Fatih Altaylı

ABD tezkere konusuna Fransız

27 Ağustos 2003
IRAK'ta gerilim tırmandıkça Türkiye huzursuz oluyor. Eylül gündeminde yer alan, ancak her an ileri bir tarihe ertelenebilecek Irak'a asker gönderme tezkeresi de daha çok tartışılır hale geliyor. Herkes gelişmeleri kendi meşrebince yorumluyor. Benim gibi Irak'a asker göndermenin Türkiye'nin çıkarına olacağını savunanlar veya başka nedenlerle göndermekten yana olanlar, ‘‘Bakın orada yokuz ve aleyhimize gelişmeler oluyor’’ derken, tezkereye karşı olanlar ‘‘Orası tam bir bataklık. Bizim ne işimiz var orada’’ noktasına geliyorlar. Büyük devlet olmanın, bölgesel ve global güç olmayı gerektirdiğini, kurutmak üzere bataklığa girmeyi gerektirdiğini hesaba katmıyorlar ve ‘‘tavşan pisliği’’ siyasetini sürdürmek istiyorlar. Bu arada dün ziyaretime gelen bir Amerikalı yetkiliyle konuyu tartıştık. ‘‘Savaş öncesinde ilk tezkere için ABD'nin sıkı bir markajı vardı. Bu kez ise böyle bir tavır yok’’ diyerek, bunun nedenini sordum. ‘‘Bu bizim konumuz değil. Bu Türkiye'nin kendi kararı. Türkiye kendi çıkarlarını düşünecek, hesaplayacak, bir karar verecek. Ortada bizim müdahil olmamızı gerektirecek bir durum yok. Mesele bizim meselemiz değil, sizin meseleniz. Biz zaten Irak'tayız’’ dedi. Amerikan yönetiminin bu konuda Türkiye'ye yaklaşımının hem Türkiye'de, hem de ABD'de yanlış değerlendirildiğini söyledi. ‘‘Bir pazarlık görüntüsü Türkiye'yi yıpratıyor. Burada karar verecek olanları da sıkıntıya sokuyor. Amerika'da da negatif bir görüntü ortaya çıkarıyor’’ dedi.Bu nedenle ABD yönetimi bu kez Türkiye'ye baskı kurmuyor. Bu izlenimden öylesine kaçınıyorlar ki, tezkerenin akıbeti tam olarak ortaya çıkıncaya kadar Türkiye'yi üst düzey bir Amerikalı yetkili ziyaret etmeyecek. Kapalı kapılar ardında baskı yapılıyormuş görüntüsünden kesinlikle kaçınılacak. Amerikalı yetkiliyle paylaştığımız fikir ise Türkiye ve Amerika'nın ilk kez bir işbirliğine bu kadar ihtiyaç duyduğuydu. Son yüzyıl içinde, iki ülkenin bölgede birbirine bu kadar muhtaç olduğu başka bir dönem olmamıştı. Özürlülerden para alınmayacakADALET Bakanlığı'nın özürlü personel alımı için açtığı sınava katılacak olanlardan 35'er milyon lira sınav ücreti alınmasını eleştirmiş ve bu konuda Adalet Bakanı'ndan ricacı olmuştum. Bakan Çiçek de ‘‘Haklısınız ama sınavı Milli Eğitim Bakanlığı yapıyor, parayı da onlar alıyor. Sayın Çelik'le konuştum. Bir formül arıyoruz’’ demişti. Önceki gün tam yazılarımı bitirdim, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik aradı.‘‘Sayın Altaylı, yazılarınızı dikkatle takip ettim. Merak etmeyin bu para alınmayacak’’ dedi. Milli Eğitim Bakanlığı sınav için alınacak ücreti 35 milyon liradan 25 milyon liraya düşürmüş. Bu paranın da Fak Fuk Fon olarak bilinen Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu'ndan ödenmesi için Fon'un bağlı olduğu Beşir Atalay ile mutabakat sağlanmış.Bir köşe yazısıyla gündeme gelen konuyu, üç bakan güzel bir koordinasyonla çözdüler. Üçüne de teşekkür ediyorum. Uzanlar unutulmaya çalışıyorlarUZAN Ailesi kadar Türkiye'yi iyi tanıyan aile yok herhalde. Günlerdir aranıyor ama bir türlü teslim olmuyorlar. Çünkü biliyorlar ki, Türkiye'de kamuoyunun ilgisi ve tepkisi birkaç günlüktür. İşi soğutup tavsatıp, ilginin azalmasını bekleyip öyle ortaya çıkacaklar.. Bu arada bazı eski siyasetçilerin de Uzanlar için devreye girdiği ve pazarlık yapmaya çalıştığı iddiaları dolaşıyor. Türkiye burası her şey olur. Ancak ben yine de Türkiye'de bazı şeylerin artık değişeceğine inanmak istiyorum. Ama değişsin değişmesin benim bu konuya ilgim kaybolmayacak. NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Uzanlar gibilerinin Türkiye'deki rejimin dibine dinamit koyduğunu, Uzanlar'dan medet uman bazı dangalaklar da anladığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Bakan Çiçek: BDDK savcılara yardımcı olmalı

26 Ağustos 2003
<B>ADALET </B>Bakanı <B>Cemil Çiçek </B>arayınca tek konu özürlü personel alımı için açılan sınav olamazdı elbette. O konuyu dün yazdım. Bakanla konuştuğumuz konular arasında son günlerde kendisinin de fazlasıyla serzenişte bulunduğu meseleler yer aldı.

Dünkü bir başka yazıma konu olan Şişli Cumhuriyet Savcılığı'nın Uzanlar'la ilgili konularda ağır kalışıyla ilgili ithamları da Bakan Çiçek'e hatırlattım.

‘‘Şişli Savcılığı için çeşitli iddialar var. Ben savcılığı savunan bir yazı yazdım, dört koldan itiraz geldi. Bir soruturma açılacak mı?’’ diye sordum Adalet Bakanı'na.

‘‘Hayır’’ dedi. Şişli'deki savcılara güveni tamdı bakanın. ‘‘Gereğini yapacaklarından kuşkum yok’’ diye ekledi. Yargıya siyaset adamı olarak müdahil olmak istemiyordu. Ancak bazı şeyleri söyleme ihtiyacı duyduğunu ve bu yüzden birkaç çıkış yaptığını anlattı.

Şişli Savcılığı ile ilgili iddialar içinse, ‘‘Herkes kendi görevini tam yapacak. BDDK onlarca dosyayı bir çuvala koyup savcılığa gönderince işini yapmış olmaz. Bankacılık onların uzmanlık alanı. Suçları bir bir tespit edecekler. Savcılığa ve mahkemelere doğru düzgün hazırlıkla, delillerle gidecekler. Burada birlikte hareket etmek lazım. Ben savcılığa yolladım onlar yapmadı, deyip işin içinden sıyrılamazsınız. Ortada bunca suç varken, ortalıkta suçlu yoksa bir acayiplik var demektir. Bunun suçu hep mahkemelerde mi?’’ diye konuştu.

Bakan Çiçek, bankacılık suçları için kapsamlı bir araştırma gerektiğini, bu bankalarda geçmiş yıllarda hazırlanan murakıp raporlarından yola çıkarak ihmal veya suiistimalin hangi noktada başladığının bulunmasının şart olduğunu söyledi.

‘‘Kimin görevini yapmadığına bakmak lazım. Murakıp mı gerçekleri saklamış? Yoksa onun üzerindeki bürokrat mı işi engellemiş. Yoksa siyaset mi baskı kurup örtbas etmiş. Bunların tespiti şart’’ diyen bakana, ‘‘Peki bütün bunlar Uzanlar'la sınırlı mı kalacak?’’ diye sordum.

Ve bakanın da en büyük korkusunun bu olduğunu anladım.

‘‘Hayır. Kim varsa hepsinin üzerine aynı kararlılıkla gidilmesi lazım. Bunu yapacak olanlara bizim desteğimiz tam olacaktır’’ dedi.

Ben de ‘‘İnşallah’’ diye ekledim.

Başbakan'ı kandırmayın bende belgesi var


BAŞBAKAN geçtiğimiz günlerde BDDK Başkanı Engin Akçakoca ile bir görüşme yaptı.

Bu görüşmede Başbakan Erdoğan'ın, BDDK Başkanı Akçakoca'ya İmar Bankası'ndaki rezaletin daha önceden bilinip bilinmediğini sorduğu söyleniyor.

BDDK Başkanı, Başbakan Tayyip Erdoğan'a ne yanıt verdi bilmiyorum ama tahmin ediyorum ki, ‘‘Hayır efendim. Böyle bir rezaleti bilmiyorduk’’ demiştir.

Ve eğer böyle söylediyse ‘‘katmerli bir yalan’’ söylemiş demektir.

Çünkü BDDK, İmar Bankası'nın içinde bulunduğu, Bankalar Kanunu'nun tüm maddelerini hiçe saydığını biliyordu. Hem de kendi adını nasıl biliyorsa öyle biliyordu.

Sayın Başbakan, eğer size böyle bir yalan söylendiyse, size hemen yarın İmar Bankası ile ilgili 2001 yılının ortasında hazırlanmış murakıp raporunu gönderebilirim.

Bu raporda bankanın nasıl bir batak içinde olduğu açıkça yazılıydı. Ve o dönemde bu bankaya el konulması için uluslararası finans kuruluşları da bastırıyordu.

Cem Uzan'ın IMF düşmanlığının arkasındaki gerekçe de zaten buydu.

Bu durum BDDK tarafından bilindiği gibi, benim tarafımdan da banka adı verilmeden bir köşe yazısında dile getirilmişti.

O günlerde bu raporun gereğinin yapılmaması, iktidar ortağı partilerden birine yüklü bağış yapılmasından tutun da, BDDK Başkanı'nın tehdit edilmesine varan bir dedikodu yelpazesinde ele alınmıştı. Neden ne olursa olsun gereğini yapmayan kurum BDDK idi.

Şimdi siz bunu sorunca ne dediler bilmiyorum ama yalan söyledilerse belgesi bende mevcut.

İsterseniz yarın gönderirim.

Vekáleten yanıt


ÇAYIRHAN Termik Santralı ile ilgili yazıma Türkiye Madenciler Derneği Yönetim Kurulu Başkanı İsmet Kasapoğu'ndan bir yanıt geldi. İsmet Bey yanıttan bir tane bana, bir tane de Sabah Gazetesi'ne yollamış olmalı ki, aynı ahvalde bir yazı da orada yer aldı.

Yanıtta özetle şöye deniyor: ‘‘TKİ'nin satış fiyatı önemli değil. Kömürü kaç paraya mal ettiği önemlidir. TKİ kömürü çok daha pahalıya çıkarmakta ancak ucuza satmaktadır. Çayırhan'da TKİ döneminde 12 yılda ortalama yıllık 1 milyon ton kömür çıkarılırken 2000-2002 döneminde yılda 5 milyon ton kömür çıkarılmıştır. TKİ döneminde ton başına maliyet 103 dolarken, santralın özelleştiği 2000-20002 döneminde maliyet ton başına 17 dolara düşmüştür. Yazınızda yer alan kömür satış rakamları ise TKİ ve TEAŞ arasında yapılan mutabakatlarda ortaya çıkan rakamlardır ve kömürün maliyetiyle ilgisi yoktur.’’

Ben Park Enerji'den yanıt beklerken, Türkiye Madenciler Derneği'nden yanıt geldi.

Bilgilerinize...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Ülkelerin çıkarlarının bazen paralel hale gelebileceğini idrak ettiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Şişli Adliyesi’ndeki kasıt mı, ihmal mi?

25 Ağustos 2003
BDDK'ya bağlı bir kuruluşta çalışan ve sözüne, namusuna çok güvendiğim bir dostum Şişli Cumhuriyet Savcılığı'nı ‘‘koruyan’’ yazım üzerine uzun bir mektup yollamış. Bir bölümünde şöyle diyor: ‘‘Şu kadarını söyleyeyim: Bir bankaya atanan yönetim kuruluna 10 güne yakın yemin etmek için mahkeme randevusunun verilmediği, yemin işini bitiren bir yönetim kurulunun bölgesinde 4 gün imza tasdiki yapacak noter bulunamadığı, kayıtların silindiğine dair mahkeme tespiti yapacak mahkeme için o ona o buna adliye içinde ve adliyeler arasında top dolaştırıldığından 15 gün tespit yapılamadığı, hákimlerin bir anda tatile, keşfe, vb. gitmeye başladığı, delil denilen belgelerin öyle komik belgeler olmadığı ama suçların insanı hayat boyu içeride tutacak nitelikte olduğu bir durumda verilen suç duyurusu dilekçesinin dört gün kalemde tutulduğu bir ortamda...’’

Dostumun bu sözlerini gazeteci arkadaşlarım da teyit ediyorlar.

İsmet Berkan, ‘‘Fatih, Adalet'i savunmanı anlıyorum ama 3 Temmuz günü İmar Bankası'na el konulurken BDDK Şişli Savcılığı'ndan baskın için polis desteği istiyor. Savcılık yanıt bile vermiyor. Güç bela İstanbul Valisi bir yemekte bulunup 10 polis vermesi sağlanıyor. Cumhurbaşkanı'nın hortumcuların mallarına el koyulmasına olanak sağlayan yasayı onayladığı gece BDDK 56 şirket ve 33 kişi için karar çıkartmak üzere gece 11'e kadar çalışıyor. Bu arada önceden savcılığa haber veriliyor. Ancak gece gittiklerinde haber verildiği halde savcı yok. Sabah 8.30'da gidiyorlar yine ortada savcı yok. 9.30'da savcı bey geliyor ama BDDK'nın getirdiği evrakı benim işim değil diye almıyor. Alan savcı evrakı 1 gün boyunca ellemeden masasında bekletiyor. Başsavcıya ulaşmak 2 gün alıyor. Orada da iş bitmiyor. O da bu benim işim değil diyerek BDDK avukatlarını İcra Dairesi'ne yolluyor. Bunların hiç mi suçu yok?’’ diyor.

Ortada müthiş bir ihmal olduğu kesin. Bu kasıtlı mı, yoksa vurdumduymazlık mı bilmiyorum. Umarım Adalet Bakanlığı bu konuda bir soruşturma açar.

Özürlünün parası Milli Eğitim'e


ADALET Bakanı Cemil Çiçek aradı. Cumartesi günü Adalet Bakanlığı'nda özürlüler için personel sınavı açıldığını ancak 35 milyon TL sınav ücreti istendiğini yazmış ve bu paranın hem çok hem de özürlülerden alınmasının ayıp olduğunu yazmıştım.

Bakan Çiçek de benimle ‘‘aynı fikirde’’ olduğunu söyledi.

Ancak sınavı yapan Adalet Bakanlığı değil, Milli Eğitim Bakanlığı olduğu için kendisinin yapabileceği bir şey yokmuş.

Bu konuyla ilgili olarak Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu'ndan talep bulunmuş. Milli Eğitim Bakanlığı'ndan da bu işin ücretsiz yapılması için ricacı olmuş.

‘‘Milli Eğitim de bu işten para kazanmak için yapmıyor. Onlar da sınavlarda görev yapacak öğretmenlere bu parayı ödeyecekler’’ dedi Cemil Çiçek. Ancak hálá bu sınavın ücretsiz yapılabilmesi için çaba gösterdiğini de ekledi. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik de bu çabaları paylaşırsa sorun hallolur herhalde.

Beni yıkan frikik


GALATASARAY'la ilgili umutlarım Bursaspor maçında biraz söndü.

Bunun ne oynanan futbolla ilgisi var, ne de sonuçla.

Bazen iyi oynayıp yenilirsin, bazen kötü oynayıp kazanırsın. Bazen de hak ettiğini alırsın.

Uzun bir maratonda bir maçta oynanan oyunun ve skorun önemi olmaz. Ama bazı göstergeler önemlidir.

Ben Galatasaray-Bursaspor maçının bir bölümünde elimdeki uzaktan kumanda cihazını kırdım ve maçın gerisini de izlemedim.

Galatasaray rakip ceza alanı önünde bir frikik kazandı. Topun başında iki frikik ustası Prates ve de Boer beklerken, Arif geldi ve atışı kullandı.

Frikikten attığı son golü hatırlamadığım ama buna rağmen yıllardır adam yokluğundan frikik kullanan Arif.

O vuruşla, yeni Galatasaray'la ilgili bir şeyler kırıldı içimde.

Biz baba değil miyiz?


DANIŞMAN yazar Ali Atıf Bir, kendisini AGB'deki işinden eden Uzanlar'la ilgili olarak o günlerde bir şeyler yazacakmış ama yakınları, işadamı dostları ‘‘Çocukların var onları düşün’’ demişler. O da yazmamış.

Ali Bey'e sormak lazım, onunkiler çocuk da, bizimkiler meşe palamudu mu?

Ya da şimdi ne oldu da yazmaya karar verdi?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


İmar Bankası'nda dolandırılan bonozedeler için yasa lazım diyen BDDK Başkanı Bankalar Kanunu'nun 10. maddesini okuduğu zaman.
Yazının Devamını Oku

Ergun Babahan bunları da yazar mısın?

23 Ağustos 2003
<B>ERGUN Babahan </B>kardeşim istediği kadar <B>‘‘temizlik’’ </B>naraları atsın ve <B>‘‘temizim’’ </B>demekle temiz olunacağını zannetsin, rakamlar ve gerçekler ortada. Sabah Gazetesi en büyük vergi yüzsüzleri arasında.

İşin acısı pek çok medya kuruluşu listede ilk sıralarda.

Sabah ve ATV ise en tepelerde geziyorlar.

SATEL'in 2 trilyon 729 milyar, Sabah Yayıncılık'ın 1 trilyon 887 milyar, Sabah Dış Ticaret'in 555 milyar, ATV Haber Ajansı'nın 364 milyar, Medya Grubu Reklam'ın 399 milyar ve Medya Holding'in 231 milyar Türk Lirası vergi borcu var.

Tertemiz, namus abidesi Ergun Babahan'ın yere göğe sığdıramadığı gazetesinin ve televizyonunun toplamı 6 trilyon 165 milyar vergi borcu.

Bunların dışında da BDDK'ya yaklaşık 600 milyon dolar, yani yaklaşık 1 katrilyon ve kamu bankalarına da yaklaşık 500 milyon dolar yani yaklaşık 750 trilyon borç.

Ama Ergun Babahan tertemiz ve pirüpak bir iş yapıyor.

Diyor ki: ‘‘Onlar geçmişte kaldı. Biz yeniden başladık.’’

Banka borçları, hortum borçları ve vergi borçları devlete.

Yepyeni başlangıç Ergun Babahan ve patronu Dinç Bilgin'e.

Yerseniz.

Bu arada biz yaza yaza BDDK sonunda mal kaçırma operasyonunu fark etti ve bir şeyler yapmaya çalışıyor.

ATV'nin milyonlarca dolar reklam geliri elde ettiğini ama bunu BDDK'dan şirketlerin başına ‘‘Merkez’’ ekleyerek kaçırdığını yazınca, BDDK da zahmet buyurup reklam ajanslarına bir yazı yazdı. Bu yazıyla ATV'ye reklam toplayan şirketlerin adını zikretti ve bu şirketlere yapılan ödemelerin BDDK'ya yapılmasını istedi.

Dinç Bilgin ve Ergun'un uyanıkları durur mu, hemen şirketlerin adlarını bir daha değiştirdiler..

Reklam ajansları da BDDK'ya ‘‘Biz bu şirketlere ödeme yapmıyoruz’’ dediler.

Oysa BDDK'nın yapması gereken çok basit.

Şirket adı falan vermeden ATV ve Sabah'ta yayınlanacak reklamların parasını isteyecek.

Bakalım BDDK'nın bunu akıl etmesi için daha kaç milyon doların kaçırılması gerekecek.

İkisi de bilmiyor


HINCAL Uluç ile hakem eskisi meyve sebze pazarlamacısı arasında yine bir tartışma başladı.

Hıncal Abi, Lig TV'deki programında formasını çıkaran futbolculara kart gösterilmemesini eleştirmiş ve ‘‘Hakemler yeni uygulamayı bilmiyor. Bu artık yasak’’ demişti.

Hal kökenli yorumcu ise ona çatma fırsatı bulduğu için sevinmiş, ‘‘Hıncal Uluç hiçbir şey bilmiyor. Böyle bir yasak yok’’ diye saldırıya geçmişti.

Hakem eskisinin spor yazarının kültürü ve bilgisi hakkında bir şey dememe gerek yok. Tarzı zaten ortada.

Hıncal Abi ise bir şey duymuş ama tam anlamamış.

Ancak gördüğüm kadarıyla ikisi de bu konuda ‘‘bilgisizler’’.

Çünkü işin aslı şu:

FİFA, bu yıl bir karar alarak formaların altına giyilen içliklerin üzerine mesaj yazılmasını ve sevinç gösterileri sırasında formaların kaldırılarak bu mesajların gösterilmesini yasakladı.

FİFA'nın bu yaparken gerekçesi, sahada futbol dışında bir şey olmamasını istemesiydi. Buralara siyasi veya başka içerikli mesajlar yazılarak ‘‘futbolun ruhunun’’ gölgelenmemesini istedi.

İkili arasındaki kısır tartışmanın arkasındaki gerçek bu kadar basit.

Bu para istenmez


SON günlerdeki açıklamalarıyla içimi ferahlatan Adalet Bakanı Cemil Çiçek, acaba bakanlığının aşağıda söz edeceğim uygulamasından haberdar mı?

Adalet Bakanlığı, kadrolarına özürlü personel alımı için bir sınav açtı. Sınav 21 Eylül'de yapılacak. Burası iyi.

Ancak bakanlık sınava girecek özürlü yurttaşlardan sınav masrafı olarak 35 milyon lira istiyor. Bakan'ın dediği gibi hortumcudan parayı alamayan Adalet, özürlüden alacağı 35 milyonun peşinde.

Milletin 2 milyon lira için birbirini öldürdüğü bir ülkede, iş peşindeki özürlü yurttaştan bu parayı istemek bana pek de ‘‘uygun’’ gelmiyor.

İnsaflı bir adam olarak tanıdığım Bakan Çiçek'in bu ‘‘ayıbı’’ ortadan kaldıracağını umuyorum.

AÇIKLAMA


Afşin Elbistan Termik Santralı ile ilgili yazıyı Erhan Akgün'le görüşmem gerçekleşmediği için ertelemek zorunda kaldım. Hürriyet yayın ilkeleri gereği, kendisi ile görüşmeden bu yazıyı yazmam mümkün değil. Karşılıklı olarak araştık ancak bir türlü görüşemedik.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Dostluğun gerçekleri görmemizi engellemesine izin vermediğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

BDDK bono mağduru insanlara açıklama yapmalı

22 Ağustos 2003
İmar Bankası rezaletinde mağdur sayısı giderek artıyor. Bankayı bir <B>‘‘sahtekárlık üssü’’ </B>haline getirenlere yıllarca hiçbir işlem yapmayan BDDK şimdi BDDK'nın denetimi altındaki bir bankaya güvenenleri perişan ediyor. Mudilerin parasını ‘‘Allah bize biz size’’ yöntemiyle ödeyecek olan BDDK, bu bankadaki ‘‘bonozedelere’’ ilişkin hiçbir açıklama yapmıyor.. İmar Bankası televizyon ve gazete reklamlarıyla olmayan bonoları satarken inceleme zahmetinde bulunmayan BDDK, şimdi bonozedelerin feryadına kulak tıkıyor. Oysa bu bankada ‘‘zede’’ olanların büyük bölümü gariban vatandaş. Nedense bankaya el koyarken ‘‘garanti limitini’’ sınırsızca yükselten ve bu bankadan fahiş para kazanan ‘‘rantiyeyi’’ korumaya alan BDDK aynı özeni iş gariban vatandaşa gelince göstermiyor. Oysa burada canı yananların çoğu gariban. Bono ne, tahvil ne, repo ne, hesap ne bilmeyen, sadece alacağı üç beş kuruş fazlaya bakan ve açılan hesabın ne hesabı olduğunu dahi bilmeyen vatandaş şimdi mağdur.

Bu mağduriyetin ve ayıbın asıl sahibi ise BDDK. Şimdi bir kenarda sessiz bekliyor. Ve topu hükümete atıyor, ‘‘Atama yapmadılar’’ diye.

Be hey gafil BDDK, bu bankanın batık olduğunu, sermaye yeterlilik rasyosunun eksi 1600'lerde dolaştığını 2001'de önünüze konan murakıp raporundan bilmiyor muydunuz?

O zamanda mı hükümetin atamasını bekliyordunuz?

Enerji işinde devlet kesesinden finansman modeli

ERHAN Akgün'ü tanıttığım dünkü yazımda bugün Afşin Elbistan Termik Santralı ile bu kişi ve Park Enerji Şirketi'yle ilgili iddiaları yazacağımı söylemiştim.

Ama ona geçmeden önce Çayırhan Termik Santralı ve onunla ilgili meseleleri iyice bir ‘‘tadad’’ edelim ki, Afşin Elbistan'la ilgili yazacaklarım daha iyi anlaşılsın.

Park Enerji'nin TKİ ve TEAŞ ile son derece ‘‘pozitif’’ ilişkileri olduğunu okudukça siz de anlayacaksınız. Evet Çayırhan'la devam edelim.

Çayırhan Termik Santralı'nin bu şirkete geçmesinden önce Çayırhan'a kömür çıkarma işinin aynı şirkete verildiğini dün yazmıştım. Erhan Akgün ve Park Enerji devreye girmeden önce TKİ (Türkiye Kömür İşletmeleri), termik santrala gerekli kömürü çıkarıp satıyordu.

2300 kcal kömür için santral, yani TEAŞ, TKİ'ye 10 dolar ödüyordu.

Park Enerji'nin kömür ocağı açıp, üretime başlamasıyla birlikte 1996 yılından başlamak üzere fiyat katlanmaya başladı.

TKİ maliyet artışını öne sürüp 2300 kcal kömür için 60 dolar talep etti. TEAŞ da bu yüzde 600'lük artışı kabul ederek bunun üzerinden ödeme yapmaya başladı.

Üç yıl boyunca devam eden bu düzen sonucu da Park Enerji Şirketi fazladan kazandığı para ile santralı neredeyse bedavaya almış, daha doğrusu santralın parası TEAŞ'a ödetilmiş oldu.

Bir anlamda devlet kendi kesesinden Çayırhan

Termik Santralı'nın satışını finanse etti. Siz bu ‘‘özelleştirme’’ anlayışını iyice bir hazmedin.

Afşin Elbistan olayını yarın yazacağım.

Hepsi birden ağır

gelebilir.

Bu saldırıların olacağı aylar öncesinden belliydi

BU köşenin okurları, 27 Mart günü, yani ABD daha Irak'ı ele geçirmeden önce yazdığım bir yazıyı hatırlatırsam kızarlar mı?

O gün, ‘‘ABD'nin Bağdat'ta işi zor’’ başlıklı yazımda şöyle diyorum:

‘‘Amerikan hedeflerine karşı müthiş bir terörist saldırı başlatılacak.’’

Kaynağım Arap dünyasının saygın gazetelerinden Şark el Avşat.

Gazete Bağdat yakınlarında bir kampta yaptığı röportajları yayınlıyor.

Kampta eğitilenler ‘‘Arap Afgan Gönüllü İntihar Mangaları’’.

Kendilerine uygun gördükleri isim ise ‘‘İslam Fedaileri’’.

‘‘İntihar Komandosu Eğitimi’’ görenlerin büyük bölümü Mısır, Filistin, Yemen, Sudan ve Libya kökenli. Hepsi yüksek öğrenim görmüş. Yaşları 23 ila 30 arasında.

Kampın sorumlusu ‘‘Buradaki herkes İslamcı değil. İlk kez laik kesimler, İslamcılar, Arap milliyetçiler ve Iraklı vatanseverler bir araya geliyorlar’’ diyor.

Ve 27 Mart günü yazdığım yazı şöyle bitiyor:

‘‘Bunlar şimdi Amerikan ordusunun Bağdat'a girmesini bekliyorlar. ABD'li gençleri Bağdat'ta zor günler bekliyor.'

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Tecrübeye kulak vermenin ayıp değil, akıl olduğunu anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Savcılık: Evrak eksikse biz ne yapalım?

21 Ağustos 2003
<B>UZAN </B>soruşturması <B>‘‘ağır aksak’’ </B>gidince eleştiriler yükselmeye başladı.Uzanlar'ın bugüne dek yargıyı kullanış biçimleri de göz önüne alınınca, eleştirilerin ‘‘inandırıcılık’’ dozu da hayli yüksek oldu.

Dosyalara bakmakla görevli Şişli Cumhuriyet Savcılığı'nın işi ağırdan aldığı, görevi savsakladığı, Uzanlar'dan yana tavır koyduğu yolunda iddialar ortaya atıldı.

Özellikle Radikal'den Sevgili İsmet Berkan bu eleştirileri açık bir biçimde kaleme alma cesaretini gösterdi. Alınan bazı kararlar da eleştirileri ‘‘haklı’’ çıkarır nitelikteydi.

YıllardırUzanlar'la ilgili binlerce davayla muhatap biri olarak ben de olan biteni izledim. Adana ve Antalya adliyelerinde yıllardır olan olaylardan sonra bende bir miktar olumsuz düşüncelere sahiptim.

Ancak Şişli Adliyesi'nde önemli bir isimden aldığım bilgiler, beni rahatlattı. Uzanlar'la ilgili soruşturmada Şişli Adliyesi'nin bir savsaklamasının söz konusu olmadığı ancak BDDK'nın ‘‘kendi işini kötü yapmasının’’ faturasının Şişli Cumhuriyet Savcılığı'na çıkarıldığını düşünüyorum. Çünkü BDDK'nın ilk etapta Şişli Cumhuriyet Savcılığı'na gönderdiği evrak son derece yetersiz ve kötü hazırlanmış.

Káğıt bolluğuna baktığınız zaman 49 sayfalık kalın bir dosya.

Ancak içinde bulunan evrak yazışmalardan ibaret.

BDDK, hukukun önünü açacak, gerçek suçlarla ilgili dosyaları hazır edemediği için, eksik dosyayı savcılığın önüne atmış.

Aslında Uzan Ailesi'nin bir daha güneş yüzü görememesine yetecek kadar bol olan suçlar, dosyada yok.

Savcılık eksik dosya nedeniyle işlem yapamayınca birdenbire oklar savcılığa yönelmiş.

Anladığım kadarıyla BDDK ve Emniyet dosyayı tekamül ettirince savcılık gereğini yapacak.

Tabii bu arada Uzan Ailesi'nin polise teslim olmamak için saklandığı, dosya savcılığa gidince ortaya çıkacağı ve bu konuda savcılıkla anlaştığı dedikoduları da ortalıkta dolaşıyor. Umarız böyle bir anlaşma yoktur.

Kim bu Erhan Aygün?


BİRKAÇ gündür Hürriyet'in manşetinde bir isim görüyorsunuz: Erhan Aygün.

TBMM Yolsuzluk Komisyonu dosyalarında adı geçen, üst düzey bürokratlara rüşvet vermekten zanlı işadamı.

Sabah Gazetesi'nde Dinç Bilgin'le ortak olan Turgay Ciner'in adamı.

Kim bu Erhan Aygün.

Aygün, Tunçbilekli bir kömür maden işçisinin oğlu. Gençlik yıllarında ‘‘radikal sol’’ görüşlü.

Başlangıçta baba mesleğini seçmemiş. Ankara'da yedek parça işine girmiş. İş makinelerine hava filtresi falan satmış.

Sonra birdenbire madenciliğe merak sarmış.

Turgay Ciner'le ortak olarak Çayırhan Termik Santralı'nın TKİ'ye ait kömür sahalarının işletmesini almış. Rödövansla aldıkları ocaklardan çıkarılan kömürü TEAŞ'a satarak işe başlamışlar.

Daha sonra ‘‘bir şekilde’’ TKİ Genel Müdürü Yusuf Çebi ile anlaşmışlar ve kömür sahalarının TEAŞ'a devrini sağlamışlar.

Sonra da santral ve kömür sahalarını ‘‘ihalesiz’’ olarak yine ‘‘bir şekilde’’ ele geçirmişler.

5 yıl öncesine kadar Ankara'nın mütevazı bir yedek parçacısı olan Erhan Aygün, TİK'deki ilişkileri sayesinde birdenbire zengileşmiş.

Öyle ki, Afşin Elbistan Termik Santralı'nı ele geçirecek kadar aşama kaydetmişler.

Ama isterseniz onu da yarın anlatalım.

Telsim'den kampanya


(bu bir reklam değildir)


TELSİM abonelerine şu günlerde ilginç bir SMS mesajı geliyor: ‘‘Cep telefonu faturalarınızı bankalara yatırmayın. Doğrudan Telsim Cep Shop'lara ve Telsim bayilerine yatırın. Bu ay cep telefonu faturalarını doğrudan Telsim Cep Shop'lara yatıranlara önümüzdeki ay yüzde 20 indirim yapılacak.’’

Uyanıkça değil mi?

Banka hesaplarına el koyulduğu ve oralara gelecek her türlü para Uzanlar'ın devlete olan onlarca katrilyonluk borçlarına gideceği için parayı doğrudan kendilerine elden ödemelerini istiyorlar.

Gelecek ay yapılacak yüzde 20 indirim ise bu kampanyanın en komik tarafı. Gelecek ay ortada indirim yapacak bir Telsim olup olmayacağını kim biliyor ki!

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Çarşamba akşamı yatanlar, perşembe sabahı uyandıklarında şaşırmadıkları zaman.
Yazının Devamını Oku

Siz herkesi kendiniz gibi mi zannedersiniz?

20 Ağustos 2003
<B>BİRKAÇ </B>ay önceydi galiba. Sabah Gazetesi her gün <B>‘‘Enerji’’ </B>konulu başlıklarla çıkıyordu.‘‘Enerji Bakanlığı'nda şu oldu’’, ‘‘Enerji Bakanlığı'nda bu oldu’’...

Ben de keyifle okuyordum.

Tam o günlerde beni Ankara'dan bir gazeteci dostum aradı.

‘‘Fatih, Sabah'ın bu enerji haberlerinin arkasında ne var biliyor musun?’’ diye sordu.

‘‘Yolsuzluklar var’’ dedim.

Güldü. ‘‘Her zamanki gibi iyi niyetlisin. Bazen salak derecesinde iyi oluyorsun’’ dedi ve anlattı. Sabah'ın Mavi Akım ve Enerji Bakanlığı ile ilgili manşetlerinin arkasında Sabah'ın yeni ortağının Enerji Bakanlığı ile ilgili sorunları yatıyormuş. Daha önce Özelleştirme'den Çayırhan Termik Santralı'nı alan Turgay Ciner bu konuların üzerine gidilmesini istemiş.

Dostum, Sabah'ta çalışan bazı gazetecilerin Enerji Bakanlığı'nı tehdit ettiğini bile söyledi.

‘‘Belgen, konuşan bir bürokrat var mı?’’ diye sordum.

Yoktu. Korkuyorlardı.

‘‘Eeeeee’’ dedim.

‘‘E'si bu’’ dedi.

‘‘Peki yazılan yolsuzluk haberleri yalan mı?’’ diye sordum.

‘‘Abartılı. Biraz manipüle edilmiş diyebiliriz’’ dedi.

‘‘Yalan mı?’’ diye tekrarladım.

Benim için önemli olan haberin doğru olup olmadığıydı. Bir pislik, bir rezillik haber yapılıyorsa bu gazetecilikti. Ülke yararına bir iş yapılıyorsa bu gazetecilikti.

Turgay Ciner'in durumu bir başka haber olabilirdi ama haber ödeştirilmezdi. Açıkçası bu haberlerin yapılış gerekçesi ile ilgili olarak Sabah'a çatmak hiç içimden gelmedi.

Fakat anlaşılan Sabah'ta habere böyle bakılmıyor. Devletten kaçırılan mallarla çalıntı bir basın imparatorluğu kurduğunuz zaman böyle olamıyorsunuz anlaşılan.

Aah, Ergun Babahan ah...

SABAH'ın devlet kaynaklarını hortumlamayı öğrendiği yıllarda Sabah'ın künyesinde en tepelerdeydin. Ama müthiş becerinle o pisliğin dışındaymış gibi bir intiba uyandırmayı becerdin. Şimde de, sanki o günlerde Sabah'ta Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı sen değilmişsin gibi katrilyonlarca lira borcu devletin kucağına bırakıp, kendine bir milat bulmuşsun. Gerisine biz karışmayız diyorsun.

Ama hálá o günlerde alınan makinelerle gazete basıyor, o paralarla alınan ekipmanlarla gazete hazırlıyorsun. Sizin kullandığınız ve üzerinden trilyonlarca lira kazandığınız o makinelerin parasını bu ülkenin gariban vatandaşları ödüyor. Ve sen eskiden kalma alışkanlıklarınla gidip Ankara'da iş takibi yapıyormuşsun.

Meclis Başkan Yardımcısı Kapusuz ile görüşmüşsün. Sen ne görüştüğünü açıklamıyorsun ama Kapusuz ‘‘ATV ile ilgili konuştuk’’ demiş. Bence fazlası da vardır ama Kapusuz ATV'yi basın kuruluşu olarak gördüğü için seni korumak maksadıyla sedece onu söylemiş. Bravo sana Ergun. Sabah'ın yayın yönetmenisin ama sadece Sabah'ın değil ATV'nin devletten mal kaçırma operasyonunu da sen yönetiyorsun galiba.

Bu mu senin gazetecilik dediğin!

Adanalılar

GALATASARAY, Gaziantep'ten 3 puan aldı ama ne alış. Maçtan sonra Milliyet'in Galatasaray yazarı Halil Özer'le konuştum.

‘‘Ben oturduğum yerde sıcaktan nefes alamıyordum. Futbolcular ne yapsın’’ dedi.

Gerçekten de, o sıcakta ve o saatte maç oynatmak akıl işi değildi. Ama oynattılar. İşin garibi, Galatasaray'ı bu hafta daha da erken bir saatte oynatacaklar. Galatasaray'ı Gaziantep'te ipten alan adam Hasan'dı. Berbat bir 60 dakikadan sonra son 30 dakika oynamaya karar verdi ve takımı ipten aldı. Üç hareketle iki gol attı, bir kırmızı kart gösterilmesine vesile oldu. Hasan bu yıl geçen yıldan farklı görünüyor. Bu farkın nedeni ise Fatih Terim. Terim iki hafta önce Hasan'la bir konuşma yaptı.

‘‘Evladım, senin gibi futbolcu yok. Ama kendini yanlış oynatıyorsun. Senin gibi çalım atabilen başka birisi bu ligde yok. Ama sen çalımlarını boşa atıyorsun. Bir sağa dönüyorsun, bir sola. Şu çalımlarını ileri doğru at. Faullerden şikáyetçisin. Madem öyle, o zaman topla doğrudan ileri git. Ceza alanına dal. Orada faul falan yapamazlar. Yaparlarsa da penaltı olur. Bundan sonra yan yan değil, dikine oynayacaksın’’ dedi.

Bu konuşmanın ardından Hasan bir CSKA, bir Gaziantep maçı oynadı. Aynen ‘‘Hocasının’’, hemşerisinin dediği gibi. Terim'in elinde Hasan yeniden doğuyor. Darısı Galatasaray'ın başına.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

BDDK yönetimi, hortumculardan kaç lira tahsil edebildiğini göğsünü gere gere açıklayabildiği zaman.
Yazının Devamını Oku

Böyle BDDK'ya karşıyım

19 Ağustos 2003
<B>YILLARDAN </B>beri BDDK rezaletini yazdım. Bu kurum, ne yazık ki kurulduğu günden, özellikle de <B>Engin Akçakoca </B>başına geçtiği günden beri hiçbir iş yapmadı. Bankalara el koydu ama sonrasında o kadar basiretsizce davrandı ki, bankalar daha büyük zararlara yol açtı.

Önüne gelen raporların gereğini yapmadı.

Yönetiminde olduğu bankalarda her türlü fırıldak çevrildi, müdahale etmedi.

Bazılarını benim burada yayınladığım murakıp raporlarına rağmen bankalarda çevrilen dolaplara göz yumdu.

Dinç Bilgin ve suç ortakları bunların gözü önünde devletten ‘‘katrilyonlarca’’ liralık mal kaçırdılar. Bunlar seyretti.

Ve İmar Bankası pisliği ile birlikte ‘‘takke düştü kel göründü’’.

Artık savunulacak tarafları kalmadı.

Ama hálá savunmaya çalışanlar var.

Hürriyet Gazetesi yazarı, ‘‘bankacı’’ Ercan Kumcu geçen hafta BDDK'nın yapratılmaya çalışıldığını söyleyerek, isim vermeden bana çattı.

Sorarım Kumcu'ya, BDDK'yı yıpratan ben miyim, yoksa kendi hataları, kusurları ve ‘‘göz yummaları’’ mı?

Ama bir dönem adı Merkez Bankası Başkanlığı için geçen Ercan Kumcu'yu anlayabiliyorum.

O da bankacı ve Türkiye'de bir ‘‘bankacılar’’ klanı var.

Bunlar her halükárda birbirleri ile dayanışma halindeler.

Ya Erdal Sağlam'a ne demeli?

Erdal da diyor ki: ‘‘İktidar partisi BDDK'dan hazzetmiyor, BDDK'yı eleştirenler de onun ekmeğine yağ sürüyorlar. Bu özerk kurumlar Türkiye'ye lazım.’’

Doğru lazım da, adam gibi yönetileni, işini iyi yapanı lazım. Böylesi değil.

Tam aksine, böylesi ‘‘aciz’’ özerk kurumlar, özerk kurum mantığını zayıflatıyor, istemeyenleri haklı hale getiriyor.

Üstüne üstlük de iktidarın istemediği özerk kurumların pisliğini görmezden mi geleceğiz?

BDDK'ya ‘‘kavram’’ olarak hiçbir karşıtlığımız yok.

Ama bu yönetime karşıyım. Ne düzenleyebilen, ne de denetleyebilen‘‘acze’’ karşıyım.

Çünkü bu yönetimle BDDK'nın Türkiye'ye verdiği zarar, hortumcuların verdiğinden aşağı kalmıyor.

Özür dilemeye gerek yok


YILLARDAN beri Uzan Ailesi'ni ve onların ‘‘yasalara meydan okuyan’’ işlerini yazarken, Türk basınının pek çok ‘‘önemli’’ ismi bu işe bulaşmaktan kaçındı. (Hálá ısrarla kaçınanlar da var.)

Büyük bölümü beni suçladı.

Bunu bir medya kavgası, beni de Uzanlar'a karşı Aydın Doğan'ın ‘‘tetikçisi’’ gibi lanse etmeye çalıştılar.

Şimdi ortaya çıkan gerçekler benim son derece haklı olduğumu, yazdıklarımın, gerçeklerin yanında ‘‘az bile olduğunu’’ gözler önüne serdi.

O günlerde bana ‘‘tetikçi’’ diyenler bugün Uzanlar'la ilgili yazılarda benden daha sert ve acımasız bir üslup kullanıyorlar.

Yaklaşık 2 yıllık bir süreçte ortaya çıkan bu değişikliğe, sadece ve sadece bir tek gazeteci değindi.

4. Kuvvet Medya internet sitesinin sahibi Ahmet Tezcan, ‘‘Fatih Altaylı'ya bir özür borcumuz’’ var deme yürekliliğini gösterdi.

Çünkü o da, o günlerde beni ‘‘tetikçi’’ gibi görenlerdendi. Hatta bir gün bunu karşılıklı olarak tartışmıştık.

Ben, Aydın Doğan ile Uzanlar arasında bir sorun olmadığını, sorunun kaynağının ben olduğumu söylemiştim. Ahmet Tezcan ise ‘‘Dışardan öyle görünmüyor’’ demişti.

Şimdi artık içerden de, dışardan da görüntü net.

Uzanlar'ın benim ve pek çok kişi tarafından bilinen yüzü artık herkesçe bilinir oldu.

Benim yazdıklarım, bu ‘‘suç imparatorluğunun’’ sadece görünebilen yüzüydü.

Hukuk ve düzen tanımazlığın boyutu, devlet, yıllardan beri gözü önünde cereyan eden olaylara ‘‘dokunmak’’ zahmetini gösterince ortaya çıktı.

Şimdiye dek Uzanlar'ın üzerine gitmeye çekinen, sindirilmiş, korkutulmuş kurum ve kişiler de olması gerektiği gibi davranmaya başladılar.

Cumhuriyet Gazetesi'ni yok eden adam olarak Türk basın tarihine geçecek olan İlhan Selçuk ve Sabah Gazetesi'nde bana sövmek üzere kiralanmış birkaç zavallı dışında Uzanlar'ın yaptıklarını ‘‘makul ve haklı’’ gören yok.

Ahmet Tezcan'ın özrüne gelince.

Hiç kimsenin bana bir özür borcu falan yok.

Önemli olan gerçeği bir gün görmektir. Sonra görenin, önce görene bir borcu olmaz.

Yeter ki, dürüst olsun.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Tribün terörünün, bölücü terör kadar tehlikeli olabileceğini anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku