Fatih Altaylı

Galeriye güvenip araç alanın günahı ne?

20 Ağustos 2004
<B>MALİYE,</B> bir grup Hummer H2 sahibinin araçlarına el koyarken, tek aklı başında ses hiç de öyle görünmeyen birinden, <B>Seren Serengil’</B>den yükselmişti.‘Ben bu aracı galeriden aldım. Bir hata varsa benim değil galerinindir. Aracıma el koyarlarsa dava açarım.’

Son derece aklı başında, mantıklı bir konuşmaydı.

Çünkü bu araçlar galerilerde, ilanla, ilanlarında fiyatları belirtilerek satılmıştı.

Bu araçlar Türkiye’ye kaçak olarak sokulmuş araçlar da değildi.

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın onayıyla, gümrüklerden yasal şekillerde ülkeye girmiş, alıcıları tarafından galerilerden yasal prosedürler sonucunda alınmışlardı.

Bu araçların ABD’de hangi fiyata alındığını, hangi aracılarla Türkiye’ye getirildiğini bilmek, aracı galeriden satın alan kişinin sorunu olamazdı.

Ama öyle olmadı.

Hummer H2’lere el koyuldu.

Vatandaşlar mağdur. Diyeceksiniz ki, bir arabaya bu kadar para veren varsın mağdur olsun, bize ne?

Ama işin aslı öyle değil.

Burada kusurun büyüğü devletin. Grey market denilen ve distribütörler dışında araç ithal edenlerin, bu araçları distribütörlerden daha ucuza nasıl sattığına iyi bakmak lazım.

Tabii bu benim işim değil. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın ve Maliye Bakanlığı’nın işi.

Bunlar işlerini iyi yapmayacaklar, iyi niyetle veya suiniyetle kendilerine sunulan her belgeyi gerçek kabul edecekler.

Onların ‘hatasıyla’ Türkiye’ye bazı mallar değerinden ucuza faturalanıp sokulacak. Sonra bunun faturası vatandaşa çıkarılacak.

Bana sorarsanız sadece Hummer’lar değil, pek çok araç Türkiye’ye ederinin altında sokuluyor. Birilerinin bu işle ciddi olarak ilgilenmesi lazım. Bu büyük vurgun, olan bitenden habersiz otomobil alanların suçu değil.

Hisseler düşüyor kredi notu yükseliyor

MEHMET Emin Karamehmet’in Turkcell’in hisselerini Yapı Kredi’den ‘şavullayabilmek’ için yaptığı hisse oyununu geçen hafta yazmıştım.

Hiçbir neden yokken İMKB’deki Turkcell hisseleri yüzde 20’nin üzerinde değer yitirmişti.

Uzmanlar bunun, Turkcell’in dışarıdaki hisselerini alacak olan Karamehmet’in bir oyunu olduğunu söylüyorlardı.

Dün ilginç bir gelişme oldu.

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarından biri, Turkcell’in kredi notunu yükseltti.

Yani hisseleri düşen bir şirketin durumunun iyiye gittiğini açıkladı.

Böylelikle, oynanan oyun iyiden iyiye ortaya çıktı.

SPK’nın bu ‘çirkin’ oyunu daha ne kadar izleyeceğini merak ediyorum.

En büyük Real Madrid

REAL Madrid ‘Her sezon bir flaş transfer’
sloganıyla bu sezon da Michael Owen’ı kadrosuna kattı.

Çok doğru bir iş yapıyorlar. Futbol işinde küçülerek kurtulmak yok. Yakın zamana kadar borç batağında bulunan Real Madrid, önce gayrimenkullerini değerlendirip düze çıktı, şimdi de para harcayarak para kazanıyor.

Üç yıl öncesine kadar tribünleri doldurma konusunda Avrupa üçüncüsü olan Real Madrid, geçen yıl yaptığı atakla Avrupa’nın tribünleri en fazla dolduran takımı oldu.

Geçen yıl Real Madrid’i Barnebau Stadı’nda izleyen ortalama taraftar sayısı 69 bin 230 olmuş.

Onu Borussia Dortmund 67 bin 765 seyirciyle izlerken, geçen yılların farklı birincisi olan Manchester United’ın ortalama izleyici sayısı 67 bin 602’ye gerilemiş.

Barcelona 66 bin 60 seyirciyle dördüncü, Inter 61 bin 945’le beşinci, Milan da 61 bin 535’le altıncı olmuşlar.

30 takımlık listenin son sırasında 36 bin 720 izleyiciyle Olimpik Lyon var.

Türkiye’den sıralamaya giren takım ise yok.

UEFA’ya göre Avrupa’da en fazla taraftarı olan takım Galatasaray, Ali Sami Yen’i her maç fullese, izleyici sayısı 20 bini bulmuyor.

20 bin seyirciyle kulüp dönecek, borçlar ödenecek...

Yok daha neler...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Devlet kör gibi davranmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

BDDK içinde anlaşmaya karşı olanlar mı var?

19 Ağustos 2004
<B>BDDK </B>içinden bana önemli bir iddia ulaştı. Biliyorsunuz, bir süreden beri BDDK ve TMSF’nin <B>Mehmet Emin Karamehmet </B>ile yaptığı anlaşmanın açıklanmasını istiyorum. İstiyorum ki, bu anlaşmadaki ‘açıkları’ ve ‘rezillikleri’ bulup yazabileyim.

Ancak haftalar önce açıklanacağı söylenen anlaşmayla ilgili BDDK’dan bir ses yok.

Allah uzun ömür versin, eski Başkan Engin Akçakoca da, hesabını veremeyeceği işler yapmaya başlayınca benim sorulara yanıt veremez olmuştu.

‘Bunlar da öyle oldu galiba’ diye düşünürken, BDDK içinden ilginç bir ‘tüyo’ geldi.

Bana gelen bilgiye göre, BDDK yönetiminde ve BDDK çalışanları arasında benim gibi düşünenler varmış.

Kurul üyelerinden 2 kişi ve BDDK’da sorumlu mevkilerde çalışan bazı ‘şerefli’ bürokratlar, Mehmet Emin Karamehmet ile yapılan anlaşmayı ve bu anlaşmanın eklerini imzalamayı reddetmişler.

Bu nedenle anlaşma bir türlü imzalanıp yürürlüğe sokulamıyormuş.

Eğer bu bilgi doğruysa, Türkiye’nin birkaç milyar dolar daha soyulmasına ‘aslanlar’ gibi direnen bu şerefli adamların ellerine sağlık.

Sel felaketinde herkes haklı, herkes haksız

İSTANBUL’u vuran sel felaketinin ardından herkes birbirini suçluyor. CHP, AKP’yi; AKP’li belediye başkanı, eski belediyeleri, herkes herkesi.

Aslında işin doğrusu da bu.

Herkes suçlu.

Mesela Alibeyköylü bir vatandaş dert yanıyor: ‘42 yıldır burada oturuyorum. Evimi 84 kez su bastı.’

Peki senin ne işin var hálá orada?

CHP, AKP’li belediyeyi suçluyor. Peki o sel basan varoşlarda yıllarca İstanbul’u yöneten belediyelerin, varoşlara gelenlere bedava süt ve ekmek promosyonu yapan Nurettin Sözen’in hiç mi suçu yok?

Tayyip Erdoğan kaçak inşaatların kusurlu olduğunu söylüyor. 1994 seçimleri öncesinde kendi oturduğu evin kaçak olduğu ortaya çıkan Tayyip Erdoğan, bu kenti bir buçuk dönem yönetmedi mi?

Herkes herkesi suçluyor ve herkes doğru söylüyor. Herkes suçlu.

Ama bir şey net.

Aslan yaşadığı yerden belli olurmuş.

Biz b.. içinde yaşıyoruz.

Sigaranın vergisi çok az

TÜRKİYE’
de devlet vergi toplamaktan aciz, ücretliler dışında kalan vatandaşlar vergi ödemekten kaçar olduğu için Maliye, ‘dolaylı vergi’lerle vergi toplamaya çalışır.

KDV, ÖTV gibi vergiler malların fiyatlarının üzerine bindirilir.

Burada mantık şudur:

Alacak parası varsa vergi kaçırmıştır.

Böylelikle namuslu, vergisini ödeyen vatandaş iki, hatta üç kere vergilendirilmiş olur.

Hele hele bazı ‘zaruri’ ihtiyaçlar vardır ki, bunların vergileri ve fonları acımasızdır.

Mesela, akaryakıtta malın fiyatının çok çok üzerinde fon ve vergi vardır.

Bununla ilgili olarak birisi sesini yükseltince hemen Avrupa’daki akaryakıt fiyatları örnek gösterilir ve Türkiye’deki akaryakıt fiyatının Avrupa standardına yakın olduğu anlatılır.

Biz de bu açıklamaya ses çıkarmayız.

Ancak akaryakıt gibi temel bir maddede ‘Avrupa standardında’ uygulanan vergi ve fonlar, nedense ‘sigara ve tütün’ gibi zararlı bir madde söz konusu olunca uygulanmaz.

Temel bir enerji kaynağı acımasızca vergilendirilirken, tütün gibi bir ‘zehir’ kaynağında vergiler insaflı tutulur.

Ben hep merak ederim; madem akaryakıt fiyatında Avrupa fiyatını temel alıyoruz, sigarada neden aynı işi yapmıyoruz?

Bugün Avrupa’da, daha doğrusu gelişmiş ülkeler arasında sigaranın en ucuz olduğu yer Türkiye.

İngiltere’de bir paket sigara 7 milyon TL’nin üzerinde.

Avrupa’da ortalama fiyatlar 6 milyon TL civarında.

Amerika’da da durum hemen hemen aynı.

Sigaranın maliyeti ve fiyatı hemen hemen her yerde aynı olduğuna göre demek ki, tütün ve tütün mamulleri üzerinde çok ciddi bir vergi var.

Üstelik bu vergi haksız bir vergi de değil.

Sigaranın neden olduğu ‘sağlık sorunları’ nedeniyle her yıl devletin sosyal güvenlik kurumlarının uğradığı zarar ancak milyarlarca dolarla ölçülebilir.

AB’ye girmeye hazırlanan Türkiye, bütün vergilerde AB’nin üzerinde oranlar uygularken, sigarada neden bunu yapmaz?

Varsa bir yanıtı olan, versin!

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Ülkeyi yönetenler ülkenin soyulmasına bırakın seyirci kalmayı, aracılık etmedikleri zaman.
Yazının Devamını Oku

Erdoğan’ın asları İsrail’e gidiyor

18 Ağustos 2004
<B>TÜRKİYE-</B>İsrail son dönemde gerginleşmişti. İsrail’in Kuzey Irak’taki faaliyetleri, bu faaliyetlerin Dışişleri Bakanı <B>Abdullah Gül </B>vasıtasıyla Amerikan medyasına yansıması, Başbakan <B>Erdoğan’</B>ın İsrail’le ilgili çıkışları bardağı ağzına kadar doldurdu. Gerilen ilişkilerden ABD de büyük rahatsızlık duyuyordu. ABD’deki İsrail lobisi bu rahatsızlığı her iki tarafa da uygun dille iletmeye çalıştı. Bir ay kadar önce İsrail Başbakan Yardımcısı Ankara’ya gelerek ilişkilerin ‘tamiri’ konusunda önemli bir adım attı.

Ancak gerilimin dozu tam olarak düşmedi. Başbakan Erdoğan’a sürekli olarak Türkiye açısından İsrail’in ve İsrail lobisinin gücü hatırlatıldı. Erdoğan Türkiye açısından İsrail’in önemini biliyordu ama o da kendisine mesaj iletenlere Türkiye’nin de İsrail açısından taşıdığı önemi hatırlattı hep.

Şimdilerde İsrail ile ilişkileri düzeltmek için yeni bir adım atılacak.

Başbakan Erdoğan, 30 Ağustos’ta İsrail’e çok önemli bir jest yapacak. Özellikle dış politika konusunda en yakın çalışma arkadaşlarını ‘toplu halde’ İsrail’e gönderiyor.

AKP’nin liberal kanadının en önemli üç ismi, bir heyet halinde İsrail’e gidecek ve ilişkilerin ‘tamiri’ için kritik görüşmeler yapacaklar.

Şaban Dişli, Ömer Çelik ve Egemen Bağış 30 Ağustos’ta İsrail’e gidiyorlar. Bu gezinin tek hedefi İsrail. Bu üç isim İsrail’de çok üst düzey görüşmeler yapacak, ilişkilerde sorun yaratan noktaları masaya yatıracaklar. İsrail’in de Türkiye’yi rahatsız edecek bir tutum içinde olmadıklarını bu gezi sırasında net bir şekilde ifade edecekleri umuluyor.

Erdoğan’ın ‘üç asının’ gezisi ilişkileri normale döndürecek gibi görünüyor.

Sata sata Türkiye biter mi?

YABANCI uyrukluların emlak alımına imkan veren yasal düzenlemeden sonra, Türkiye’de pek çok yabancı emlak almaya başladı. Dünyanın pek çok ülkesinde bu uygulama var.

Pek çok Türk’ün özellikle ABD veya İngiltere’de mal mülk sahibi olduğunu biliyoruz. Biraz daha ‘zevkli’ olanlarının İtalya, Fransa ve İsviçre’de mülkleri var.

Şimdi de yabancılar Türkiye’de mülk sahibi olabiliyorlar. Bence bir zararı yok. Tabii bu arada spekülasyonlar gırla. Yakında bu yasaya karşı bir kampanya açılırsa hiç şaşırmam. Spekülasyonların hedefinde ise İsrailliler var. İsraillilerin GAP bölgesinde çok miktarda arazi aldıkları iddiaları bir süredir ortalarda dolaşıyor.

Bu ‘iddialar’ İsrail’i rahatsız etmiş olmalı ki, önceki gün İsrail Başkansolosluğu’ndan Kanal D Haber’e bir bilgi yollandı.

Yollanan bilgide Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nden alınan veriler var. Buna göre yabancılara satılan toplam arazi sayısı: 42 bin 884. Bu arazileri 44 bin 740 kişi almış. Arazilerin toplam büyüklüğü 273 milyon 408 bin 382 metrekare.

Bu araziler içinde 95 İsrail vatandaşına satılan 130 parselin büyüklüğü ise 61 bin 946 metrekare. Satılan 273 milyon metrekare arazi içinde en fazla pay Arap komşularımıza ait. 273 milyon metrekarenin 252 milyon metrekaresini Arap ülkelerinin vatandaşları almış. Türkiye’de en fazla arazi alanlar ise Suriye vatandaşları. 2462 Suriye vatandaşı Türkiye’de toplam 245 milyon 852 bin 582 metrekare arazi almış.

Onu Lübnanlılar takip ediyor. 200 Lübnanlının aldığı arazi toplamı 3 milyon 718 bin metrekare.

Suriyelerin aldığı arazilerin illere göre dağılımı da bilgi olarak veriliyor.

Hatay’da 114 milyon 33 bin 913 metrekare, Kilis’te 54 milyon 940 bin 860 metrekare, Mardin’de 49 milyon 991 bin 629 metrekare, Gaziantep’te 23 milyon 4 bin 187 metrekare ve Adana’da 2 milyon 14 bin 462 metrekare arazi Suriye vatandaşları tarafından satın alınmış.

Türkiye bu şekilde satılarak bitmez. Böyle bir paranoyaya sahip değilim. Bu bilgilerin Türkiye açısından ‘stratejik’ bir önemi var mıdır onu da bilmiyorum.

Ama bana ilginç geldi...

Size...

Atina’da tribünlere asker mi oturacak?

İSTANBUL
olimpiyatları düzenlemek için uğraşırken, Hıncal Uluç ‘Olimpiyat bizim neyimize? Burada olimpiyat düzenlesek rezil oluruz. Futboldan başka spor tanımayan bu millet oyunlara gitmez boş tribünlerle ele güne rezil rüsva oluruz’ diye karşı çıkardı. Atina Olimpiyatları Uluç’un kaygılarını haklı çıkarır nitelikte. Tribünler bomboş. Yunanlıların favori olduğu halterde bile salonun yarısından fazlası boştu.

Yabancı basın, Yunanlıların olimpiyat yerine tatile gitmeyi tercih ettiğini yazıp dalga geçerken, Uluslararası Olimpiyat Komitesi, Atina Organizasyon Komitesi’nden boş tribünlere acil bir çare bulunmasını istedi. Şimdi Yunanistan’da sivil giydirilmiş ordu birliklerinin tribünlere oturtularak görüntüyü kurtarması düşünülüyor.

Acaba oyunlar bizde olsaydı, görüntü sizce farklı olur muydu?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Önlemin sadece devlet veya kamu kuruluşları tarafından alınan bir şey olduğunu zannetmediğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Ulaştırma Bakanı’nın istifasını Başbakan mı kabul etmedi?

17 Ağustos 2004
<B>CUMARTESİ </B>günü cep telefonum çaldı. Ulaştırma Bakanlığı Özel Kalemi’nden, <B>‘Sayın Bakan görüşmek istiyorlar’</B> dedi. Epey bir bekledikten sonra Ulaştırma Bakanı <B>Binali Yıldırım’</B>ı bağladılar. Ben de bu arada cep telefonundan aradığı zaman numarayı bizzat kendisi çeviren Bülent Ecevit’i andım. Neyse, Bakan Yıldırım bağlandı. O gün bu köşede iki farklı yazı vardı. Yazılardan birinde ‘İstifa şart mıdır?’ diye sormuş ve Türkiye’nin nice rezaletler yaşadığını ama hiç kimsenin istifa etmediğini, kimsenin aklına da istifa istemek gelmediğini yazmıştım. Diğer yazıda ise Bakan Binali Yıldırım’a istifa etmesini öneriyordum. Bakan Yıldırım ‘İki yazınız birbiriyle ters düşüyor. Çelişki, okurlarınızın kafasını karıştırabilir’ dedi.

‘Haklısınız’ dedim, ‘Fikir cimnastiği yaptım ama şahsi fikrimi soruyorsanız ilk kazadan sonra hemen istifa etmeniz gerekirdi. Hem bir geleneği başlatırdınız, hem de hükümeti rahatlatırdınız’.

Yanıtladı:

‘Fatih Bey, o gün de söyledim şimdi bir kez daha söyleyeyim. Soruşturma sonucunda kusurum çıkarsa bir dakika bile beklemeyeceğim. Ama soruşturmanın sonucunu beklememiz lazım.’

‘Sayın Bakan bu soruşturmadan sizin kusurlu çıkmanız mümkün değil. Çünkü birebir kusurlu olmanız mümkün değil’
diye araya girdim.

‘O zaman niye ben suçlu gösteriliyorum. Birileri yanlış bir şey yaptı diye, bir yerde bir hata oldu diye ben mi suçlu olacağım. Üstelik siz de söylüyorsunuz. Yıllardır ihmal edilmiş bir demiryolu sistemi var’ diye devam etti.

‘Sayın Bakan, hepimiz biliyoruz ki, ilk kazada treni deviren siz değilsiniz. İkinci kazada da kırmızı ışıkta geçen siz değilsiniz. Ama sorumluluk başka bir şeydir. Altınızda çalışan kişilerin yapmış olduğu iyi şeylerin, doğru şeylerin sorumluluğunu alıp başarı diye gösterdiğiniz zaman kimse bir şey demiyor. Ama aynı kadroların başarısızlığı söz konusu olduğu zaman bunu da üstlenmeniz lazım. İyi şeyler sizin hesabınıza, kötü şeyler altlarınızın hesabına yazılamaz. O zaman iyi bir şey olduğu zaman da sizin bunu üstlenmemeniz lazım. İyiyi üstlenen, kötüyü de üstlenmeli. Bu yüzden de istifa etmeniz en doğrusu olurdu. Ülkeye hizmetin tek yeri bakanlık koltuğu değil’ dedim.

‘Peki siz benim ne yaptığımı ne biliyorsunuz. Benim sorumlu olduğum bir üst makam var. Ben istifa etsem bile o makam bunu kabul etmeyebilir. Etmemiştir de’ deyince sordum: ‘Yani siz istifa ettiniz ve Sayın Başbakan kabul etmedi. Bunu mu söylüyorsunuz?’

‘Ben gereği neyse yaparım. Yaptım da. Bunu söylüyorum’
dedi. Yazımın biraz kafa karıştırıcı olduğunu bir kez daha tekrarladı ve vedalaştık.

Anladığım kadarıyla ilk kazadan sonra Binali Yıldırım istifa etme önerisini Başbakan Erdoğan’a götürmüş, ancak Başbakan bunu kabul etmemiş.

Bence yanlış yapmış.

Vatikan, Türkiye’ye değil laikliğe karşı

GEÇEN hafta Katolik Hıristiyan camiasının önemli isimlerinden Kardinal Joseph Ratziger, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı sert bir çıkış yaptı. Vatikan’ın bu konudaki tavrı bilinmekle beraber, şimdiye dek böylesi bir fikri yüksek sesle dile getirmemişlerdi.

Bu açıklamayla birlikte Vatikan, ilk kez Türkiye’nin AB üyeliği konusunda tavır almış ve net bir açıklama yapmış oldu. Kardinal Ratziger’e göre, Avrupa Hıristiyan bir toplumdur ve Türkiye’nin bu toplum içinde yeri yoktur. Bu sözler Türkiye’de değerlendirilirken, konu Avrupa’nın bir Hıristiyan Kulübü olarak kalma isteğine bağlandı.

Oysa bu çok yanlış bir değerlendirme. Vatikan, Türkiye’nin AB içinde yer almasını istemiyor; çünkü Türkiye’nin AB içinde yer alması, Vatikan’ın AB içindeki gücünü etkileyecek. Vatikan’ı korkutan Türk halkının Müslüman olması değil. Vatikan, Türkiye’nin AB’ye dahil olmasıyla birlikte AB içinde ‘laik’ geleneğin kökleşmesinden, AB içinde din faktörünün ve buna bağlı olarak Kilise’nin gücünü yitirmesinden korkuyor. Vatikan, AB’nin temel yapıştırıcısının Hıristiyanlık olduğunu ve bunun böyle kalmasını savunuyor. Böyle olduğu müddetçe, Vatikan’ın siyasi ve ekonomik gücünü koruyabileceğini, ‘laik’ bir Avrupa içinde bu gücün kaybolacağını hesaplıyor.

Vatikan’ın ilk kez böylesi net bir tavır alması, aralık ayına doğru, işlerin Türkiye lehine geliştiğinin bir göstergesi. Ancak Vatikan’ın da buna karşı gücünü ortaya daha sert bir şekilde koyacağını da hesaba katmak gerek.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Afetlere karşı önlemin afetten birkaç saat önce değil, yıllar boyunca alınması gerektiğini yöneticilerimiz öğrendikleri zaman.
Yazının Devamını Oku

Giderek Engin Akçakoca dönemine dönüyoruz

16 Ağustos 2004
<B>BDDK </B>cuma günü bir basın açıklaması yapınca umutlandım. <br><br><B>‘Galiba Çukurova ile yaptıkları anlaşmayı ve Mehmet Emin Karamehmet’le hangi koşullarda el sıkıştıklarını açıklayacaklar’</B> diye düşündüm. <br><br>Nerede. Yapı Kredi’nin olası satışıyla ilgili olarak danışmanlık yapacak yatırım bankasını nasıl seçecekleri yolundaki bir ‘hikáyeyi’ açıklamışlar.

Ben ise hikáye değil, somut bir şey soruyorum.

‘Devlete 6 milyar dolar borcu olan Mehmet Emin Karamehmet’le yaptığınız anlaşmayı açıklar mısınız?’

Son derece anlaşılır bir soru.

Yanıtı da basit olmalı çünkü bir anlaşma imzaladılar. Bunun bir kopyasını bana fakslarlar, buna tenezzül etmiyorlarsa internet sitesine koyarlar veya bir basın toplantısı ile açıklarlar.

Hayır yapmıyorlar.

Televizyonlara çıkıp konu hakkında bilgisiz kişilerin sorularına ‘kaçamak’ yanıtlar veriyorlar.

Ama anlaşmayı açıklayamıyorlar.

Hadi bekliyorum.

Yoksa siz de Engin Akçakoca ve arkadaşları gibi ‘Açıklanması mümkün olmayan’ anlaşmalar yapmaya başladınız da, bunun ortaya çıkmasını mı istemiyorsunuz!

Turkcell hisseleri neden düşürülüyor?

TMSF Başkanı Ahmet Ertürk ile yaptığım son görüşmede, ‘Mehmet Emin Karamehmet 20 ay içinde bu borcun tamamını ödesin. Ben de gelip sizin kapıda anırırım’ dedim.

Güldü.

Biliyorum ki ödemeyecek. Önce Yapı Kredi’deki Turkcell, Turkcell Holding, Fintur ve Digiturk hisselerini alacak.

Sonra eski anlaşmaya geri dönmek istiyorum diyecek.

Burası ayan beyan ortada.

Ve ben ne yazık ki bunu engelleyemeyeceğim. Çünkü sorumlular sorumsuzca davranıyor.

Bu arada Mehmet Emin Karamehmet yeni bir oyuna başladı. Ve devletin ilgili makamları henüz bu işe uyanamadılar.

Açıklamayan anlaşmadan anladığımız kadarıyla Mehmet Emin Karamehmet, Turkcell hisselerini geri alırken, eylül ayı içinde borsada oluşacak fiyat baz alınacak.

Ve bakın şu işin ilginçliğine, Turkcell hisseleri ortada hiçbir neden olmadığı halde düşüyor.

BDDK ile Mehmet Emin Karamehmet’in el sıkıştığı günden bu yana Turkcell’in piyasa değerinde ortada hiçbir neden yokken müthiş bir gerileme var.

Anlaşmanın açıklandığı gün piyasa değeri 7.5 milyar dolar olan Turkcell’in değeri dün borsadan aldığım bilgiye göre 5 milyar dolara gerilemiş.

5 milyon aboneyle halka açıldığında 13 milyar dolar biçilen Turkcell, bugün 20 milyon aboneyle 5 milyar dolar.

İşi bilen bir borsa uzmanı, bunun bir oyun olduğunu söylüyor.

Hisselerin değeri bilerek düşürülüyormuş. Borsa uzmanı, ‘Merak etmeyin, daha da düşecek. Mehmet Emin Karamehmet, hisseleri devletten geri aldığı gün ise hızla yükselmeye başlayacak’ dedi. Umuyorum SPK bu oyuna el koyabilir.

Karamehmet’in ne çevirmeye çalıştığını anlıyorum ama yine de bunu yazmak için anlaşmanın açıklanmasını bekliyorum.

Turkcell’e teşekkür

TURKCELL, Kayseri’de yaşayan bir abonesine toplamı onlarca milyar lirayı bulan iki faturayı peş peşe gönderince vatandaş şaşırmış.

Ben de Karamehmet aleyhine yazıyorum diye bana göndermiş.

Ben de faturaları alıp, hikáyeyi dinleyince faturaları ve hikáyeyi Turkcell’in ilgili birimlerine aktardım.

Hemen incelemişler. Faturaların hatalı olduğunu tespit etmişler, sorunu çözmüş, borcu sıfırlamış ve telefon açıp bir de özür dilemişler.

Sorunu çözülen okurum da durumu anlatan bir faksı bana yolladı.

Turkcell boşu boşuna dünyanın saygın operatörlerinden biri haline gelmemiş anlaşılan.

BDDK, SPK’yı yok sayabilir mi?

BDDK
ve TMSF anladığım kadarıyla Türkiye’de ‘yasa tanımazlık abidesi’ olma peşinde...

Çünkü açıklayamadıkları anlaşmanın ‘açıklanabilmiş’ kadarında bile ciddi bir ‘kanun dışılık’ var.

Gelin ne olduğunu anlatayım.

Biliyorsunuz Mehmet Emin Karamehmet, Yapı Kredi Bankası’nın iştirakleri arasında bulunun Turkcell, Digiturk ve Fintur hisselerini bankaya bir para ödeyip alacak.

Bu paranın ne kadar olacağı ve nasıl ödeneceği konularında BDDK ile Karamehmet anlaştı.

Ancak bu anlaşma yasalara aykırı.

Çünkü Yapı Kredi Bankası halka açık bir şirket.

Mehmet Emin Karamehmet’e ait olan kısmı bankanın yarısı bile değil. Yüzde 40’ı civarında.

Yani bu bankadaki varlıkların yüzde 60’ı bu bankanın küçük ortaklarına ait.

Dolayısıyla banka envanterinde bulunan bütün hisseler gibi, Turkcell, Digiturk ve Fintur hisselerinin de yüzde 60’ı küçük ortakların.

Sermaye Piyasası Kanunu’na göre, şirketler bu gibi iştiraklerini hákim ortaklara avantaj sağlayacak şekilde satamazlar.

Yasal olarak mümkün olmayan bir şeyi BDDK ile yapılan bir anlaşmaya dayanarak yapmak mümkün değil.

Yapı Kredi Bankası’ndaki bu hisselerin satışı ancak ‘Açık artırma veya ihale’ yoluyla mümkün.

Çünkü bu hisselerin değeri piyasa tarafından belirlenebilir. Yani birisi çıkıp bu hisseleri Mehmet Emin Karamehmet’in BDDK ile yaptığı anlaşmada öngördüğü fiyattan daha yüksek fiyata satın alabilir.

Buna rağmen bu hisseler Mehmet Emin Karamehmet’e satılmışsa, zarara uğrayan küçük ortaklar olur.

Sermaye Piyasası Kanunu’na ‘alenen’ ters düşen bu duruma karşı Sermaye Piyasası Kurulu’nun bir önlem alması gerek.

Özerk bir kurumun başka bir özerk kurumu ve onun varoluşunu sağlayan yasaları tanımaması olacak şey değil.

O özerk kurum ‘Başına buyrukluğu kurumsal hale gelen’ BDDK olsa bile.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

En çok sevdiklerimize en az vakti ayırmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

İstifa şart mıdır?

14 Ağustos 2004
<B>BU </B>yazdıklarım bazılarını yine kızdıracak ama yazmasam olmaz. <br><br>Tren kazaları oldukça Ulaştırma Bakanı’na hep birlikte yükleniyoruz. İyi de, yarım asırdır hiçbir yatırım yapılmayan, kaderine terk edilmiş, köhneleşmiş bir demiryolu sisteminin bütün suçunu mevcut bakana ve genel müdüre yüklemek doğru mu?

Hızlandırılmış tren kazasında yüklenmekte haklıydık.

Çünkü yetersiz altyapıya rağmen, bilimsellikten uzak keyfi bir kararla treni hızlandırmış, 38 vatandaşımızın ölümüne neden olmuşlardı.

Ama son meydana gelen kazada bakan ve genel müdürün ne suçu var?

Şimdiye dek pek çok uçak kazası oldu. Bunlarda ya pilot, ya DHMİ hatalıydı.

Bu kazalardan sonra THY Genel Müdürü’nün, DHMİ Genel Müdürü’nün ya da THY’nin bağlı olduğu Özelleştirme İdaresi Başkanı’nın istifasını istedik mi?

İkinci tren faciasından sonra arayan bir vatandaş telefonda, ‘Hadi bakalım şimdi de koru Başbakan’ını’ diyordu.

Güldüm. Otobüs kaza yapıp 40 kişinin ölümüne neden olunca otobüs şirketinin veya kaza raporuna göre Karayolları Genel Müdürü’nün istifasını isteyen oluyor mu?

Duygusal ve tepkisel davranmaktan vazgeçmemiz gerek.

Demiryolu son birkaç olaya rağmen hálá en güvenli ve en önemli taşıma aracı.

Bütün bu olanları fırsata çevirip, demiryolu taşımacılığına konsantre olmalı, yarım yüzyılı aşkın süredir kaderine terk edilen TCDD’ye sahip çıkmalıyız.

Hazır kamuoyunun dikkati demiryollarına çevrilmişken, yatırımları artırmalı, teknolojiyi yenilemeliyiz.

Demiryollarını kapatırsak hiç kaza olmaz. Bunu mu istiyoruz?

NOT: Bu yazıyı Bakan Yıldırım’ın açıklamasından bir gün önce yazmıştım. Dün lokomotiflere otomatik fren sisteminin takılacağı açıklaması yapıldı. Bence demiryollarını bir büyük proje haline getirmeli, ciddi bir yenileştirme ve modernleştirme projesi hazırlayıp uygulamaya koymalıyız.

Bakanın istifası Başbakan’ı rahatlatır

ULAŞTIRMA
Bakanı’nın ilk kazada kusurlu, diğerlerinde ise suçsuz olduğunu düşünüyorum.

Toplumun geniş kesimi, Ulaştırma Bakanı’nın görevden alınması veya istifa etmesi gerektiğini düşünüyor.

Ama bırakın Ulaştırma Bakanı’nı, arkadaşı TCDD Genel Müdürü bile istifa etmiyor.

Başbakan’a da Ulaştırma Bakanı’nı görevden almadığı için kızanlar çoğunlukta.

Başbakan arkadaşlık, kader ortaklığı, vefa gibi duygusal ve anlaşılabilir insani nedenlerle Binali Yıldırım’ı görevden almıyor olabilir.

İnsani ve duygusal açıdan kabul edilebilir olan bu tavrın ülke yönetiminde, sorumluluk açısından yanlış olduğu su götürmez bir gerçek.

Ama Başbakan Erdoğan’ın duygusal tarafının çok ağır bastığını biliyoruz.

Burada görev Binali Yıldırım’a düşüyor.

Toplumda bu kadar ağır bir tepki varken, Bakan Yıldırım da aynen Başbakan’ı gibi ‘insani ve duygusal’ ama aynı oranda da ‘doğru ve gerekli’ bir karar alıp istifa etmelidir.

Yıldırım’ın istifası, Başbakan Erdoğan’ı siyasi olarak çok rahatlatacaktır.

Erdoğan ve Yıldırım büyük bir olasılıkla Türk insanının ‘zayıf hafızasına’ güveniyor ve ‘nasılsa unutulur’ diye düşünüyor olabilirler.

Doğru; bazıları bunu unutur ama siyasi erozyon işte böyle başlar.

Herkes her olayı hatırlamaz ama herkes biraz biraz bir şey hatırlayınca bir de bakarsınız ki siyaseten bitmişsiniz.

Mesut Yılmaz’ı, Tansu Çiller’i bitiren tek bir olay değildi kuşkusuz.

Küçük küçük yüzlerce birikim onları götürdü.

Binali Yıldırım bunu düşünüp Tayyip Erdoğan’a borcunu ödemeli.

Makinistler Hürriyet çalışanı mı?

TREN kazalarından sonra Ulaştırma Bakanı ve TCDD Genel Müdürü, kurtuluşu, suçu makinistlere yüklemekte buluyorlar.

Haklı olabilirler. Makinistler ‘kusurlu’ olabilir.

Ama o ‘kusurlu’ makinistler Hürriyet Gazetesi çalışanı değil. Onlar da TCDD’nin birer elemanı.

O kurumun, ehliyetlerine ve bilgilerine güvenip binlerce yolcuyu emanet ettiği kişiler.

Makinistler kusurluysa, personel çalıştıran kurum da, o kurumun yöneticileri de kusurlu demektir.

Makinist yetiştirmek, onları kusursuz hale getirmek benim değil, TCDD’nin işi.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Ülkeyi korumak için ant içenler, koltuğu korumayı daha önemli hale getirmedikleri zaman.
Yazının Devamını Oku

Bu anlaşma kabahat mı ki gizliyorsunuz!

13 Ağustos 2004
<B>BDDK </B>ve TMSF Çukurova Grubu ile yapılan anlaşmanın detaylarını bir türlü açıklayamıyorlar. Haklılar. Çünkü <B>‘kabahat gizli yapılırmış’</B>. BDDK ve TMSF çok iyi biliyor ki, yapılan anlaşma Türk halkının soyulma, Mehmet Emin Karamehmet’in zenginleştirilme anlaşmasıdır. Bu anlaşmayı açıklarlarsa benim tarafımdan delik deşik edileceğini ve diz boyu rezilliğin ortaya döküleceğini biliyorlar.

Önceki gün Ertuğrul Özkök ile bu konuyu konuşuyorduk. Dün çok doğru bir tespitle ‘Hani bilgi edinme yasası vardı’ diye sordu.

Yasa var ama kamunun milyarlarca dolarını uçuran bir anlaşma ile ilgili bilgi yok. AB’ye girecekmişiz. Bir AB ülkesinde böyle bir anlaşma halktan gizlenecek, o AB ülkesinde iktidar yerinde kalacak.

Mümkün değil.

Elimizdeki tek bilgi BDDK 2. Başkanı Şakir Ercan Gül’ün birkaç cümlesi. Bu açıklamadan anladığımız kadarıyla Karamehmet ile yapılan anlaşma ilk anlaşmada yer alan bir maddeye dayandırılıyor. 31 Ocak 2003 tarihli sözleşmede ‘Borcun 3’te 1’i ödendiği zaman ek iskonto yapılabilir’ diye bir madde bulunuyor.

Yeni anlaşma buna dayandırılıyor. Sayın Şakir Ercan Gül’ün matematik bilgisi var mı acaba?

Devlete 6 milyar dolara yakın borcu olan Mehmet Emin Karamehmet’in ödediği para 28 milyon dolar. Hadi yasaya aykırı olmasına rağmen BDDK tarafından kabul gören 1.8’lik hisse devrini de ödeme sayalım. Etti 126 milyon dolar. 126 milyon dolar ne zamandan beri 6 milyar doların üçte biri oluyor! BDDK ve TMSF’yi uyarıyorum.

Bu anlaşmayı en kısa sürede, yani bugün açıklamak zorundasınız.

Yoksa aklıma başka şeyler gelmeye başlayacak.

Bu hükümeti bugüne kadar desteklememin temel nedenlerinden biri hırsızlığa, yolsuzluğa dur deme konusunda gösterdiği cesaretti.

Yok eğer bu hükümet de kendi hırsızını yaratacaksa, bizim tavrımız da ona göre olur.

Benden söylemesi...

Yargıtay Başkanı’nı boşuna yıpratmayın

YARGITAY Başkanı ile Alaattin Çakıcı arasında ‘rabıta’ kurulmaya çalışılıyor. Neymiş, Yargıtay Başkanı’nın evini onaran müteahhit Çakıcı’nın arkadaşıymış. Bu onarım bedava yapılmış.

Ayıp...

Haberleri okuyunca anlaşılıyor ki, Yargıtay Başkanı’nın olayla ilgisi yok. Kendisine tavsiye edilen bir inşaatçıya iş yaptırmış.

Adam kanun kaçağı değil, sabıkalı değil. Yargıtay Başkanı ne bilsin adamın arkadaşı kim!

Bu kadar önemli bir kurumun başkanı hakkında kafalarda soru işareti yaratmak bile gereksiz. Bence bu konunun değil, bazı Yargıtay üyeleriyle ilgili olarak daha önce açılan ve ‘kapatılan’ soruşturmanın üzerine gitmek daha doğru olurdu. Burada pis bir şey yok. Ama diğeri...

SPK’dan YKB yönetimi hakkında suç duyurusu

DÜN
Yapı Kredi Bankası Yönetim Kurulu’nun, SPK uyarısına rağmen bankaya atılan kazığı kabullendiğini yazmış ve SPK’nın neden sessiz kaldığını sormuştum. SPK Başkanı Doğan Cansızlar aradı ve ‘Sessiz kalmadık’ dedi. Tam aksine Yapı Kredi Bankası Yönetim Kurulu hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunmuşlar.

‘... verilen sürede kurul kararını yerine getirmeyerek, Ernst&Young Delta Kurumsal Finansman Danışmanlık ve Deloitte&Touche Denetim tarafından düzenlenen değerleme raporlarında yer alan değerlerin ortalamasının alınması suretiyle hesaplanan 96 milyon 672 bin ABD Doları tutarında örtülü kazanç aktarımı fiilinin gerçekleşmesine ve banka yatırımcılarının zarar görmesine sebebiyet veren Banka yönetim kurulu üyeleri A. Rona Yırcalı, Özer Seliçi, Naci Sığın, R. Deniz Gökçe ve Selçuk Altun hakkında Sermaye Piyasası Kanunu’nun 47. maddesinin A6 bendi uyarınca Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulmasına’ şeklindeki kararı da SPK bana gönderdi.

Yani Sermaye Piyasası Kurulu soygunun en azından bir bölümünü durdurmak istiyor. Bu arada bir isme dikkatinizi çekmek istiyorum. Yapı Kredi Bankası Yönetim Kurulu üyesi R. Deniz Gökçe.

Bu adam Karamehmet’in gazetesinde kendisine tahsis edilen bölgede bana sövüyor ve anlaşmayı savunuyor. Bence anlaşmayı savunacağına, SPK’nın yaptığı suç duyurusunda kendini nasıl savunacağını düşünsün.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Ülkeyi yönetenler ahlaksızlar arasında ayrım yapmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Kusura bakmayın ben bu işi kurcalarım

12 Ağustos 2004
<B>BDDK </B>Başkanı <B>Tevfik Bilgin’</B>in <B>‘Çukurova anlaşmasını kimse kurcalamaya kalkışmasın’ </B>sözleri tepemi attırdı <br><br><B>Bilgin </B>kusura bakmasın ama bizim işimiz kurcalamak. Her ne kadar o ‘Anlaşmayı yarın internet sitemize koyacağız’ deyip saklamaya ve kamuoyundan kaçırmaya çalışsa da, biz kurcalayacağız.

Böyle meseleleri kurcalamazsak işimizi yapmış sayılmayız.

Karamehmet’in BDDK ve TMSF ile yapmış olduğu yeni anlaşmayı ‘hemen hemen’ çözdüm. Karamehmet’in ‘neyin’ peşinde olduğunu yazacağım.

Ama ondan önce bu ‘şanslı’ yurttaşa, BDDK yönetiminin daha önce yaptığı ‘kıyakları’ ve bu yüzden devletin kasasının, yani sizin benim cebimin uğradığı zararları anlatmaya, daha önce yazdıklarımızı ‘hatırlatmaya’ devam edeceğim.

1) PAMUKBANK’TAN BALLI HİSSE DEVRİ

Pamukbank’a BDDK tarafından el konulduğu sırada, bankanın elinde yüzde 8.64 oranında Turkcell hissesi bulunmaktaydı. Dönemin BDDK yönetimi, bu hisseleri Mehmet Emin Karamehmet’in talebi üzerine Karamehmet’e sattı.

Hisselere o gün biçilen değer 264 milyon dolardı.

Bu satışta anormal olan, bu hisselerin satış bedelinin de 15 yıl vade ve libor artı yüzde yarım faizle yapılmış olmasıydı. Oysa devlet bu hisseleri o an borsada satıp 264 milyon doları hemen tahsil edebilirdi. IMF’den 300 milyon dolar kredi dilimini serbest bıraktırabilmek için kırk takla atan devletin bu yaklaşımı, o gün bu köşede ağır biçimde eleştirildi.

O gün Karamehmet’e 264 milyon dolara satılan yüzde 8.64 oranındaki hissenin bugünkü değeri yaklaşık 600 milyon dolar. Devlet bu hisseleri Karamehmet’e satmak yerine Pamukbank’ta tutsaydı, bugün 600 milyon dolarlık bir mala sahip olacaktı.

Şimdi BDDK yönetimi, geriye dönük olarak Karamehmet’in borçlarını sildi. Karamehmet’in 3 milyar 86 milyon dolar olan borcundan yaklaşık 1 milyar doları silindi. Hisselerin satış fiyatı ve koşulları göz önüne alınırsa, aslında Karamehmet’in Pamukbank’a olan borcundan silinen miktarın 1 milyar 400 milyon dolara yakın olduğu söylenebilir.

2) ATEL HİSSELERİNİN DEVRİ VE SPK

Mehmet Emin Karamehmet’
e yapılan tek kıyak, Turkcell hisselerinin ‘ucuza’ devri değil. ATEL hisselerinin ‘pahalıya’ satın alınması yoluyla Mehmet Emin Karamehmet’e büyük bir kıyak daha yapıldı o günlerde.

Mehmet Emin Karamehmet’e ait Çukurova Grubu’nun, Yapı Kredi Bankası’ndan yasalara aykırı olarak aldığı ve bankanın zora düşmesine neden olan kredi miktarı, bankaya el koyulduğu gün 2 milyar 207 milyon dolar düzeyindeydi.

Karamehmet o günlerde yüzde 50 ortağı olduğu ATEL’in kendisine ait hisselerini Yapı Kredi Bankası’na satarak borcundan 270 milyon dolar düşürülmesini sağladı.

Bu hesaba göre ATEL isimli şirketin değeri 540 milyon dolardı ve bu işten anlayan herkes bu rakamın abartılı olduğunu düşündü. Fakat BDDK bu ‘yükseltilmiş’ fiyattan hisse devrine göz yumdu.

Fakat Yapı Kredi halka açık bir şirket ve bu nedenle SPK denetiminde olduğu için SPK hemen Yapı Kredi Bankası’nı uyardı.

SPK ATEL hisselerinin bankaya fahiş fiyattan devredildiğini, şirketin değerinin bu kadar olmadığını söyledi ve bankanın bu işlemi durdurmasını istedi.

SPK ATEL’in yüzde 50 hissesine biçilen değeri 90 milyon dolar fazla buldu. Yani devlete 180 milyon dolarlık bir kazık daha atılmıştı. Ancak Yapı Kredi Bankası yönetimi uzun süre SPK’nın talebini yerine getirmedi ve daha sonra aldığı bir yönetim kurulu kararıyla hisse devrinin 270 milyon dolardan yapılmasını kabul etti.

İşin ilginci, bu yönetim kurulu kararına SPK’dan bir itiraz gelmedi.

Değerli okuyucular gördüğünüz gibi Mehmet Emin Karamehmet’in yaptıkları öyle yenilir yutulur gibi değil. Şeytanın aklına gelmeyecek yöntemlerle işini görüyor.

Ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘özerk’ kurumları bu oyunlara alet.

Bense buradan bağırıyorum.

Bir gün haklılığım ortaya çıkacak ama o güne kadar devlete yine birkaç milyar dolar ‘sokuşturulmuş’ olacak.

ATEL’i niye geri istemiyor

MEHMET Emin Karamehmet, Yapı Kredi Bankası’nda bulunun Turkcell, Digitürk ve Fintur hisselerini türlü oyunlarla geri almaya çalışıyor.

Geri almak istemediği tek hisse ATEL hisseleri. Çünkü Karamehmet, beş para etmez bir şirketin yarısını devlete 270 milyon dolara ‘itelediğini’ biliyor. Bu yüzden de ATEL hisseleri, Karamehmet’in geri almak istediği hisseler arasında yok.

BDDK yönetimi Karamehmet’e bu hisseleri ‘neden’ geri istemediğini sordu mu acaba?

Bu sadece bir ilaçtaki vurgun

ROCHE
yazıları ile ilgili olarak yüzlerce kişi arıyor. İhbarlar, koruyanlar, karalayanlar gırla. Belgeli ihbarları araştırıyorum. Bu arada bazı arayanlar ‘Sadece Roche’un üzerine gidiyorsunuz ama ilaç firmalarının neredeyse tamamı bu işleri yapıyor. Devletin en fazla soyulduğu yer burası. Gerçekler ortaya çıksa buradaki vurgunun banka vurgunlarından daha büyük olduğu ve yıllara yayıldığı ortaya çıkar’ diyorlar. Haklılar.

Pek çok ilaç firması ile ilgili dedikodular kulağımıza geliyor. Ancak Roche’u yazmamızın nedeni bu kez ‘kazığın’ belgeli ve kanıtlanmış olması.

Eminim ki, sadece Neorecormon’da değil, başka ilaçlarda da benzer olaylar oluyor. Bu ilaçla ilgili olarak Vatan Gazetesi ve benim uyarıcı yazılarımdan sonra Sabah’tan Yavuz Semerci de çok güzel yazılar yazdı. Devlet mekanizması sonunda harekete geçti ama yine biraz geç. SSK’nın alımlardan sorumlu üst düzey yetkilisi yurtdışına kaçmış bile. Eminim ki, ‘ilaç devleri’ onu istediği ülkede krallar gibi yaşatacaklardır. İlaç konusuyla ilgili her türlü, belgeli ihbar ve iddiaya açığım. Bu işi başlattık. Durmayalım.

NOT: Yavuz Semerci ile benim konuşmamdan bazıları rahatsız olmuş ve anladığım kadarıyla Semerci’ye ‘Ne arıyorsun o adamı’ demişler. Sevgili Semerci de bundan etkilenmiş galiba. Oysa ben önemli bir konuda mesleki işbirliğinden çok umutlanmıştım. Semerci’den ricam bu eleştirilere kulak tıkaması. Kendi çıkarımız değil, ülke çıkarı için konuştuk. Kıskanmasınlar.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

İte köpeğe hangi sayfada olursa olsun gazete köşesi verilmediği zaman.
Yazının Devamını Oku