<B>YILLARDAN </B>beri BDDK rezaletini yazdım. Bu kurum, ne yazık ki kurulduğu günden, özellikle de <B>Engin Akçakoca </B>başına geçtiği günden beri hiçbir iş yapmadı. Bankalara el koydu ama sonrasında o kadar basiretsizce davrandı ki, bankalar daha büyük zararlara yol açtı.
Önüne gelen raporların gereğini yapmadı.
Yönetiminde olduğu bankalarda her türlü fırıldak çevrildi, müdahale etmedi.
Bazılarını benim burada yayınladığım murakıp raporlarına rağmen bankalarda çevrilen dolaplara göz yumdu.
Dinç Bilgin ve suç ortakları bunların gözü önünde devletten
‘‘katrilyonlarca’’ liralık mal kaçırdılar. Bunlar seyretti.
Ve İmar Bankası pisliği ile birlikte
‘‘takke düştü kel göründü’’.
Artık savunulacak tarafları kalmadı.
Ama hálá savunmaya çalışanlar var.
Hürriyet Gazetesi yazarı,
‘‘bankacı’’ Ercan Kumcu geçen hafta BDDK'nın yapratılmaya çalışıldığını söyleyerek, isim vermeden bana çattı.
Sorarım
Kumcu'ya, BDDK'yı yıpratan ben miyim, yoksa kendi hataları, kusurları ve
‘‘göz yummaları’’ mı?
Ama bir dönem adı Merkez Bankası Başkanlığı için geçen
Ercan Kumcu'yu anlayabiliyorum.
O da bankacı ve Türkiye'de bir
‘‘bankacılar’’ klanı var.
Bunlar her halükárda birbirleri ile dayanışma halindeler.
Ya
Erdal Sağlam'a ne demeli?
Erdal da diyor ki:
‘‘İktidar partisi BDDK'dan hazzetmiyor, BDDK'yı eleştirenler de onun ekmeğine yağ sürüyorlar. Bu özerk kurumlar Türkiye'ye lazım.’’
Doğru lazım da, adam gibi yönetileni, işini iyi yapanı lazım. Böylesi değil.
Tam aksine, böylesi
‘‘aciz’’ özerk kurumlar, özerk kurum mantığını zayıflatıyor, istemeyenleri haklı hale getiriyor.
Üstüne üstlük de iktidarın istemediği özerk kurumların pisliğini görmezden mi geleceğiz?
BDDK'ya
‘‘kavram’’ olarak hiçbir karşıtlığımız yok.
Ama bu yönetime karşıyım. Ne düzenleyebilen, ne de denetleyebilen
‘‘acze’’ karşıyım.
Çünkü bu yönetimle BDDK'nın Türkiye'ye verdiği zarar, hortumcuların verdiğinden aşağı kalmıyor.
Özür dilemeye gerek yok
YILLARDAN beri
Uzan Ailesi'ni ve onların
‘‘yasalara meydan okuyan’’ işlerini yazarken, Türk basınının pek çok
‘‘önemli’’ ismi bu işe bulaşmaktan kaçındı. (Hálá ısrarla kaçınanlar da var.)
Büyük bölümü beni suçladı.
Bunu bir medya kavgası, beni de
Uzanlar'a karşı
Aydın Doğan'ın
‘‘tetikçisi’’ gibi lanse etmeye çalıştılar.
Şimdi ortaya çıkan gerçekler benim son derece haklı olduğumu, yazdıklarımın, gerçeklerin yanında
‘‘az bile olduğunu’’ gözler önüne serdi.
O günlerde bana
‘‘tetikçi’’ diyenler bugün
Uzanlar'la ilgili yazılarda benden daha sert ve acımasız bir üslup kullanıyorlar.
Yaklaşık 2 yıllık bir süreçte ortaya çıkan bu değişikliğe, sadece ve sadece bir tek gazeteci değindi.
4. Kuvvet Medya internet sitesinin sahibi
Ahmet Tezcan, ‘‘Fatih Altaylı'ya bir özür borcumuz’’ var deme yürekliliğini gösterdi.
Çünkü o da, o günlerde beni
‘‘tetikçi’’ gibi görenlerdendi. Hatta bir gün bunu karşılıklı olarak tartışmıştık.
Ben,
Aydın Doğan ile
Uzanlar arasında bir sorun olmadığını, sorunun kaynağının ben olduğumu söylemiştim.
Ahmet Tezcan ise
‘‘Dışardan öyle görünmüyor’’ demişti.
Şimdi artık içerden de, dışardan da görüntü net.
Uzanlar'ın benim ve pek çok kişi tarafından bilinen yüzü artık herkesçe bilinir oldu.
Benim yazdıklarım, bu
‘‘suç imparatorluğunun’’ sadece görünebilen yüzüydü.
Hukuk ve düzen tanımazlığın boyutu, devlet, yıllardan beri gözü önünde cereyan eden olaylara
‘‘dokunmak’’ zahmetini gösterince ortaya çıktı.
Şimdiye dek
Uzanlar'ın üzerine gitmeye çekinen, sindirilmiş, korkutulmuş kurum ve kişiler de olması gerektiği gibi davranmaya başladılar.
Cumhuriyet Gazetesi'ni yok eden adam olarak Türk basın tarihine geçecek olan
İlhan Selçuk ve Sabah Gazetesi'nde bana sövmek üzere kiralanmış birkaç zavallı dışında
Uzanlar'ın yaptıklarını
‘‘makul ve haklı’’ gören yok.
Ahmet Tezcan'ın özrüne gelince.
Hiç kimsenin bana bir özür borcu falan yok.
Önemli olan gerçeği bir gün görmektir. Sonra görenin, önce görene bir borcu olmaz.
Yeter ki, dürüst olsun.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Tribün terörünün, bölücü terör kadar tehlikeli olabileceğini anladığımız zaman.