Fatih Altaylı

Mehmet Emin’e var, onlara yok?

10 Ağustos 2004
<B>BDDK,</B> Çukurova Grubu şirketleri <B>Mehmet Emin Karamehmet’</B>in malı olarak kalabilsin diye bu <B>‘şanslı’</B> vatandaşa sizlerin, bizlerin kesesinden 1 milyar doları aşkın, hemen hemen <B>‘2 katrilyon’</B> liralık bir indirim yaptı. Bu ‘muhteşem’ operasyonun siyasi otoritenin onayı olmadan yapılmış olabileceğine ihtimal vermiyorum.

Karamehmet işlerini kendi batırdı, çıkarmak bizim cebimize düştü.

Ancak ortada çok ciddi bir adaletsizlik duygusu var. Mehmet Emin Karamehmet, cebine konulan bu 1 milyar dolarla, sanayide müthiş bir haksız rekabet avantajı elde etti.

Madem devletin böyle bol keseden dağıtacak imkánları var, İmar Bankası’ndaki bonozedelerin durumu neden aynı şekilde ele alınmaz?

Bir banka, SPK’nın, BDDK’nın gözü önünde ‘izinsiz işlem’ yapmış.

Devletin bütün ilgili denetim kurumları uyumuşlar, sonunda fatura devlete güvenip ‘devlet tahvili’ alan bir grup vatandaşa çıkarılmış.

İşlerini kendi beceriksizliği ile batıran Mehmet Emin Karamehmet’e devletin verecek parası var, ama devlete güvenip hazine bonosu alana devletin verecek parası yok.

Keza aynı durum ÇEAŞ ve KEPEZ’in ortakları için de geçerli.

ÇEAŞ ve Kepez şirketleri kurulurken, devlet Dünya Bankası’nın da önerisiyle bir model geliştirmiş.

Bu şirketlerin hisselerinin bir bölümü halka açılmış ve finansman sağlanmış. İşler yıllarca iyi gitmiş.

Hisse alan küçük yatırımcı vatandaş kazanmış, devlet kazanmış.

Sonra devlet büyük bir hata yapmış.

Bu hisselerin elinde kalan bölümünü ‘yanlış’ birine satmış.

Bu adam da hisselerle şirket içinde elde ettiği gücü kötüye kullanmış.

Devlet bunun elindeki hisseleri alacağına, gitmiş şirketin imtiyazını iptal etmiş ve şirketin kuruluşundan bu yana ortağı olan ve Uzanlar’la hiç bir alakası olmayan küçük yatırımcıyı mağdur etmiş, deyim yerindeyse ‘çırak çıkarmış’.

Bir tarafta devletin hatasıyla mağdur olmuş on binlerce kişiye ‘kol hareketi’, diğer tarafta kendi bankasının kaynaklarını kullanarak batıran bir kişiye 2 katrilyonluk ek kıyak.

Bunun adı da ‘hak’.

Aferin size!..

NOT: Değerli okurlar, BDDK ile Karamehmet arasında yapılan anlaşmayı bulup incelemeye çalışıyorum. Zannediyorum çok ilginç finansal oyunlarla karşılaşacağım ve sizlerle paylaşacağım.

46 yıllık çalışanından Karamehmet portresi

BDDK ve TMSF’nin 2 katrilyon liraya varan bir borç indirimiyle yeniden anlaştığı Mehmet Emin Karamehmet’le ilgili şikáyet, iddia, bilgi, belge yağıyor.

Bu belgeleri görünce, devletin kime ‘kıyak’ yaptığını görüyor, kahroluyorum. Bu mektuplardan birinin yazarı, 46 yıl Mehmet Emin Karamehmet’le birlikte çalışan bir kişi. İsmi bende saklı. Bakın neler diyor:

‘...

1) 1980’lerin sonuna doğruydu galiba. MEK’in Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Çukurova İthalat İhracat TAŞ’de plastik yedek parçası kisvesi altında Caterpillar yedek parçaları kaçak olarak yurda sokulduğu için gümrük kaçakçılığı takibatı yapılmış, tevkif edilmekten kurtulmak için yurtdışına kaçıp yıllarca yurda dönememişti. (O yıllarda yöneticileri yanına gidip gelerek şirketi yönetirlerdi.)

Yurda döndüğünde Şişli Ağır Ceza Mahkemesi’nce tutuklanıp bir süre yattıktan sonra kefaletle tahliye edilmiştir.

2) 1997 yılında Çukurova İthalat İhracat TAŞ ve BMC San. ve Tic. AŞ adına işlem gören GÇB’lerin tesciline ilişkin defter kayıtlarında toplam döviz tutarı ile beyan edilen eşyaların sayısının düşük olması nedeniyle Hazine’nin büyük kayba uğradığı tesbit olunarak hakkında kaçakçılık takibatı yapılmıştır.

3) Pamukbank’ın içinin boşaltılmasından dolayı MEK dahil banka idarecileri hakkında Beyoğlu 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açılmış, verilen takipsizlik kararı Yargıtay 11. Ceza Dairesi tarafından bozulmuştur

4) BMC ile ilgili İstanbul Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı’nca teşekkül halinde kaçakçılık suçlamasıyla takibat başlatılmıştır.

5) Detayını hatırlamamakla birlikte 1994 yılında da MEK hakkında kaçakçılık takibatı yapıldığını biliyorum ama detayı dosyalarımda mevcut değildir.

Sayın Altaylı, takibat 1 tane olsa tesadüf, hata denilebilir ama birden çok olunca bunların tesadüfi olduğu ileri sürülemez.’

46 yıllık çalışanının, Mehmet Emin Karamehmet hakkındaki mektubu oldukça uzun.

Şirketi ve ailenin diğer fertlerinin haklarını nasıl ele geçirdiğine kadar pek çok bilgi ve belge var. İşte BDDK böyle bir işadamının ‘iş áleminde’ kalabilmesi için 2 katrilyon liralık kolaylık yapıyor. Ben en çok bu ülkenin namuslu olmaya çalışan işadamlarına acıyorum.

Canaydın’dan bir ilk

30
yılı aşkın bir süredir Galatasaray maçlarına giderim. Buna yakın bir süredir de kulübün üyesiyim.

Bu pazar bir ilke şahit oldum.

İlk kez bir Galatasaray Başkanı, maçtan önce sahaya indi ve tribünleri dolaşıp taraftarlara selam verdi.

Benim şimdiye dek gördüğüm, tanıdığım başkanlardan ne Selahattin Beyazıt, ne Mustafa Pekin, ne Ali Uras, ne Ali Tanrıyar, ne Alp Yalman, ne Faruk Süren ne de bir başka başkan böyle bir şey yapmıştı.

Doğrusu şaşırdım ve yadırgadım.

Sevgili Özhan Canaydın’ın, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ı giderek daha fazla örnek aldığını görüyor ve üzülüyorum.

Benim tanıdığım Özhan Canaydın bu değildi.

Garip...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Yıllarca yanlışlığını söylediğimiz şeyleri kendimiz yapmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Gündemimiz AB standardında

9 Ağustos 2004
<B>TÜRKİYE </B>giderek normalleşiyor. Dikkat ediyor musunuz, uzun süredir gazetelerin manşetlerinde siyasi haberler azaldı. MGK toplantıları, Yüksek Askeri Şûra’lar giderek daha küçük boyutta haber oluyor.

Aynen Avrupa’daki veya Amerika’daki gazeteler gibi toplumsal konular, polis adliye haberleri, sportif meseleler manşetleri süslüyor.

Kanal D’de akşam ana haber bülteninin ilk haberlerini belirlerken siyasetin giderek gerilere düştüğünü görüyoruz.

Bütün bunlar bana Türkiye’nin giderek AB standardını yakaladığını gösteriyor.

Ben kendi adıma bundan memnun oluyorum.

Sistemin hiç mi suçu yok

VATAN Gazetesi’nin manşetinde 116 işadamı vardı geçen hafta.

Hepsi hayali ihracat, haksız vergi iadesi alımı, naylon fatura suçlarından yargılanan 116 işadamı. Aslında haber çok eski, yıllardır süren bir dava.

Tam 116 sanıklı.

Aralarında ‘namlı’ batakçıların da, ‘saygın’ işadamlarının da bulunduğu 116 işadamına ait şirketler, ihacat taahhütlerini kapatabilmek için naylon fatura kullanmışlar.

Bu 116 işadamın 116’sının da kötü niyetli olduğunu söylemek mümkün değil.

Hatta benzer biçimde açılmış daha pek çok dava var. Türkiye’nin tanıdığı, bildiği, bu ülkeye döviz kazandırmış, istihdam yaratmış yüzlerce işadamı benzeri davalarla boğuşuyor.

Bana sorarsanız, sorun bu işadamlarında değil, Türkiye’nin bu konu ilgili olarak kurmuş olduğu sistemde ve uygulamada.

Bu sistem değişmedikçe daha pek çok işadamını veya şirket yöneticisini yargı karşısında görebiliriz.

Yönetime rağmen Galatasaray favori

LİG
başladı. Hayırlı olsun. Umarım kavgasız gürültüsüz bir sezon geçiririz. Yeni yasa umut verici ama ben uygulanacağı kanaatinde değilim.

Kulüp Başkanları ‘mafyadan kiraladıkları’ adamları veya tribünlerde besledikleri ‘itler’ için Emniyet Müdürü, Vali, Bakan, Başbakan aramaya devam ettikleri ve bu adamlara yüz verildiği sürece kırk yasa çıkarsanız boş.

Benim takım Galatasaray’da da daha önce söylediğim gibi yönetim işe karışmaz ve biraz olsun ‘destek’ verirse Hagi ve çocuklar bu işi götürürler.

Tomas ve Song çok akıllı transferler. Tek sorun sağbek gibi görünüyor.

Bence Hagi sağbekte Song’u deneyecektir. Bu arada taraftarın çok sevdiği kanı ‘sarı kırmızı’ akan Abel Xavier de para konuşmadan gelip oynamak istiyor.

O da gelirse Galatasaray’ın hiç sorunu kalmaz. 100. yılda bu yönetime rağmen şampiyon olabiliriz.

Ama bunu adam gibi kutlayabilir miyiz onu bilmiyorum.

İhracat mı hamallık mı?

HÜRRİYET’teki bir haber beni sevindireceğine içimi kararttı.

Tekstilde ihracat rakamları.

AB ülkelerine 523 bin mayo satmış, karşılığında 3 milyon dolar almışız. Tanesi altı dolar bile değil. Yani 8,5 milyon TL.

Yine AB ülkelerine 279 milyon adet iç çamaşırı satmışız. Karşılığı 532 milyon dolar. Adedi 2 dolar. Türkçesi 3 milyon TL.

Oysa aynı kalitede ama markalı bir mayonun Avrupa’daki fiyatı 150-200 Euro’dan aşağı değil. Bizim yaptığımıza ihracat değil, hamallık denir.

Yazık...

Roche rezaleti her yerde yazılacak

SABAH
Gazetesi Ekonomi Müdürü meslektaşım Yavuz Semerci aradı.

Roche’un SSK’ya attığı kazık ile ilgili olarak benimle aynı görüşte olduğunu ve Sabah Ekonomi sayfalarının da bu büyük rezaleti ele alacağını söyledi.

Ben de Yavuz Semerci dostuma bundan büyük mutluluk duyduğumu, önceki günkü yazılarından dolayı bir yanlış anlama meydana gelmiş olabileceğini belirttim.

Semerci’nin telefonu çok hoşuma gitti doğrusu.

Ülkenin soyulmasına seyirci kalmamak hepimizin görevi.

Vatan Gazetesi tüm gücüyle bu meselenin üzerine gidiyor.

Hürriyet’te ben günlerdir yazıyorum. Sabah’ta Yavuz Semerci de rezaleti yazıyor.

Türk basını elbirliği ile bu ‘kazığın’ peşinde.

Hep beraber, o başlattı, bu başlattı kompleksine kapılmadan iyi bir gazetecilik örneği vererek bu pisliğin önüne geçeceğiz.

Umuyorum ki bundan sonraki benzer işbirlikleri için iyi bir örnek olur.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Bizim düşünüp de söyleyemediklerimizi yüksek sesle söyleyenlere kızmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Gündemimiz AB standardında

9 Ağustos 2004
TÜRKİYE giderek normalleşiyor. Dikkat ediyor musunuz, uzun süredir gazetelerin manşetlerinde siyasi haberler azaldı.MGK toplantıları, Yüksek Askeri Şûra’lar giderek daha küçük boyutta haber oluyor. Aynen Avrupa’daki veya Amerika’daki gazeteler gibi toplumsal konular, polis adliye haberleri, sportif meseleler manşetleri süslüyor.Kanal D’de akşam ana haber bülteninin ilk haberlerini belirlerken siyasetin giderek gerilere düştüğünü görüyoruz. Bütün bunlar bana Türkiye’nin giderek AB standardını yakaladığını gösteriyor. Ben kendi adıma bundan memnun oluyorum. Sistemin hiç mi suçu yokVATAN Gazetesi’nin manşetinde 116 işadamı vardı geçen hafta. Hepsi hayali ihracat, haksız vergi iadesi alımı, naylon fatura suçlarından yargılanan 116 işadamı. Aslında haber çok eski, yıllardır süren bir dava. Tam 116 sanıklı. Aralarında ‘namlı’ batakçıların da, ‘saygın’ işadamlarının da bulunduğu 116 işadamına ait şirketler, ihacat taahhütlerini kapatabilmek için naylon fatura kullanmışlar. Bu 116 işadamın 116’sının da kötü niyetli olduğunu söylemek mümkün değil. Hatta benzer biçimde açılmış daha pek çok dava var. Türkiye’nin tanıdığı, bildiği, bu ülkeye döviz kazandırmış, istihdam yaratmış yüzlerce işadamı benzeri davalarla boğuşuyor. Bana sorarsanız, sorun bu işadamlarında değil, Türkiye’nin bu konu ilgili olarak kurmuş olduğu sistemde ve uygulamada. Bu sistem değişmedikçe daha pek çok işadamını veya şirket yöneticisini yargı karşısında görebiliriz. Yönetime rağmen Galatasaray favoriLİG başladı. Hayırlı olsun. Umarım kavgasız gürültüsüz bir sezon geçiririz. Yeni yasa umut verici ama ben uygulanacağı kanaatinde değilim. Kulüp Başkanları ‘mafyadan kiraladıkları’ adamları veya tribünlerde besledikleri ‘itler’ için Emniyet Müdürü, Vali, Bakan, Başbakan aramaya devam ettikleri ve bu adamlara yüz verildiği sürece kırk yasa çıkarsanız boş. Benim takım Galatasaray’da da daha önce söylediğim gibi yönetim işe karışmaz ve biraz olsun ‘destek’ verirse Hagi ve çocuklar bu işi götürürler. Tomas ve Song çok akıllı transferler. Tek sorun sağbek gibi görünüyor. Bence Hagi sağbekte Song’u deneyecektir. Bu arada taraftarın çok sevdiği kanı ‘sarı kırmızı’ akan Abel Xavier de para konuşmadan gelip oynamak istiyor. O da gelirse Galatasaray’ın hiç sorunu kalmaz. 100. yılda bu yönetime rağmen şampiyon olabiliriz. Ama bunu adam gibi kutlayabilir miyiz onu bilmiyorum. İhracat mı hamallık mı?HÜRRİYET’teki bir haber beni sevindireceğine içimi kararttı. Tekstilde ihracat rakamları. AB ülkelerine 523 bin mayo satmış, karşılığında 3 milyon dolar almışız. Tanesi altı dolar bile değil. Yani 8,5 milyon TL.Yine AB ülkelerine 279 milyon adet iç çamaşırı satmışız. Karşılığı 532 milyon dolar. Adedi 2 dolar. Türkçesi 3 milyon TL. Oysa aynı kalitede ama markalı bir mayonun Avrupa’daki fiyatı 150-200 Euro’dan aşağı değil. Bizim yaptığımıza ihracat değil, hamallık denir. Yazık... Roche rezaleti her yerde yazılacakSABAH Gazetesi Ekonomi Müdürü meslektaşım Yavuz Semerci aradı. Roche’un SSK’ya attığı kazık ile ilgili olarak benimle aynı görüşte olduğunu ve Sabah Ekonomi sayfalarının da bu büyük rezaleti ele alacağını söyledi. Ben de Yavuz Semerci dostuma bundan büyük mutluluk duyduğumu, önceki günkü yazılarından dolayı bir yanlış anlama meydana gelmiş olabileceğini belirttim. Semerci’nin telefonu çok hoşuma gitti doğrusu. Ülkenin soyulmasına seyirci kalmamak hepimizin görevi. Vatan Gazetesi tüm gücüyle bu meselenin üzerine gidiyor. Hürriyet’te ben günlerdir yazıyorum. Sabah’ta Yavuz Semerci de rezaleti yazıyor. Türk basını elbirliği ile bu ‘kazığın’ peşinde. Hep beraber, o başlattı, bu başlattı kompleksine kapılmadan iyi bir gazetecilik örneği vererek bu pisliğin önüne geçeceğiz. Umuyorum ki bundan sonraki benzer işbirlikleri için iyi bir örnek olur. NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Bizim düşünüp de söyleyemediklerimizi yüksek sesle söyleyenlere kızmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Elvan stresi mi?

7 Ağustos 2004
<B>BİRKAÇ </B>ay önce Amerikan NBC televizyonundan geldiler. <br><br>Olimpiyatların naklen yayınını üstlenen ABC, olimpiyatlara katılacak favori sporcularla ilgili programlar hazırlıyordu. Türkiye’den de Süreyya Ayhan’ı konu almışlardı ve benimle bir röportaj yaptılar. Yaklaşık 30 dakikalık bir Süreyya Ayhan bölümü planlıyorlardı.

NBC’ye göre de Ayhan, 1500 metrenin mutlak favorisiydi. Ardından Elvan’ın 1500 metre başarısı geldi.

Ve yeni bir tartışma ve heyecan başladı: Kim geçecek?

1500 metrenin iki favori atleti de Türkiye formasıyla koşacaktı. Yıllar önce erkekler 1500 metrede Sebastian Coe ile Steve Ovett arasında yaşanan çekişmenin bir benzeri yaşanacak, aynı ülke adına yarışan iki atlet pistte çekişecekti.

Türk sporu adına müthiş bir olay olacaktı. Ama olamayacak.

Süreyya Ayhan’ın son anda sakatlandığı haberi geldi. Haber spor dünyasında bomba gibi patladı.

Bazılarına göre ise sakatlık bahane ve Süreyya’nın kafasında Elvan korkusu var. Keşke ikisini birden izleyebilseydik.

Yazık oldu.

Antalya’da Kop oyunu

SÜREYYA Ayhan’ı olimpiyat öncesi demotive etti demesinler diye yazmadığım bir gerçeği bugün artık rahatlıkla yazabilirim.

Hatırlayacaksınız, Süreyya Ayhan Antalya’da kamp yaparken atletizm sahasının bekçisi tarafından sahaya sokulmadı diye kıyamet kopmuştu. Bu işin arkasındaki gerçek daha sonra ortaya çıktı, ama kimse yazamadı.

İtiraf ediyorum, ben de yazamadım. Oysa o sırada orada müthiş bir tuluat yapılmıştı. Süreyya Ayhan’ın kocası antrenör Yücel Kop, GSGM Antalya Bölge Müdürlüğü’ne bir arkadaşının atamasını yaptırmak istiyordu. Bunu sağlamak için önce Antalya’daki müdürün başını yemek gerekti. Antrenman sahasına alınmama tezgáhı işte bu oyunun bir parçasıydı. Ayhan’ı demotive etti suçlamasına maruz kalmamak için bunu kimse yazamadı.

Bugün bunun da bilinme günüdür diye düşünüyorum.

Roche rezaleti yargıda

ROCHE’
un SSK vurgununun sadece bir ilaçla ilgili bölümünün ortaya çıkmasının ardındaki kişi Veysi Mungan.

Firmanın satış bölümünde çalışan Mungan, bu ilaçta ve kimi ihalelerde bazı garip işlerin dönmekte olduğunu görünce konuyu incelemeye başlar. Fiyat farklılıklarını, SSK’ya ve diğer firmalara değişik fiyat uygulamalarını görünce Roche’un Türkiye’deki tepe yöneticisi Faruk Yöneyman’a gider.

Şirketin benzer nedenlerle ABD’de 1 milyar dolara yakın bir ceza ödediğini hatırlatarak önlem alınmasını ister. Faruk Yöneyman kendisine söz verir ve ‘Bunu yapan babam bile olsa gerekeni yapacağım’ der. Ancak durum değişmez. Veysi Mungan ısrar edince işine son verilir. Ancak Mungan’ın hukuk yoluna başvuracağı anlaşılınca kendisine büyük paralar teklif edilir. Mungan reddeder. Bunun üzerine konuyu çözeceğine dair söz vererek Mungan’ı yeniden işe dönmeye ikna ederler.

Ancak Mungan işe döndükten sonra kendisine birkaç milyon dolar para önerilir ve bir de gizlilik sözleşmesi imzalatılmak istenir.

Mungan bunu reddeder ve sadece tek bir çözüm olduğunu, devlete atılan kazıktan vazgeçilmesi gerektiğini söyler. Bunun üzerine Roche yönetimi, Mungan’ı toplantıya çağırır ve toplantı sırasında polis çağrılarak Mungan sanki bir suç işlemiş gibi hakkında şikáyette bulunulur. Bu arada Mungan’a destek veren bölüm müdürü de işten uzaklaştırılır.

Bir süredir Şişli Cumhuriyet Savcılığı ile bu işin peşine düşen Mungan, dün de Roche hakkında resmen şikáyette bulundu. Roche’un bu işten sıyrılma şansı yok gibi duruyor. ABD’de yaşadığı rezalet Roche’u akıllandırmamış anlaşılan.

Bakalım bizim Rekabet Kurulu ne yapacak?

DLH yerine nazar boncuklu lokomotif

HIZLANDIRILMIŞ
tren faciası daha uzun süre konuşulacak gibi.

Konuşulmalı da. Çünkü can kaybı da büyük, demiryolunun önemi de.

Dünyanın her yerinde demiryolu kazaları oluyor. Daha aptalca nedenlerle olanı da var, daha karmaşık nedenlerle olanı da.

Oralarda da konuşuluyor, hatta bu gibi kazaların üzerine yapılan araştırmalar belgesel film haline getiriliyor.

Medeni ülkelerle bizim aramızdaki fark bu işin ‘nazar’ üzerinden değil, ‘bilimsel temeller’ üzerinden araştırılıyor olması.

İşin aslına bakarsanız ‘hızlandırılmış tren’ bir AKP projesi değil.

Ankara-İstanbul arasındaki demiryolunu daha hızlı ve daha yüksek kapasiteli hale getirme fikri, geçtiğimiz koalisyon döneminde ortaya çıktı.

Benim tanıdığım pek çok hatasına rağmen en doğru düzgün bakanların başında gelen MHP’li Enis Öksüz, Demiryollar Limanlar ve Hava Meydanları’nın (DLH) başına bence süper bir bürokrat olan İhsan Gülay’ı getirmişti. Gülay ve ekibi de Ankara-İstanbul arası hızlı tren projesini incelemişler, bunun fay hattı üzerinde olduğunu ve tamamlanması için en az 10 milyar dolar gerektiğini hesaplamışlardı. Benim de çokça konu ettiğim bu meseleyle ilgili olarak bana DLH’de bir brifing vermişler ve bu yeni hattan önce, mevcut hattı rehabilite ederek hızı ve kapasiteyi arttırmayı daha verimli bulduklarını anlatmışlardı.

Yaklaşık 650 milyon dolarlık bir harcamayla Ankara-İstanbul arasındaki mevcut hat düzeltilecek, daha hızlı bir treni taşımaya uygun hale getirilecek ve iki nokta arasındaki mesafe yaklaşık 4-4.5 saate inecekti.

Hatta iş daha da ilerlemiş, bu işin İspanya ile ortak yapılması düşüncesi gelişmiş ve o zamanlar çokça tartışılan ‘İspanyol kredisi’ konusu da o sıralarda konuşulmuştu.

AKP hükümeti, işte bu projeyi hızlandırdı.

Gereken rehabilitasyon yapılmadan lokomotiflerin hızı artırıldı.

Sonuç felaket oldu.

Şimdi ise işi ‘nazara’ bağlıyorlar.

Umarım gerekli yatırımı yapıp yol rehabilite etmeden, sadece lokomotiflere ‘nazar boncuğu’ bağlamak suretiyle hızlandırılmış tren seferlerini bir daha başlatmazlar.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Gazeteciler yolsuzluk ve hırsızlıklar karşısında aynı dili konuşmaya başladığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Rekabet Kurulu Roche’la ilgilenecek mi?

6 Ağustos 2004
<B>İLAÇTAKİ </B>büyük yolsuzlukların <B>‘küçük’</B> bir bölümüyle ilgili yazmaya başladık, Sabah Gazetesi’ndeki <B>‘meslektaşlarımız’</B> neredeyse bunu bile <B>‘ayıp’</B> haline getirecekler. Benim yazdıklarımı yalanlayamadıkları için Roche yönetimiyle el ele vermişler, benim haber kaynağım olduğunu düşündükleri kişi veya kişileri karalamaya çalışıyorlar.

Bırakın kaynağı maynağı, bu yazdıklarım doğru mu değil mi, ona bakın. Roche, SSK’yı kazıklıyor mu, kazıklamıyor mu?

Yanıt basit.

Kazıklıyor.

Roche ile ilgili yazdıklarımızdan sonra zannediyorum SSK’da bir soruşturma başlatılmıştır.

Diğer yandan meselenin bir de ‘Rekabet Kanunu’ tarafı var.

Roche, uygulamalarıyla 5054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanun’a da aykırı hareket ediyor.

Roche’un devlete pahalı, ecza deposuna ucuz fiyatla sattığı Neocormon adlı ilacın 2003 yılı pazar payı yüzde 56.5.

Yani piyasada ‘hákim’ durumda.

5054 sayılı kanun, piyasada hákim durumda olan ürünlerin satış fiyatlarının alıcıya göre farklı farklı olamayacağını söylüyor.

Yani eğer piyasada hákim durumdaysanız, elinizdeki malı amcanızın oğluna 3 liraya, tanımadığınız adama 10 liraya satarak pazardaki bazı firmaları kayıramazsınız.

Bırakın fiyatı, vadede bile farklılık yaparak birilerine avantaj sağlamak yasaya aykırı.

Roche ise bu ilacın pazardaki mutlak hákimiyetine karşın, fiyat ve vade farklılıkları yaparak pazarda ‘kendine yakın’ gördüğü firmaları kolluyor ve onların haksız rekabet yapmalarına neden oluyor.

Bu durum yasaya tamamen aykırı.

Rekabet Kurulu ne bekliyor bilmiyorum, ama bu kadar ‘sabit’ bir suçta dün harekete geçmiş olmaları gerekirdi.

NOT: Roche’un rekabet kurallarına aykırı bir diğer uygulamasını da yarın gündeme getireceğim.

Roche’un kazığı Meclis gündeminde

SSK’dan veya Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan şu ana kadar bana gelmiş bir bilgi yok.

Büyük bir olasılıkla milyarlarca doları bulan bir ‘kazığın’ ucunu buldum, çekiştiriyorum.

Kazığı yiyenin gıkı çıkmıyor.

Büyük bir ihtimalle Roche’un SSK içinde de ‘sevenleri’ olmalı. Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt, benim yazdığım gerçekleri Meclis gündemine taşıdı. Öğüt, TBMM Başkanlığı’na, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yanıtlaması istemiyle bir soru önergesi verdi.

Umarım Bakan Başesgioğlu bu soruya yanıt verir de, biz de devlete atılan kazığın hesabının sorulup sorulmayacağı konusunda bir fikir sahibi oluruz.

YAŞ kararlarının anlamı

SİYASETE
meraklı eş dost soruyor: ‘Yüksek Askeri Şûra kararları ne anlam taşıyor?’

Ben de onlara gülerek, ‘Size ne. Asker bürokrasinin kendi içişleri bizi niye bu kadar ilgilendiriyor’ diyorum.

Gerçekten de dünyanın hiçbir yerinde askerlerin terfileri toplumu bu kadar yakından ‘alakadar’ etmez.

Bizde ise eder. Çünkü asker siyasetin, yürütmenin bir parçasıdır. YAŞ kararlar ile ilgili özet olarak şunu söylemek mümkün:

Eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun Genelkurmay’daki etkisi artık sıfırlandı. Özkök, ikinci senesinde kendi kadrosunu önemli oranda oluşturdu.

Emekliye ayrılan komutanların ‘takipçilerinin’ önü de büyük ölçüde kesildi.

‘En Fenerbahçeli’ komutan Sevgili Yaşar Büyükanıt’ın ve Orgeneral İlker Başbuğ’un önleri açıldı.

Genelkurmay’da Batılı anlamda demokrat bir ekip kökleşti.

Ama kimse yanlış anlamasın, bu ekip de, demokrat olmayanlar kadar cumhuriyete ve laikliğe bekçilik edecek düzeyde.

Ama adabıyla.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Akıllı insanların, yumuşak tondaki uyarıları, sert tondaki uyarılardan daha iyi anladığını unutmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Roche’un eli SSK’nın cebinde

4 Ağustos 2004
<B>BU </B>ülkede öyle çok rezillik var ki, değil bir, on köşemiz olsa sığmayacak. Bugünlük Çukurova rezaletini bir kenara bırakıp, Roche rezaletiyle ilgili yazmaya devam edelim. Roche ilaç şirketinin, SSK’ya yüksek fatura kesip Beşer Ecza Deposu’na devlete sattığının üçte biri fiyata ilaç sattığını belgelemiştik.

Oysa devlet bu ilaçları SSK hastanelerinde tedavi gören kanserli dar gelirli hastaların tedavisinde kullanıyordu.

Dün Beşer Ecza Deposu’ndan gelen yanıtı yayınlamıştım.

Beşer Ezca Deposu Roche’tan satın aldığı Neocormon adlı ilacın üzerine yüzde 4 gibi cüzi bir kár koyarak sattığını söylüyordu. Roche’un genel müdür yardımcısı Gökhan Demir de, kendisiyle yapılan bir röportajda ‘Biz ihaleye göre faturalıyoruz. Depo kendi kárını koyup satıyor’ diyordu..

Ancak ben elimdeki ‘kalabalık’ belgeleri inceleyince, tek bir olayla ilgili olarak Beşer Ecza Deposu’nun ve Roche’un genel müdür yardımcısının doğru söylediğini ancak genelde durumun bu olmadığını gördüm.

Örnek mi? Vereyim.

Siirt Devlet Hastanesi tarafından yapılan ihaleye giren Beşer Ecza Deposu aldığı bir ihale için hastaneye 224 milyon 17 bin 42 lira fatura kesmiş. Oysa aynı ihale için Beşer’in Roche’tan alım fiyatı 90 milyon 600 bin lira.

Yani Beşer’in kárı yüzde 147.

Yine aynı hastanenin bir başka alımında Beşer Ecza Deposu Siirt Devlet Hastanesi’ne 247 milyon 111 bin 560 lira fatura kesmiş. Roche ise ilacı Beşer Ecza Deposu’na 101 milyon 100 bin liradan satmış.

Burada da kár oranı yüzde 144.

Burada ilginç olan bir yandan devlet soyulurken, bir yandan da Roche İlaç Şirketi’nin de zarar uğratılıyor olması ve bir başka enteresan nokta Roche’un Necormon adlı ilacı genelde Beşer Ecza Deposu üzerinden pazarlaması. Roche’un elini Türkiye’nin en büyük kara deliği SSK’nın cebine soktuğu net ortada.

Kanser ve diyaliz hastalarında kullanılan bu ilaç için SSK 2002 yılında 16 trilyon, 2003 yılında 23 trilyon, 2004 yılının ilk döneminde 10 trilyon olmak üzere toplam 49 trilyon ödeme yapmış.

SSK’nın bu ilacı Beşer Ecza Deposu’ndan üç kat fazla fiyata aldığı düşünülürse Roche yönetiminin sadece bu ilaçtan ve sadece SSK’ya attığı ‘kazık’ tutarı 30 trilyon civarında.

Kamu İhale Kurumu’ndan aldığım bilgiye göre kamu en fazla tıbbi malzeme ve ilaç alımı yapıyor.

Yani sadece buradaki soyguna dur demek bile önemli.

Bakalım dur diyecek birileri çıkacak mı?

Sağlıkta etik bu mu?

SSK
hastanelerine ‘fahiş’ fiyatla mal satan, bu yöndeki tüm uyarılara kulak Roche’un Yönetim Kurulu Başkanı ve Faruk Yöneyman’ı bir gün devlet ve SSK hastanelerinin onkoloji servislerini gezmeye davet ediyorum.

Siz belki devleti kazıkladığınızı zannediyorsunuz ve umursamıyorsunuz ama siz aslında muhtaç durumdaki milyonlarca insanın hayatıyla oynuyorsunuz.

Bir gün gidin şu hastanelerde durumu görün.

Bir ekmeğe muhtaç insanların, sizin ‘pahalılaştırılmış’ ilaçlarınızı alabilmek için nelere katlandığını gözlerinizle tespit edin.

Çocuğunun kanser ilacını (belki de Neocormondur) alabilmek için böbreğini satan ana babaların dramını yaşayın.

Tedavi için tek varlığı evini, tarlasını, çiftini, çubuğunu satan insanlarla tanışın.

Bakalım ondan sonra hálá rahatça uyuyabilecek misiniz?

Aylar önce beni defalarca arayıp randevu istediğinizde bu yaptıklarınızı bildiğim ama belgeyemediğim için size randevu vermemiştim.

Şimdi ne kadar haklı olduğumu görüyorum.

Bu işin peşini bırakmayacağım. Bilesiniz.

Yönetim karışmazsa takım iyi

SPOR
basını bu yıl izleyeceği yolun sinyalini verdi. Galatasaray, geçen yılın Şampiyonlar Ligi Şampiyonu Porto’yu başa baş bir oyunla, futbol oynayarak yeniyor, benim gazetemde bile spor sayfalarında kerhen yapılmış bir haber.

Bırakın adaleti, ticari olarak bile yanlış bir yaklaşım. Eskiden gazete sattıran takım Fenerbahçe’ydi. Şimdi Galatasaray da en az Fenerbahçe kadar sattırıyor. Ama bunun farkında değiller. Yazık.

Galatasaray’a gelince. Hazırlık döneminin en umut veren takımı. Futbol olarak sorun çıkmaz gibi duruyor.

Ama yönetim zaafiyetleri büyük. Bu yüzden her şey olabilir. Zaten Galatasaray giderek Fenerbahçeleşiyor.

Sarı lacivertli rakibimiz hep hazırlık döneminin şampiyon ilan edilir ama yönetim ve basın tarafından karıştırılınca şampiyonluğu kaptırırdı.

Şimdi Galatasaray da bu duruma düştü.

Umarım bu yıl aynı hataya düşmeyiz.

Açıklama

21 Haziran 2004 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde Fatih Altaylı imzası ile yayımlanan ve ‘Basın böyle kullanılır mı?’ başlıklı yazı ile ilgili olarak Turgay Ciner’in açıklaması,

Fatih Altaylı’nın 21.06.2004 tarihli yazısında Sabah Gazetesi, Havaş, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK) ve Halit Cıngıllıoğlu’na ilişkin ileri sürdüğü ve Turgay Ciner’i isnat altında bırakan iddialarının tümü gerçek dışıdır.

1) TMOK’a uçak bileti satışı işini TMOK değil Havaş’ın kendisi sonlandırmıştır.

2) Bu sonlandırmanın sebebi Havaş’ın bir bütün olarak bilet satış acenteliği işini rantabl bulmadığı için sona erdirmek yönündeki 2004 yılı başında aldığı karardır.

3) Kaldı ki, TMOK’un 2003 yılı içinde Havaş’tan aldığı toplam bilet tutarı 77 milyar TL’sı olup bu tutar Havaş’ın toplam cirosunun binde birine bile eşdeğer değildir.

4) Turgay Ciner’in ne Havaş ile TMOK müşteri ilişkisinden ve ne de Sabah Gazetesi’ndeki TMOK haberlerinden Fatih Altaylı’nın iddia ettiği gibi bir etkisi ve ilgisi vardır. Yazıda iddia edildiği şekliyle bir TMOK görevlisi bu yönde iftirada bulunmuşsa o kişiyi ortaya çıkmaya ve onurlu ve haysiyetli bir kişi gibi iddiasını ispata davet ediyoruz.

Turgay CİNER

Vekili

Av. Battal YÖRÜK


NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Son günlerde evliliklerle ilgili yazdığım yazılar, pek çok arkadaşım tarafından kınanmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Bazıları küçük soygunları yazabilir

3 Ağustos 2004
<B>DÜN </B>bir gazeteci <B>‘büyüğümle’</B> telefonda konuşuyorduk. <br><br><B>‘Karamehmet yazıları çok iyi. Yeni nesil bunları bilmiyor, ama bir gün üşenme de Karamehmet’in geçmişini yaz. Bir adam yedisinde neyse yetmişinde de odur’ </B>dedi. İşin ilginci, bu konuşmadan birkaç dakika önce Karamehmet’le birlikte 46 yıl beraber çalışmış bir okurumla konuşmuştuk, o da aynı şeyleri söylemişti.

Gazeteci büyüğümün ilginç bulduğu bir nokta daha vardı. Sordu:

‘Senden başka yazan yok. Oysa benim edindiğim intiba, yazıların çok doğru ve okuyucu seninle aynı fikirde. Niye senden başka yazan yok?’

Bu köşede yıllarca Uzan Grubu’nun rezilliklerini yazdım. Benden başka yazan oldu mu?

Tam aksine, bana yapılan saldırılardan zevk aldılar. Keyifle izlediler. Sonra ne oldu? Benim yazdıklarımın satırı satırına doğru, hatta az bile olduğu anlaşıldı.

Amerika’da olsa, o yazılarla Pulitzer alırdım. Burada hakaret aldım, küfür aldım.

Kimse yazmasa da, ben sonuna kadar yazacağım.

Benim Çukurova Grubu ile ilgili yazılarımı okuyup izleyen bazı gazeteciler var.

Bunlar da kendi ‘çaplarında’ yolsuzluk yazarı.

Ama onlar 5 milyar liraya kadar olan yolsuzluklardan sorumlular.

Yolsuzluğun, hırsızlığın çapı milyar dolara dayanınca onlara ‘büyük’ geliyor.

Hele hele yolsuzluk kokuları çıkaran kişi bir de ‘medya sahibi’ ise konu iyice ‘büyüyor’ ve elleri titriyor.

Benimse umurumda değil.

Devletin birkaç milyar dolarının ‘daha’ yok olmasına göz yummayacağım.

En azından kendi vicdanım için yazmayı sürdüreceğim.

Uzan operasyonlarının başladığı günlerdi.

Bir seyahatte Başbakan Erdoğan’la karşılaşmıştık.

‘Uzanlar’la ilgili yazdıkların ne kadar doğru çıktı. Azı varmış fazlası yokmuş’ demişti.

Bu kez de öyle Sayın Erdoğan.

Tek fark, Karamehmet’in henüz parti kurmamış olması.

SSK, ecza deposundan alsa daha iyi

ROCHE’un ‘ilaç rezaletini’ yazdık. Devlete satış fiyatı, ecza deposuna satış fiyatının yaklaşık 3 katı.

Bu yazılarla ilgili olarak Beşiktaş Cumhuriyet Savcısı Nazmi Okumuş aradı.

Roche ile ilgili olarak birkaç aydır bir soruşturma yürüttüğünü söyledi ve elimizdeki belgeleri istedi. Ben elimdeki onlarca fatura kopyasını kendisine yolladım.

Bu arada Roche Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Yöneyman’ın Vatan Gazetesi’ndeki açıklamasını okudum.

Diyor ki, ‘Politika gereği küçük alımlarda indirim yapabiliyoruz’.

Benim bildiğim tam tersidir. Büyük alımlarda indirim yapılır.

Ancak Yöneyman’ın başka bir cümlesi daha var ki, son derece çarpıcı: ‘Sorun ihale sisteminde. Bizim ilacın adını verip ihaleye çıkıyorlar. Biz de liste fiyatından satıyoruz.’

Yöneyman’
ın söylediği şu: ‘Devlet iyi niyetli ve dürüst davranınca soyuluyor.’

Çünkü dünya ilaç devlerinin ‘haklı’ bir isyanı vardı.

‘Jenerik ilaçlar ucuz olduğu için bizim ARGE çalışmalarımız karşılıksız kalıyor. Jenerik, taklit almayın. Bizim ilaçları alın.’

Devlet de doğrusunu yapıyor. Adını vererek, jenerik olmayan ilacı alıyor, ama bu kez rakipsiz kalan ‘ilaç devleri’ devleti soyuyorlar.

Bu arada Beşer Ecza Deposu’ndan da bir yanıt geldi.

Eksik fatura ile bir vergi kaçağı olabilir tahminimize istinaden yolladıkları belgelerde 88 milyon 800 bin TL’ye Roche’dan aldıkları ilaçları, üzerine yüzde 4.19 kár koyarak 92 milyon 688 bin TL’ye Antalya Devlet Hastanesi’ne sattıklarını söylüyorlar.

SSK, yani devlet, ilacı Roche’dan doğrudan değil, Beşer Ecza Deposu aracılığıyla alsa müthiş kár edecek farkında değil.

100 dolarlık beceri ve özgüven

DÜNKÜ
Hürriyet’i elime aldım. Aldığıma pişman oldu. Skandal için farklı yorumlar diye bir başlık.

Altında iki kişiden yorum. Biri Hülya Avşar, ‘Arzu 4 ay beklesin, yuvayı yıkmasın, her şey unutulur’ diyor. Bir fikir.

Ama Erman Toroğlu’nunki yenilir yutulur gibi değil. Futbol yorumcusu kendince yorumlamış:

‘Çapkınlık yapmayan ya beceriksizdir, ya kendine güveni yoktur.’

Yuh!

Çapkın olmamanın tek gerekçesi bu olabilirmiş.

Erman Toroğlu için böyle olabilir ama başka gerekçeler de var.

Adam gibi adam olmak, eşini çok sevmek, korkmak, sevdiğini ve ailesini kaybetmekten korkmak...

Erman Toroğlu’na göre böyle nedenler yok. Tek neden, beceriksizlik ve kendine güvensizlik.

Öyle ya, çapkınlık müthiş bir beceri gerektiriyor.

Bir 100 dolar bulacaksın... Sonra da yaptıklarını bire bin katarak anlatacaksın.

Vay be, beceriye ve özgüvene bakın.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Hayatını paylaştığı karısını ve çocuğunu aldatanın, herkesi aldatabileceğini unutmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Başbakan’ı kandırıyorlar

2 Ağustos 2004
<B>ÇUKUROVA </B>Grubu’nun yeni yapılacak anlaşmayla devlete 5 milyar dolar ödeyeceğine dair kimsede bir inanç yok. Cumartesi günü karşılaştığım bir işadamı, ‘Fatih Bey, sanki bu grubu çok yakından tanıyor gibisiniz. Bence de ödemezler. Şimdiye kadar kime ne ödemişler ki’ dedi.

Çukurova Grubu yeni anlaşmayla 13 ayda 3 milyar dolar, 20 ayda ise 5 milyar dolar bulup da borcunu ödeyecek.

Bu parayı da hangi ülkede kurulu olduğunu, hatta kurulu olup olmadını TMSF Başkanı Ertürk’ün bile bilmediği, 3 bin pound sermayeli bir şirket üzerinden bulacaklar.

Bu duruma ‘Kargalar bile’ gülmez.

Mehmet Emin Karamehmet gibi ‘işlerini batırmış’ bir adama 5 milyar dolar kim verir?

Hadi diyelim ki, verdi. Bedava mı verir?

Elbette hayır.

Çukurova Grubu bu 5 milyar doları diyelim ki borçlanabildi. Bunun faizi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin borçlanmada ödediği faizden düşük olabilir mi?

Batık Çukurova, giderek yıldızı parlayan Türkiye’den daha mı güvenilir.

Değil.

Türkiye Cumhuriyeti yüzde 7.5 ile borçlanıyor. Diyelim ki birisi çıktı ve Çukurova’ya borç verdi. Hadi iyimser olalım, yüzde 8 ile verdi.

Bunun ana para hariç sadece faiz ödemesi yılda 400 milyon dolar tutar.

Devlete geçen yıl 114 milyon dolar borç taksidi ödeyemeyen Çukurova Grubu bu 400 milyon doları nasıl ödeyecek?

Diyorum ya, olmayacak bir duaya amin deniliyor ama duanın olmayacağını herkes biliyor.

Peki bu ikinci anlaşma niye yapılıyor?

Devleti biraz daha soymak, devletin elinde kalan son birkaç garantiyi daha alabilmek için.

Eski anlaşmaya göre Çukurova’nın Yapı Kredi’de de teminat olarak tutulan Turkcell hisselerini alabilmek için borcunun tamamını ödemek zorundaydı.

Oysa yeni anlaşma ile bu hisseleri parça parça olarak alabilecek. Hisseleri alınca da borcun geri kalanını ödemeden eski anlaşmaya dönmek isteyecek.

Sonra Karamehmet’i koydunsa bul.

Cumartesi günü konuştuğum bir dostum, ‘Başbakan doğru bir adam gibi görünüyor. Bu anlaşmaya nasıl sesini çıkarmıyor sence?’ diye sordu.

Çok basit. Başbakan’ın yoğun ajandasında konuların derinine inmesi mümkün değil.

Bu anlaşma da Başbakan’a ‘iyi bir iş’ gibi anlatılıyor.

Muhtemelen birileri konuyu benim anlattığım ‘gerçek’ yüzüyle değil, yalan yönüyle anlatıyorlar ve şöyle diyorlar:

‘Başbakanım bu parayı 2 yıla kalmadan almış olacağız. Sizin iktidardaki 3. yılınızın sonunda hazineye açıktan 5 milyar dolar girecek. Bunun sağlayacağı rahatlığı düşünsenize.’

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu hikayeyi bir de benden dinlesin.

Tabii devletin bir kez daha kazıklanmasını istemiyorsa.

Duble yollara şeytan karışabilir

AKP iktidarının çok önem verdiği projelerinden biri de duble yollar. Bence yapılması gereken bir iş. Kaza sayasının azalmasında önemli etken olabilir.

Ama bu yapılış biçimiyle değil.

AKP iktidarı Türk halkına, bir şeyler yapmak olduğu mesajını vermek istiyor.

Ekonomideki gelişmeler için süre gerek. Ama bazı görünür işler yapılmak zorunda.

Hızlandırılmış tren bunlardan biriydi. Eski bir projeydi ve zaman alacaktı. AKP trenle birlikte projeyi de hızlandırınca duvara tosladı.

Duble yolda da benzer bir yanlış yapıldığı izlenimine sahibim. Duble yol işinde alt taşeron olarak hizmet veren bir kuruluşun yöneticisi aradı.

Bayındırlık Bakanlığı’ndan duble yol inşaatı alan müteahhitlere işin teslim süresiyle ilgili olarak çok kesin tarihler koyuluyor ve ağır cezai şartlar getiriliyormuş.

Bir yere kadar doğru. Çünkü Türkiye’de müteahhit kesiminin işi bitirmeyerek para kazandığını hepimiz biliyoruz. Ama bu kez süreler işin tabiatına aykırı olacak kadar kısaymış. Hal böyle olunca duble yol inşaatları biraz ‘şişirme’ oluyormuş.

Bana bunu aktaran kişiye ‘Peki bu süre içinde yol yapılamaz mı?’ dedim.

‘Yapılır’ dedi. ‘Ama trafik yoğunluğuna göre 6 ay ile 1 yıl arasında yol mahvolur. Sonra aynı işi bir daha yapmak zorunda kalırlar.’

‘Peki ne yapmak lazım’
diye sordum.

‘Başbakan’ı uyarmak lazım. Açılışını yaptığı yollar, onun iktidar süresi kadar bile dayanmayacak’ dedi.

Roche’un rezaleti, benim enayiliğim

CUMA
öğleden sonra bir dostum aradı. Elinde çok önemli belgeler vardı ve bana yollamak istiyordu.

Belgeler cuma akşamüzeri elime ulaştı. Müthişti. Dünya ilaç devi ‘Roche’ Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kazıklıyordu.

Roche Müstahzarları Sanayi A.Ş., Neorecormon 2000 adındaki ilacı Beşer Ecza Deposu’na 88 milyon 800 bin Türk Lirası’na satarken, aynı ilacı SSK Aydın Hastanesi’ne 230 milyon 945 bin liraya, Başkent Üniversitesi İstanbul Dializ Merkezi’ne ise 173 milyon 209 bin liraya fatura ediyordu. SSK’ya kesilen faturadaki birim fiyat, ezca deposuna kesilen faturadaki birim fiyatın neredeyse 3 misliydi. Üstelik bütün bu faturaların tarihleri birbirine çok yakındı. Yani bu kadar kısa bir zamanda bu kadar yüksek bir fiyat artışı, zam falan da söz konusu olamazdı. Bunun ecza deposuna yapılmış makul bir indirimle açıklanması olanaksızdı. Belki vergi kaçırmak için ecza deposu ve Roche ortaklaşa çalışıyor ve düşük fatura kesiyorlardı.

Ama sonuçta ‘ticaret ahlakına’ uygun olmayan bir durum vardı. Devlet göz göre göre kazıklanıyordu.

Haberi pazartesi gününe bırakmaya karar verdim. Roche ve SSK ile konuşup öyle yazacaktım. Ama cumartesi günü gazeteleri elime alınca yıkıldım. Vatan Gazetesi’nin sürmanşetinde benim pazartesiye sakladığım haber vardı.

Haber beklemezdi ve Vatan’dan golü yemiştim. Ama önemli olan devleti kazıklayan birinin ortaya çıkmış olmasıydı.

Asıl güzel gol onların yedikleri goldü.

Bakalım nasıl çıkaracaklar.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Karısını aldatanlar başka kadınlardan özür dilemediği zaman.
Yazının Devamını Oku