor.

Lig başlamak üzereyken, sezon boyunca olabileceklere ilişkin bir ‘‘tüyo’’.

Hep söylüyorum, en önemli maçın sonucu, bir tek taraftarın kılından daha önemli değil.

Maça çocuğunu ‘‘eğlenmeye’’ yollayan bir annenin, evladının cenazesini almasından daha vahim bir spor sonucu olamaz.

Bununla elbirliği ile mücadele etmek lazım.

Ancak hiçbir yerde bu yönde en küçük bir niyet görmüyorum.

Başta basın...

Çarşamba akşamı Kanal D Haber'de biz bu rezaleti 1. haber yaptık.

Aynı şeyi ATV de yaptı.

Bunun dışında yazılı basında bir tek Radikal bu ‘‘toplumsal olayı’’ birinci sayfasına taşıma cesaretini gösterdi.

Onun dışında kimsenin umuru olmadı.

Sabah'ın 1. sayfasında küçük bir haber, spor sayfasında tek satır yok.

Hürriyet'in 3. spor sayfasında kerhen küçük bir haber, Milliyet'te o da yok.

Yalan dolan transfer haberleri çok daha önemli.

Sorarım, acaba o ölen çocuk, o sayfaları hazırlayan spor müdürlerinden birinin oğlu olsaydı, olayı yine böyle mi göreceklerdi?

Spor terörü bangır bangır geliyor, adına tüzenlenen turnuvada bu olaylar oluyorken TSYD üyelerinin yaptığı sayfalarda tepki yok denecek kadar az. Anlaşılan o ki, bu işi yine zor çözecek.

O zor da Federasyon.

Milli takımlar açısından son derece başarılı bulduğum ama yurtiçinde çok eyyamcı davranan ‘‘Haluk Ulusoy Federasyonu’’, Karşıyaka ve Göztepe'ye birer sezon saha kapatma cezası versin, bakalım bir daha olay oluyor mu?

Bu işin başka çözümü yok.

Hele bu spor basınıyla...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Özerklik, soyguna alet ve yardımcı olma özerkliği haline getirilmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

İmar Bankası'na Maliye bakmalı gayri ciddi BDDK değil

7 Ağustos 2003
<B>UZAN </B>Grubu'nun <B>‘‘yasalar üstü’’ </B>bir çiftlik haline getirerek, müthiş bir soygun makinesine dönüştürdüğü İmar Bankası'ndaki bilmeceyi BDDK çözmeye çalışıyor. <br> Bana sorarsanız BDDK değil bu bilmeceyi, ayakkabısının bağını bile çözemez ya neyse!

Öyle ya, benim yıllardır yaptığım uyarıları dinlemiyor, tam aksine bana dava açıyorlar, yıllar sonra benim yaptığım uyarıların ‘‘gerçeğin ta kendisi’’ olduğu ortaya çıkınca panikleyip, meseleyi çözmeye çalışıyorlar. İmar Bankası'nda bu oldu.

Şimdi Sabah Grubu'nda da bu oluyor. Bugün Sabah Grubu'nun Merkez Grubu üzerinden mal kaçırarak devleti ‘‘çırak çıkarmasına’’ göz yumuyorlar. Atı alan Üsküdar'ı geçince, yani ortada kaçırılacak bir mal kalmayınca ortaya çıkıp, hiçbir zaman bitmeyecek sözde davalarla bu malları geri almaya çalışacaklar. Bu arada bütün bu malların ekonomik ömrü bitmiş olacak. Neyse konumuz o değil, İmar Bankası. İmar Bankası'ndaki durum BDDK gibi iş bilmez ve gayri ciddi yönetilen bir kuruma bırakılmayacak kadar ciddi. Olaya el koyması gereken yer Maliye Bakanlığı. Çünkü ortada Maliye Bakanlığı'nı ilgilendiren suçlar da var. Bu meseleyi çözse çözse BDDK'nın, işssizlikten BDDK'ya çöreklenmiş eski bankacıları değil, Maliye'nin uzmanları çözer.

Şöyle ki, anlaşıldığı kadarıyla İmar Bankası yıllardan beri ‘‘sahte’’ hesaplarla hem müşterilerini kandırıyor, hem de devleti dolandırıyor. Çifte kayıt sisteminin avantjı şu. Banka ayırması gereken karşılıkları ayırmayarak Merkez Bankası'nı yıllardır kandırıyor.

Fakat diğer taraftan işin bir de vergi kısmı var. Bankadaki hesapların faizlerine vergi tahakkuk ediyor. Ancak kayıtlı bir hesap olmadığı için bu vergiler aslında tahakkuk falan etmiyor. Ancak Uzanlar, hesap sahiplerine ödeme yaparken bu vergiler sanki tahakkuk etmiş gibi ödeme yapıyorlar. Yani vergiyi kesiyorlar ama devlete yatırmıyorlar. Çünkü devletin bu hesaplardan haberi yok.

Bir okurum bunu hesaplamış. Kayıt dışı mevduatın söylendiği gibi 6 katrilyon lira olması halinde devletin aylık vergi kaybı 40 trilyon. Bunu geriye doğru götürün ve zamanaşımına uğramayan dönem için bile katrilyonluk bir vergi kaçağına ulaşın. Hem de sadece kayıt dışı hesaplardan. Maliye Hesap Uzmanları bu rezalete de el koymalı. Bu iş gerçekten BDDK'yı aşar.

Lige en hazır takım Galatasaray

BİRKAÇ gün yazmadık, türlü dedikodu çıkmış. Allah ayırmasın, Hürriyet'ten ayrılır mıyız hiç! Dört gün Galatasaray'la birlikte Amsterdam'daydık.

Başkan Canaydın, Futbol Şube Sorumlusu Özer (Saraçoğlu) ve Fatih Terim'le beraberdik.

4 gün Galatasaray konuştuk, Galatasaray yedik, Galatasaray içtik.

Transfer döneminin sonunda, ilk hazırlık maçlarından sonra fikir soran gazetecilere Pinto ve Prates'i çok beğendiğimi, Galatasaray'ın orta sahada bir ‘‘usta’’ dışında ihtiyacı olmadığını, Baliç'in gelmesiyle birlikte sol kanatta da büyük rahatlama olacağını söylemiştim. Tek eksiğin ideal bir kadro belirleyip bunu küçük değişikliklerle üst üste oynatmak olduğunu da eklemiştim.

Bu hafta sonu bu düşüncelerimi pekiştirdi. 9 yıldır soldan oynayan Galatasaray artık Pinto-Prates ikilisiyle sağdan oynuyor. Hem de öldürücü bir biçimde. Bu ikili Galatasaray'a ilerde para kazandırır. Özellikle de yaşı itibarıyla Pinto.

Geride Terim yenilik arıyor. Bülent'siz bir operasyon yapmaya çalışıyor. Bunun iki nedeni var; biri Bülent'in yaşı, diğeri ise sahada diğer oyunculara karşı agresif tavrının özellikle gençleri bozması.

Solda Hakan giderek daha iyi oluyor. Olursa ne álá olmazsa hem Abdullah var, hem de Orhan Ak. Ergün'de üç yıldır tatilsiz maç yapmanın sıkıntısı var gibi ama Liverpool maçında son yılın en iyi topunu oynadı. Baliç gelince o yerine, orta sahanın ortasına gider.

Hasan Şaş ne oldu diyeceksiniz?

Hasan'a bir şey olmadı. Hasan'ın aklını başına alması gerek. Basit oynamayı, her şeyi değil yapabildiğini yapmayı kabullenmesi lazım. Şimdi kendisini almayan Avrupalılara ve kıymetini bilmeyenlere kendini kanıtlamaya çalışıyor. Öyle olunca oynayacağı kadarını da oynayamıyor, saçmalıyor. Bir gün iyi oynayacak diye tahammül edilecek durumda değil. Forvette ise sıkıntı bence yok. Avrupa maçlarında tek forvet oynanacak. Bu Hakan Şükür olur, Ümit Karan olur, Ali Lukunku olur. Lig maçlarında ise Hakan'la Ümit. Transferde Başkan ‘‘star’’ almak istiyor. En büyük aday Riquelme. Terim ise ‘‘koşmayan adam’’ istemiyor. O iki genç Rumen'i tercih ediyor.

Bence hepsi uyar.

Galatasaray'ı lige hazır görmeyen ‘‘sözde spor uleması’’ ise yine saçmalıyor. Liverpool ve İnter yerine Almanya ve Avusturya'nın 3. lig takımlarıyla oynayıp beş atsaydı hazır mı olacaktı!

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Sorun çıkarmayan insanları adam yerine koymama huyumuzdan vazgeçtiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Götürmüşler Merkez'e

6 Ağustos 2003
<B>SABAH </B>Gazetesi'nde bir haber: <B>‘‘Merkez Grubu 23.7 trilyon lira kár etti.’’</B> Övünürken kendini ele vermek diye buna denir işte. Bizim aylardır yazdığımızı, şimdi ‘‘açıkça’’ söylüyorlar.

Ben aylardır bu köşede diyorum ki, Etkibank'ı hortumladığı için devlete yüzlerce trilyon borcu olan Dinç Bilgin, devlete kuruş ödemiyor, ödemediği gibi de, BDDK'dan mal kaçırıyor.

BDDK'dan kaçırılan şirketler kár ediyor ama devlet avucunu yalıyor.

Ben böyle deyince Sabah Gazetesi'ndeki ‘‘satılmışlardan’’ bir salvo yükseliyor.

‘‘Sabah Gazetesi yaşamalı...’’

Ben de ‘‘yaşamalı’’ diyorum. O zaman da önerimi yapıyorum:

‘‘Sabah'ın ve ATV'nin kárı Dinç Bilgin ve arkadaşlarının cebine girmesin. Bunların borçlarını ödesin.’’

‘‘Satılmışlar’’
bu önerime cevap vermiyorlar.

Ve nihayet Sabah'ın haberi beni doğruluyor.

Merkez Grubu 23.7 trilyon kár ediyor.

Merkez dediğin ne?

Eski Sabah Grubu.

Sabah Grubu'nu oluşturan şirketlerin her birinin başına ‘‘Merkez’’ yazıp BDDK'dan ve devletten mal kaçıranlar şimdi kaçırdıkları malın ettiği kárın mutluluğu içindeler.

‘‘Sabah Grubu’’ olmuş ‘‘Merkez Grubu’’.

Devlete yüz milyonlarca dolar borcu olan Sabah Grubu buharlaşmış, devlete kuruş borcu olmayan Merkez Grubu ortaya çıkmış.

Mallar aynı, isimler aynı, her şey aynı, isim değişik.

Borçları devlete bırakmışlar, mal varlıklarını merkeze götürmüşler.

Üstelik şimdi bunu net bir biçimde itiraf etmişler.

Acaba bütün bunlara göz yuman BDDK Başkanı'nı da başka Merkez'e götürürler mi, yoksa devletin malını kaçırmalarına göz yummasına göz yumarlar mı?

Bu suçlarla Uzanlar çoook yatar

İMAR Bankası kargaşası devam ediyor. BDDK'nın yıllardır Uzanlar'a göz yumması ve BDDK'nın herhangi bir şeyi denetleyemeyecek çapta olduğunun ortaya çıkmasının faturası vatandaşta.

Ertuğrul Özkök ‘‘Bazılarının canı yansın’’ dedi haklı olarak.

Gerçekten de yıllardır bu ailenin ‘‘nasıl bir aile’’ olduğunu bile bile buraya para yatıranların canının yanmasını ben de isterim ama bu ‘‘hukuk’’ değil.

Bu paralar ödenmeli. Hızlı bir inceleme yapılmalı ve ‘‘gerçek hak sahiplerinin’’ paraları ödenmeli.

Ardından da bu paraların tamamı Uzanlar'dan tahsil edilmeli. Ardından da mevduat güvencesi adım adım kaldırılmalı.

Bu işin bir yönü.

Ancak olayın bir başka yönü daha var ki, ortada çok ciddi başka suçlar ve kaçaklar var.

Bu öyle bankadan limitlerin dışında gruba kredi aktarmaya, hortumlamaya falan benzemiyor..

Birincisi evrakta ve kayıtta sahtekárlık var.

İkincisi bankaya para yatırdığını zanneden vatandaşın dolandırılması var.

Vatandaştan yapıldığı söylenen vergi kesintilerinin devlete ödenmeyip, cebe atılması var. Bütün bu suçlar son derece vahim suçlar. Bunlar öyle meydanlarda Başbakan'a küfür etmek gibi siyasi boyut kazandırılıp, kahramanlığa soyunulacak suçlar değil.

Üstelik de on binlerce kez tekrar edilmiş suçlar. BDDK'nın raporu tamamlandıktan sonra bir yürekli savcı çıkıp da bu suçlardan dolayı bir dava açarsa Uzan Ailesi bir daha güneşi ve gözyüzünü göremez.

Tabii o zamana kadar Türkiye'de kalırlarsa.

Bu zekayla federasyon zor

TOMSFED bünyesinden bağımsız bir Motosiklet Federasyonu kurmak isteyen ve bu amaçla GSGM'ye başvurarak ‘‘Biz bunun masraflarını üstleneceğiz’’ diyenlerin bu işi almalarında gerçekten sakınca var.

Çünkü benim ne yazdığımı bile anlamıyorlar, nerede kaldı federasyon yönetmek.

İlk yazımda ‘‘Ben de bağımsız bir motosiklet federasyonundan yanayım’’ diye yazdım.

Bana garip gelen, her şeyden önce devlete yüz milyonlarca dolar borçlu birinin, Önay Bilgin'in ‘‘Masraflar benden’’ diye bu işe soyunmasıydı.

Sonra da ‘‘Masraf karşılığı federasyon ihalesi’’ mantığıydı.

Bu kadar açık yazdığım bir şeyi anlamamakta direnenlerin federasyon yönetmesi eğlenceli olur doğrusu.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Ancak adamına göre muamele yapmayanların, adam gibi adam olabildiğini anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Asker yollamamak karar değildir

1 Ağustos 2003
<B>TÜRKİYE </B>Irak'a bu kez asker yollamalıdır diye yazdım. <B>‘‘Eline sağlık’’ </B>diyenler kadar hakaret boyutunda eleştirenler de var. Olaya ‘‘Irak'a Tayyip'in oğlu gitsin’’ sığlığında bakanlar da mevcut.

Anti-Amerikancılık olsun, ‘‘sözde’’ bağımsızcılık olsun da ne olursa olsun.

Yarını düşünme, öbür günü aklına bile getirme.

Bugün ‘‘mastürbasyonunu yap’’. Sorun çıkarsa o gün sorumlu olan kimse o düşünsün.

Bu ülkede yaşayan bir grup insanın mantığı bu.

En kolay yolu seç mantığı.

Bunlardan bizim meslekte de bol miktarda var.

En geniş kabulü görecek konularda yaz. Mümkün olduğunca halk dalkavukluğu yap. Deli beller gibi beş on konu belle, bunun dışında bir şey yazma. Sağda solda bol miktarda bulunan fincancı katırlarını ürkütme.

Eeeee!

Ne uza, ne kısal. Risk almadan ömrün elverdiğince yaşa.

Bu mesleki bir tercih olabilir ama Türkiye gibi bir devlet böyle bir tercihte bulunamaz. Hele hele risk almadan yaşayabildiğin kadar yaşa diyemez.

Türkiye'nin geniş vizyonlu, uzun vadeli planlamalar yapacak adamlara, yönetimlere ihtiyacı var.

Gerekirse, toplumun genç sayılabilecek bir kesimiyle ters düşme pahasına doğru olanı yapabilecek liderlere ihtiyacı var.

O doğrunun kendi siyasi yaşamında ortaya çıkamaması riskini göze alacak siyasetçilere ihtiyacı var.

Yoksa kolay olan ‘‘yapmamaktır’’.

Ve en kötü karar kararsızlıktan iyidir.

Irak'a asker yollamamak bir karar değil, bir kararsızlıktır.

Kararsızlık günü kurtarır. Hatta bir süre idare de eder.

Ama geleceği kurtarmaz..

Irak'a asker yollamamayı bir karar olarak gösterecek bir otoritenin, Türkiye'nin dünyada bundan sonra oynayacağı rol hakkında da bir fikri olması gerekir.

Askeri yollamayalım, gerisini sonra düşünürüz deme lüksümüz yoktur.

İdarenin kompleksi olmamalı

TÜRKİYE'de çevremize bakıp da, saçma sapan olaylar görmediğimiz bir gün olacak mı acaba? Uzanlar'ın devletten aldıkları iki elektrik şirketine ‘‘kamu ile yaptıkları sözleşmeye uymadıkları’’ gerekçesiyle el konuluyor. Son derece haklı ve geç kalmış bir hareket. Fakat bunu takip eden birkaç gün içinde aynı Uzanlar'ın devletten özelleştirme yoluyla aldıkları bir başka kamu malının satışına onay veriliyor. Böyle bir şey olabilir mi?

Olmaz. Ama ‘‘idare’’ kompleks ve kendine güvensiz olunca oluyor. Göstermelik bir tarafsızlık gösterisi, özgüven eksikliğinden kaynaklanan bir bu işe siyasi gözle bakmıyoruz şovu. Daha vahimi bir süre sonra oluyor.

BDDK, son derece haklı ve yine geç kalmış bir şekilde Uzanlar'a ait İmar Bankası'nın yönetimine el koyuyor. Fakat aynı aileye ait Adabank'a dokunmuyor. Oysa dünya alem biliyor ki, Adabank palavra bir banka. İmar Bankası yoksa, Adabank hiç yok. Ama olayda bir husumet görüntüsü ortaya çıkmasın diye Adabank'a el konulmuyor.

Sonra aradan günler geçiyor, Adabank'a da el konuluyor. Dediğim gibi kendine güvenmeyen, kişiliksiz, silik bir yönetim biçimi.

İki koyun güdemeyecek, rahatsız, zavallı adamlar, Türkiye'nin en önemli kurumlarının başında. Kaş yaparken göz çıkarıyorlar.

Yazık.

Yüzsüzlük ya da ihale ile federasyon

ETİBANK'taki ‘‘hortum’’ nedeniyle devlete yüz milyonlarca borcu olan bir ailenin ferdi olarak Önay Bilgin'in kurulması muhtemel Motosiklet Federasyonu'nun tüm masraflarını üstlenmeyi taahhüt etmesini yadırgadığımı daha önce yazdım. Devlete dünya kadar borcun olacak ve bunu ödememekte hatta devletten, BDDK'nın yardımlarıyla da olsa, mal kaçırmakta ısrar edeceksin, diğer taraftan devletten ‘‘aşırdığın’’ parayla federasyon kurmaya talip olacaksın.

Katmerli rezalet.

Ben bunu yazınca, Önay Bilgin ve arkadaşlarından fakslar geldi.

Önay Bilgin, masrafları tek başına karşılamayı taahhüt etmemiş, bir ekip olarak bunu karşılayacaklarmış. Zannediyorlar ki, federasyon başkanlıkları artık açık artırma ile ihale ediliyor.

Üstelik bununla ilgili olarak da Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'ne ‘‘Biz aşağıda imzası olanlar’’ diye bir yazı yollayarak, 10 yıl süreyle federasyonun her türlü masrafını ceplerinden ödeyeceklerini bildirmişler..

Bunun dışında Önay Bilgin da ‘‘Sabah’’ antetli bir káğıtla kendi adına federasyona sağlayabileceği katkıları aynı genel müdürlüğe bildirmiş. Ben Önay Bilgin'in yazdığı bu mektubu görünce bir miktar ürktüm. Çünkü normalde bugün Önay Bilgin ve ailesinin bulunduğu durumda olan biri gıkını çıkarmadan köşesinde oturur.

Bunlar ise büyük bir yüzsüzlükle antetli káğıtlarla talepte bulunuyorlar. Demek ki, bunlar ‘‘hortumcu’’ olmadan önce, toplumda makbul vatandaş oldukları dönemde kim bilir neler yapıyor, ne taleplerde bulunuyorlardı.

Vay vay vay dedim. Dudağımı ısırdım.

Ar damarı diye bir şey artık yok mu acaba?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

İnsanlara önyargı ile çamur atmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Kani şimdi kimi temsil edecek?

31 Temmuz 2003
<B>PKK'</B>nın nasıl <B>‘‘itlaf’’ </B>edileceğini anlatmak AKIN'a vazife olduysa, dünyada olmayacak şey yoktur. Gelin size PKK'nın ABD'deki uzantısı olan AKIN'ın kurucusu Kani Gulam'ın ABD'ye nasıl gittiğini anlatayım ki oyunun boyutunu biraz daha net görebilin.

Yıllardır PKK'nın ABD'deki temsilciliğini yapan Kani Gulam, ABD'ye 1986 yılında Steven Barry Citron adına düzenlenmiş bir sahte pasaportla girdi.

Citron ölü bir ABD vatandaşıydı.

Kani Gulam, bu pasaportla Kanada üzerinden ülkeye girdi.

Bir süre sonra yakalandı.

Hakkındaki suçlamalar çok ağırdı.

Yasaya karşı gelme, yasadan kaçma, sahte evrak düzenleme, resmi evrakta tahrifat, hırsızlık gibi suçlarla mahkemeye çıkarıldı.

Savcı 10 yıl ağır hapis ve 350 bin dolar ceza istedi.

Fakat Kani Gulam şanslıydı.

Davaya bakacak hákim bir Ermeni'ydi.

Los Angeles'ta yapılan yargılamada Ermeni Hákim Dikran Tevrizian, sahtekár Kani'yi pek sevdi. Hapis cezası vermedi ve Kani Gulam olarak tanıdığımız bu kişiye ‘‘400 saat kamu hizmetinde çalışma’’ cezası verdi.

Ceza olarak çalışılacak yer ise ilginçti: AKIN, Kürt Amerikan İletişim Örgütü... Yani Kani Gulam'ın kendi kurduğu örgüt.

Bu olaydan sonra Kani Gulam, PKK'nın ABD temsilcisi olarak sahne aldı.

Hapisteki DEP'li milletvekillerinin serbest bırakılması için Capitol Hill olarak bilinen Kongre binasının merdivenlerinde açlık grevi başlattı. Yayınlar yaptı, konuşmalar yaptı.

Bunları yaparken kullandığı paravan ise AKIN'dı. Aynı AKIN şimdi Türkiye'ye müjdeyi veriyor.

‘‘Merak etmeyin, ABD PKK'yı bitiriyor.’’

Teşekkürler Kani...

Bakalım ilerleyen günlerde daha nerelere dönecek, daha kimleri temsil edeceksiniz!?


Eurovision finali nerede yapılacak?


TRT yönetimi Sertab Erener'e çok kızgın. Ufacık kız başlarına öyle bir bela açtı ki, koca koca adamlar kara kara düşünüyorlar. Düşünülüp yanıtı bulunamayan soru şu:

‘‘Biz bu Eurovision finalini nerede ve nasıl yapacağız?’’

En büyük sorun mekán.

Şu ana kadar uygun bir yer bulunabilmiş değil.

İzleyici kapasitesi olarak Mydonose Showland var ama ‘‘Çadırda Eurovision finali yapılır mı?’’ diyenler var. Lütfi Kırdar Kongre Sarayı var ama onun da izleyici kapasitesi yetersiz bulunuyor.

İstanbul Açıkhava Tiyatrosu diyenleri düşündüren ise üzerinin açık olması ve kulisinin küçüklüğü.

Finale daha aylar var ama Türk işi davranıp son ana bırakırsak işin içinden çıkmamız iyice zor olabilir.

Ben bu finalin Antalya'da veya Efes'te yapılmasından yanayım.

Antik tiyatrolardan birinde...

Yıldızların altında...

Yokluktan değil de çokluktan gibi görünür.


PKK’nın AKIN’ına ne olmuş böyle?


HÜRRİYET'in dünkü sürmanşetini görünce hayli şaşırdım. PKK ile ilgili ‘‘sevindirici’’ bir haber vardı. ABD, PKK'yı bitirmeye kesin kararlıydı ve örgütün 100 elebaşısı Norveç'e sürgüne gönderilecekti.

Haber kaynağı ise son derece ‘‘önemli’’ biriydi. Mehmet Ali Birand bu son derece önemli ‘‘biri’’ ile konuşmuştu.

Bu kişinin adı Necmettin Kerim, AKIN'ın (Kurdish American Information Network) yani Kürt Amerikan İletişim Örgütü'nün yöneticisi.

Peki bu kişinin yönettiği AKIN yıllardır ABD'de ne yapar?

Çok basit, PKK'yı temsil eder.

Kurucusu ise çok bildik bir isim: Kani Gulam.

PKK'nın ve Abdullah Öcalan'ın ABD'deki temsilcisi.

Kani Gulam'ın ve PKK'nın AKIN'ı şimdi Barzani'nin adamı Necmettin Kerim'i öne çıkarıyor ve Türkiye'nin yüreğine su serpecek açıklamaların ‘‘yarı resmi’’ kaynağı oluyor.

Düne kadar ABD'de Emrmeni lobilerinden gelen parayla Türkiye karşıtlığını örgütleyen, gösteriler yapan, insan hakları koruyucusu bir kurum olarak sağda solda toplantılar düzenleyen, üniversitelerde konuşmalar organize eden PKK'lı AKIN, şimdi Kuzey Irak'ın legal partilerinin tesilcisi...

Nereden nereye...


NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Türkçe'nin çok kullanılan deyimlerini başlıkta görünce gereksiz bir rahatsızlık duymadığımz zaman.
Yazının Devamını Oku

Türkiye tavşan boku olabilir mi?

30 Temmuz 2003
<B>DIŞİŞLERİ </B>Bakanı <B>Abdullah Gül'</B>e net bir soru sordum: <B>‘‘Eğer Irak'a asker gönderme ile ilgili tezkere de Meclis'ten geçmezse Türk Amerikan ilişkileri ne olur?’’ ‘‘Çok çok kötü olur’’ dedi..

Gül'ün söylediği önemli bir söz vardı: ‘‘Dün Polonya bile orada, biz yokuz diyenler şimdi yine bizim ne işimiz var orada demeye başladılar. Bu müthiş bir çelişki.’’

Bakan haklı. Bu müthiş bir çelişki. Ama Türkiye zaten öyle bir ülke değil mi? Günlük politikanın ülke çıkarlarının önüne geçtiği her yerde bu çelişkinin yaşanması normal değil mi?

‘‘Bizim askerimizin orada ne işi var’’ diyenlere acıyorum.

Bir yandan ‘‘Bölgesel gücüz. Büyük ülkeyiz. Bu mahallenin dayısı biziz’’ diyeceksin, diğer yandan ‘‘tavşan boku’’ olmaya çalışacaksın.

Bu ikisi bir arada olmaz.

‘‘Bir tek askerimizin burnu kanarsa’’...

Kim ister kanamasını. Ama adı üstünde bu da ordu. Bir ordunun işi tehlikesiz kırlarda papatya toplamak mıdır?

Ki bazen onu yaparken bile kafanıza çuvalı geçirip dağa kaldırılabilirsiniz. Türkiye, Irak'ta olmalıdır. 10 bin, 15 bin askerle olmalıdır. Gerekirse 40 bin, 50 bin askerle olmalıdır. Çünkü bu bölge bizim bölgemiz. Amerika bir gün canı sıkılıp gitse bile biz buradayız. Irak da orada, yanı başımızda.

İmar'daki batak 7 milyar doların üzerinde


HÜKÜMET ‘‘müthiş’’ bir uygulama başlatıyor. 5 milyar liranın üzerindeki her türlü para hareketi ‘‘bankalar’’ aracılığıyla yapılacak. Böylelikle para hareketlerinin denetimi sağlanacak, vergi kaçakları, kara ve gri para hareketleri görülecek. Kayıt dışı ekonomi küçültülecek. Oku oku gül bir durum. Bankadaki para hareketleri ile ekonomi kontrol altına alınacakmış. Yahu bu ülke en büyük parayı bankalar yoluyla kaybetmedi mi? En büyük kayıt dışılık, bizzati bankaların kendisinde değil mi? Bırakın geçmiştekileri, sadece İmar Bankası rezaleti bile Türkiye'nin bankalardaki değil 5 milyar liralık, 5 milyar dolarlık hareketleri bile ‘‘göremediğini’’, ‘‘denetleyemediğini’’ göstermiyor mu?

İşte İmar Bankası.. Yıllardır Hazine'nin ‘‘yakın’’ izlemesinde. Yıllardır içinde ‘‘Hazine’’nin atadığı adamlar, yönetim kurulu üyesi düzeyinde görev yapıyor.

Buna rağmen bankanın ‘‘kayıtları’’ ortada yok.

İçinde kaç lira mevduat var, kaç para kime kredi açılmış bilgisi, belgesi yok. Bankacılık Denetlememe ve Darmadağınetme Kurulu mu denetleyecek bunları..

İmar Bankası'na el koyulduğu günlerde yapılan açıklamalarda bankanın yükü 600-700 milyon dolar civarında görülüyordu.

Daha sonra Hürriyet 5 milyar dolarlık bir faturadan söz etti.

Dün konuştuğum bir hükümet üyesi ‘‘Boyut tahminlerinizin çok üzerinde’’ dedi.

‘‘6 milyar dolar’’ dedim, kafasıyla ‘‘Çık çık’’ işareti yaptı.

‘‘7’’ dedim, ‘‘Çık çık’’ dedi.

‘‘8’’ dedim. Eh işte gibisinden kafasını salladı. Miktara bakar mısınız? Deliğe bakar mısınız?

Türkiye böyle bir hırsızlık görmedi. Bu paranın onda birini harcayarak siyasete de girilir, Başbakanlığa da soyunulur.

Hele hele denizin bittiğini görüyorsanız.

ÇEAŞ’ı Uzanlar'a küçük yatırımcı mı peşkeş çekti?


SONUNDA ÇEAŞ ve Kepez'deki küçük yatırımcılarla ilgili bazı gelişmeler olmaya başladı. Benden başka bu konuya değinen yoktu ama mağdurlar harekete geçip haklarını aramaya başladılar. Çok da haklılar. Çünkü devletin ÇEAŞ ve Kepez'e el koymasıyla mağdur olan bu küçük yatırımcıların hiçbir günahı yok.

Tam aksine devletin yıllar süren sorumsuzluğunun, yüreksizliğinin, bazı bürokratların satılmışlığının faturası onlara ödetiliyor. Çünkü ÇEAŞ ve Kepez'in ortakları hisseyi Uzanlar'dan almadılar. Yıllar önce burası devlet tarafından kurulurken devletten aldılar. Onlar devlete ortak oldular. Daha sonra devlet kendi elindeki hisseyi Uzanlar'a satınca bu yatırımcılar da istemeden Uzanlar'la ortak edilmiş oldular.

Şirkete Uzanlar'ın ‘‘bulaştırılması’’ küçük yatırımcıların değil, devletin suçuydu. Devlet yıllar sonra işlediği suçu temizlemeye kalkıştı.

Ancak olan yıllardır Uzanlar yüzünden bu şirketin nimetlerinden zaten faydalanamayan küçük yatırımcıya oldu. AKP iktidarı, acil bir düzenleme ile ‘‘gerçek’’ küçük yatırımcıların bu hak zayiini ortadan kaldırmak zorunda. Zaten yıllardır sağda solda mağdur olan küçük yatırımcının burada bir de devlet eliyle mağdur edilmesi, Türkiye'de ‘‘halka açık şirketlerin’’ sonunu getirir.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


İktidarı alternatifsiz bırakanlar suçluyu medyada değil aynada aradıkları zaman.
Yazının Devamını Oku

Önay Bilgin'in devlet kesesinden cömertliği

29 Temmuz 2003
<B>DİNÇ Bilgin ‘‘banka hortumladığı’’ </B>için hapisteyken, oğlu <B>Önay'</B>ın lüks içinde yaşadığını, 150 bin dolarlık Hummer ciplerin arkasına yüklediği motosikletlerle <B>‘‘motokros’’ </B>yapmaya gittiğini o zamanlar yazmıştım. Baba ‘‘devlete ve millete’’ taktığı yüz milyonlarca borç nedeniyle içerde, oğlan ‘‘motokros sefasında’’ diyerek...

Durum Allah'ın bile gücüne gitmiş olacak ki, Önay Efendi bu eğlencelerden birinde düşüp bacağını kırmıştı.

Neyse uzatmayalım, Önay Bilgin motosiklete merak sarınca, bu işi kendisine öğretmesi için eski şampiyon motosikletçilerden Süleyman Memnun'dan ders almaya başlamıştı.

Önay Bilgin'in gazetesi Sabah, bir süreden beri bağımsız bir motosiklet federasyonu kurulması için yayın yapıyor.

Peki bu federasyonun başkanlığı için uygun gördükleri isim kim?

Önay'ın motor hocası Süleyman Memnun.

Daha da güzeli, Önay Bilgin Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'ne taahhütte bulunuyor, ‘‘5 yıl boyunca federasyonun tüm masraflarını ben üstleneceğim’’ diye.

Eğer genetik diye bir bilim var ise bu iş olmaz.

Çünkü babası da Etibank'tan ‘‘apardığı’’ yüz milyonlarca doları ödeyeceğine dair taahhütte bulunmuş ama zırnık ödememişti.

Devletin hazinesine yüz milyonlarca dolar borcu olan ve bu borcu ödemeyen bir ailenin, devletin başka bir birimine para taahhüdünde bulunması ilginç.

Paraları var ise önce borçlarını ödesinler.

NOT: Ben de motosiklet federasyonunun kurulmasındandan yanayım ama devlete ve millete yüz milyonlarca dolar borç takan kişilerin himmetiyle değil.

Eve Dönüş Yasası’na PKK karşı çıkar


CHP yüzünden tüm Türkiye, AKP'ye oy verirse kimse şaşırmasın. Ancak gidişat böyle. Çünkü CHP hiçbir fikir üretmediği gibi, her şeye karşı çıkarak muhalefet yaptığını zannediyor. Hal böyle olunca da, AKP'nin hatalarını yakalama şansını da kaybediyor.

Şimdi de ‘‘Eve Dönüş Yasası’’na karşı çıkıyorlar.

En önemli iddiaları, bu yasanın ABD tarafından empoze edildiği.

Sanırsın ki, Türkiye'de daha önce hiç böyle bir yasa çıkmamış.

Oysa bu, benzer nitelikteki üçüncü yasa.

Terörle mücadele eden ülkelerin, daha kapsamlılarını sıklıkla çıkardıkları yasalardan biri.

Bu yasaya karşı çıkan tek unsur, PKK'nın üst düzey yönetimi.

Çünkü yasa, dağdaki militan sayısını düşürmeyi ve gençlik hatalarının hafif bir cezayla geçiştirilmesini öngörüyor.

Yasa, dağdaki ‘‘suçsuz’’ çoluk çocuğu sıcak yuvasına geri getirebilir.

Bu da örgüte ciddi bir darbe olur.

PKK-KADEK bunu görüyor ve panikliyor.

CHP ise yasayı ABD'nin empoze ettiğini ileri sürüyor.

Bir olaya karşı çıkarken kiminle paralel hale geldiğimize dikkat etmeliyiz.

Bu CHP için de geçerli, AKP içinde bu yasaya karşı çıkanlar içinde.

Anti Galatasaray medyası


BİR internet sitesi, gazetelerin yayın yönetmenlerinin hangi takımı tuttuğunu açıklamış. Okudum ve medyadaki Galatasaray düşmanlığının nedenini anladım. Listeyi aktarıyorum:

Hürriyet: Ertuğrul Özkök-Fenerbahçe

Milliyet: Mehmet Y. Yılmaz-Fenerbahçe

Sabah: Ergun Babahan-Fenerbahçe

Posta: Rıfat Ababay-Fenerbahçe

Vatan: Tayfun Devecioğlu-Beşiktaş

Star: Fatih Çekirge-Fenerbahçe

Yarın: Tevfik Yener-Fenerbahçe

Radikal: İsmet Berkan-Beşiktaş

Fotomaç: Yavuz Gürsel-Fenerbahçe

Fanatik: Necil Ülgen-Fenerbahçe

Liste böyle.

Onların unuttuğu Akşam'ın Yayın Yönetmeni Nurcan Akad var. Bir tek o Galatasaraylı. Hem de iyisinden...

Cumhuriyet'in Yayın Yönetmeni Sevgili İbrahim Yıldız ise yanlış hatırlamıyorsam Fenerbahçeli. İşin gırgırı, Vatan'ın başındaki Tayfun Devecioğlu, Galatasaray Lisesi mezunu ama Beşiktaşlı.

Medyada Galatasaray'ın işi gerçekten zor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


İşimize gelmeyen gerçekleri de gördüğümüz zaman.
Yazının Devamını Oku

Akçakoca Akçakoca'ya karşı

28 Temmuz 2003
<B>BEN </B>buralarda yokken, BDDK Başkanı çıkıp, İmar Bankası ve <B>Uzan </B>Grubu ile ilgili açıklamalar yaptı. İmar Bankası'nda çitfe kayıt varmış.

Pek çok hesap bankanın resmi kayıtlarında görünmüyormuş.

Kara para izleri varmış.

Buna benzer daha pek çok ‘‘suçlama’’.

Bu suçlamaları yapan BDDK Başkanı Engin Akçakoca.

Size komik bir şey söyleyeyim mi, Engin Akçakoca denilen bu ‘‘zat’’, kendisi tarafından açıklanan bu ‘‘rezaletlerden’’ ötürü beni dava ediyor.

Şaka değil.

Engin Akçakoca'nın bütün bu söylediklerini ben bundan iki yıl önce yazmışım.

Bankalarda çifte kayıt olduğunu, bankanın yükümlülüklerini yerine getirmemek için resmi kayıtların dışında kayıtlar tuttuğunu, kara para bağlantılarını, hepsini daha önce yazmışım ve hepsiyle ilgili olarak 2 yılı aşkın bir süredir BDDK'yı ‘‘göreve çağırmışım’’.

Bütün bunlara karşılık BDDK Başkanı ne yapmış?

Beni dava etmiş.

Evet, evet, Engin Akçakoca şimdi açıkladığı gerçekleri daha önce yazan Fatih Altaylı'yı yargının önüne atmış.

Ama aynı ‘‘zat’’ şimdi çıkmış benim söylediklerimi söylüyor.

Hiç utanmadan, hiç sıkılmadan.

Şimdi Engin Akçakoca'nın bana açtığı davalarda Akçakoca'nın ‘‘yalan suçlamalarla dava açtığını’’ kanıtlamak için Akçakoca'nın bugünlerde söylediklerini kanıt olarak sunacağım.

Yani beni Akçakoca'ya karşı Akçakoca'nın sözleri savunacak..

İşin komiği, Engin Akçakoca'nın bana açtığı davalar da, Uzanlar'la ilgili davalar da Şişli Adliyesi'nde görülüyor.

Zannediyorum, hákimler oldukça gülecekler.

Ve Engin Akçakoca'nın kişiliği hakkında da fikir sahibi olacaklar.

Ha bu arada unutmadan söyleyeyim.

Ben de Engin Akçakoca'yı dava edeceğim.

Benim hakkımda ‘‘haksız şikayetle’’ dava açtırarak basını sindirmeye çalıştığı için.

Binali'nin binbir oyunu


BEN yokken meydanı boş bulanlardan biri de, Başbakan Tayyip Erdoğan'dı. Memleketin iliğini kemiğini sömürenlere karşı tavrını çok beğendiğim Erdoğan, iş kendi çevresine gelince işi bir miktar ‘‘savsaklıyor’’. Bu da hoşuma gitmiyor.

Kürsüden bana hitaben ‘‘Bazı köşe yazarları istiyor diye bakan harcamam’’ demiş.

Güzel söylemiş. Ağzına sağlık.

Daha önce de duyduk bu lafları. Şimdi ‘‘esamisi okunmayan’’ siyasetçilerden, liderlerden. Daha da duyarız.

Erdoğan Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ı çok seviyor anlaşılan.

Oğluna çıkar sağlamakla suçlanan ve bu suçlamayla ilgili ortada ciddi deliller olan Yıldırım'ın geçmişi de ‘‘benzer’’ vakalarla dolu.

Yıldırım'ın İstanbul Deniz Otobüsleri'nin genel müdürü olduğu dönemde de vukuatları var. Yıldırım İDO'nun başındayken deniz otobüslerindeki büfelerin ve buralardaki temizlik işlerinin başına dayısı Yılmaz Erence'yi getirdi. Erence İDO'nun görevlisi olarak buraları işletmeye başladı. Ancak bir süre sonra Binali Yıldırım bu işin özel sektör tarafından yapılması gerektiğini söyleyerek işi Çağrı Temizlik ve Gıda Hizmetleri unvanlı bir şirkete verdi.

Diyeceksiniz ki: ‘‘Ne var bunda?’’

Ne olacak, ‘‘gelin-kayınpeder’’ olayı var.

İşi alan şirketin sahibi görünen kişi Behice Erence.

Yani İDO adına işin başında bulunan Yılmaz Erence'nin gelini.

Yani Binali Yıldırım'ın dayısının gelini, kuzenin eşi.

Yıldırım'ın olayları bununla da sınırlı değil.

Başbakan Erdoğan bana kürsüden yanıt verdikçe bu dizi sürecek.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Türkiye'de sadece İstanbul'da deprem olacağını zannetmediğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku